Orijinal Adı: Why Nations Fail
Yazarlar: Daron ACEMOĞLU- James A. ROBINSON
Çeviri: Faruk Rasim Velioğlu
Sayfa Sayısı: 496
Yayınevi: Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş (Doğan Kitap)
Basım Yılı: 34. Baskı, Temmuz 2018
Türü: Araştırma, Tarih, Ekonomi, Siyaset
Kitap Hakkında: Doğrusunu söylemek gerekirse öyle fazla ilgi alanıma girmeyen türden bir kitapt olarak algılaşmıştım Ulusların Düşüşü'nü. Önce yazarlar çekti dikkatimi. Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olan Daron Acemoğlu, ABD'nin en prestijli üniversitelerinden biri olan MIT'de iktisat profesörü. J.A. Robinson ise Harvard Üniversitesinde siyaset bilimi dalında profesör ve aynı zamanda ekonomist. Şu aralar ülkemize yeni bir nobel ödüllü bilim adamı kazandıracağına mutlak gözle bakılan Acemoğlu, dünyada ekonomi üzerine yazılan makaleler ve kitaplarda kendisine en çok atıfta bulunulan ilk on ekonomist arasında yer alıyormuş. Kitabın İngilizceden dilimize çevirisi genel olarak başarılı diyebilirim. Özellikle beyin yıkarcasına tekrar edilen terimlere dilimizde güzel karşılıklar bulunmuş. Ancak okuyup bitirdikten sonra kitap adının orijinaline karşılık gelmediğini ve içeriği ile örtüşmediğini fark ediyorum. Sanki dünya ulusları bir şekilde yükselmiş ve sonradan düşüşe geçmişler gibi bir şey anlıyor insan. Oysa biraz argoya kaçsa da orijinal adının tam karşılığı "Uluslar Neden Çuvallar"olabilirdi. Hadi bunu beğenmediniz, "Ulusların Başarısız Olmasının Nedeni" ya da "Ulusların Başarısızlığı" gibi adlarından biri daha uygun olabilirdi.
Kitabın konusuna gelince; neolitik dönemden bu yana dünya coğrafyasında insan ilişkilerinin tarihsel süreç içinde analizini görüyoruz. Geniş bir araştırmaya dayanan saptamalar yazarların perspektifinden okura sunuluyor. Amerika kıtasından Japonya'ya, Avrupa'dan Asya'ya, Afrikaya oradan Avustralya'ya kadar gelmiş geçmiş irili ufaklı devletlerin yönetim sistemleri ve buna bağlı iktisadi gelişimleri tarihsel bir süreç içinde incelenerek toplumların refah düzeyi üzerindeki etkileri masaya yatırılıyor. Birçok değişkene bağlı ve kontrolü neredeyse imkansız olan olaylar silsilesi ülkelerin kaderini çizerken yapılan değerlendirmeler ve tespitlerin sonucunda neo-liberalizme alternatif ancak adını koyamadığı yeni bir yönetim sistemi üzerinde karar kılıyor yazarlar. Bazen Sahra Altı diye tanımlanan Orta Afrika ülkelerindeki kabile şeflerinin isimlerine varıncaya kadar detaya inilirken, Amerika kıtasındaki İnka ve Aztek medeniyetleri, Batı Avrupa ülkelerinin kolonileri ve Hindistan hatta Uzak Doğu'ya kadar uzanan sömürgecilik faaaliyetleri ile köle ticareti, monarşik ve komünist rejimlerin toplum üzerindeki sosyo-ekonomik etkilerine değiniliyor.
