KATEGORİLER

14 Kasım 2016 Pazartesi

BEGONVİL

13/11/2016 Pazar, Tire

Dün günlüğüme yazmak için bende takat kalmadı. Sadece bir gün önceki yazıma yapılan birkaç yoruma cevap verdim, o kadar. Bu yüzden ertesi günün sabahına sarktı bu cümleler.

Cumartesi gününün yorgunluğu ardından pazar gününe girdik. Sabah erkenden Hüseyin Mehmet ile birlikte geldi. Bu hafta sonu geleceğine dair bana söz veren garsondan bugün de haber yok (!) 

Kapının önündeki kırmızı begonvil çok güzel çiçek açmış. Hemen fotoğrafını çekmek geliyor aklıma. "Tamam" dedim kendi kendime, "Bugünün kapak resmi belli."

Dün kahvaltı etmeye gelen misafir sayısı beklentimizin altındaydı ama bugün aşırı bir talep var. Kahvaltının yanında sahanda yumurta, sucuklu ya da kaşarlı yumurta, omlet, tost gibi ekstra siparişler mutfağa kapattı beni. Aşkın Şef gelene kadar mutfağın şef yardımcısıydım. Şefin kim olduğu tartışılmaz. Elbette ki eşim. O da yoğun bir şekilde kişi sayısına göre küçüklü büyüklü porselen kaplara reçel koyuyor, tereyağı, peynir, zeytin vs. hazırlıyor. Oğlum dünkü ekmek sıkıntısından sonra epey ekmek almış, kasaptan aldığı etlerle birlikte servis başlamadan önce yetiştirmişti.

Hüseyin işi iyice kavradı, tek hatası birden parlaması. Hele işler yoğunlaşınca, hiç kimseye tahammül göstermiyor. Hepimize çıkışıyor bazen. Aşkın Şefe bağırıyor, "Abi çıkmadı mı şu pirzolalar, insanlar açlıktan ölecek yukarıda..." Aslında geciken bir şey yok mutfakta. Bu laf atmaları gerçek mi espri mi anlamak oldukça zor. Bazen mutfakta yardımcı bayana çıkışıyor, "Abla şu çatalları yıkasana, elimde servis açacak çatal kalmadı." Sonunda bana dönüp yüksek sesle "Amca bu böyle olmayacak, bir toplantı yapalım, herkes işini güzel yapsın."

Servis elemanlarının işine yardımcı olmak için mutfaktan aldığım birkaç mezeyi servis etmeye giderim bazen. Hüseyin hemen önümü keser. "Amca sana mı kaldı bu işler, daha masaya servis açılmadı, servis açılmadan soğuklar gider mi be amca?" Sevimli bir yanı var bu çocuğun. Misafirlerin bazıları da onun hizmetinden memnun. Bazen sonradan patlayan garip gülüşünün ardından şişenin dibinde kalan içkileri kapıp gelir, "Ablam bunu da sen içersin dedi bana." Yarıdan fazla içilmiş şişeyi alır, zulasına saklar, akşam mesaisinden sonra çıkarıp özenle okşar. Yine o garip kahkahasını atar, "Amca, mesaim bitti şimdi içebilir miyim?" 

Salatalık, domates söğüşlerin hazırlanması, yumurtaların hazırlanması derken üniversiteden arkadaşım Ali ailesiyle birlikte geliyor. Sarılıp öpüşüyoruz. Eşini, o güler yüzlü annesini, kayınvalidesini ve kayınpederini getirmiş kahvaltıya. Aşkın Şef ve yardımcısı mutfaktan içeri girene kadar başımı kaldırmak mümkün olmuyor. Onlar gelir gelmez mutfakta emir komuta şefe geçiyor. Son sucuklu yumurta siparişlerini de şefe havale ediyor ve mutfaktan çıkıyorum.

Salon kalabalık. Kahvaltısını terasta yapmak isteyen de var, çocuklarıyla gelip şömine sobayı yakmamızı isteyen aileler de. Saat ikiyi geçmesine rağmen İzmir'den tavsiye üzerine gelip kahvaltı etmek isteyen misafirleri de geri çevirmiyoruz.

Dün gelen önemli konuklardan biri de Emniyet Müdürü ve ailesi. Açılış yemeğine davetli olmalarına rağmen bir canlı bomba ihbarı nedeniyle tüm emniyet güçleri seferber olduğundan davetimize gelememişlerdi. Bu sefer habersiz geldiler. Hiç görmediğimden dolayı tanıyamadım. Çalışanlar söyledi gelenin kim olduğunu. Çoluk çocuk güzel bir aile. Gelmeleri bize mutlu ediyor.  

Kahvaltıdan sonra yemek servisi başlıyor. Günün sürprizi İzmir'den gelen lise arkadaşım Tayfun. O da ailesini alıp gelmiş buralara. Doktorluk mesleğine devam ediyor. İlk defa gelen misafirler yolların dar, yokuş ve virajlı olmasından yakınıyor. Özellikle gece dönüşlerinde ulaşım problemine dikkat çekiliyor. Şimdiye kadar bir kaza olmaması sürücülerin aşırı dikkatli araç kullanımından olmalı. Diğer taraftan manzarayı gören yolun zorluğunu unutuyor.

Tire'den yemeğe gelen geniş bir grup yılbaşında Taş Ev'i kapatmak istiyor. Nasıl bir program yapılır? Kaça kapatılır Taş Ev? Çalışmak lazım üzerinde. Daha önce "Taş Ev'deyiz yılbaşında." diyen de çok. Kime nasip olacak, göreceğiz. Bir iki saz ayarlamak lazım.

Akşama doğru havlu atanlar oluyor ekipten. Kolay değil biliyorum. İzmir'den gelen bir misafir grubu Hüseyin'e çıkışmış, servis ağır diye. Aşağıda veryansın ediyor. "Aşkın şeften çıkmayınca sipariş, ben bunlara nasıl yemek götüreyim?" "Sus, sus Hüseyin, duyacak insanlar, kendine gel, hele dur bir sakinleş." diyorum. Hüseyin devam ediyor. "Beni şikayet edeceklermiş, amca, ederlerse etsinler. O kadar çabalıyorum, yaranılmıyor bu insanlara." Hüseyin'de cıvatalar gevşemiş iyice. "Hüseyin, bu işin püf noktası sabır, tamamen haksız bile olsalar, sen her zaman misafirlere "Haklısınız" diyeceksin. Çünkü en ufak bir eleştiri sosyal medyaya düşerse Taş Ev de gözden düşer. Bu kötülüğü bana yapmamalısın." Bu sözler etkili oluyor biraz. "Haklısın, amca" diyor sessizce.

Salona çıkıp Hüseyin'i bana şikayet edecek olan masaya gidiyorum. "Afiyet olsun, ufak bir sorun var sanırım. Bir kusurumuz olduysa..." İki genç çift hallerinden memnun görünüyorlar, hiç de mutsuz bir halleri yok. "Yok, yok biz garson çocuğu ikaz ettik, her şey çok güzel, hiç bir sorun yok." Masanın yanında oturanlar gülümsüyorlar bana bakıp. Hesabı istiyorlar. Aşağıda uğurlarken hanımefendi moral veriyor. "Servis harika, her şey çok güzel. Yolunda gitmeyen bir şey yok." Belli ki Hüseyin ile tartışmaya şahit olmuşlar ve Hüseyin'i tutuyorlar. Beyefendi, koluma giriyor. "Yanlış bir durum yok, garson işini çok güzel yapıyor, gecikme de yok, her şey fevkalade. Sakın sıkmayın  canınızı."

Son masa kalınca ekibi gönderiyorum. Kalan masadaki beş genç efendi bir şekilde yemeklerini yiyor, içkilerini içiyor. Taş Ev'in methini duymuşlar çevreden. Ahşap işiyle uğraşan da var içlerinde restorancılık yapan da. Biraz sohbet ediyoruz. Türk Sanat Müziği çalmamı istiyorlar. "Maalesef çalmakta olan tek Türkçe sözlü müzik bu, ama en kısa zamanda onu da ayarlayacağız." Çok seviyorlar Taş Ev'i. "Bundan sonra burası bizim mekanımız" diyorlar. "Başka bir yere gitmeyiz." Yüklü bir hesap ödüyorlar. Belli ki kazançları iyi.

"Sabah Mehmet Şaban Usta'ya yardım etsin." diyorum Hüseyin'e. Hüseyin'in hiç hoşuna gitmiyor bu. Her ne kadar garsonluğu kıvırmaya ve bu işten zevk almaya başlasa da aklı inşaat ve ziraat işlerinde. "İnsanla uğraşacağıma taşla ağaçla uğraşırım." daha iyi diyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder