KATEGORİLER

25 Ekim 2022 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 166

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm heyecanıyla devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, Sade ve Derin / DeepTone'dan geliyor: 

"İnsan ne zaman ortaya çıktı?"

Zor soru gerçekten... Evrim Teorisi'ni tartışacak değilim. Bu soru bilimle inanç arasında ciddi çatışmalar yaratacak sorulardan biri. Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarına göre insan, M.Ö 4026 yılında dünyaya teşrif etmiştir. O meşum sonbahar gününde, Havva anamızın cazibesini kullanarak Adem babamıza yasak meyveyi yedirdiğinden, ve bunun sonucunda hurilerin kol gezdiği, nehirlerinden bal akan, yeşil ağaçların gölgelediği canım cennetten kovulup biz yavrularının başına hayat denilen çorabı ördüğünden bahsedilir. Havva dünyaya gelir gelmez kolları sıvamıştır, Adem'in de insanüstü gayretiyle, toplam yirmi batında 40 çocuk dünyaya getirmiştir getirmesine ama daha sonraki aşamalarda üremenin nasıl bir seyir izlediği, gençlik yıllarımdan beri kafamı hayli meşgul eden bir konu olagelmiştir.

İnanç, sorgulamayı kabul etmez. İnanırsınız sadece, o kadar. Bulunulan coğrafyaya göre tanrılar, peygamberler ve kutsal kitaplar, inançlar farklıdır. İnançlı bir kişiye bilimsel bir sonuç göstermeye kalkarsanız, hemen kutsal kitapta bir karşılığını bulur. Hani ola ki bulamaz, ya da aksini gösteren bir durumla karşılaşırsa, o zaman orada yazılanı eğer, büker bilim yoluyla kanıtlanmış olana yaklaştırmaya çalışır ve der ki size, "bak gördünüz mü, yıllar önce yüce tanrımız bunu biz kullarına söylemiş!" Bazen öyle konularla karşılaşırsınız ki, artık mızrak çuvala sığmaz. Bu gibi durumlarda birileri çıkar, o dönemin cahil halkına başka türlü anlatmanın bir yolu olmadığını, ya da metaforlarla ve alimlerin zorlama tefsirleriyle aslında tanrının şunu şöyle, ya da bunu böyle demek istediğini, daha da olmazsa sanki kutsal kitapların muhatabı insan değilmiş gibi, tevazu göstererek, yüce tanrının meramını, kelâmını kulların anlamakta acze düştüğünü iddia eder.

Son peygamberin ölümünden tam bin yıl sonra Galileo diye bir bilim adamı çıkagelir, "Dünya dönüyor!" diye "saçma sapan!" bir fikir ortaya atar. Oysa o güne kadar bütün din alimleri, dünyayı merkez kabul edip güneşin dünyanın etrafında döndüğüne inanmışlardır! Kutsal kitapların tamamına aykırı bir durumdur çünkü dünyanın güneş etrafında dönmesi... Neyse ki, o zamanlar, bugün ülkemizde hiç olmayan bir yargı sistemi, iyi kötü bir adalet vardı. Engizisyon adı verilen bu yargı makamı, İtalyan Galileo hakkında kararını verir: "aşırı düzeyde sapkınlık" nedeniyle suçlu bulunduğundan ömür boyu ev hapsine karar verilmiştir... Bu da yetmemiş, iddiasını geri alması için ölüm cezasıyla tehdit edilmiş muhterem!

Avrupa'da Rönesans, kilisenin egemenliğine son vererek bilimin önünü açtı. İslamiyet, çok daha önce, kadere karşı çıkan ve aklı inancın önünde tutan felsefeyi savunan parlak bir dönem yaşadı. Abbasiler zamanında Mutezile denilen bu hareket ne yazık ki çok kısa ömürlü oldu. O devirde, M.S 776 yılında, Basra vilayetinde El-Cahiz adlı bir İslâm alimi dünyaya gelmiş ve Darwin'den yaklaşık bin yıl kadar önce yazdığı "Kitab el-Hayavan - Hayvanlar Kitabı" adlı eserinde Evrim Teorisinin ilk tohumlarını atmış. Kitabında şöyle demiş kıymetli zat: Çevre faktörleri canlıların hayatta kalabilmesi için yeni özellikler geliştirmesinde, dolayısıyla onların yeni türlere dönüşmesinde rol oynar. Hayatta kalmayı ve üremeyi başaran hayvanlar başarılı özelliklerini yavrularına geçirir." Daha ne desin? Mutezile döneminden önce ya da sonraki bir zaman diliminde, hatta bugün bile dünyanın bazı bölgelerinde yaşamış olsaydı, acaba başına neler gelirdi bu neşriyatından dolayı! El-Cahiz beyefendinin, ölümü nasıl olurdu? El-Cahiz'in, camide dua ederken değil, dini konuların özgürce tartışıldığı Mutezile döneminde kişisel kütüphanesinin raflarından yıkılan ciltlerin altında kalarak hayatını kaybettiği rivayet edilir.

Mutezile dönemi dışında İslâmiyet Rönesansa benzer bir aydınlanma dönemi yaşamadı. Dini konularda tartışmalar kutsal değerlere hakaret sayıldı ve nice değerli filozof, bilim adamı heba edildi. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, yapmış olduğu devrimlerle ülkemizde yeni bir ümit ışığı oldu, bilime önem verdi. Fakat Türk halkı Avrupa'da olduğu gibi aydınlanmanın bedelini ödememişti ve bu yüzden kadrini bilemedi. Evrim Teorisi ders kitaplarından çıkarıldı ve Orta Çağın Avrupa'sına benzer bir döneme yelken açıldı. 

Evet, ister inanın ister inanmayın ama çamurdan ya da Adem ve Havva'dan değil, okyanuslardaki balıktan türedik milyonlarca, hatta milyarlarca yıl önce. Balıktan sonra sürüngen ve daha sonra maymun olduk. Ağır mı geliyor atalarımızın maymun olması? Neyi değiştirir ki! Yani bilimin ortaya koyduğu bir gerçek bu. Kitaplardan çıkartsak da gerçeği değiştiremez ki insan. Homo Sapiens Sapiens, yani insanın son ortak atası bundan 200.000 yıl önce yaşamış. Ben söylemiyorum, bilim söylüyor kanıtlarıyla. Yani şu an, olası görünen bir gerçek. Yarın değişebilir, o zaman biz de değiştiririz fikrimizi, sırtımızda yumurta sepeti mi var? Eğer bilim çıkar da, ilk insanın M.Ö 4026 yılında dünyaya ışınlanan Adem ve Havva'dan türediğini kanıtlarsa ona inanırız. Bu konuda sabit fikirli olmadığımı içtenlikle belirtmek isterim.

Zor soru diye başladım. Bilimsel konular ve siyasi düşünceler nasıl tartışmaya açıksa din konusunda tabularımızı yıkıp inanışların da inceleme ve eleştiriye açık olması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde sevgili DeepTone'nun sorusu üzerinde tartışma imkânımız kalmazdı zaten. Sözgelimi insanın ortaya çıkışı konusunda farklı bir görüş ileri sürmek, ne kadar bilimsel açıdan kanıtlanmış olursa olsun, bazı İslâm ülkelerinde dine küfür kabul edilip ölümle cezalandırmanın yolunu açabiliyor hâlâ. Öyle bir inanç sistemi düşünün ki, gönderdiği kitapları, koyduğu kuralları koruyamayan Tanrının kulları kalkmış, Tanrının yapamadığı, aciz kaldığı bu işleri çıkardıkları yasalarla ayakta tutmaya çalışıyor. 

Ve şimdi ben hiç de inanmadığım halde, ilk insanın Adem olduğu ve Havva'nın da onun kaburga kemiğinden yaratıldığı gibi akla sığmayan bir efsaneyi anlatmak zorunda kalacağım. Ama bu bir mitolojik olay, efsane dediğimde, beni konuşturmayacaksınız, "inancıma, kutsal değerlerime saygısızlık ediyorsun" diye feveran edeceksiniz. Ama siz, benim düşüncelerime, inandığım ya da inanmadığım değerlere saygı göstermediğiniz bir tarafa, sizin gibi düşünmediğim konularda fikrimi beyan ettiğim takdirde cezalandıracaksınız beni. Yok öyle yağma...

Medeni ülkeler, Avrupa Konseyi ve BM gibi çok taraflı küresel kurumlar "dine dayanarak kişilere karşı küfür, dini hakaret ve nefret söylemi" karşıtı yasaların dayatılmasını reddediyor ve bütün bunları ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriyor. Bilim ve teknolojinin gelişmiş olduğu ülkelerde dini değerlere karşı hakaret, saygısızlık, hatta küfür ve nefret söylemlerini cezalandıran herhangi bir yasa mevcut değil. Kimse başkasının inancına küfredemez fakat inanç sahipleri küfür kapsamını o denli genişletmiş durumdalar ki, evrim teorisini savunmak dahi dine karşı küfür kabul ediliyor. Profesör Celal Şengör, "İbrahim Peygamber'in yaşadığına dair elimizde herhangi bir kanıt yok, Nuh tufanı kökü Sümerlere dayanan bir pagan efsanesi" dediğinde hop, dini değerlere hakaret ettiği için dava açılabiliyor. Başta İslâm ülkeleri olmak üzere dine dayalı yönetimin hüküm sürdüğü topraklarda hiçbir bilimsel ve teknolojik ilerleme gözlenmediği bir gerçek. Yani atası maymun olan atası Adem olandan daha ilerde...Bilim yapmak isteyen sadece özgür ülkelerde çalışma imkânı bulabiliyor.  

21 yorum:

  1. atası maymun olanlar atası Adem olanları sömürüyor, onlara istediğini yaptırıyor :)

    YanıtlaSil
  2. Ben en son bilimin maymun dediğinde kalmışım, baya geride kalmışım, balığa kadar gelmişler.

    Fikirlerin serbestliği konusunda sıkıntı var, bu gerçek fakat üslup konusunda olan sıkıntı fikirlerin tartışılmasının önünü tıkıyor. Fikrimi paylaşıyorum diyerek alaycılığı ve küçük görmeyi öne çıkarıp ego tatmin ediyor bu ülkenin profundan sıradan vatandaşına herkes.Benim gözlemim bu yönde

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tek tartışma insan olarak ortaya çıkışımız olsa, geldiğimiz yer ayrı gideceğimiz yer ayrı tartışma konusu:)) Tabii canım, daha da geri gidip tek hücrelilere kadar götürebiliriz. Canlılarda yaşamın başlangıcıyla başladı insanlık serüvenimiz. Biz bazen kibir yapıp kendimizi ayrı yerde konumlandırıyoruz sadece:)
      Evet sıkıntı var, bir yere kadar katılıyorum buna. Eğer insan kendinden eminse ve düşüncelerinde samimiyse egosunu tatmin etmek için saygısız davranmamalı, saygısız söz sarf etmemelidir. Ama kritik sözcük "saygı" burada. Dinin yaşamın bir parçası olması sorunu çözümsüz kılıyor bence. Sözgelimi ramazan ayında lokantada içkili yemek yenmesi dindar kesime niye saygısızlık olsun. Ona kalırsa camilerde beş vakit ezan okunması dindar kesim için mutluluk vesilesi iken başka bir dine mensup ya da inanmayanların gözünde saygısızlık diyebiliriz o zaman. Sanırım esas sorun bu. Özellikle İslamiyet yaşamı şekillendiriyor, dindarlar da buna ellerinden geldiğince uymaya çalışıyorlar. Oysa diğer bir kesim dini bireysel görüp toplum yaşamına dini sokmak istemiyor. Aynı çevrede yaşadığımız için bu sorun yaratıyor. Yani saygısızlık olarak nitelendirirsek bu tek taraflı değil. Niçin yaşam dindarların istediği şekilde olacak? İnanmayan kişilerin vergisiyle imamların maaşının ödenmesi ne kadar adil? Biri ben Allah'a inanıyorum derken yargılanmıyor da, diğeri ben İbrahim peygambere inanmıyorum dedi diye hakkında niye dava açılıyor? Din ve etnisite üzerinden sömürü devam ettiği sürece bu tartışma sürer ve kazanan her zaman sermaye olur.
      Yorumunuz için teşekkürler, benim düşüncem de bu şekilde:)

      Sil
  3. Çok güzel bir konu ele alınmış. Tebrik ederim konu için deep :)
    Ayrıca çok güzel anlatım yapmışsınız Kaystros Tyrha :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnanır mısınız, bu kadar netameli bir konuya Deep'in gireceğini hiç tahmin etmezdim. Teşekkür ederim de, aslında anlatmak istediklerim bu yazıyla sınırlı değil. Ben de eskiden farklı düşünürdüm, şimdi farklı düşünüyorum. Üniversitenin ilk yıllarında savunduğum şeyler çok farklıydı ve bir de baktım ki yanlış yapmışım. Bazı tartışmalar, insanın hayal dünyasını yıkar, üzer, düşündürür ama önemli olan doğrusunu bulmak bence. Bu bakımdan Adem Havva hikayeleri bana efsaneden öte gelmiyor ve ben bunu söylerken birilerini kırmadığımdan emin olamıyorum. Bu kötü bir durum:(

      Sil
  4. Her hafta "Ağaç Ev Sohbetleri tüm hızıyla devam ediyor " diyordunuz. Bu hafta ilginç bir konuyla daha da hızlanmış. Bu konuda sohbete katılacak kadar kendime güvenemedim. Bilgilerimi tazelemek, kitap karıştırmak gerekir diye düşündüm. Ama bu arada sayenizde yeni eklemeler de yapmış olduk. Teşekkürler.
    Esenlikler diliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, bu haftanın konusu bomba:)) Ben hem dini yönden hem de ilmi yönden kendi adıma yeterli araştırma yaptığımı düşünüyorum. Fakat bununla sınırlı değilim ve halen samimiyetine inandığım din ve ilim adamlarını takip ederim. Sözgelimi ilahiyatçı ve tefsir konusunda güvendiğim Profesör Mustafa Öztürk samimiyetine inandığım düzgün bir insan. Ne yazık ki, özgürce tartışma ortamı yok ülkemizde. Ayrıca bu konular üzerinde tartışmak dine hakaret olarak algılanıyor çoğu zaman ve tabu kabul ediliyor en azından. Riskli de aynı zamanda. Teşekkür ederim, katkıda bulunduğunuz için:)

      Sil
  5. Ben de pek önemsemedim. Ne zaman, nasıl ortaya çıktıysak çıktık. Fakat bununla bitmiyor iş. Ne yapmaya geldik, nereye gideceğiz sorunsalı da ayrı bir tartışma konusu. İçimizde nasıl bir insan besliyoruz konusu ise tamamen ayrı bir konu. Buna kısaca cevabım, kötü bir insan olarak doğuyoruz, bencil, çıkarcı, fırsatçı. Sonra çevremiz biraz şekillendiriyor bizi. Ama en önemlisi aklımızla, irademizle bu kötü yanlarımızı bazen törpülemeye, bazen bize zarar vereceği düşüncesiyle engellemeye çalışıyoruz. Teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  6. Konu tam sizlik olmuş aslında. Keyifle okudum yazınızı

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Keşke herkes samimi düşüncelerini korkmadan, çekinmeden, özgürce paylaşabilse. İnanın bu yazıyı yazarken zorlandım. Hayır, korktuğum için değil, benim gibi düşünmeyen bir başkasını kırmamak, üzmemek için. Ne yazık ki tabu kabul ettiğimiz bazı hususlar var ve bunu aşmamız gerektiğine inanıyorum. Fikir olarak her şeyin özgürce tartışılmasından yanayım:)

      Sil
  7. İnsanın ne zaman ortaya çıktığı çok önemli değil de asıl mesele insanlığın nereye doğru gittiğidir sanki. Herh geçen gün daha da kötüye giden bir insanlık var...

    YanıtlaSil
  8. Bu hafta da çok zor yerden bir konu seçilmiş, beynim lapa oldu valla düşünürken.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Düşünmek güzeldir, beynin lapa olmasına değer. Düşünmemek kötü:)

      Sil
  9. 2. paragraf ve inanç için söyledikleriniz tam isabet Mr. Kaplan :) Evrim Teorisi'ne inanıyorum ama çözemediğim bir konu var: Bu evrim süreci niye bir yerde durmuş? Niye hâlâ ilk adımdan son adıma doğru aynı şekilde devam etmiyor. Evrimin gelip gelebileceği en mükemmel nokta insandı, yeteri kadar insan olunca evrim süreci yeter artık, duralım her canlı olduğu aşamada kalsın bundan sonra mı dedi? Kafamda deli sorular :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah Mrs. Kedi, takıldığınız yer beni şaşırttı doğrusu:)) Kim demiş evrim süreci durdu diye? Süreç bütün canlılar için devam ediyor. Fakat bu süreç yüz yılda bin yılda yeni türler çıkartmıyor ortaya. Milyonlarca yıl gerekiyor değişim için. Dünyanda canlı hayatın başladığı dört ila dört buçuk milyar olduğu düşünülürse milyon yılın ne önemi var. Çok uzun süreler bunlar. Bundan sonra insan gelişmesini tamamlamış daha bir yere gidemez diyemeyiz. Evrim çevre şartlarına göre canlının kendini adapte etmesidir aslında. İleride yeni bir buzul çağı yaşanacak ve insanların derisi tüylenecek belki. Fakat insan ne olursa olsun kendini ısıtacak ortam yaratır. Bu değil de özellikle bilgisayar, internet, yapay zeka derken, insan beden gücünü daha az kullanacağından elleri ayakları küçülecek belki, düşünmekten kafası büyüyebilir, oturmaktan dolayı poposu büyüyebilir sözgelimi:) Elbette bir milyar yıl sonra dünyanın hangi süreçlerden geçeceğini ve ne hale geleceğini bilemiyoruz. Bunu bilebilsek, bilim adamları ileride evrimsel dönüşüm hakkında bazı teoriler geliştirirler şüphesiz. Basit bir örnek; diyelim ki atmosferde oksijen azalmaya başladı ve neredeyse yok olma yolunda. O zaman inanıyorum ki, insan kendini onun yerini alabilecek diğer bir gazla ayakta tutmayı başarabilir. Zira bildiğim kadarıyla bizim teneffüs etmemiz halinde hemen öldüren asitli ortamlarda, okyanus diplerinde yaşayabilen bazı canlı türleri var. Belki de o kadar büyük değişikliğe uğrayacağız ki, bugünkü türden eser kalmayacak. Yeni türler ortaya çıkacak insanın yerini alan. Bu yeni tür, milyon yıl önce atalarımız insandı diyebilecekler, bizim bugün atalarımız maymun dediğimiz gibi. Ve muhtemeldir ki o türün görüntüsü bizim midemizi bulandıracak ama onlar da geçmiş zamanda yaşayan bizleri maymun gibi görecekler:)))

      Sil
    2. Mr. Kaplan, tam anlatamadım - yazarken de biliyordum ama tembellik edip detaya inmedim - Demek istediğim Evrim teorisine göre canlılar evrilip farklı canlılara dönüşüyor. Mesela bazı balıklar -/ deniz canlıları karaya çıkmış, ayakları oluşmuş vs. Pat diye olmuyor tabi ki biliyorum. Demek istediğim bir zamanlar karaya çıkıp ayakları oluşan canlılar vardı da şimdi niye yok? Değişen değişmiş, herkes cinsini - tarafını mı seçmiş bir noktada :)) Belki de benim gözden kaçırdığım şeyler vardır, ben daha detaylı bakayım şu Evrim teorisine :)

      Sil
    3. "Değişen değişmiş, herkes cinsini - tarafını mı seçmiş bir noktada :))"
      Canlılar bu evrimleşme sürecinde karar mercii değiller ki. Çevre koşulları onları biçimlendiriyor. Koşullara dayanmak için sürekli mutasyona uğruyorlar ve bu süreç dünyanın sonuna kadar devam edecek. Karaya geçiş bir geçiş dönemi, süreç tamamlanınca denizde yaşamı için gerekli olacak organlar ortadan kalkıyor. İşin doğrusu Mrs. Kedi, geçmişe dair bazı bilimsel kanıtlar, teoriler var fakat geleceğe yönelik nasıl bir evrim geçireceğimizi Allah bilir:)))

      Sil
    4. Eskiden okuduğum bir metin olduğu için kafamda yorumlamışım sanırım özür dilerim. Orijinal metinler;
      “Birey doğumundan beri tekbaşına bırakılırsa, duyularında ve duygularında aklımızın alamayacağı kadar ilkel ve hayvanımsı kalır. Birey ne ise odur, varlığından gelme büyük bir erdemliği yoktur onun, besbelli.”

      Alıntı Şuradan
      Dünyamıza Bakış
      Albert Einstein
      https://itunes.apple.com/WebObjects/MZStore.woa/wa/viewBook?id=0
      Bu malzeme telif hakkı ile korunuyor olabilir.

      “Bu inanç deneyde kendini gösteren yüce bir aklın derin duygusuyla birleşince benim için Tanrı kavramı olur. Herkesin anlayacağı bir deyimle buna «panteizm » denir. ”

      Alıntı Şuradan
      Dünyamıza Bakış
      Albert Einstein
      https://itunes.apple.com/WebObjects/MZStore.woa/wa/viewBook?id=0
      Bu malzeme telif hakkı ile korunuyor olabilir.

      Son olarak kurmuş olduğum soru işaretli cümlelere vermiş olacağınız bu sayfayı takip eden bizler için güzel bir bakış oluşturacaktır.

      Sil
    5. Rica ederim. Verdiğiniz linkleri açamadım fakat diğer kaynaklardan yaptığınız alıntıların Albert Einstein'a ait olduğunu gördüm. Bilim adamları, filozoflar tarihsel süreç içerisinde birçok teori, tez ortaya atmış ve bunları mevcut bilgileri çerçevesinde savunmuşlardır. Bazen aynı konuda farklı düşünceler ortaya çıkmış, yeterli kanıtla desteklenmeyenler çürütülerek yerine akıl yoluyla hemen herkesin kabul edebileceği sağlam teoriler ayakta kalmıştır. Bilimin güzelliği, dini inançlardan farkı buradadır zaten. Charles Darwin ya da Albert Einstein tarafından ortaya konulan teorileri çürüten bir başkası çıkarsa elbette geçerli olan odur. Ben mevcut bilgimle insanın çamurdan yaratıldığına ve yedi bin yıl önce cennetten kovulup dünyaya atıldığına inanmak yerine evrim teorisini daha mantıklı buluyorum.

      Üniversite yıllarında aldığım psikoloji dersinde John Locke'un ortaya attığı "tabula rasa" önermesinden etkilenmiştim. Locke, insanın doğduğunda yoğrulmamış bir hamur ya da boş bir levha olduğundan bahseder. Ona göre doğuştan gelen hiçbir bilgi yoktur. Bütün bilgileri, çevresinden, tecrübe ve duyularıyla alır. Bugün ben bunun doğruluğuna inanmıyorum. Çevrenin büyük etkisi var elbette, fakat çevrenin yanı sıra genler yoluyla taşınan ve doğuştan itibaren var olan iyi ya da kötü özellikleri bulunduğuna inanıyorum insanın.

      İnsanın evrimsel tekamülü sürecinde zeka ve fiziksel özellikleri gelişmekte. Evrim milyonlarca yıllık bir süreç. Bunu fark etmemiz mümkün değil fakat yapılan araştırmalar milyonlarca yıl öncesinden bazı gerçekleri ortaya çıkardı. Belki milyonlarca yıl önce zeka seviyemiz, el becerilerimiz hayvanların sahip olduğu kadardı. Zamanla beynimiz büyüdü, sinir sistemimiz gelişti, duyu organlarımız gelişti. İşe yarayan organlarımız gelişirken yaramayanlar köreldi. Gelişen zekamızla toplu yaşamayı, gelişen fiziksel özelliklerimizle konuşup dinlemeyi ve birbirimizle iletişim kurmayı öğrendik. Bunun için bir modele ihtiyacımız yok. Bize bu özellikleri kazandıran evrimin ta kendisi. Hayatta kalmamızın nedeni bu evrimleşme sürecimiz. Aksi takdirde insan diye bir canlı türü olmazdı zaten.

      "Evrimin en büyük dayanağı hayvanlarla olan ortak yanlarımızdır. Bu aslında tek bir yaratıcının imzası olarak yorumlanamaz mı?" diye soruyorsunuz. Hayvanlarla ortak yanlarımızın olmasından yola çıkarak buradan tek bir yaratıcının varlığı sonucunu nasıl çıkardığınızı anlayabilmiş değilim.

      Evrim konusunda güzel bir kaynak adresi vereyim ben size. Eminim ilginizi çekecektir. Alttaki linkte insanın konuşmayı nasıl öğrendiğine dair bilimsel bir açıklama var. Aynı sitede evrimle ilgili aklınıza gelebilecek her türlü soruya cevap bulabilirsiniz.
      https://evrimagaci.org/soru/insanlar-konusmayi-nasil-ogrendi-15090
      Teşekkürler:)

      Sil