Düşünen her insanın kolaylıkla ikna olabileceği temel ilkelere okurları ikna etmek yazarlar açısından hiç zor olmuyor. Anlatılan her olay, yazarların savunduğu teorileri destekleyecek tarzda sonuçlanmış gösteriliyor. "Bak gördünüz mü bunları yapmayan toplumlar böyle olur buna uyan toplumlarsa işte böyle" dercesine. Tarihin kazananlar elinden yazıldığı gerçeğini göz ardı etmeden bahse konu kitap okurlara tavsiye edilebilecek niteliğini kaybetmiyor yine de. Eleştirel gözle bakılmadığında pek çok kişiyi etkisine alacağından ve her cümlesine hayranlık duyulacağından eminim. Ancak benim gibi düşünen ve her taşın altında bir yılan arayan kişiler (ki, çoğu kez o yılan bir yerlerde bulunur) kitabın muhtevasında eleştirilebilecek bazı noktalara parmak basmakten kendilerini alamaz.
Öncelikle takdir ettiğim hususlar: Oldukça geniş bir araştırma ve emeğe dayalı bu kitap, tarihsel süreç içinde toplumların sosyal, ekonomik ve siyasal gelişimine farklı bir bakış açısı sergilerken, aynı zamanda okuru bilgilendiriyor, var olan bilgileri tazeliyor. Ekonomik büyüme refahı getirir diyor ama bunun sürekli ve yeterli bir unsur olamayacağının altını çiziyor. Örnek olarak Sovyetler Birliği'ni veriyor. Çarlık Rusya'sından sonra özellikle askeri ve uzay teknolojisine yatırım yaparak belli bir süre ekonomik büyüme gösterdi ancak bu süreklilik arz etmedi ve sonunda sistem çöktü. Çünkü orada belli bir kesim (parti üyeleri) vatandaşları ekonomik ve siyasal bakımdan sömürülüyordu. Amerikan kültürünü almış profesörlerden başka bir değerlendirme beklenir mi? Elbette hayır. Şaşırmıyorum. Neyse konumuz bu değil, geçelim.
Peki sürekliliği olan ekonomik büyüme hangi koşullarda sağlanır? Bunun için tamamen katıldığım birbirine bağlı üç hatta dört unsurun yerine gelmesi şarttır denilmekte. Nedir peki bunlar?
1. Kapsayıcı Siyasal Sistemler: Yani yöneticilerin toplumun her kesimini temsil eden, onların haklarını savunabilen, refah düzeyini adil bir şekilde yükseltecek politikalar üreten kişilerden oluşması. Bahse konu yönetim sisteminin adını koymaması dikkatimi çekiyor. Demokrasi demiyor mesela, cumhuriyet demiyor. Hatta kapsayıcı siyasete Orta Afrika'da kabile devletlerinden birini örnek gösteriyor. Orada kabile şeflerinin halkı dinleyip ihtiyaçlarını belirlediği ve emeğin karşılığı olan geliri adil bir şekilde paylaştığından söz ediyor. Aslında ülke demokrasi ile yönetilse bile eğer siyasal sistemi kapsayıcı olmaktan uzak ise halkının refahı, huzuru ve mutluluğu söz konusu değildir.
2. Kapsayıcı Ekonomik Sistemler: Ülkenin geliri toplumun her kesimince adil olarak paylaşıldığı, halktan alınan vergilerin gelirleriyle orantılı olduğu, sömürü düzeninin ortadan kalktğı bir iktisadi sistemden bahsediliyor. Monarşik yapıların oluşumuna yer vermeyen, sömürgecilik ve köleliğin olmadığı, rekabete açık, sanayileşmeyi destekleyen ve teknolojilik yeniliklerin önünü açan bir düzen bu. Kapsayıcı ekonomik bir sistemden yoksun devletlerde isyanlar, iç savaşlar çıkar ve bunun sonucunda kapsayıcı olmayan siyasal sistemlerin devreye girdiğinden söz ediyor yazarlar. Ne var ki, böyle bir ekonomik sistem hangisidir sorusuna cevap bulamıyorsunuz. Her fırsatta gelişmiş ülkelere örnek gösterilen İngiltere ve ABD olduğuna göre bu devletlerin siyasal yönetim tarzları ve iktisadi sistem tercihlerinin kapsayıcı olduğu ve bu sebeple sürekli bir büyüme içinde oldukları algısı yaratılmak isteniyor aslında.
