İçinden bir parça koptuğunu hissetti. Ne yaparsa yapsın Niki'nin kararını değiştirmeyeceğinden ve arkasını dönüp gideceğinden emindi, lâkin ateşler içinde yanan yüreğine söz geçiremiyordu. Ailesinin gururunu kurtarmaya yemin etmiş genç kızın duygularına gem vuran inatçı ve umursamaz bakışlarının biraz olsun yumuşadığını gördüğünde sevgisine karşılık bulduğu hissine kapılıp umutlanmıştı oysa. Şimdi geri dönmemek üzere bir kuş gibi havalanmıştı gökyüzüne, ellerinin arasından. Gözyaşları damla damla yanaklarından süzülürken hayatın ne kadar acımasız, ne kadar anlamsız olduğunu düşündü. Koşup peşinden gitmek, ayaklarına kapanmak, yalvarmak istiyordu. Fakat bütün bunların nafile çabalar olacağını, genç kızı yolundan çevirmenin asla mümkün olamayacağını adı gibi biliyordu Norman. Nemli gözlerinde belli belirsiz bir ümit ışığı belirdi. Acaba olabilir miydi böyle bir mucize. Ya karşılamaya gelen olmazsa Niki'yi? Onu o halde bırakıp gidecek miydi? Uzaktan genç kızı takip etmeye karar verdi. Yüreğine taş basıp genç kızın evleneceği adamı görene kadar işin peşini bırakmayacaktı. Cebinden çıkardığı mendille gözünün nemini aldı ve çıkışa doğru yürümeye başladı.
Rıhtımı dolduran yüzlerce genç kız, kendilerini karşılamaya gelen damat adaylarına neşeyle ellerini sallayıp karşılık verirken bağrışmalar, anonslar, çığlıklar karışmıştı birbirine, kulakları sağır eden bir gürültü sarmıştı her yanı. Ön tarafı tel örgüyle kapatılmış platformda toplanan erkekler, ellerinde çiçekler ve en şık kıyafetleriyle, kalabalığın arasında müstakbel eşlerini seçmeye çalışıyorlardı.
Terzi Prothromos, erkek kardeşleriyle beraber gelmişti Niki'yi karşılamaya. Elli yaşını aşkın olmasına rağmen olduğundan daha genç gösteriyordu. Saçlarını siyaha boyatmış, bıyıklarına özenle şekil vermişti. Açık renk şık takım elbisesi giymişti, kahverengi kravatıyla aynı parlak kumaştan bir cep mendili kıyafetini tamamlıyordu.
"Keşke bir resmi olsaydı elimizde be birader!" dedi, kardeşlerden genç olanı. Yüzlerce genç kadını bir anda karşısında görünce yüzünü asmış, karamsarlığa kapılmıştı. Diğer kardeş elindeki gonca güllerden oluşan buketi uzattı ağabeyine. "Ağabey, tut şu çiçekleri, damadın kim olduğunu anlayabilsin!" Üç kardeş birbirine bakıp gülümserken küçük olan lâfının devamını getirdi. "Hepimiz de bıyıklıyız, bir karışıklığa meydan vermeyelim... Bu kadar insan arasında seni tanıması onun için epey zor olacak." Büyük kardeş, küçüğüne hak verdi. "Hatırlarsanız, kız kardeşi geldiğinde, onunla buluşana kadar ne sıkıntılar çekmiştik..."
Uzun yıllar mesleğini başarıyla icra ettiği Şikago'da şan şöhret sahibi olup varlıklı bir yaşam süren Prothromos, annesi Sofia'yı kırmamak için zoraki kabul etmişti bu evliliği. Niki de ailesinin şerefini kurtarmak, Eleni'nin ayıbını örtmek için, öz teyzesi ve aynı zamanda vaftiz annesi olan Sofia'nın talebini geri çevirmezdi. Birbirlerini ilk kez göreceklerdi. Buluşmalarını sağlayabilecek tek şey Niki'nin yanından ayırmadığı Prothromos'un portre fotoğrafıydı.
Son derece gergindi Prothromos, Eleni'den sonra ya Niki de olmazsa? O da yapamayıp memleketine dönmek isterse? Amerika'ya ilk geldiğinde o da büyük sıkıntılar çekmiş, aç kalmış, yatacak yer dahi bulamamıştı kendine. Yıllarca çalışmış, para biriktirmiş ve sonunda istediği her şeyi satın alabilecek, en güzel konutlarda oturabilecek konuma gelmişti. Artık tek isteği kendi milletinden, kendi kültüründen biriyle huzur içinde bir yuva kurmaktı. Eleni'ye elinden geldiği kadar yardım etmiş, onu hoşnut edebilmek için büyük çaba göstermişti fakat genç kız ailesinin, memleketinin özlemiyle yanıp tutuşurken yeni hayatına bir türlü uyum sağlayamamıştı. Prothromos, sil baştan bir kez daha tecrübe edecekti aynı şeyi şimdi.
