KATEGORİLER

13 Mart 2017 Pazartesi

GARİP BİR GÖKKUŞAĞI

13/03/2017 Pazartesi, Tire

Bize göre haftanın son günü. Sabahtan parçalı bulutlu olan hava sürekli değişiyor. Bir ara pırıl pırıl bir güneş ortalığı aydınlatıyor. Serin havada güneşin değdiği yer ısıtıyor insanı. Depoda odun iyice azaldı, dışarıdakiler ise günlerce yağan yağmurun altında sırıl sıklam. Fırsat bu fırsat deyip Taş Ev'in arkasındaki istiflenmiş ağaç kümesine iniyorum. Ağaç motorunu çalıştırdıktan kısa bir süre sonra benzini bitiyor. Deposu küçük olduğundan üç araba odunu zor tamamlıyor. Benzini yağını tamamlayıp işe koyulmadan önce parçalara ayıracağım odunları seçiyor, bir üst sekiye taşıyorum. Alt kısımlarda biraz kurulardan varmış şansıma. Bir araba, iki araba derken motorun benzini bitene kadar çalışmaya devam ediyorum. Bu arada küçük bir kaza atlatıyorum. Uzun ağaç kütüğünün bir tarafına sol ayağımla basıp hareket etmesini önlerken ıslak ağaç ayağımın altından kayıyor. Testere ayağımın ucuna değip ayakkabımı parçalıyor. Şükürler olsun ki testerenin ucu ayakkabıyı keserken çorabıma bile değmiyor. Aklımdan geçen benim gizli bir koruyucum olduğu. 

Öğleden sonra yağmur kaldığı yerden aralıklarla devam ediyor. Salonda şömine soba tüm güzelliği ile yanıyor. Bir ara beni yukarı çağırıyor elemanlar. Şehir manzarası harika. Bozdağ tarafında her zamankinden çok daha kalın ve düşeye yakın bir gökkuşağı oluşmuş. Şehrin batı yakası yağmurla yıkanmış, berrak bir görüntü veriyor. Hemen fotoğrafını çekiyorum bu güzel tabiat olayının.

Şehre inip işlerimi görüyorum bu arada. Dönüşte iki gündür fırsat bulamadığım günlüklerimi tamamlıyorum. Önemli bir rahatsızlık geçiren eski bir dostumu arıyorum, telefon rehberim silindiğinden beri bir türlü ulaşamadığım. Dün gelen misafirlerimizden birinden aldım numarasını. İnsanlar zor günlerinde kendini göstermeli. Bu dostum da hem sağlık problemleri hem de iş problemleri ile inanması güç sıkıntılar yaşıyor. Ona sağlık ve iyi dileklerimi sunuyorum.

Akşam kızım arıyor. İşim olduğu için sonra ararım diyorum. Dün de aynı şeyi söylediğimi ama aramadığımı söylüyor. Yarım saat sonra arıyorum. O Venüs'ü anlatıyor bana, ben bizim Fifi'yi. 

MUTLU ANLARIN ADRESİ

12/03/2017 Pazar, Tire


Sabaha yağmurla açıyoruz gözümüzü. Mutfakta ailemize yeni katılan hanım Taş Ev'i çok merak eden oğlunu da yanımıza alıp alamayacağımızı sormuş, ben de olumlu cevap vermiştim. Kahvaltı servisine geç kalmamak için acele etmemiz gerekiyor. Fırat tam saatinde geldi ama Alp yerinde yoktu. Telefona da cevap vermedi. Bir süre onu bekledikten sonra daha fazla zaman kaybetmemek için yolumuz üzerinden Ayşe Hanım ve oğlunu alıp hemen yola koyulduk. Akşamdan temizliğin yapılmış ve masaların düzenlenmiş olması işimizi kolaylaştırdı. 

Önce rezervasyonlar, çok geçmeden Ada'nın doğum günü misafirleri gelmeye başlıyor. En büyük korkum misafir araçlarının yanlış yere park etmeleri. En azından on araca park yeri bulmam lazım. Aşkın Şef söz verdiği üzere erken geliyor. Onun gelmesiyle birlikte yağmur altında araçlara yer gösteriyorum. Salon balonlarla ve pankartlarla bir güzel süsleniyor. Alp olmamasına rağmen serviste hiçbir aksama olmadan misafirlerimizi ağırlıyoruz. Kahvaltıdan sonra doğum günü pastası merasimle yukarı çıkarılıyor. Ada'nın en sevdiği Shakira'nın La La parçası eşliğinde pasta salonda özel olarak düzenlenmiş masaya çıkarılıyor. Mumlar üflenirken "İyi ki doğdun Ada" cıngılıyla pasta kesiliyor. Gelenlerin çoğu Ada'nın yakın dost ve tanıdıkları olan yetişkin misafirler. Onun onuncu yaş kutlamasına eşlik eden yaşıtı ve ondan daha küçük beş arkadaşı daha var. Bu mutlu günde Ada'yı yalnız bırakmayan eş ve dostlar Taş Ev'de yaşadıkları bu andan çok memnun ve mutlu ayrılıyorlar.

Yağmur çisil çisil yağmaya devam ediyor. Hava şartlarından dolayı bazı rezervasyon iptalleri olsa da beklentimizin üzerinde bir yoğunluk yaşıyoruz. Akşama bir mutlu anımız daha var. Bir evlilik yıl dönümü. Taş Ev mutlu anların adresi olmaya devam ediyor. Saat beş sularında masayı düzenlemeye başlıyorum. Artık bu işin de uzmanı oldum sayılır. Kuru çiçek yapraklarıyla bir kalp çizdikten sonra masayı kalp şeklinde boncuklarla süslüyorum. Kalbin içine iki adet yine kalp şeklinde mum ve tam ortasına bir tane büyük mum koyuyorum. Çiftin oturacağı sandalyelere kırmızı ve beyaz renkli kuşaklar geçirdikten sonra işlem tamam. 

Hem yerli halktan hem de şehir dışından misafir akınına uğruyoruz. Kötü hava şartları, yolun durumu etkili değil bugün. Yeni yeni dostlar tanıyorum. Kayınpederimi eşimi tanıyan bir hoca Tire'nin saygın insanlarını konu alan bir belgesel kitap getiriyor. Kızım burada görev yaparken satın almış bir tane. Kitabın içinde kayınpederimin ve eşimin yakın akrabalarının resimleri ve onlar hakkında bilgiler yer alıyor. Tanıdık simalardan birisi de ünlü şarkıcı Tanju Okan. O da Tire'de doğan ve büyüyen güzel insanlardan biri. 

Yoğun bir günü daha alnımızın akı ile kapatıyoruz. Misafirlerimiz güzel duygularla ayrılıyorlar Taş Ev'den. Herkesin ortak bir düşüncesi var. "Yazın burası harika olur." Orası kesin de beni düşündüren eleman konusu. Özellikle hafta sonları için sözüne güvenilir, temiz ve çalışkan elemanlara ihtiyacımız olacak. Çok şey mi istedim?

ÇİSİL ÇİSİL YAĞMUR

11/03/2017 Cumartesi, Tire

İki gündür yağan yağmur toprak zemini iyice yumuşattı. Bugün kahvaltı günü olduğundan elemanlarla birlikte erken çıktık. Hava sisli ve sıkıcı. Kahvaltı misafirlerimiz gelmeye başlıyor. Bir ara yağmur kesilince şömine soba için odun hazırlıyorum. Her taraf ıslanmış olduğu için kalın naylonla örtülmüş ağaçları kesiyorum. Ağaç gövdeleri motorlu testere için oldukça büyük. İlk fırsatta bıçkı zincirini değiştirmem lazım. Bütün çabama rağmen ancak iki el arabası odun hazırlıyorum. Misafirler yoğunlaşınca odun işine ara veriyorum.

Pazar kahvaltısı için rezervasyonlar gelmeye devam ediyor. Gelen misafir araçlarına park edecekleri yerleri gösteriyorum. Akşama doğru eşimin ağrıları başlıyor. Onu eve götürürken beyaz renkli bir misafir aracı ilişiyor gözüme. Aklım arabada şehre iniyorum. Şehrin bütün cadde ve sokaklarında kocaman gölcükler oluşmuş.

Yaylaya döndüğümde bütün ekibin beyaz renkli aracı çaresizlik için çıkarmaya uğraştıklarını görüyorum. Geri çıkmak yerine ağaçların arasından dönmeye çalışırken gevşek zemine saplanmış. Misafir aracını nasıl kurtaracağımı düşünmeye başlıyoruz. Depodan aldığımız bir top hortum yetişiyor imdadımıza. Hortumu benim arabamla misafir aracına sıkı sıkıya bağlıyoruz. Ağır ağır çekmeye başlıyorum. Arabayı arkadan itmeye çalışan Aşkın Şef'in üstü başı batıyor ama aracı düzlüğe çıkarmayı başarıyoruz.

Yağmur dinmek bilmiyor. Öyle bardaktan boşanırcasına değil ama çisil çisil yağdıkça toprak tarafından daha güzel emiliyor. Kapıda durup gelen araçlara yer göstermek iyiden iyiye elzem hale geliyor. Akşam misafirlerini de ağırladıktan sonra temizliğe başlıyoruz. Sabah erkenden kalabalık bir doğum günü partisi veriyor. Kahvaltılı doğum günü fikri bana orijinal geliyor. Masa düzenini hazırlıyoruz. Yerlerimizin çoğu rezerve edilmiş durumda. En fazla bir iki masalık yerimiz var kahvaltıya. İşlerimiz bitince evlerimize dönüyoruz. Ekibe sıkı sıkı tembihliyorum yarın sabaha geç kalmasınlar diye. 


11 Mart 2017 Cumartesi

FİFİ

10/03/2017 Cuma, Tire
İki gündür sebebini bilemediğim bir sıkıntı var içimde. Yapılacak işler, yapılması gerekenler, alınacaklar, söylenecekler, söylenemiyenler, söylenemeyecekler, kitap okumak isteyip de zaman bulamamak vs.düşünceler beynimi kemirip duruyor. Bu durum dalgınlığımın sebebi olmalı. Sabah tam saatinde Fırat'ı almaya geliyorum. Yerinde görünmüyor. Telefon ediyorum, yolda olduğunu söylüyor. Dün izin almıştı hastanedeki abisini ziyaret etmek için. Zamanında yetişirim demişti. Olabilir, işi uzamıştır. E, be çocuk madem gecikeceksin bir ara da bana bilgi ver. İnsanlar ne tuhaf oldu. Söyleyemiyorum, içime atıyorum.

Ayşe Hanımı alıp çıkıyorum. Küçük pazardan alınacak çok şey var daha. Aşkın Şef gelince zaman kaybetmeden iniyorum şehre yeniden.






İlk işim arabayı bir güzel yıkatmak. Yakıt aldığım istasyonu değiştirdim. İstasyonun yanı başında oto yıkamacının olması da iyi. İstasyon sahibi Kenan Bey'le tanışıyorum. O da eleman konusunda yakınıyor bana. Kısa süre önce çalışanların tamamına yakını ekip olarak bırakmışlar işi, hem de ne teslim ne tesellüm var. Yeniden ekip kurmuş, muhasebe sistemini olduğu gibi değiştirmek zorunda kalmış. Çay ısmarlıyor, araba temizlenirken. Aracın birinden yere yağ damlamış. Genç bir pompacıya nezaketle temizlemesini söylüyor. Çocuk yağın üzerine biraz su döküp gidiyor. Yeniden ikaz ediyor izah ederek. "Evladım, üzerinden geçecek araçlar bu yağı her yere dağıtacaklar, doğru düzgün temizle şurayı." Çocuk çek pası getiriyor içeriden. O kadar gönülsüz ki işinde. İki çektirip yağ yığınını iki metre uzağa alıyor. Sakin olmasını öğütlüyorum. İstediğin gibi olmasını istiyorsan kendin yapacaksın. Kim demiş işsizlik var bu ülkede. İşini yapan yok, çalışanların pek çoğu işi nasıl kaytarırım diye bakıyor. 

Telefon geliyor. Altı kişilik rezervasyon yapılıyor. Bir saat içinde Taş Ev'de olacaklarmış. Fırat gelmiş olmalı. Hemen onu arıyorum, telefon cevap vermiyor. Aşkın Şefi arayıp haber veriyorum. "Yine arıyacağım Fırat'ı, ulaşamazsam ben çıkarım yukarı diyorum." Kafamda alınması gereken bir sürü ihtiyaç malzemesinin yanı sıra yapacağım ödemeler uçuşuyor. Bir kaç kez aradıktan sonra açıyor telefonu. Belli ki yatmış evinde uyuyor. Onu rahatsız ettim diye neredeyse suçluluk duyacağım. "Misafir gelecek az sonra hemen yukarı çıkman lazım." diyorum. "Peki ben nasıl çıkayım siz beni bırakamaz mısınız?" diye soruyor. Ben seni nasıl bırakayım, dünya kadar işim var. Bir taksi tutup çıkmasını söylüyorum. Verdiği cevabı çerçeveletip asmak geçiyor aklımdan. "O kadarını ben de biliyorum, taksiye verecek param mı var?" Memlekette işsizlik mi var? 

Neyse, alıp yukarı götürüyorum beyefendiyi. Hemen dönüyorum şehre üçüncü defa. Alışveriş işi denk geliyor, çabucak hallediyorum. Arada telefonlar durmuyor. Pazar günü kahvaltıya geleceklermiş altı kişi. Otuz kişilik kahvaltı rezervasyonu üstüne altı kişi daha. Pazar mı demişlerdi acaba. Bir daha ararsam ayıp mı olur? Neyse ki gelenler eşimin tanıdıkları. Kaydettiğim numaradan arayıp pazar günü geleceklerini teyit ettiriyorum. Devlet Hastanesinden arıyor bir doktor rezervasyon için. Kahvaltı mı? Yine mi arayacak? Telefonlar durmuyor. Yine bir telefon. Bu seferki telefon 444 lü numara. Gına geldi bu numaralardan. 850'liler bitmeden bir de bunlar çıktı. Telesekreter Akbank'ın kredi kartının avantajlarını anlatıyor. Bir başkası emekli maaşını Denizbank'a aktarırsam 450 TL vereceklerini söylüyor. Arkasından Yapı Kredi Bankası kusur kalmıyor. Çulsuz mu kaldı bu bankalar yoksa olmayan paranın kokusunu mu aldılar bilemiyorum. Hayır, yüzlerine kapatıyorum, bir müddet sonra yine arıyorlar. Açmazsan hep ararlar diyordu eşim. Onca işimin arasında açıp uzun uzun dinliyorum. "İlgileniyorsanız biri, sonra ilgileneceğim derseniz ikiyi, yok işim olmaz sizinle diyorsanız sıfırı tuşlayın." diyor telefondaki mekanik ses. Vakit geçirmeden sıfırı tuşluyorum bir daha aramayacaklarını düşünerek. Ama nafile. Yine arıyorlar. Şişiyorum.

İşim biter bitmez yaylaya çıkıyorum. Dün tavuklarla beraber aldığım Fifi karşılıyor beni. Ayaklarıma yatıyor, poz veriyor. Fifi'yi bilmiyorsunuz siz tabii. Fino cinsi bir köpek. Kulağında küpesi var. Muhtemelen belediyenin hayvan barınağından kaçmış, ya da atılmış. Dün tavukları aldığım bakıcı "Bizim çiftliğe dadandı isterseniz alın." dediğinde onu da yanımda getirmiştim. Bir de adını sonra öğreneceğim püsküllü bitkiler aldım çiftlikten. Yarın onları dikmemiz lazım.

Taş Ev'e geldiğimde misafirler yemek yiyordu. Onları görünce tanıdım hemen. Geçen yaz her hafta gelirlerdi. Kış boyunca çıkamamışlar, kış uykusuna yatar gibi. Doğulu olmalarına rağmen hiç gerek yokken şömine sobanın yakılmasını istemişler. Fırat yakmış sobayı hemen. Sobanın yanındaki masalara oturmuşlar. Doğunun insanını seviyorum.



Ayakları uğurlu geliyor bu misafirlerin. Dünkü sakinliğin aksine bugün fazlasıyla hareketli. Salonumuz boş kalmıyor gelen giden misafirlerle. Her gelen hangi mezeyi seçeceğine karar veremiyor. Her birinin tadına bakmak gönlünden geçen. Ondan alalım, evet, ondan da az alalım, biraz da şundan alalım, ha bir de bundan alalım ama az olsun. Güzel bir ordövr tabağı hazırlıyor Aşkın Şef misafirlere. Fotoğrafını çekmeden bırakmıyorum. Malzemeler bitiyor. Aşkın Şef yarına iki kuzu daha sipariş veriyor. Yine telefon çalıyor. Pazar kahvaltısına altı kişilik rezervasyon daha. Salonumuz alacak mı hepsini. Pazar günü kalabalık olacak, cumartesi daha sakin olur diye akıllarını çelmek istiyorum. Pazar gününde ısrar ediyorlar. "Kabul edeceğim son rezervasyon olacak bu." diyorum. Bir telefon daha. Neyse ki bu sefer cumartesi kahvaltısına rezervasyon yaptırıyorlar. Daha şimdiden korkmaya başlıyorum bu yoğunluktan. Yazın nasıl üstesinden geleceğiz bakalım.

Akşamın son konukları rezervasyonsuz geliyor. Delikanlı sürpriz yapmak istiyor eşine doğum günü için. Arkadaşları pastayı getiriyor. Eğlenceli bir şekilde noktalıyoruz geceyi...

10 Mart 2017 Cuma

VENÜS

09/03/2017 Perşembe, Tire

Yağmur devam ediyor. Öyle bardaktan boşanırcasına değil, ahmak ıslatan türünden. Zaman zaman doğu batı istikametinde ilerleyen bulutlar şehrin üzerine çöküyor. Hava sıcaklığı düşüyor. Bu sezon odun kesme işinden kurtulmayı umuyordum. İyi ki depoya biraz odun depolamışız.

Yaylaya varır varmaz Aşkın Şefi beklemeye koyuluyorum. Kümesin etrafına koruma çiti çekeceğiz. Az sonra geliyor. Çisil çisil yağmurun altında kümesin dört bir yanını çitle çeviriyoruz. Artık içimiz rahat. Arkadaşımı arayıp tavukları alabileceğimi söylüyorum.

Kırk tavuk gözümde büyüyor. Nasıl sığacak bunlar arabamın arkasına? İzmir yolundaki çiftliğe gidiyorum. Çiftlik görevlisi hazırladığı çuvalların her birine onar tane koyuyor. Her şeyin bir usulü varmış meğer. Bu şekilde kırk değil seksen tavuk da sığarmış arabaya. Tavukları alıp yaylaya dönüyorum.

Tavuklar henüz küçük. Piliç demek daha doğru. İki ay sonra yumurtlamaya başlayacaklarmış. Çuvalların ağzındaki ipi çözüp teker teker bırakıyoruz kümesin içine. Yabancılık çekiyorlar yeni yerlerine, birbirlerine sokuluyorlar. Kümeste Aşkın Şefin beş tavuk ve bir horozu uzak bir köşeden yeni gelen misafirleri izliyor.

Şömine soba yanıyor. Dışarısı oldukça serin. Yağmurlu günlerde manzarayı seyretmek çok keyifli. Bir ara şehir sisten görünmüyor. Kaplan Köyünün manzarası bu görüntü sayesinde dikkatimi çekiyor. Kalın sis bulutu köyün arkasında beyaz bir duvar gibi tüm haşmetiyle kendini gösteriyor. Kaplan Köyü kulağıma fısıldıyor. "Taş Ev'den sadece şehrin manzarasına bakıyorsunuz, bakın ben şehirden daha güzelim."

Kızım arıyor. Golden'ı kuş kafesine koyup doktora götürmüş. Son derece sağlıklı bulmuş veteriner hekim. Yaptığı maskaralıkları videoya çekip whatsapp'tan birbiri ardına gönderiyor. Cinsiyeti artık kesin olarak belli oldu. Onu Venüs diye çağırıyor kızım. Artık onun adı belli. Venüs. Bir haftada 600 gr. almış. Büyüme hızına akıl ermiyor.

Havanın kararmasıyla birlikte bulutların resmi geçidi sona eriyor. Şehrin ışıkları yandıktan sonra berrak bir manzara çıkıyor ortaya. Akşamın misafirleri yerli halktan. Cuma akşamları dedikodu olmasın diye birbirinden çekinip alkol almıyorlar. Dışarıdan gelen de olmayınca belki de ilk kez alkolsüz kapatıyoruz geceyi...

9 Mart 2017 Perşembe

KAYISI ÇİÇEĞİ (2)

08/03/2017 Çarşamba, Tire



Taş Ev'de haftanın ilk günü. Gece boyu yağan yağmur hız kesmeden devam ediyor. Ekibi alıp yola çıkıyorum. Ayşe Hanım'ın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyorum. Bu onu çok mutlu ediyor. Hayatında ilk kez biri onun Kadınlar Günü'nü kutluyormuş.

Afyon'dan ısmarladığım kırk adet piliç sağ salim ulaştı. Birkaç gün misafir kalacak bir dostumuzun çiftliğinde. Kümesimizi azgın köpeklere ve zararlı hayvanlara karşı daha korunaklı hale getirmek için şehre inip küçük gözlü plastik çitlerden almam lazım.

Aşkın Şef'e müjdeyi verir vermez şehre inip her biri 25 metrelik iki top çit malzemesi alıyorum. Hazır aşağıdayken reklamcımıza uğrayıp reflektörlü yön levhalarının üzerine yapıştırmak üzere "Restaurant" yazılarını sipariş ediyorum. Levhalardaki "Taş Ev" yazısına oranla "Cafe & Restaurant" yazısı çok küçük kalmış. Bazı misafirlerimiz levhayı görmüşler ama Taş Ev'in restoran olduğunu anlayamamışlar. Yol kenarları sarı beyaz papatya ve kır çiçekleriyle dolu. Kaplan dağının eteklerinde badem ağaçları iyiden iyiye çiçeklenmiş artık. Yol boyunca tabiatın yeniden hayat bulduğu bu manzaraları seyretmek hayli keyifli. Yağmur yağmaya devam ediyor. Yol kenarlarındaki hendekler görevini yapamaz hale geldiği için yağmur suları yollara taşıp yeni çukurlar açıyor. Yaylaya döndüğümde bahçede bir arazi aracı görüyorum. Aşkın Şef yukarıda misafirlerin olduğunu söylüyor. Yanlarına çıkıp ilgileniyorum. Onlar da yeni başlamışlar işe. Yakından tanıdığım bir inşaat firmasının teknik elemanları. Hava serin olduğu için Fırat sobayı yakmış. Misafirler yemeklerini yedikten sonra hesabı ödemek için aşağı iniyorlar. Pos cihazı kartlarını okumuyor. Hesabı nakit vermek zorunda kalıyorlar. Canım sıkılıyor.  

Taş Ev'in önündeki kayısı ağacını seyrediyorum. Tomurcuklar iyiden iyiye çiçeğe dönmüş. Taş Ev'e ayrı bir güzellik katmış. Hemen fotoğrafını çekmem lazım.

Akşama doğru batı tarafından itibaren hava yükseliyor. Elimizde köfte için yeterince kıyma kalmadığı yeni geliyor şefin aklına. Bir kez daha şehre inmek zorunda kalıyorum. Döndüğümde kese yoğurdu da bitmiş diyor. Bu gel gitler midir sorun bilmiyorum ama kafam fazlasıyla dağınık bugün. Büyük hatalar yapmadığıma seviniyorum.   

8 Mart 2017 Çarşamba

ZİYARET

07/03/2017 Salı, Tire

Yeni bir salı pazarı gününe uyanıyoruz. Öyle bir tembellik çökmüş ki üzerime, evden ancak öğleden sonra çıkabiliyorum. Arabayı park etmek için iki hafta önce keşfettiğim park yerine gittim. Tıklım tıklım doluydu. Kolonların arasında kendime çaresizce yer bulmaya çalıştım.

Sabah erken çıkabilseydim park edecek yer bulabilirdim  belki ama bunu yapmak için artık çok geçti. Kendime yeni bir park yeri aramaya başladım. Sonunda stadyum caddesi üzerinde bir yer buldum. Yol kenarına yanaşırken etrafta dolaşan çok sayıda trafik polisi tedirgin etti. Zira park ettiğim cadde boyunca "Park Edilmez" levhası bulunuyordu. Salı gününe hürmeten tolerans gösterileceğini düşünüyorum. Kısa bir süre sonra döneceğim nasıl olsa. İyi ki çok fazla alacağım yok bugün.

Hava güneşli ve sıcak. Üzerimdeki mont ağır geliyor. Önce muhasebeye uğrayıp evrakları teslim ediyor, arkasından pazar alışverişine başlıyorum. Yeni ortaya çıkan semiz otunun demeti üç liradan satılıyor. Yeşillikleri köylülerden alıyorum. Güzel Selçuk ayvası arıyorum. Salı günlerinin değişmez yemeği balık tabii. İşimin bitmesine yakın hazırlanması için eşime telefon ediyorum. Birlikte Seha Amcayı ziyaret edeceğiz.                                                             

Arabayı park ettiğim yere döndüğümde trafik polisinin yol kenarına park etmiş araçları çekiciye yüklediğini görüyorum. Önümdeki araca gelmiş sıra. Biraz daha geç kalmış olsam arabamın yerinde yeller estiğini görecektim.

Dondurmacı Ayhan Usta'ya uğruyor, yarın saat kaçta dükkanı açacağını soruyorum. Benden en az on beş yaş daha büyük Ayhan Usta. Dükkanında yıllardır, tek başına hem temizlik, hem imalat hem de satış yapıyor. Hele bir acı badem dondurması var ki dillere destan. "Seha Hocayı ziyaret edeceğiz." diyorum. Selamını iletmemi istiyor kendisine. "Benim lisede hocamdı o" deyince şaşırıyorum. Yediden yetmişe bütün şehir insanının hocası olma şerefine erişmiş bir tarih çınarı.

Eşimi alıp Seha Hoca'nın evine doğru yola çıkıyoruz. Kapının zilini çalıyoruz, duymuyor. Karşı dairede kızı ve damadı yaşıyor. Onların kapısını çalınca damadı açıyor kapıyı. "Uyuyor olabilir." diyor. Seha Hocanın daire kapısını açıyor. Küçük salonda koltuğa oturmuş televizyon seyrederken buluyoruz onu. Koltuğun yanında ve önündeki sehpaların üzeri kalemler, fırçalar ve boya malzemeleri ile dolu. 1928 doğumlu resim öğretmeni Seha Gidel eşimin baba tarafından akrabası. Ayakları zor taşıyor artık onu. Oturduğu koltukta üç şey yaptığını ama zamanın yetmediğini söylüyor. Zamanının çoğunu kitap okumakla geçiriyor. Kitaplardan beğendiklerini okumamız için öneriyor. Gözleri yorulunca resim yapmaya başlıyor. Her taraf çerçevelenmiş resimlerle dolu. Çok değerli ve güzel resimler bu gördüklerim. Birkaç sergi açacak kadar resim var elinde ama sergi açmayı düşünmüyor. Resim yapmaktan yorulduğu vakit önündeki televizyon kanallarını karıştırıyor. Aklı başı yerinde. Referandum sonucundan endişe duyuyor. Sonuç ne çıkarsa çıksın ülkenin durumu bugünkünden daha kötü olacak diyor.

Eski, siyah beyaz fotoğraflar gösteriyor, en az altmış yıllık. Fotoğraftaki kişilerin çoğu yaşamını yitirmiş. İstanbul'dan gelip Kaplan Köyünü ziyaret ederken hatıra kalsın diye fotoğraf çektiren akrabalarını anlatıyor. Laf lafı açıyor. İstanbul'da bitirdiği okulları, hocalarını anlatıyor. Bugünkü gençlerin elinden düşürmediği akıllı telefonlar yok o zamanlar. Zaman öldürücü oyunlar oynanmıyor bu yüzden. Bunların yerine her evde piyano var. İnsanlar zamanını sanatla uğraşarak geçiriyor, bol bol kitap okuyorlar. Bir sürü isim sayıyor bana yabancı. Eşim büyük bir kısmını zor da olsa hatırlıyor. Seha Hoca, hocaların hocası... Allah sağlıklı nice yıllar versin ona. İhtiyarlık maskaralık diyor ama üretmeye devam ediyor. Tek sıkıntısı eskiden olduğu gibi Kaplan dağının kayalıklarına doğru uzun yürüyüşleri yapamayışı, her gün güneşin batışını kayalıklardan seyredememesi...

Seha Hocaya veda ediyoruz. Pazardan aldığım balığı hazırlayacağım. Günün sonunda salı günlerinin en keyifli anları başlıyor. Güzel bir yeşil salata, yanında balık ve buz gibi bira...