Kendimizi yoğun bir pazar gününe hazır hissederek uyandık. Benim geç kalkmam doğal. En son yatan benim çünkü. Hüseyin çok hamarat. Ben kapıyı açmaya giderken o kapının önünde beliriyor.
Hava çok güzel. Kahvaltı hazırlığı tamamlanır tamamlanmaz kalabalık bir grup geliyor. Salonu, terası geziyorlar. Sonunda en keyifli yer olarak verandada karar kılıyorlar. Büyük bir süt ve süt ürünleri firmasının çalışanlarıymış gelenler. Serpme kahvaltının yanı sıra çok sayıda ekstra sipariş ediyorlar ancak hesap önlerine gelince şaşırıyorlar. Benzer şekilde serpme kahvaltı yerine neredeyse yarı fiyatına tek kişilik kahvaltı sipariş eden bir grup ekstra olarak standart serpme kahvaltıya dahil bir sürü şey söyleyince hesabı serpme kahvaltı fiyatını geçiyor. Menümüzde her şey açık bir şekilde yazıldığı halde bu durum bizi de rahatsız ediyor.
Saat on gibi oğlum ve Şener geliyor. Şener'in ismine alışamadım. Bazen ona Şeref bazen Şener diyorum. Bundan rahatsızlık duymuyor, kullandığım her iki ismini de kabullermiş görünüyor. Öğlene kadar yoğun oluyor işler. Ekmek kalmadı diyorlar bir ara. Oğlum, gidip alayım diyor. Arabasının frenlerinde zaten problem var. Çabuk gidip gelinmesi gerektiği ve yollarımız tehlikeli olduğu için onun gitmesine gönlüm razı olmuyor. Hemen fırlayıp fırına gidiyorum. Neyse ki ekmeği zamanında yetiştirmiş oluyorum.
Salon, teras, veranda doluyor, taşıyor. Kahvaltıdan sonra yemek servisi başlıyor. Kızım şaka niyetine sabaha karşı yeni web sitemiz üzerinden online rezerve yaptırmış bugün için. Büyük bir sürpriz yapıp yola çıktığını söylüyor.
Kızım gelir gelmez Zeytin'in yanına koşuyor. Onunla özlem gideriyor.
Oğlum muşmulaların resmini çekip gönderiyor. Geçen sene ağaç ağaç tek başıma toplayıp yerlere sermiş, daha sonra plastik kasalara doldurup halde satmıştım. Bu sene o vakti bulmam zor olacak.
Şener, Hüseyin'in performansını göstermekten uzak. Misafirlerin önüne çıkarmak istemiyorum pek. Elinden geleni yapıyor yapmasına. Dün görüştüğüm ve hoşuma giden bir başka adaya telefon ediyorum. Telefonu açmıyor.
Gelen misafirlerimiz mutlu ayrılıyorlar. Pek çoğu tavsiye üzerine gelmişler. Sigara içenler salonda oturmak istemiyor. Terasın kapatılmasını ya da açılır kapanır sundurma yapılmasını isteyenler var. Bir ay öncesine kadar "Sakın ola terası kapatayım demeyin." diyenler çok daha fazlaydı.
Geçen sene halde kestane satarken komşuluk ettiğimiz köylülerin yolu düşüyor Taş Ev'e. Arabalarının arkasını bal kabağı doldurmuşlar. Kabak tatlısı yapalım diye bize yayla kabağı satmaya gelmişler. Geri çevirmiyoruz.
Kalabalık aileler için masalar birleştiriliyor salonda. Çocuklar ayrı masalara oturuyor. Bir masa ilgimi çekiyor. İki küçük hanımefendi aynı büyükler gibi karşılıklı oturmuş tostlarını yiyor. Mutlulukları yüzlerinden okunuyor. Başka masada küçücük bir kız bilmiş bir ifadeyle annesine yakınıyor. "Anne, dün geceden beri Taş Ev, Taş Ev diye başımın etini yedin. İşte Taş Ev'e geldik bırak beni biraz da tadını çıkarayım."
Akşam saatlerinde kızımın arkadaşları, genç bir çift geliyor. Yoğun bir saat. Mümkün olduğu kadar eşlik ediyorum. Fellah köftesi onlardan da tam not alıyor.
Masaları kendi aramızda numaralandırdık. Verandadan avluya uzanan masalara sırasıyla A1, A2..., salondaki masalara Y1, Y2..., terastaki masalara T1, T2... adını verdik. Hüseyin iyice alıştı buna. Şener zorlanıyor. Son gelen masa, köşedeki masa, az önce patates verdiğimiz masa gibi sıfatlarla tanımlıyor masaları. Böyle olunca da hata yapmak kaçınılmaz oluyor. Yaklaşık yüz liralık bir ızgara Y1 yerine A1 olarak söyleniyor. Hesap istenince olanlar oluyor. Hesaba haklı olarak itiraz ediliyor. Kısa süre içinde anlaşılıyor hata ama iş işten geçmiş oluyor.
Galiba park yeri gibi Taş Ev'in salonu, terası da yakında yetmeyecek :))
YanıtlaSilMuşmula olması çok büyük şans. O kolay yetişmiyor. Aşı ile çoğaltıldığından çekirdekten filan olmuyor. Ben çok denedim; ama olmadı. Aşı mevsiminde de Çeşme'de olmadığımızda hala bahçede muşmula yok.
O iki cic kız ne şeker misafirler :)
Pazar günleri insan doğaya koşuyor.
SilMuşmula yemedim ben geçen yıla kadar. Biraz bekletince yumuşuyor. Tadı hep çikolata gibi diyordu sevenler. Üzerinde bir delik açıp hüp diye emiyorsunuz. Çok güzelmiş, gerçekten çikolatadan daha lezzetli. Çoğu insan henüz bilmiyor bunu:)
Evet, ne kadar zarif oturuyorlar ve bana poz vermişler değil mi?
Efendim, orda oturmuş, serpme kahvaltı söylemiş kadar oldum. Masaları numaralandırmak iyi olmuş :)
YanıtlaSilNe Mutlu bize:) Masalara numara koymadık havası kaçmasın mekanın deyü:) Mamafih zaman zaman 'Koysak daha mı iyi olurdu?' diyorum:)
SilKüçük hanımlara bayıldım:)
YanıtlaSilMasalara harf vermek deyince aklıma başka bir öneri geldi. Harfler yerine isimler olsa, her birinin ismi de masada bir obje olarak yer alsa... İsimlerin de sizin için esprisi olsa...
Çok mu romantik oldu, yoksa işlevsel olmaz mı bilemedim :)
Ama T ve Y harfleri sanki yanlış anlaşılmaya ve karıştırılmaya müsağit gibi geldi bana melodik olarak...
Masalara isim vermek işlevsel olur mu bilmem ama benim de aklıma Kdz Ereğlide'ki küçük bir otel geldi. Bütün odalarda numara değil Çiçek isimleri vardı. Orkide, Menekşe, Açelya vb. Bir diğer fikir blog arkadaşlarının isimleri olabilir mesela:)
Sil1. Evde Yazar
2. Acemi Demirci
3. Deep Tone
4. Siyah Kuğu
5. Yazdan Kalan
6.Gazeteci
7. Handan
8. Profösör
9. Mutlu Yaşam
10. Ayna Hikayesi vb.
:)
SilKeşke bütün konuklar ikili oturan gençler gibi olsa değil mi? Memnuniyetleri yüzlerinden okunuyor, gözleri ışıl ışıl. O koşturmacada onların sakin hali, güler yüzleri insanı nasıl da dinlendirir.
YanıtlaSilGerçekten onların o zarif halleri benim çok hoşuma gitti. Herkese örnek olmalı...
SilBen de hiç muşmula yemedim. Yaprağı yenidünyaya benziyor sanki. Bizim buralarda yok.
YanıtlaSilNe güzel yorgunluklar ne güzel telaşlar. İnsan verdiği emeğin karşılığını alınca yorgunluğunu unutuyor. Şener de belki zamanla Hüseyin gibi olur.
Hayırlı işler.
Yöresel değişik adları var. Burada döngel ya da beşbıyık da deniliyor. Şener'in Hüseyin gibi olması biraz zor;)
Sil