Bir diktatörün halk direnişiyle devrilip bir başka diktatörün başa gelmesi "kısır döngü" olarak tanımlanıyor. Nadiren İngiliz sanayi devrimine yol açan "Görkemli Devrim" ise "verimli döngü" olarak tanımlanıyor. Yazarlara göre toplumun teknolojik yeniliklere açık olması ve devlet tarafından müteşebbis hareketlerin teşvik edilmesi, sanayileşmesi, tekelciliğin ortadan kaldırılıp özel sektörün önünün açılması kapsayıcı ekonomik sistemin parçaları. Tarıma dayalı bir üretim yapılan ülkelerde işçilerin emeklerinin karşılığını alamadığı, toprak sahipleri, aşırı vergi toplayan yöneticiler ve ürünü pazarlayan elit kesimin ise hak ettiğinden çok daha fazla miktarda gelir elde ettiğinden yola çıkarak bunun gibi feodal yapılanmanın olduğu devletlerde sanayi ve teknolojiye karşı çıkmasını doğal buluyor ve geri kalmışlığı örnekler vererek açıklıyor. Çünkü emeği sömürmek daha kolay ve daha kazançlıdır. Makineleşme sonucunda emekçiler işsiz kalacak ve bu durum huzursuzluk getirecek isyana sebep olacaktır. Yazarların "Yaratıcı Yıkım" tabirini kullandıkları bu olay İngilterede sanayi devriminin başlamasının nedeni olarak gösteriliyor.
3. Merkezi Yönetim: Yukarıda bahsi geçen Orta Afrika ülkesi kapsayıcı siyasal sisteme haizdi ancak bu kabile şeflerinin hepsini birden temsil edecek bir yöneticiden yoksundu ve bu nedenle sürekli bir büyüme gösteremediler diyor yazarlar. Başta birliği sağlayacak bir lider olmayınca ülkelerin siyasal ve ekonomik kapsayıcı sistemlere sahip olması bile fayda sağlamıyor yine.
4. Bağımsız Medya: Demokratik rejimlerde birbirinden bağımsız yürütülmesi şart olan üç saç ayağına artık dördüncü bir ayak ekleniyor. Yasama, yürütme, yargı ve son olarak medya. Yazarlar ülkelerin sürdürülebilir ekonomik büyümelerinde medyanın etkisini de göz ardı etmemişler. Fakat şunu da ifade ediyorlar; Eğer siyasi kurumlar gerçekten kapsayıcı olursa medya zaten bağımsız olur. Medyanın bağımsız olmaması siyasetin kapsayıcı olmamasından kaynaklanır. Medya bağımsız olacak ki, sistemin aksayan yönlerinden halk ve onların seçtiği yöneticiler farkına varabilsin.
Ne güzel değil mi? Kağıdın üstünde legonun parçalarını yerli yerine koyduk. Şimdi gelelim eleştirilerime. Öncelikle yazılanların yani teşhisleri ve önerilen tedavileri doğru bulduğumu söyleyebilirim. Ancak uygulamaya gelince nasıl olacak bu iş? Çok kıymetli profesörlerimiz buyursunlar gelsinler ülkemize, yukarıda belirtilen dört kriteri uygulasınlar hele bir görelim.
Sadece bizim ülkede mi bu kriterlerin uygulanmasına olanak yok? Kaç ülke var bunları hakkını vererek uygulayabilecek olan? Sonra biz istesek bile bu koşulları yerine getiremeyiz ki (!). Dış güçler de istemez bunu yapmamızı değil mi? Maazallah sonra kimi sömürecekler? Belki tuhaf kaçacak ama ne düşündüm biliyor musunuz? Yazarların kitabı aynı kutsal kitaplar gibi. Cenneti var cehennemi var. Eğer cici insanlar olursanız refaha erersiniz diyor biri, diğeri de cennette hurilere gönderiyor. Yok yanlış yolu seçerseniz batarsınız, aç kalırsınız, perişan olursunuz diyor biri, bir diğeri cehennemde zebanilere yem ediyor. Binaenaleyh ne saygıdeğer bilim adamlarının şartlarını dört dörtlük uygulayıp insanlığa refah ve huzur getiren ulusları gördük, ne de cenneti (!)
Gelelim diğer eleştirilere. Yazarlardan biri Ermeni asıllı da olsa cumhuriyet kurulalı beri bizler gibi aile boyu Türk Vatandaşı. Galatasaray Lisesi mezunu yanılmıyorsam, Daron Acemoğlu. Osmanlı İmparatorluğunun monarşisinden, sömürüsünden bahsediyor, bütün dünya ülkelerinden, Afrika'nın kabile devletçiklerinden Avustralya'nın aborijinlerine kadar her şeyden söz ediyor kitabında ama Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili iyi ya da kötü bir satır bile yazmak aklına gelmiyor. Atatürk'ün yapmış olduğu devrimlerden, emperyalizme, feodalizme karşı yaptığı mücadeleden bahsetmek işine gelmiyor. Nasıl ABD uydusu haline geldiğimiz, neden başarısız olup gelişemediğimiz yönündeki sorularıma kitapta cevap aramam boşuna. Sadece Türkiye değil başka ülkelerde vardır elbette ayrıntısını bilemediğim, uluslarının refahı için istenen dört şartı sağlamaya çalışırken toz kondurmadığı ABD ve İngiltere tarafından çelme takılan. Neyse konu oldukça geniş. Bugün gelişmiş ülke olmanın dört şartını en üst düzeyde yerine getiren İskandinav ülkelerindeki tarihsel siyasal, sosyolojik ve ekonomik gelişimden nedense hiç bahsedilmiyor.
İki ülke İngiltere ve ABD her şeyini halletmiş, örnek alınacak ülkeler olarak ön plana çıkarılıyor. İngilizlerin sömürgecilik hareketlerinden kibarca bahsediliyor ama usta bir manevra ile sömürge ülkelerinde geri kalmışlığın kabahatı sanki kendilerindeymiş hissi uyandırılıyor. Hele milyonlarca Afrika'lıyı köleleştiren, işkence eden ABD'nin tarihinde kızılderi yerli katliamı olmamış sanki. Tanrı ABD topraklarını gökten indirip ABD vatandaşlarına vermiş, huzur ve refah içerisinde yaşasınlar diye.
Ne demiştik? Tarihi kazananlar yazar. Quora'da sormuş birisi (!) Hitlerin fazla bilinmeyen özellileri nelerdir? diye. İlginç cevaplar verilmiş. Mesela toplama kamplarından hiçbirini görmemiş (!) Görse ne bu kepazalik (!) der miydi bilinmez. Ama herkesin hemfikir olduğu şu bilgi kesinlik taşıyor. Avrupa'da insan hayvanat bahçelerini ilk olarak yasaklayan lider Adolf Hitler'miş biliyor musunuz? Yani muhtemelen ABD'de fakat kesin olarak İngiltere'de 1940'lı yıllarda Afrikalı zencileri kafeslerin içinde hayvan gibi gösterip zavallı insanlara işkenceyi kendilerine eğlence yapanları görmek mümkünmüş (!)
Sonuç olarak, beyni yıkatmadan dikkatlice okunması gereken bir kitap, ulusun refahı ve mutluluğu için teşhisler ve tedavi doğru ama kanaatimce pratikte olur tarafı yok, ulusların gelişmesinde coğrafi ve kültürel farklılıkların etkisi olmadığı düşüncesine katılmakta zorlandığımı da söylemek isterim. Nihayetinde halen bazı ülkelerin sömürü kaynağı olan din faktörüne değinmemesi, diğer ülkelerin pek çoğunu eleştirirken iyimser düşünce ile (kötümser düşünceyle propoganda diyesim var ki bu tür şeylerle karşılaşılmıyor değil) ABD ve İngiliz kültüründen etkilenmiş olmasından dolayı dünyayı sömüren bu ülkeleri diğerlerine cici göstermesi eleştirdiğim diğer hususlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder