KATEGORİLER

28 Temmuz 2019 Pazar

HAYATA DÖN - GÜLSEREN BUDAYICIOĞLU


Kitabın Adı: Hayata Dön
Yazar Gülseren Budayıcıoğlu
Sayfa Sayısı: 399
Yayınevi: Remzi Kiatbevi
Türü: Roman - Psikolojik

Kitap Hakkında: Gülseren Budayıcıoğlu'nun "Hayata Dön" kitabına başlamadan evvel "Bu son, yazarın başka kitabını okumam artık" diyordum. Hasta diyalogları, kader örgüsü, yalnızlık, sevgi noksanlığı vb. konu başlıkları altında her şeye hakim, işini bilen, başarılı ve her bakımdan kusursuz bir tabloya kendini yerleştiren bir psikiyatr hanımın anılarından alacağımı aldığımı  düşünüyordum. Bu duygu ve düşüncelerle okumaya başladığım Budayıcıoğlu'nun kitabı beni ters köşeye yatırdı. Onun kolay anlaşılır ve sağlam ifade tarzı okuru içine çekip sürüklüyor, hatta bazen duygulandırıp gözlerini yaşartıyor. 

Peki nedir bu kitabı yazarın diğer kitaplarından farklı kılan? Kaderin defalarca sillesini yemiş bir insanın yani "Ala"nın yaşam mücadelesini ele alış tarzı. Yazar yine değişik hastalarıyla yaptığı mülakatları aktarıyor kitabında. Hastaların her birinin ilginç yaşam öyküleri var. Ama "Ala"nınki başka. Bu yüzden sadece "Ala" nın yaşam öyküsü yer alsa daha güzel olabilirdi sanki.

"Ala" nın öyküsü kitabın ilerleyen sayfalarında çıkıyor karşımıza. Yazar her ne kadar bu öykülerin gerçekte yaşanmışlıkların üzerine kurgulandığını iddia etse de kurgusal tarafın ağır bastığını düşünüyorum. Aslında yaşanmış bir öyküyü yazmak yaşanmamış olanın kurgulanmasından daha kolay. Yazar   öykülerin geçtiği yeri kendi kliniği, hastaları ve kendini de yapıtının kahramanları yapınca bir taşla iki kuş vurmuş olduğunu düşünmüş olabilir ki bu da kendisinin hakkıdır. 

Kitabı çok beğendim ve rahatlıkla tavsiye edebilirim. Diğer taraftan görüşmeler boyunca süregelen diyaloglarda psikiyatr ve hastanın aynı kültür, bilgi seviyelerindeymiş hissinin verilmesini yadırgıyorum. Kim bilir, belki de kitapta kurgusal özelliğin hakim olduğunu iddia etmemin temelinde bu yadırgama durumum etkili olabilir. "Ala" nın hikayesi tamamen kurgusal olsa bile karakterler ve konu tam olarak oturmuş görünüyor. Bu yüzden eserin örgüsü zaman zaman inanılması güç olayları içerse de kitap duygusal olarak okuru içine çekiyor. Mesela kitabın yazarı olan psikiyatr hanımın hastası olan bir kişi ile dışarıda yemek yemesi, hastayı evinde ziyaret etmesi beklenen davranışların ötesinde. Fakat olayın akışında bu durum bile doğal geliyor okura.

İstanbullu Gelin adıyla TV de yayınlanan dizinin senaryosu bu kitaptan esinlenmiş. Ben diziyi izlemedim. İzleyenlerle yaptığım görüşmelere dayanarak, film senaryosunun kitabın konusunun fazlasıyla dışına çıktığı anlaşılıyor.

Psikiyatri biliminin anlaşılması, tarihi olaylar hakkında yerli yerinde verilen kitabi bilgilerin normal sohbet esnasında veriliş şekli ne kadar eğreti dursa da ilgi çekici. Freud, Hitler'in sosyal yaşantıları ve onların davranış özelliklerine, Tutankamon efsanesinden Eva Peron'un yükselişine kadar tarihin ibret verici hayat hikayelerine dokunan yazarın beşinci kitabını da okumaya karar veriyorum.

24 Temmuz 2019 Çarşamba

GENÇ BİR DOKTORUN ANILARI - MIHAIL BULGAKOV


Kitabın Adı: Genç Bir Doktorun Anıları
Yazar: Mihail Afanasyeviç BULGAKOV
Çeviri: Tuğba BOLAT
Sayfa Sayısı: 168
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Türü: Anı - Öykü

Kitap Hakkında: Bulgakov, Sovyetler Birliği'ndeki bolşevik devriminin ilk yıllarında genç bir doktorun tayin edildiği geri kalmış kırsal bir bölgede mesleğini yaparken karşılaştığı zorlukları bütün içtenliğiyle aktarıyor kitabında. Güçlü ifade tarzı, olaylara bakış açısı ve düşüncelerini yazıya dökerken keskin ve içten yaklaşımı göz dolduruyor. Basit bir dil kullanan yazarın kısmen otobiyografisini yansıtan eserinde çeviri başarılı.

Kahramanımız tıp fakültesinden üstün dereceyle mezun olur olmaz memleketin ücra bir köşesine tayin edilip küçük bir sağlık ocağında kaderiyle baş başa bırakılır. Kışın zor koşulları, cahil halkın batıl itikatleri bir yana hiçbir tecrübesi olmadan ağır ve acil durumda gelen hastalara bakmak zorunda kalınca genç hekimin eli ayağına dolaşır, seçtiği meslekten büyük pişmanlık duyar. Oysa onun teorik bilgisi, cesur ve kararlı tutumu her şeyin üstesinden gelecektir.

Sadece yeni mezun hekimler değil profesyonel hayata adım atan her genç üniversite mezunu farklı şekillerde yaşıyor benzer şeyleri. Ne var ki, söz konusu insan hayatı olunca daha çok dokunaklı bir hal alıyor bu tecrübesizlik yılları. Hastalarından daha çok acı çektiği anları yaşıyor hekim. Yazar genç bir doktorun iç dünyasını ortaya dökerken o döneme ait siyasi hususlara değinmeksizin sosyal yaşantısında karşılaştığı zorluklara yer veriyor. 

Yaklaşık bir yıl sonra şehirde bir hastanede stajyer doktor olarak görevlendirilen kahramanımız, kendisinin daha önce görev yaptığı köye atanan genç meslektaşının acil yardım çağrısını içeren bir pusula alıyor. Ne yazık ki arkadaşını hayata döndürmek için artık çok geçtir. Onun morfin bağımlısı olması sebebiyle ölümüne kadar yaşadığı sıkıntıları kendisine bıraktığı günlükten öğrenecektir.

Bulgakov'un bu kitapta toplanan öyküleri dönemin Tıp İşçisi dergisinin muhtelif sayılarında tefrikalar halinde neşredilmiş. Kitapta yer alan son öyküde ise diğer bir meslektaşının Bolşevik devrimi esnasında çara bağlı bir subayı kasten nasıl öldürdüğünü ve şans eseri yaşama dönüşünü anlatıyor. Genel olarak öyküler dramatik bir özellik taşırken zaman zaman trajikomik olaylar da yaşanıyor.   

Usta ve Margarita romanında yazar ustalığını yansıtırken ustalığının temellerini bu öykülerde görmek mümkün. Sonuç olarak okunmaya değer, güzel bir kitap. 

22 Temmuz 2019 Pazartesi

LE MİM


Babaannemin Saatli Maarif Takvimi  blogundan aldım bu mimi. 

Kısa ve samimi cevaplar vermiş sorulara. 

Hadi başlayalım bakalım.





1- Sizi tanımak istiyoruz? Adınız/ Blogunuz ve sizi anlatan bir kelime?
Kaplan Diary. Zaman zaman günlük tarzında, çoğu zaman aklıma düşüp orada takılı kalanları 

yazdığım bir yerdir blogum. Tek kelime ile kendimi anlatmak benim kadar geveze birine ne 

kadar zormuş (!)  Ne desem fazla eksik biraz fazla kaçacak. Sonuç olarak bir kelimenin bile onlarca 

anlamının olduğu dikkate alındığında cevabım karşılığını bulmaktan uzak kalacağını düşünüyorum. 

Yok hayır, "geveze" beni tanımlayan kelime değil.

2-Sosyal Medya Hesaplarınız?

Facebook, Twitter ve Instagram hesaplarım var ancak uzun süredir uzak tutuyorum kendimi. Ara sıra 

uğruyorum sosyal medyaya. Güzel paylaşımların sayısı oldukça az. Ticari yönden kullanabilirim 

belki. Diğer taraftan sosyal iletişim aracı olarak kullanılması itici geliyor bana. Eskiden bir mektup 

aldığımızda duyulan heyecan başka, sosyal medyada paylaştığımız bir mesajın ya da fotoğrafın 

beğenilmesi başka. İkincisi marazi bir durum halini almaya başladı artık. Her kim kendini nasıl 

mutlu hissediyorsa onu yapsın yine de.


3-İlk Blog Yazmanıza Referans Olan Kişi  ya da Blog  Kimdi?

Bu mimin en güzel sorusu işte bu bence. Nasıl ve neden bu işe bulaştım hatırlamıyorum 

ayrıntısıyla. İnternet olayına gençler kadar vakıf değildim. Arama motorlarından karşıma çıkan blog 

yazıları ilgimi çekmeye başlamıştı. Ben de kendi başıma bir blog sitem olsun istedim ve ilk yazımı 

yazdım. İlk mesajlar "deeptone" nam-ı diğer "sade ve derin" den geldi. Şirin bıcır bıcır bir bloger. 

Yanılmıyorsam o da İzmir'li benim gibi. İşte ilk yazıma yazdığı yorum:

heeeey hayat güzel işteeeeee :)
İlham kaynaklarımdan biri "evde yazar" oldu. Yazdığı yazılardaki mükemmel ifade tarzı, seçtiği 

konular, düşünce yapısı beni çok etkiledi. Sigarayı bırakmaya çalıştığım bir dönemdi. O gün 

bugündür neredeyse bütün yazılarını takip ettiğim bir dostum oldu. Bildiğim kadarıyla İstanbul'lu ve 

İzmir sevdalısı. İşte onun ilk yorumu.

Sigarayı bırakmak güzel bir şey, insan en azından kendisini suçlu hissetmekten kurtuluyor. Sigara yüzünen hastalanmak,hastalandıktan sonra mecburen sigarayı bırakmak bence eğitimli, bilinçli bir insanın yapmaması gereken bir şey. Böyle motive olarak bıraktım ben, iki sene bitti bile, çok rahatladım, ağır bir sorumluluktan kurtuldum sanki.

4-Sosyal Medyada Hangi Yazarlar Grubunda Bulunuyorsunuz?

Kendime yazar demek için daha çok okuyup yazmam gerekiyor. Bu gruplara girmek için daha 

zamanım var sanırım. Foto Blog Yazar grubunda görünsem de henüz paylaşımda bulunmadım. 

Kısaca halen herhangi bir grup içinde faal değilim.

5-Facebookta siteniz yasaklandı mı?

Yoo, niye yasaklansın ki (!) Bazen sivri yazılar yazıyorum diye blog sitemin kapatılması mümkün. 

Facebook sitem kapansa beni üzmez ki...

6-Bloglar için Hangi platform daha iyi? Blogspot/ Wordpress ?

Blogspot bana daha kolay geldi. Sanırım daha çok tercih ediliyor.

7-Kaç Blogunuz Var?

Atıl durumda Kaystros Kaplan Tyrha adında bir blogum var çıraklık dönemimden kalma. Aslında 

orada yazdıklarımdan değerli bulduklarımı "Kaplan Diary" de toplayıp onu kaldırmak fena fikir 

değil. 

8-Toplam Sayfa Görüntülenme sayısı?

An itibarıyla 94 714

9-Blogunuzda Reklam Yayınlıyor musunuz?

Açıkçası önceleri çok heveslenmiştim. Reklam vermek isteyen olursa neden kapılarımı kapatayım ki?

Reklamın yazılarımı ya da okuru rahatsız etmesi durumunda reklam kabul edilmeyen bir başka site 

açarım gerekirse. 

10-Misafir Blog Olarak Yazdığınız Blog Var mı?
Hayır, yok. Davet olursa icabet edilir.
11-Daha Önce Bir Hacker İle Karşılaştınız mı?
Hacker'in benimle uğraşacak kadar önemli bir kişi olduğunu düşünmüyorum. Onlar akıllı kişiler neye
zaman harcayacaklarını iyi bilirler.
12-Hedefinizde Nasıl  Bir Blog Yazarı Olmak Var?
Öncelikle kendimi beğendiğim düzeye çıkartmam hedefim. Ben kendimi beğenirsem başkasının 
beğenme yolu açılır. Düzgün bir ifade tarzıyla duygu ve düşüncelerimi layıkıyla aktarabildiğim,
yaratıcılık içeren yazıları yazabilen bir yazar  olmak hedefim.
13-Arama Motoru ( Seo ) Optimasyonu Hakkında Bilginiz Var Mı?
Genel hatlarıyla konu hakkında bilgim var. Ne işe yaradığını biliyorum. Ama gel yap desen, yok 
arkadaş benim bilgim bu kadar ben yapamam buyur gel sen yap derim. 
14-Blog Yazarlığını Önerir misiniz?
Elbette. Sosyal medyada geyik yapmak yerine bir şeyler yazmak insanın kendini daha iyi tanımasını 
ve ne istediğini bilmesini sağlıyor. Belki de faydalı bir deşarj aracı. Okuyun, okudukça yazın, bunlar 
iyi şeyler kardeşim.
15-Kitap Okuma Oranınız Nedir? ( 10 Üzerinden)
Kitap okuma oranından bahsederken benim bipolar bir durumum var bu konuda. Manik durumumda 
elimden kitap düşmüyor, adeta yaşadığım her anın bir parçası oluyor. Depresif dönemimde ise 
kitaptan belli bir süreliğine uzaklaşıyorum. Manik dönemimde oranım 10, depresif dönemimde 0 
olduğuna göre ortalama 5 desem yanlış olmaz sanırım.
16-Diğer Blog Yazarlarını Nasıl Takip Ediyorsunuz?

(okuma listesi kullanıyor musunuz?)

Evet, okuma listesinden ya da e-mail adresime geliyor bazı takip ettiklerim. Bazılarını da maalesef 

kaçırıyorum. 

17-Blog Sahipleri İle Etkinlik Yapıyor musunuz?

Mim dışında hayır. 

18- Sosyal medya üzerinde Blog linklerine karşılıklı beğeni yapar mısın? 

Şahsen sosyal medya ilgimi çekmiyor.

19- Bugüne kadar kaç mim yaptınız? 

Dört beş tane vardır herhalde.

20-Ünlü Bir Blog Yazarı Olsaydın Siyaset Yapar mıydın?

Türkiye'de mevcut koşullarda siyaset yapmak benim yapıma ters. Değil ünlü bir blog yazarı olmak   

ne olursam olayım siyaset yapmak gibi bir hevesim olmazdı. Dinin, etnik kimliğin kullanıldığı bir 

siyaset ortamı bana göre değil. 

21-Bu Mim İçin 3  Arkadaşınızı Davet Eder misiniz?

Arzu eden üç veya daha fazla arkadaşım davetlidir. 

21 Temmuz 2019 Pazar

MADALYONUN İÇİ - GÜLSEREN BUDAYICIOĞLU

Kitabın Adı: Madalyonun İçi
Yazar: Gülseren Budayıcıoğlu
Sayfa Sayısı: 383
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Türü: Anı - Psikolojik

Yazarın kurmuş olduğu özel klinikte kabul ettiği hastalarıyla yapmış olduğu psikoterapi seanslarını ve tedavi sürecinde su yüzüne çıkan birbirinden ilginç yaşanmışlıkları ele alan bir psikoloji kitabı. Hasta ile kurduğu iletişim tekniklerinin yanı sıra hasta hakkında düşünceleri ve hastalığın olası sebeplerine dair bilimsel değerlendirmeleri herkesin anlayabileceği bir dilde ele alıyor yazar. Bu yönüyle tür bakımından okumuş olduğum diğer iki kitabından farklı bir çizgide.

Öncelikle hastalarından her birinin öyküsünü ara-başlıklar altında toplaması ve görüşme sırasına göre numaralandırıp kitabın içine serpiştirmesi okurun ilgisini bir miktar azaltıyor. Bunun yerine olaylar aynı başlık altında toplanmış olsaydı konu bütünlüğü daha iyi korunabilirdi. 

Gerçek hikayelerden yola çıktığını ifade eden yazarın olay ve kişilerin davranışlarını bir miktar abarttığı ve kurgusal öğelere fazlasıyla yer verdiği izlenimi edindim. Değişik sosyal sınıflardan kabul ettiği hastalarla yaptığı diyaloglar hasta - doktor arasında olabilecek diyaloglardan uzak. Bu durum sorulara verilen cevapların bazılarında doğallığın dışında, terapist tarafından uydurulmuş hissi bırakıyor.

Yazım dili, ele alınan konular ve verilen mesajlar dikkate alındıırsa yazar hayli başarılı. Panik atak, şizofreni gibi ciddi rahatsızlılarla baş etme yollarını sade bir dille aktarıyor hastalarına. Seçilen kahramanlar genellikle ağır travma geçirmekte olan sıra dışı insanlar. En uzun psikoterapi seanslarını verdiği çöp apartmanın sahibi üç kızkardeşe göstermiş olduğu alaka, bütün randevularını iptal etmek pahasına haftada iki kez evlerine gidip en az iki saat yanlarında kalması ülkemizde ve dünyada karşılaşılmayacak cinsten. Bu yüzden inandırıcılığını zorluyor. Böyle düşünmemin sebebi yazarın bütün öykülerinin gerçek yaşam öyküsü olduğunu iddia etmesi olabilir mi? Kim bilebilir... 

Diğer taraftan kitapta anlatılan olaylarla ilgili detayları hafızamızda uzun süreli misafir edemesek de aklımızda kalan yazarın çıkarımları kitaba değer katıyor. Her davranışımızın bir sebebi olduğunu, haksız yere kendimizi suçladığımızda yalnızlık hissedeceğimizi ve bu durumun ileride ne kadar büyük problemler yaratabileceğini yerinde ve dozunda aktarmayı başarıyor.  

18 Temmuz 2019 Perşembe

USTA ve MARGARITA - MIHAIL BULGAKOV

Kitabın Adı: USTA ve MARGARITA
Yazar: Mihail Afanasyeviç BULGAKOV
Çeviri: Mustafa Kemal YILMAZ
Sayfa Sayısı: 505
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Türü: Roman Fantastik, Mizah, Aşk

Kitap Hakkında: Hemen belirtmeliyim bu bir başyapıt. Nasıl söyleyeyim kitapta ne ararsanız bulabiliyorsunuz. Keyifle okuduğum kitabın içinde olayların ve kişilerin muhteşem bir şekilde tasvir edilmesinden mi bahsedeyim, hayal gücünün genişliğinden mi, dönemin sosyal yaşantısına dair olağan üstü hicivlerden mi?

Mihail Afanasyeviç BUNGALOV, (1891-1940) Stalin döneminin olağanüstü koşullarında kaleme aldığı bu eseri yaşamının son on yılında tamamlamış. Usta ve Margarita ne yazık ki ancak yazarın ölümünden 26 yıl sonra 1966 yılında yayınlanabilmiş, o da sansürle. Aslen bir tıp doktoru olan Bungalov, okurun ayağını yerden kesen bir klasik yaratıyor edebiyat dünyasında.

Birçok çevirisi var kitabın. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından satışa arz edilen eserin çevirisi 1972 yılında sansürsüz orijinalinden bazı açıklamalarla birlikte sunuluyor. Rusya'da genel olarak şahısların adı soyadı ve baba adı uç uca diziliyor. Kitabın başında kitabın kahramanları ve kişilerin bir kısmının adları ve lakapları ile birlikte görevleri ve birbiriyle olan ilişkileri kısaca tanımlanıyor. İlerleyen bölümler arasında mekan değişiklikleri ile birlikte kişiler değişince girişteki bu tanımlamalar okurun imdadına yetişiyor. Ekim devriminden sonra Rusya'daki sosyal yaşamı mizahi bir şekilde dile getiren yazar diğer taraftan İsa peygamberin yargılanıp çarmıha gerilmesi hadisesini farklı bir şekilde ele alıyor. İncil'in dört ayrı versiyonunda ve tarihçiler nazarında farklı yorumlanan bu olayda herkes kendi siyasetine göre tavrını belirliyor. Hristiyanlığın doğuşuna temel teşkil eden bu önemli olayda İsa'nın ölüm kararını onaylayan Yahuda Eyaletinin Roma'lı valisi Pontius Pilatus'un yaşadıkları ve kararsızlıkları gözler önüne seriliyor. Bir yandan dini inançlara ince bir üslupla dokunurken kitabın ilerleyen bölümlerinde büyük bir aşkı görüyoruz.

Eserin her tarafında ortaya çıkan veya varlığını hissettiren yabancı profesör Wolfang kimliğinde Şeytan bizim bildiğimiz kötü karakterinden uzak. Dört tane yardımcısı var. Bunlardan en haylazları olan iki kafadar tombul iri kara kedi Behemot, garip kılıklı koro şefi Korovyev doğa üstü güçleri ile kötü yürekli insanları cezalandırma biçimiyle okuru gülümsetiyor.

Romanın baş karakteri adını öğrenemediğimiz Usta. Kendisi sadece böyle anılmasını istiyor. Pontius Pilatus hakkında bir roman yazmaya çalışırken hem dönemin baskısı altında ezildiğinden dolayı hem de yazdıklarını istediği duruma getiremediği kuruntusu sebebiyle en sonunda kitabını yakmak zorunda kalıyor. Tam bu esnada Margarita ile yolları birleşiyor ve aralarında büyük bir aşk doğuyor.

Kitabın içinde geçen terim ve olayları daha iyi anlayabilmek için sık sık google amcadan destek almak faydalı oldu benim için. Bu durum biraz sıkıntı yaratıyor görünse de bilmediğim hatta duymadığım bazı terimleri öğrenmeme fırsat yaratması kazanç. Beni en çok etkileyen ise yazarın kullandığı edebi dil oldu. Kitabı okurken yanıma gelip merak edenlere okduğumu değil zevkten uçtuğumu söylüyordum. O kadar yani.  

16 Temmuz 2019 Salı

15 TEMMUZ - AKLIMDA DELİ SORULAR

Kafam karışık, karmakarışık. 3 yıl geçti aradan. Herkes birşeyler anlatıyor, yazıyor, çiziyor. Bu konuda daha önce yazdım ben de düşüncelerimi. Yine yazdım, sonra beğenmedim, sildim hepsini. Elimden geldiğince kısa tutmak istiyorum bu kez.

Tiyatro demiştim daha önce. Bu düşüncemi değiştirmez kimse, tek başına da kalsam demiştim. Kim bunun sorumlusu, kimler getirdi bu darbecileri bu makamlara diye bilinenleri sormayacağım.

Demokrasi şehitleri(!) dedikleri 252 kişi. Yaklaşık 700 kişi ölmüş toplamda bu kanlı darbe girişiminde. Yakalanan darbeci askerlerin dışında yaklaşık 450 kadarı öldürülmüş. Kimse bunu dile getirmiyor. Yani ciddi bir iç savaş provası. Ehveni şer olan cumhuriyete bağlı birimlerin sayesinde kazanmış neyse ki. Böylesine kanlı bir teşebbüsü kontrol etmek mümkün görünmüyor tankın önüne yatan vatandaşın darbeyi önlediği mümkün görünmediği gibi. Aklımda deli sorular...

Derler ki, kuvvet komutanlarının hepsi darbeci. Gidiyorlar Genel Kurmay Başkanını ikna edip yanlarına almaya. Zira biliyorlar ki emir komuta zinciri olmadan başarılı olamazlar. Genel Kurmay Başkanı kabul etmiyor. Canını gözden çıkarmış, gözünü karalar bürümüş darbeciler için Genel Kurmay Başkanını orada öldürmek ve bir kuvvet komutanını onun yerine Genel Kurmay Başkanı ilan etmek çok mu zor?

Selalar okunuyor yine ülkemin bütün camilerinde, saat gecenin yarısı... Çözmekten aciz bu darbe denilen garabeti.

Genel Kurmay Başkanı, Cumhurbaşkanının yanlarından ayrılmayan emir subayları darbeci (!) Silah taşıyorlar yanlarında. Madem iktidarı ele geçirmek istiyorlar ve bu uğurda kendilerinden 450 can vermiş, Marmariste kaldığı otele suikast timi gönderip devletin başını ortadan kaldırmayı planlayana kadar emir subayına bu işi yaptırtmak daha kolay değil miydi hedeflerine ulaşmak için?

Bu işin bana göre kara kutusu Hakan Fidan şimdiye kadar neden ağzını açmadı? Darbe konusunda açılan meclis soruşturması neden yalap şap kapatıldı? Darbeye iştiraki nedeniyle görevden alınan, hapse atılan her meslek grubundan insan varken örgüt siyasi kanada hiç mi bulaşmamış?

Diyelim ki bu tiyatro değil. Belki bir içsavaşa kadar sürüklenecek darbe girişiminde, siyasiler uyuyor. Genel Kurmay Başkanı, Milli İstihbarat Teşkilatı başkanı da uyuyor muydu. Görevlerini suistimal ettikleri bu kadar açık olmasına rağmen bırakın haklarında dava açmayı, açığa alınmadıkları gibi birinin Savunma Bakanlığına getirilmesi, diğerinin aynı görevine devam ettirilmesi normal mi?

        

12 Temmuz 2019 Cuma

GÜNAHIN ÜÇ RENGİ - GÜLSEREN BUDAYICIOĞLU

Kitabın Adı: Günahın Üç Rengi
Yazar: Gülseren Budayıcıoğlu
Sayfa Sayısı: 286
Yayınevi: Remzi Kiyabevi
Türü: Roman


Kitap Hakkında: Camdaki Kız kitabını değerlendirme yazımda yazar hakkında düşüncelerimi detaylı bir şekilde aktarmış olduğum için tekrarlamak istemiyorum.
Yazarın okuduğum ikinci kitabı Günahın Üç Rengi iddia edildiği üzere yine hastaların gerçek yaşamları üzerine kurgulanmış psikolojik bir roman. Kapak fotoğrafında kırmızı, gri ve siyah renkli üç elma roman karakterlerini temsil ediyor. Toplumda şiddetle karşı çıkılan, dışlanan yaşam biçimlerine sahip kişilerin kendilerini gizleme çabası, yaşadıkları tramvaların altında yatan sebepler, ve bunların su yüzüne çıkartılması akıcı bir dille anlatılıyor. Hastalarla sıcak bir ilişki kurulmasına müteakip güvenlerinin kazanılması, onların yaşadıkları serüveni içtenlikle hekime anlatılması, hekimin de problemi ortaya çıkaracak yeni sorularla sonuca gitmesi, yeri geldiğinde kendi değerlendirme ve düşüncelerini dile getirmesi şeklinde süregelen bir temaya sahip olan kitaptan çıkarılan sonuç insan ilişkilerinde bütün olumsuzlukların temelinde sevgi noksanlığının yatması.

Yazar kitabında kırmızı fahişeliği, gri homoseksüelliği, siyah ise cinsel sapkınlıkları temsil eden renkler olarak sınıflandırıyor. Toplumda bütün bu niteliklere sahip kişilerin ahlaki yönden dışlandığı ve yaptıklarının dini değerler bakımından da günah sayıldığı için kitabın kahramanları bir yandan kendileriyle hesaplaşırken diğer yandan çevrelerinden gelen büyük baskı altında ezilmektedir. Her bir yaşam inanılmaz bilinmezlikler içerirken, büyük sırlara anne babaların bile ulaşamadıklarını görüyoruz. Sıradışı bu insan özelliklerinde kişinin kendini suçlamasının haksızlık olduğu her davranışta geçmişte kalan bir neden yattığını ve insanın bu nedenlerle yüzleşmesi halinde huzura kavuşacağını, böylelikle normalleşeceğini iddia ediyor yazar.

Kitabın kurgusunun salt yaşanan gerçekleri yansıtmadığı, yazarın başarılı bir şekilde karakterleri olduğundan daha ilgi çekici kıldığı izlenimine kapılıyor insan. Bunun en önemli sebebi ilerleyen süreçte karakterlerin birbirleriyle ilişkilerinin ortaya çıkması. İlginç bir tesadüf olarak okuru fazlasıyla şaşırtmasına karşılık, bu durum yazarın gerçek yaşam kurugusu iddiasını zayıflatmış oluyor elbette. Velhasılı okuyucuyu merakla peşinde sürükleyen, başka dünyaların insanları hakkında bilgi veren güzel bir kitap.