KATEGORİLER

3 Ocak 2021 Pazar

SON DANS BÖLÜM 2

Konu Esther'in ilgisini çekmişti. Buna rağmen, kendini toparlamakta güçlük çekiyor, kısa bir süre önce yaşadıklarını, çevresinde bulunan hiç kimsenin inanacağına ihtimal vermediği bu güç durumu, Hasan'ın anlattıklarıyla birleştirmeye çalışıyordu zihninde. Hayır, rüya değildi gördüğü. Fakat o kadar sahiciydi ki. Üzerinde açık mavi bir elbise vardı ama onun ormanda giydiği buz mavisi elbiseden çok farklıydı. Ardıç ağaçlarının etkileyici ve eşsiz ferahlık veren kokusu üzerine sinmişti. Eşine doğum günü hediyesi olarak aldığı, yoğun ardıç meyveleri aromalı L'Eau Bleue d'Issey parfümü sadece bir tesadüften ibaret miydi? Birlikte havuza girdiği genç adamı düşündü. Kemal'e benzemiyordu. Havuzdaki ihtiraslı anları düşündü, yüzü kızardı, kocasına ihanet etmenin utancı sardı bütün bedenini. Elbisesinin eteklerini yoklayarak bir ıslaklık aradı, bulamadı. Evet, hayal görmüş olmalıydı, ama hayalden de öte bir şeydi yaşadıkları. Sanki kısa süreliğine başka bir zaman dilimine seyahat etmiş, bütün delilleri arkasında bırakıp geri dönmüştü. Yoksa Jale'nin söylediği gibi önceki hayatlarından birinin içine mi düşmüştü? Hasan'ın gözlerini dikip kendisine baktığını fark edince telaşlanıp cevap vermesi gerektiğini hatırladı. Kelimeler ağzında düğümleniyordu.

- Şey, evet, olabilir yani, bilmiyorum. 

Evin hizmetçisi Selmin, etrafında renkli mumlar dizili büyük pasta tabağını misafirlere göstere göstere yanlarına gelirken büyük bir alkış koptu. Tam bu esnada telefon görüşmesini bitiren Kemal, karısının yanında Selma'nın oturduğunu fark edip sesini çıkarmadan Hasan'ın yanına geçti. Jale'nin anlattıklarıyla kafası çorbaya dönen Hasan, ağabeyinin fikrini öğrenmek istedi.

- Kemal Abi, sen ne düşünüyorsun Jale’nin söyledikleri hakkında?

Masada bulunmadığı sırada konuşulan konuya uzak kalan Kemal, işi şakaya vurarak gülümsedi. 

- Jale her ne söylemişse doğrudur. Aynen katılıyorum. 

Baştan savarcasına verdiği bu cevap Kemal'in canını sıkmıştı sıkmasına ama bir yandan sohbetten kopmuş olmasının verdiği eziklik diğer yandan aklından bir türlü atamadığı işlerden dolayı, mutluluk saçan dost meclisinin içine düşmüş bir yabancı gibi hissetti kendini. İçkiyi biraz fazla kaçırmış, hafiften başı ağrımaya başlamıştı. Yine de kardeşine kabalık etmeye gönlü razı olmadı.

- Hangi konuda? 

Selmin’in pasta servis tabaklarını getirdiği sırada çalan telefon sesi bir kez daha bıçak gibi kesti sohbeti. Hasan, can sıkıntısıyla ellerini havaya kaldırdı. 

- Tam zamanı. Kesin, yine seni arıyorlardır. Kusura bakma ama rezil ettiler bize bu geceyi.   

Evet, Kemal'in telefonuydu keyifleri bozan.

Selma içini çekti,

- Şu münasebetsiz telefon niye hep olmadık zamanlarda çalar ki? Pastayı kesmemize bile müsaade etmedi. 

Konuklar yüzlerini somurtup sabırla beklemeye koyuldular.

Kemal telefonu eline alır almaz asabi bir cümleyle noktaladı konuşmayı.

- Tamam, lanet olsun, bekleyin geliyorum hemen. 

Hasan, ağabeyinin telaşını anlamaya çalışıyordu.

- Neler oluyor, bu saatte nereye gidiyorsun?

- Ne olur kusura bakmayın, acil bir durum, gitmem lâzım, yarım saat içinde dönerim, siz keyfinize bakın. 

Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Güzel başlayan gece ardı ardına gelen telefonlar yüzünden tatsız bir hal almıştı. Oysa Kemal'in iş aşkı dışında canlarını sıkacak en ufak bir şey olmamış, her şey yolunda gitmişti.  Konuklara sunulan nefis yemekler beğenilmiş, şarap kadehleri birbiri ardına neşeyle havaya yükselmiş, masada bulunan herkes hafiften çakırkeyif bir hale gelmişti. Selmin masayı topladıktan sonra yeni servisleri açmış, doğum günü pastasının üzerindeki mumları Kemal’in üflemesine gelmişti sıra. Ev sahibesi Esther'in canı sıkılmıştı, yaşanan hayal kırıklığını tek başına nasıl telafi edeceğini bilemiyordu. Kemal’i uğurlamak için kapıya kadar ona eşlik etti.

- Ayıp olacak misafirlere...

Kemal umursamaz göründü.

- Yabancımız değil onlar, kusura bakmazlar. Kısa sürede dönmeye çalışırım.

Alelacele karısını öptükten sonra asansörün çağırma düğmesine bastı. Donup kalmıştı Esther, kapının aralığında. Asansör aşağı hareket edene kadar kaldı öylece.

Hasan, karşısında oturan Jale'ye göz kırparak Ayhan'a döndü.

- Sakın sen de ağabeyim gibi olmayasın bak, ailene mutlaka zaman ayırman lazım.

 Ayhan, Hasan'ın uyarısını gülümseyerek yanıtladı. 

- Biz daha genciz, henüz birbirimizden bıkmamız için çok erken.

Kolunu Jale'nin omzuna attı ve güzel karısının dudağına bir öpücük kondurduktan sonra kulağına sessizce fısıldadı,

- Öyle değil mi hayatım?

Jale ne diyeceğini bilemedi önce. Bir anlık sessizlikten sonra sesini yükseltti.

- Nasıl yani, yaşlanınca benden bıkacağını mı söylüyorsun? Yanlış mı duydum? Şuna bakın, bir de öyle değil mi diyerek benden teyit istiyor. 

Jale ve Esther hariç salondaki herkes kahkahayı bastı. Hasan'ın işaretiyle son kez kaldırıldı kadehler.

- O zaman, gençlerin şerefine!

Kristal camların çın çın sesleri neşelerine ortak oldu. Ayhan, yaptığı gafı unutturmak için cinlik yapıp bir kez daha kaldırdı kadehini havaya.

Şerefe, gelecek hayatlarımızın şerefine.

Selmin, usulca Esther'in yanına yanaşıp kulağına eğildi.

- Mumları yakmamı ister misiniz efendim? 

- Hayır, Kemal Beyin gelmesini bekleyelim, bu pasta onun doğum günü için.

Gözleri dolmuştu Esther'in. 

Mutfağa geri götürmek üzere pastayı eline aldı, Selmin.

- Peki, nasıl isterseniz.

Misafirler geç vakte kadar Kemal’in dönüşünü boşuna beklediler, herhangi bir haber çıkmayınca Esther’den müsaade isteyip evlerinin yolunu tuttular. İşlerini bitiren Selmin, kapıyı çekip çıktığında Kemal hâlâ eve dönmemişti.

Sabaha karşı geldiğinde, güzel karısını koltuğa kaykılmış, yarı uyur bir vaziyette buldu. Sessizce yanına yanaştı.

- Yatmadın mı sen hâlâ?

Esther, yavaşça doğruldu, ayağa kalkıp şefkatle kollarını kocasının boynuna doladı.  

- Neden bu kadar geciktin aşkım, neredeyse gün ışıyacak?

- Biliyorum, çok geciktim, ama gitmeseydim bütün emeklerimiz, harcadığımız onca para heba olurdu. Ümit gibi yeteneksiz bir adamı kalkıp finans müdürü yaparsan olacağı bu. En çok da kendime kızıyorum, böyle bir ahmaktan kalkmış iş bekliyorum. Yokluğu varlığından çok daha iyi. 

Bunları söylerken suratı sinirden kıpkırmızı olmuştu.

- Selmin de gitti mi ? 

- Evet, kalsın dedim ama beni dinlemedi. Bir taksi çağır bari dedim, gecenin bir yarısında başına bir şey gelmese bari.

- Taksi çağırdıysa sıkıntı yaşayacağını sanmıyorum. Jale neler saçmalıyordu yine? Neydi o Hasan’ın bana sorduğu?

Esther, uykulu gözlerini ovuşturdu.

- Geçmiş hayatlarından bahsettiler işte.

Kemal, bir yandan havluyla yüzünü kurularken konuşmaya devam ediyordu. 

- Zavallı kız kafayı sıyırmış bence. Yeni tipini nasıl buldun? Saçlarını kısacık kestirmiş, Ayhan'a kör kütük âşık pozlarında. Bu yaşında kendisini liseli talebe zannediyor. E, sen ne yaptın bakalım bu vakte kadar?

Esther, buruk bir gülümsemeyle yaklaştı kocasına,

- Yarım saat içinde dönerim demiştin çıkarken. Senin gelmeni bekledik, tadımız tuzumuz kaçtı tabii. Her an gelirsin diye pastayı kestirmedim.

- Yarın sabah erkenden önemli bir toplantımız var yine, Almanlarla. Bir kez daha gözden geçirdik durumu. İşin bu kadar uzayacağını tahmin etmemiştim. Bir sürü hesap kitap işinden sonra pazarlık şansımızın hiç kalmadığını anladık. Gerçekten de fiyat konusunda ellerinden geleni yapmış adamlar. Doğru bir karar verebilmek için zamana karşı yarışmak zorundayız, bir gün daha gecikseydik bütün planlarımız alt üst olacaktı. Yoksa misafirleri bırakıp gider miydim, hem de doğum günümde...

Devam edecek



2 Ocak 2021 Cumartesi

SON DANS (Roman) BÖLÜM 1


Yine daldı gözleri ...

Sık sedir ağaçlarının arasından bayır aşağı koşmaya başladı. Arkasından buğulu bir ses işitti.

- Yavaş ol, taşlara takılıp düşeceksin!

Hiç oralı olmadı, ardına bakmaksızın bir ceylan gibi seke seke devam etti yoluna. Üzerine giydiği orta çağ prenseslerini andıran, buz mavisi, bol dökümlü elbise, orman gezintisine çıkan biri için hiç de uygun değildi. Buna rağmen, vücudunu saran abartılı kıyafet en ufak bir rahatsızlık vermiyordu kendisine. Çürümüş ağaç kabuklarının örttüğü, nemli patikada ayakları yerden kesilmişçesine hızla ilerlerken, kanatlarıyla rüzgârı kucaklayan bir martı gibi süzülüyordu adeta. Hemen yanı başında, yol boyu kıvrılarak akan derenin şırıltısı, kuş seslerine karışıyordu. Önüne çıkan ilk düzlükte durdu, ardıç ağaçlarının kekremsi kokusunu ciğerlerine çekti. Sırtına vuran sıcak nefesi hissettiği anda mengene gibi sıkıştıran güçlü kolların arasında buldu kendini. Başını geri çevirip şaşkın gözlerle arkasına baktı. Genç adam endişeyle kulağına fısıldadı,  

-       Korkuttun beni.

Hiç oralı olmadı, alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra ani bir hamleyle adamın kaslı kollarından sıyrılarak dere yatağının doğal bir havuz oluşturduğu billur su birikintisine bıraktı bedenini.

- Hadi gelsene. Üşümekten mi korkuyorsun yoksa? 

Bu davete kayıtsız kalmadı delikanlı. O da kadının peşi sıra, üzerindeki kıyafetleri çıkarmadan bıraktı kendini buz gibi suya.

Havuzun berrak suyu onların ateşini söndüremeye yetmedi. İhtirasla kucakladı birbirini, kavrulan bedenleri. Bir sis bulutu oluştu üzerlerinde…

***

Telefonun sesiyle irkilen Esther, dalgın gözlerle Selmin'i aradı. 

Şen şakrak sohbetin dalga dalga yayıldığı yemek salonunda, içilen kadehler dolusu şaraptan sonra sinirler iyice gevşemiş, ısrarla çalan telefonun sesini Selmin'den başka duyan olmamıştı. Masanın üzerindeki son tabakları toplayıp mutfağa götüren hizmetçi, elinde Kemal'in ısrarla çalan telefonu olduğu halde hızlı adımlarla yemek salonuna girdi ve telefonu Kemal'e doğru uzattı. 

- Sizi arıyorlar, Kemal Bey.

Kemal, beyaz önlüklü kadının uzattığı telefonu aldı, arayanın kim olduğuna bakıp hareketlendi.

- Müsaadenizle, hemen dönerim. Kulağını telefona yapıştırıp masadan kalktı ve yan taraftaki geniş salona geçti.

Şirketin finans müdürünü fena halde haşlayan Kemal'in öfkeli sesi, ortalığı inletiyordu.

- Artık sakız gibi uzattın bu işi. Üç kuruşa tamah ediyorsun. Kaçırmayalım şu Almanların teklifini. Biliyorsun, bu son şansımız. Biraz daha nazlanırsak, kalitesiz Çin mallarına çok daha fazlasını ödemek zorunda kalacağız.

Az önce yaşadıklarının ardından mutlu bir tebessüm kalmıştı Esther'in yüzünde. Herkes kendi havasında olduğu için bir kişi haricinde kimse fark edememişti onun bu halini. Gözlerini bir noktaya dikerek donan bir film karesi gibi hareketsiz kalışı, sadece Selma’nın dikkatinden kaçmamıştı.

Hasan yengesine doğru eğildi,

- Şu kocanın işkolikliğine bir anlam veremiyorum, insanın biraz kendine, sevdiklerine de zaman ayırması lazım, değil mi?

Esther'in yarasını deşmişti bu sözler. Hafifçe başını yana eğdi, iki elini açarak "Doğru söze ne denir." dedi, sessizce. Çok geçmeden, lâfın gelişi ağzından çıkan sözlerden pişmanlık duydu. Her şeye rağmen kocasını çok seviyordu, onun hakkında yapılan şaka yollu bu sözler bile ağırına gitmişti. Hasan'ın eşi Selma, en yakın arkadaşıydı. Kemal’in yerinden kalkmasını fırsat bilip mahzun gözlerle etrafı süzen arkadaşının yanına geçti.

Kemal’in uzayan iş görüşmesi masanın tadını kaçırmıştı. 

- İş yaşamının bu kadar yoğun ve bunaltıcı olması ne kadar kötü.

Selma'nın bezgin ses tonuyla söylediklerine destek çıktı, Jale. İçini çekerek,

- Evet, ben de nefret ediyorum bu iş ortamından. Zaten bütün hayatlarım hep yoğun stres altında geçti, hiçbir zaman rahat yüzü görmedim ben de.

Selma, "Hayatlarım derken?" diye sordu merakla,

Ciddiyetini hiç bozmadan devam etti Jale,

- Nasıl anlatayım size bilmem ki, bir keresinde Vatikan'da rahibeydim meselâ. Papa'yla uzak bir akrabalık ilişkimiz vardı ayrıca.

Hasan, gülmeye başladı.

- Ortaçağ yıllarıydı değil mi? Hani o cadı avlarının yapıldığı dönem.

Jale, aldırmaz göründü,

- Evet, evet tam da o zamanlar işte.

Hayır, şaka yapar gibi görünmüyordu, Jale'nin büyük bir ciddiyetle anlattıkları karşısında şaşırtmıştı Hasan. Yine de duydukları inanılır cinsten değildi. Gecenin bu vaktinde işletildiğini düşündü. Gülerek,

- Yapma Jale, bizimle kafa buluyorsun, söylediklerinde ciddi olamazsın.

Jale, yanında oturan Ayhan'ı işaret etti,

- İster inanın ister inanmayın, siz hala gülmeye devam edin ama tesadüfen tanıdığım bu adam bana inandı ve kendimi daha iyi hissetmemi sağladı. O olmasaydı az kalsın aklımı yitiriyordum. Öyle değil mi aşkım?

Ayhan, karısına olan desteğini göstermek için vakur bir şekilde başını aşağı yukarı salladı. Jale eşinden aldığı destekle devam etti,

- Hem aynı şeyleri o da yaşamış! 

Bütün gözler bir anda Ayhan'a çevrildi. Sonunda dayanamadı Hasan,

- Ne? Bu kadarına da pes yani. Yoksa sen de rahibe Jale'nin kiliseden atılmasına sebep olan yakışıklı sevgilisi miydin?

Ayhan, beklemediği bu soru karşısında kendini tutamayıp bir kahkaha patlattı,

- Evet, şaka bir yana Jale doğru söylüyor fakat ben onun bahsettiği yıllarda küçük bir çocuktum henüz. Hep birlikte katıla katıla gülmeye başladılar.

Masada konuşulanlar Esther’in ilgisini çekmiş, hiç araya girmeden pür dikkat Jale'nin dediklerini dinlemeye koyulmuştu.

Hasan, bu kez Esther'e dönerek,

- Sence Jale'nin anlattıkları doğru olabilir mi Esther, ne düşünüyorsun bu konuda? Hindistan'da reenkarnasyona inanılıyor. Bugün yaşadıklarımız, önce yaptıklarımızın karşılığı, sonraki hayatımızda yaşayacaklarımızın nedeniymiş. Karmaya inananlar hayata bu gözle bakıyorlar. Yani bizdeki "ne ekersen onu biçersin" sözünün karşılığı. Sokrat’ın öğrencisi Eflatun da ruhların değişik bedenlerde belli bir tekâmül sürecinden geçtiğinden bahsediyor.

Devam edecek



1 Ocak 2021 Cuma

GÜZEL YAZMA SANATI # 1

Yazmak, konuşmak gibi insanların kullandığı bir iletişim aracıdır. Bildiklerimizi, duygu ve düşüncelerimizi doğru bir şekilde aktarmanın en etkili ve kalıcı yoludur. Resim, müzik, heykel, sinema, mimari ve el sanatları gibi yazmak da sanatın bir türü. Cümlede bir sözcüğün yerini değiştirmek hatta sözcükler arasında kullanılan bir virgül bile okurun yazıya odaklanmasını bozar, verilen mesajın yanlış anlaşılmasına yol açar. Kaliteli yazıları okumak, yazma becerimizi geliştirir. 

Yazmak özgürlüktür. Herkesle istediğiniz konuda konuşamadığınız gibi sizi dinleyecek birini bulmanız her zaman mümkün olmayabilir. Ama yazmak istediğiniz anda aklınızdan geçen konuları kendiniz belirleyebilirsiniz. Blog dünyası yazmayı seven insanlar için keyif verici, harika bir platformdur. Burada yazılarımızı yazarken bazen dikkatsizlik sonucu, bazen bilgisizlikten hata yapabiliriz. Ben de geçmişte yazdığım yazılarda sehven ya da bilgisizlikten dolayı çok vahim hatalar yaptığımın farkındayım. Ancak bunu normal kabul edip yola devam etmek okura yapılan en büyük saygısızlıktır. Kötü bir müzik insanı nasıl rahatsız ediyorsa kötü bir yazının okunması da aynı etkiyi yaratır. Blog yazarlığının insanın yazma becerisini geliştirmek, genel kültür ve bilgi dağarcığını genişletmek hususunda ideal bir platform olduğunu düşünüyorum.

Bir kez daha söylüyorum, yazılarımı eleştirmenizi, onları övmenize yeğlerim. Bu yazı dizisine başlamamın nedeni eleştirilmeye benim kadar tahammül göstermeyen, bunu bir gurur meselesi yapan arkadaşlarımızın yazılarında gördüğüm temel yazım hatalarına değinmek. İyi yazan ve dalgınlık haricinde bu tür hatalara düşmeyen arkadaşlar için gereksiz ve sıkıcı gelebilecek yazılarımın iyi yazmanın önemini kavrayan pek çok yazar arkadaşıma faydası olacağına inanıyorum. 

Yazma sanatı deyince aklıma gelen ilk kriter en az kelimeyle bütün meramın anlatılmasıdır. Bu konuda sınıfta kaldığımı biliyorum ama bunu yazı dizimin bir tanıtımı olarak kabul edin lütfen. Diğer bölümlerde doğrudan konuya gireceğim.

***

Özellikle kelime oyununda hal eki olan "de" ile bağlaç olan "de" nin sıklıkla karıştırıldığını gördüm.

Bulunma hal eki olan "de" her zaman bitişik yazılır. Bağlaç olan "de" ise her zaman ayrı yazılır.


Yazı yazarken "de" ekini yerli yerinde kullanmak son derece basittir. Şöyle ki, her zaman bitişik yazılması gereken hal eki "de", cümleden çıkarıldığı zaman cümle anlamsız hale gelir. Örneğin,

"Dün akşam annemde kaldım." cümlesinde de'yi çıkarıp cümleye bakalım.

"Dün akşam annem kaldım." Ne kadar anlamsız bir hale geldi değil mi? O halde çıkartıldığında cümleyi anlamsız hale getiren "de" nin her zaman bitişik yazılması gerekir.

Bağlaç olan "de" ise, cümleden çıkarıldığında cümle yine de bir anlam taşır. Örneğin,

"Dün akşam ben de annemlere gittim." cümlesinde de'yi çıkaralım bakalım ne olacak?

"Dün akşam ben annemlere gittim." Gördüğünüz gibi son derece anlamlı bir cümle!

O halde tereddüte düştüğünüz hallerde, cümleden de'yi çıkarıp bir bakın, anlamsız duruma geliyorsa bitişik, anlamını muhafaza ediyorsa ayrı yazmanız gerekir. Önce zorlansanız da zaman içinde doğru kullanıma alışacak ve bunu otomatikman yaptığınızı göreceksiniz. Ayrıca, bu hatanın yapıldığı yazıların sizi ne kadar rahatsız ettiğini de...

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, sevgilerimle.

31 Aralık 2020 Perşembe

2021 PLANI

 Düne kadar 2021 yılına ait bir planım yoktu. Artık var.

1. Kelime Oyunu gibi yazma kabiliyetimizi geliştiren etkinliklere katılmayacağım. Bu tür etkinliklerde yapılacak yorumlar meydana getirilen eserin eleştirilmesine olanak verir. Yayınlanan öyküler, şiirler, denemeler, makaleler, velhasıl bütün yazılar edebi açıdan okurun beğenisine sunulur. Beğenirsiniz ya da beğenmediğiniz yönleri eleştirebilirsiniz. Yapılan eleştirinin haklı olup olmayacağı önemli değildir. Haklı bulduklarınızı düzeltir, eleştiren kişiye teşekkür edersiniz, haklı bulmadıklarınızı gerekçelerini izah ederek savunursunuz. Ne yazık ki bazı arkadaşlarımızın negatif eleştirilere tahammül gösteremediklerini gördüm. Yapılan eleştirilerin ders vermek, had bildirmek şeklinde algılanması, beni derinden üzdüğü gibi farkında olmadan bir insanın incinmesine sebep olduğu için böyle bir karar aldım.  

2. Sadece yazılarıma yorum yapan ve eleştiriye tahammül eden blog arkadaşlarımın yazılarına yorum yapacağım. Yazılarıma ve yorumlarıma saygı çerçevesinde sınırsız olumlu ya da olumsuz eleştiri yapabilirsiniz. Bu benim kendimi geliştirmem, yeni şeyler öğrenmem için hayati öneme sahip, ayrıca blog dünyasında varlık nedenlerimden biri. İyi bir blog yazısı okuduğumda beğenimi ifade ederim. Eğer dikkatlice okuduğum bir yazıda fikren yada yazım dili bakımından katılmadığım ya da eleştireceğim hususlar varsa eleştiririm. Bunun bana faydası olmasa da, iki yüzlü davranmamış hissettirir kendimi. Özgür düşüncelerimizi ifade edebilmek, başkalarının yazdığı yazılar hakkında samimi yorumlar yapabilme imkanı yine burada bulunmamın bir başka nedeni.    

3. Okumakta olduğunuz bu kişisel blogun sahibi, görüntüleme ve yorum sayısıyla ilgilenmediği gibi kendisinin blog üzerinde herhangi bir ticari kaygısı da yoktur. Her ne kadar yapılan yorumlar beni mutlu etse de yorum almak için bir gayret içinde olmayacağım. Yukarıdaki 2. maddenin bazı istisnai durumları olacaktır. Başta Evde Yazar, Manxcat / Kuyruksuz Kedi, DeepTone, Sadece C. olmak üzere birbirimizi tanıdığımıza inandığım bazı blog sahiplerinin yazılarına (bana yorum yapmasalar bile) yorum yapmaya devam edeceğim. Söz konusu kişiler farklı fikirlere ve eleştiriye tahammül eden, kendilerinden çok şey öğrendiğim gerçek dostlarımdır. 

Bu vesileyle, bilmeden incittiğim bütün arkadaşlardan özür diler, 2021 yılının herkese sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini temenni ederim.    

30 Aralık 2020 Çarşamba

KELİME OYUNU 5

Kelime oyununun bu haftaki kelimelerini Bonheur belirledi. Organizatörlüğünü sevgili DeepTone'un yaptığı bu güzel etkinliğin beşinci haftasına  girerken geniş bir katılımın sağlanmış olması  beni ziyadesiyle heyecanlandırdı. Yazmış olduğu yazılarla hünerlerini gösteren bütün katılımcılara teşekkür ederim. Gerçekten çok güzel eserler üretildi. Bundan sonraki haftalarda belirlenecek kelimelerde tekrara düşmemek ve önceki haftalarda hangi anahtar kelimelerin kullanıldığını görmek maksadıyla her hafta güncellemeyi düşündüğüm bir liste hazırladım. (TIK TIK)
Bu hafta, etkinliğimize ben de bir öyküyle katılmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz. Haftanın kelimeleri:

*** KEDİ, FİLM, KEMAN, HASRET, AĞAÇ ***


ARANIZDAN BİRİ

Beni anlayacağınızı umuyorum. Bu hayatı ben seçmedim, hepinizin arasından hayat seçti beni. Çocukluğumdan beri adım adım bu mesleğe hazırlandım, buna da meslek denirse tabii. Annem de aynı işi yapardı, onun annesi de... Kaderim bu benim, kaçamazdım.

Serin bir akşam, saat yediye doğru yol alıyor. Yağmur yağdığında bıçak gibi kesilir işim. Caddelerde boy gösterip yapılacak bir iş değil ki bu, sağanak altında. Gece mavisi gökyüzüne bakıyorum, yıldızlar bana göz kırpıyor. Belli ki yağmur yağmayacak bu gece. Şükürler olsun! Bunu küçükken öğretmişlerdi bana, diğer öğrettiklerinin yanında. Karşı dairelerden süzülen ışıklara bakıp sıcak bir yuvanın hasretini çekiyorum içimde. Keşke onların yerinde olsaydım...

Bütün vücut kıvrımlarımı ortaya çıkaran beyaz bir elbise giyiyorum. Rakipleriniz arasında fark edilmek istiyorsanız, özellikle de ten renginiz benimki gibi esmerse, beyaz giymek oldukça akıllı bir seçim. Annemin öğrettiği gibi ağır bir makyaj yaptım. Az ileride, sinemanın önünde, direğe monte edilmiş panodaki "Ahlat Ağacı" afişi dikkatimi çekiyor. Birkaç gün önce izlediğim Nuri Bilge Ceylan'ın bu filmi beni derinden etkilemiş, başroldeki Sinan'la özdeşleştirmiştim kendimi. "İster sevelim ister sevmeyelim, bazı özelliklerimizi babalarımızdan alırız. Zayıflıklarımızı, alışkanlıklarımızı ve daha pek çok şeyi..." Oysa bana şefkatle sarılacak bir babam olmamıştı. Yani ben böyle düşünüyorum. Belki annemin yanına gelenlerden biriydi ama hangisi olduğundan asla emin olamadım. Çocukken eve gelen adamlara baba diye hitap etmem öğretilmişti. Onlara saygıda kusur etmedim, onlar da her zaman aldıkları küçük hediyelerle sevgilerini gösterdiler bana. Sevgiyle şefkatin farklı şeyler olduğunu okuduğum kitaplardan öğrendim. Yalnızdım, hiç arkadaşım olmadı kitaplardan başka.

Modası geçmiş olmasına rağmen kısacık boyumu biraz olsun gizleyen ve aynı zamanda beni seksi gösteren yüksek ökçeli bir pabuç giyiyorum. Belediye Kavşağı yakınlarında, İpekyolu caddesinde müşterimi beklediğim sırada elektrik kesiliyor, araçların far ışıkları dışında her taraf kararıyor. Birkaç araba yanıma yanaşıyor, kısa bir korna çalıp sataşıyorlar, beklediğim aracın olmadığını fark edince arkamı dönüyorum. Farlar üzerime geldikçe tedirginliğim artıyor. Bugün şanslı günümdeyim aslında. En azından beklediğim, annemin benim için ayarladığı biri var. Çoğu zaman cadde üzerinde birkaç saat salınır, beklemekten sıkılınca eve geri dönerim. Bazen gözüme kestirdiklerimin eli sıkı çıkar değerimi vermezler bazen de ben beğenmem onları. Saatime bakıyorum. Toyota marka beyaz bir otomobil tam önümde duruyor. Evet, beklediğim bu olmalı, dönüp plakasına bakıyorum. Sürücü camı indiriyor, bana doğru eğiliyor, karanlığın gölgesinde yüzümü gösteriyorum. Artık işimde iyice uzmanlaştım, insanları ilk bakışta tanıyorum, hangisi belalı, hangisi bonkör, hangisi ince ruhlu anlayabiliyorum. Arabanın içindeki esmer, orta yaşlarda biri, kıvırcık saçları var. Dişlerini göstererek sırıtıyor, hayatımda ilk kez birini tanımakta bu kadar zorlanıyorum.  Adam, bütün ön sezilerimi darmadağın ederken sabırsız bir şekilde yanındaki koltuğu işaret ederek  bağırmaya başlıyor.

"Hadi, ne duruyorsun, binsene." 

Belli ki kimseye görünmek istemiyor. Ona bu konuda anlayış göstermeliyim. Ağzı leş gibi rakı kokuyor, mesaiye erken başlamış. Kapıyı açıp sessizce yanına geçiyorum. Başımı ondan tarafa çevirip hafifçe gülümsüyorum. Gülümsemek için mutlu olmak şart değil. Bu konuda yeterince tecrübeliyim. Mesleğimin gereği bu. Araba hareket ediyor, fakat nereye gittiğimizi bilmiyorum. Çok da önemsemiyorum zaten ama bedelimi bir an önce netleştirmem lazım. Her zaman yaptığım gibi sağ kaşımı kaldırırken sesimin tonunu bir miktar yükseltip soruyorum.

"Kısa mı, uzun mu?"

"Uzun olursa ne kadar?" diye ürkek bir sesle karşılık veriyor esmer adam. Bu gece harcayacak fazla zamanım yok. İşimi bitirip bir an önce evime dönmek istiyorum. Biraz düşündükten sonra kabul etmeyeceğini düşünerek,

"Üç yüz dolar" diyorum. Bezgin bir ifadeyle yüzüme bakıyor, uzun bir sessizlikten sonra zoraki bir gülümsemeyle,

"Okey, tatlım" diyor. Cebinden acemi hareketlerle çıkardığı üç adet yüzlük banknotu bana uzatırken ellerinin titrediğini fark ediyorum. Heyecanı ve cömertliği bu işlere ilk kez kalkıştığını ortaya koyuyor. Kısa bir süre yol aldıktan sonra arabayı sol taraftaki ara sokaklardan birine çekiyor ve çok katlı binaların arasındaki parka giriyor. Yakın bir yer olması hoşuma gidiyor, dönüş yolunda taksiye fazla para ödemeyeceğim. Çevreye bir göz atıp arabadan indikten sonra sert bir şekilde çarpıyor kapısını. Ben de istenmeyen bir kedi yavrusu gibi sessizce onu takip ediyorum. Her zaman yaptıkları bir şey bu zaten. Bir anlık zevkin kurbanı zavallının biriyim hepsinin gözünde. İşimin bu bölümünden nefret ediyorum. 

Yedinci kattaki dairesi son derece şık döşenmiş. Esmer, kıvırcık saçlı adam üzerindeki ceketi koltuklardan birinin üzerine atıyor. Müzik setinin düğmesine basar basmaz Çaykovski'nin keman konçertosu suit daireyi konser salonuna çeviriyor. Sanki orada ben yokmuşum gibi davranıyor. Soyunup duşa giriyor hiçbir şey söylemeden. Müziğin hüzünlü sesi beni alıp başka alemlere götürüyor. Kulağım kemanın sihirli nağmelerine bir zamk gibi yapışmış durumda. Ceketinin iç cebinden dışarı sarkan siyah cüzdanı ilişiyor gözüme. İçinden bir yüz dolar çekiyorum. Bu benim dönüş parama fazlasıyla yeter. 

Üzerimden beyaz elbisemi sıyırıp kırmızı örtülü geniş yatağa uzanıyor ve beklemeye koyuluyorum. Kısa bir süre sonra yanıma gelip uzanıyor. Yanılmamışım. Bu işe ilk kez kalkışıyor olmalı. Bir saat kadar sürekli karısını anlatıyor bana. Ona yaşadıklarını unutturacak tüm hünerlerimi göstermek istiyorum.  Ama nafile. Ne yaparsam yapayım ilgisini çekemiyorum. Bu benim en büyük başarısızlığım. O ise büyük pişmanlık içinde, bana aldırmaksızın sürekli göz yaşı döküyor. Sarhoşluğuna veriyorum. Bugüne kadar böyle bir şey başıma hiç gelmedi. Yatakta sızıp kalıyor sonunda. Beyaz elbisemi giyip yüksek topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçiriyor ve sessizce ayrılıyorum yanından.

Telefon edip bir taksi çağırıyor ve hemen eve dönüyorum. Kapıyı annem açıyor. Her zamanki gibi ona vereceğim parayı bekliyor ve bana gururla gülümsüyor. Evin geçimi artık tamamen benim sırtımda. Karşı koymam yüzünden uzun zamandır eve erkek almıyor. Elli yaşından sonra pazarını büyük ölçüde kaybetti zaten. Böyle bir pisliğin içinde yerim yok benim. Bunu kendime bile izah etmekte zorlanıyorum. Belki eskiden geçimimizi sağlayan babalarımın annemin makyajlı yüzüne aldanması bir lütuftu bizim için. Ya da onların "Vücuduna iyi bak, para kazanmak için ona ne zaman ihtiyacın olacağını bilemezsin." demeleri çelmişti aklımı.

"Yaptığımız iş bir alış veriş," diyorum, anneme parayı uzatırken. Alan memnun, satan memnun! Onun buna inanıp inanmadığı konusunda şüphelerim var, bunu gerçekten bilmiyorum. Ellisine gelmiş olmasına rağmen formunu korumuş görünüyor, minberi mihrabı yerinde. Gülümseyen gözlerinde pişmanlığın ve yılların verdiği yorgunluğun gölgelerini hissediyorum. Bir acıma hissi sarıyor içimi. İşte bu yüzden bir an önce bu işlerden elimi ayağımı çekmek istiyorum. Geçmişimiz ne kadar karanlık olsa da benimle gurur duyduğunu biliyorum. 

Yüzümdeki boyaları, takma kirpiklerimi çıkardıktan sonra duşa giriyorum. Serin suyun altında günahlarımdan arındığıma inanmak istiyorum. Bornozuma sarınıp anneme iyi geceler dedikten sonra odama çekiliyor ve kapımı kapatıyorum. Yarın, üniversitede uzun bir gün olacak benim için. Bir an önce sosyoloji sınavına hazırlanmalıyım.

KELİME OYUNU - ANAHTAR KELİMELER

Sevgili Kırmızı Ruh tarafından başlatılan Kelime Oyunu sevgili DeepTone'un organizatörlüğünde devam ediyor. Her hafta belirlenecek beş farklı kelimenin içinde geçtiği, öykü, hikaye, deneme, makale, şiir veya herhangi bir yazın türünde eserler üretileceği bu etkinlikte tekrara düşmemek amacıyla önceki haftalarda kullanılan kelimeleri ve bu kelimeleri öneren blog sahibi arkadaşları aşağıdaki liste hazırlanmıştır. 

1. Haftanın kelimeleri:  DENİZ - KAYIKÇI - SİMİTÇİ - ARABA - DEDE / DeepTone

2. Haftanın kelimeleri: KIRMIZI - İRLANDA - TUTKU - KİTAP - VİSKİ / Kırmızı Ruh

3. Haftanın kelimeleri: ZAMBAK - HAYAL - DİYAR - ÖZGÜRLÜK - DİLEK / Kendi Dünyasında

4. Haftanın kelimeleri: YEŞİL - ŞİİR - BAHARAT- YOL - SABAH / Hanife Ertaş

5. Haftanın kelimeleri: KEDİ - FİLM - KEMAN - HASRET - AĞAÇ / Bonheur


*** KELİME OYUNU KULLANILAN KELİMELER DİZİNİ ***

A: Ağaç, Araba

B: Baharat, 

C:

Ç:

D: Dede, Deniz, Dilek, Diyar, 

E:

F: Film, 

G:

H: Hasret, Hayal,

I:

İ: İrlanda, 

J:

K: Kayıkçı, Kedi, Keman, Kırmızı, Kitap

L:

M:

N:

O:

Ö: Özgürlük,

P:

R:

S: Sabah, Simitçi, 

Ş: Şiir, 

T: Tutku, 

U:

Ü:

V: Viski

Y: Yeşil, Yol, 

Z: Zambak, 




28 Aralık 2020 Pazartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 71

Ağaç Ev Sohbetleri'nin 71. Hafta konusunu belirleme onurunu bana veren sevgili DeepTone 'a teşekkür ederim. Ağaç Ev Sohbetlerinin bütün konu başlıklarının listesine buradan ulaşabilirsiniz. Bu haftanın konusu mutluluk üzerine;

Görece bir kavram olan mutluluğun TDK sözlüğündeki karşılığı, "bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan saadet" olarak açıklanmakta. Peki sizin için mutluluk nedir? Mutluluk sürekli olarak elinizde tutabileceğiniz bir şey mi?

Çağlar boyunca insanların anlamaya çalıştığı "mutluluk" kavramı üzerine herkes farklı fikirler üretebilir. Mutluluk deyince benim aklıma ilk gelen, Nazım Hikmet'in çok sevdiği eşi Vera'ya ithafen yazdığı "Saman Sarısı" şiirinde geçen "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin, Abidin?" sorusu. Ve tabii, Abidin Dino'nun ona verdiği şiirli cevap. Üstat, özlemlerini sıraladıktan sonra şöyle bitirir sözlerini: "... İşte o zaman Nazım, yapardım mutluluğun resmini, ama buna ne tuval yeterdi ne de boya..."

Çağdaş filozoflardan Slavoj Zizek, mutluluğun kişisel görüşlere göre değiştiğini ve kapitalist değerlerin bir ürünü olduğunu savunmakta. Zizek, insanın doğasında memnuniyetsizliğin hüküm sürdüğünü, gerçekte ne istendiğinin bilinmediğini ileri sürerken, istediklerine ulaştığı takdirde mutlu olduklarını zanneden insanların aslında aradıkları şeyin başka bir şey olduğunu fark edip tatmin olamadıklarını iddia ediyor.

Hayır, felsefe yapmayacağım. Ben mutluluğun sadece kapitalist değerlerin bir ürünü olduğunu düşünmemekle birlikte, Zizek'in mutluluğu tanımlarken ortaya koyduğu diğer görüşlere yakın hissediyorum kendimi. Mutluluk sanılanın aksine ulaşıldığında biteviye sürecek bir duygu değil bana göre de. Gökyüzündeki yıldızların anlık göz kırpışı kadar kısa, en fazla birkaç dakika süren bir hazzın doruk noktası. Etkisi zaman içinde süratle azalan, ardından yine doğamızda bulunan memnuniyetsizliğe evrilen bir olgu...

Diğer taraftan bizi mutlu edebilecek şeylerin sayısının göklerdeki yıldızların sayısından fazla olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden sonsuz ve büyük mutluluklar aramak yerine ulaşması çok daha kolay, küçük ama sayıca fazla mutlulukların peşine düşmek daha mantıklı bir yol. Genel olarak mutluluk bizim elimizde ama bazen beklediğimiz, bazen de hiç beklemediğimiz bir anda kapımızın çalındığı da oluyor. 

Bazen burnumuza çarpan ılgıt ılgıt yasemin kokusu, sevdiğimiz birinin bize gülümsemesi, tiryakinin uzun bir aradan sonra sigarasından aldığı ilk nefes, bir köpeğin masum bakışı, bebeğimizin ağzından çıkan ilk heceler, dost meclisinde kadehimizden aldığımız ilk yudum, bazen son anda kapısına yapıştığımız umumi bir tuvalet! Hepsi anlık mutluluk verir biz insanlara.

Ya da milli piyangodan büyük ikramiye vurdu diyelim. Sanmayın ki aldığınız para size devamlı bir mutluluk getirecek. Parayla saadet olmaz demeyeceğim. İşiniz rast gitse, daha refah bir yaşama kavuşsanız bile yeni duruma kolay alışırsınız, mutluluğunuz alışkanlığınıza yenilir, yeni istekler, yeni heyecanlar, yeni mutluluklar ararsınız. Mutluluk annenin doğurduğu bebeği ilk gördüğü andır. O andan sonra mutluluk sevgiye dönüşür. Mutluluk işinizde terfi aldığınız, ya da arzu ettiğiniz bir işe kabul edildiğiniz andır. Daha sonra işinizden memnun olabilirsiniz ama sürekli bir mutluluk hali söz konusu olamaz. Eğer yaptığınız işten memnunsanız, o işte mutlu anlarınız daha fazla demektir.

Mutlu olmak insana anlık bazda kendini iyi hissettirir. Yazmak, okumak ya da yeni bir şeyler öğrenmek süreci, insanı mutlu etmez. Yazarken düşünür, araştırır, cümleler kurar, bir çaba içine gireriz. Bütün bunlar sadece iki mutluluk kırpıntısı için. Birincisi yazıyı bitirip son kontrolleri yaptıktan sonra, eğer iyi bir iş çıkarttığımıza inanıp yayınla düğmesine bastığımızda, ikincisi yazımıza gelen yorumları okuduğumuz anda. Okurken de öyle, okuduğumuz bir yazı bize yeni bir şey öğrettiğinde ya da yazının içinde geçen bir cümle bizi gülümsettiğinde mutlu oluruz. Yani mutluluk bana göre yüksek haz aldığımız kırpıntılar, yıldızların göz kırpmasıdır. Bu yazımı okuyan siz okurların da mutluluk yıldızları bol olsun.