Çiçeği kardeşinden alırken elleri titriyordu Prothromos'un. İçini çekti. "Tanrı aşkına... peki, ikinci defa nasıl olacak bu iş?... hem de kız kardeşiyle... " Küçük birader araya girdi. "Sıkma canını be ağabey... içini ferah tut... göreceksin bak, her şey güzel olacak... "
Gemiden çıkarken Olga'yı arıyordu Niki'nin gözleri. Siyah bir baş örtüsü geçirmişti başına fakat ön taraftan alnına dökülen beyazlaşmış saçları görünüyordu. Niki onu uzaktan gördüğünde, küçük kız, panik halinde sanki bir yere yetişmeye çalışıyor gibiydi. Kendisine seslenildiğini duyan Olga, ürkekçe başını çevirdi. Niki'yi görünce rahatladı ve yanına gelmesini bekledi. Yüzü bir suç işlemiş gibi kızarmıştı. Niki, çantasından çıkardığı bohçayı uzattı küçük kıza. "Al bunu," dedi. "İçinde Haro'nun gelinliği var, bu artık senin." Sesi titriyordu genç kızın.
Olga, utanarak öne indirdiği bakışlarını yavaşça yukarı kaldırırken masumca gülümsedi ve bohçayı Niki'nin elinden aldı. "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim." dedi. İki genç kız birbirlerine sımsıkı sarıldı.
Olga'yla vedalaşan Niki'nin gözleri dolmuştu. Eşyalarını koyduğu heybeyi sırtlayıp kalabalığın arasına karıştı. Norman'ın kendisini takip ettiğinden emindi. Yüksek platformun korkuluğundan sarkarak ellerindeki rengarenk çiçekleri, beyaz fötr şapkalarını sallayan yüzlerce adamın arasından Prothromos'u bulmak hiç de kolay olmayacaktı. Sadece adını bilen Prothromos'un Niki'yi görüp tanıması zaten mümkün değildi. Eğer bu buluşma gerçekleşmeyecek olursa ne yapacaktı Niki? Prothromos'a nasıl ulaşacağına dair hiçbir fikri yoktu genç kızın. Yukarıdan aşağıdaki kalabalığa doğru bağırarak sabırsızca sipariş gelinlerin adlarını çağırıyordu bazıları. "Bayan Thoraaaa... Thora Koutsoukos!" diye seslendi, elinde sarı çiçeklerden oluşan bir buket taşıyan genç adam. Kolunda sepetiyle genç kızlardan biri kalabalığın arasından sıyrılarak sesin geldiği yere koştu. Ortalık ana baba gününe dönmüştü. "Angela Pouixeos!" diye bağırdı başka biri. Yine, genç kızlardan biri, heyecanla başını çevirdi, korkuluktan uzatılan kollara doğru koştu. Kaderleri yüzlerine gülen genç kızlar birer ikişer sevdiklerine kavuşup yeni hayatlarına doğru yelken açıyorlardı. Umutsuzluğa düşen bazı gençler yanlarında getirdikleri, bekledikleri gelin adaylarının ad ve soyadları yazılı pankartları ellerinde sallayıp duruyorlardı ama kızlardan çoğu okuma yazma bilmediğinden pek işe yaramıyordu bu çabaları. "Sakız Adasından küçük Katinakiii" sesine doğru kollarını havaya kaldırıp koşmaya başladı, yanakları al al olmuş, başı yeşil tülbentle bağlı, şalvarlı küçük bir kız. Bayram yeriydi sanki, Amerikan bayraklarının yanı sıra değişik ülkelerin bayrakları sallanıyordu ellerde. Geldikleri ülkenin bayrağını gören gelin adayları o yöne doğru yaklaşıyordu. "Paraskevoula Petimertzis!" diye seslendi kalabalığın arasında dolaşan kadın bir görevli. Eşlerini bulan damat adaylarının sevinçleri görülmeye değerdi. Bazıları genç kızları kucaklayıp neşeyle dans ediyor, kimisi dualarını kabul ettiği için ellerini açıp Tanrı'ya dua ediyor bazıları ise sevinç göz yaşı döküyordu.
Dışarıda curcuna devam ederken gemiyi rıhtıma bağlayan halatlardan birine sarılan genç bir denizci, usta hareketlerle kendini gemiden dışarı sarkıtmayı başarmıştı. Arkasında sırt çantası başında Norman'ın hediye ettiği fötr şapkasıyla Nikolas'tan başkası değildi bu delikanlı. Önceden anlaştıkları üzere aşağıda bekliyordu Olga kendisini. Genç adam elinden sıkıca kavradığı genç kızla birlikte bir kaç adım attıktan sonra dönüp arkasına baktı. Yakayı ele vermeden kaçmayı başarmıştı. El ele verip neşeyle hayallerinin peşine koşarken izlerini kaybettirdiler.
Bulutsuz gökyüzünde güneş, tepe noktasından batıya doğru hızla ilerliyordu. Saatler geçmesine rağmen rıhtımdaki hareketlilik hız kesmemişti. Eşlerine kavuşan müstakbel damatlar, sipariş ettikleri genç kızları önce karantina ofislerine götürüp, orada doktor muayenesinden geçirdikten sonra sağlık raporlarını ve geçici kimliklerini almak üzere göçmen kabul bürolarına yönlendirildiler. Aralarında Niki'nin de bulunduğu bir grup genç kız, platform boyunca bir aşağı bir yukarı gidip geliyor, ellerindeki fotoğraflara dikkatlice baktıktan sonra platformda bekleyen adamların yüzlerini inceleyerek kendilerini karşılamayı umdukları adamları bulmaya çalışıyorlardı.
Niki, yürümekten yorulmuştu artık. Tam pes etmek üzereyken hemen karşısında kalabalığa boş gözlerle bakan üç adamın önünde durduğunda onu uzaktan izleyen Norman'ın kalbi sıkışmaya başladı. Niki, dikkatle elindeki Prothromos'un fotoğrafı inceledi emin olmak için. Sonra başını kaldırıp elinde çiçek tutan adama baktı. Yüzü, gözleri, burnu, bıyığı fotoğraftakinin aynıydı. Şüphesiz bu Prothromos olmalıydı. Fotoğraftaki adam biraz gülümsüyordu sanki. Fakat karşısındaki adamın suratı asıktı.
Prothromos ve kardeşleri Niki'nin onları izlediğinin farkında bile değildi. Arkalarındaki bir adam terzinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Niki'nin uzun bir süre onu incelediğini söylemiş olmalıydı. Prothromos, karşısındaki genç kıza baktı. Şimdi ikisi de birbirlerine bakıyordu. Niki, karşısındaki, babası yaşındaki adamdan bir türlü emin olamıyor, gözleri fotoğrafla Prothromos arasında mekik dokuyordu. Sonunda kararını verdi. Başındaki siyah örtüyü sırtına doğru kaydırdı. Güneşin ışınları bembeyaz saçları aydınlatıyordu. Gözlerini yere indirip öne doğru birkaç adım ilerledikten sonra durdu. Başını kaldırdı, Prothromos'la uzunca bir süre bakıştılar. Norman'ın umutlarının tükendiği andı bu. Daha fazla dayanamazdı artık. Genç adam, başını çevirdi, sessizce limanın çıkış kapısına doğru yürümeye başladı.
"Ben, Niki Douka'yım." dedi, sakin görünmeye çalışarak. İçinde kopan fırtınayı gizlemek ne derece mümkün olabilirdi. Prothromos için de şaşırtıcıydı bu tablo. Eleni'den sadece beş yaş büyüktü Niki. Beklediği genç kız olamazdı bu gördüğü, kendisini Niki olarak tanıtan kişi ak saçlı bir kadın olarak çıkmıştı karşısına. Ne var ki, kabullenmek zorundaydı. Ailenin şerefi söz konusuydu. Annesi Sofia, Niki'yi görmüş, beğenmiş ve oğluna lâyık görmüştü. Acılı gözlerle baktı Niki'ye. Yapacak bir şey yoktu.
Bir hafta sonra, Prothromos'un malikânesi, seçkin davetlilerin katıldığı bir düğüne ev sahipliği yapıyordu. Niki, üzerindeki süsleri ve taşları sökülmüş sade gelinliğini giymişti. Şen şakrak memleket müziklerinin ezgileri eşliğinde dans eden neşeli gençler arasında yüzü gülmeyen tek kişiydi Niki. Bedeni salonda Prothromos'la dans ederken, ruhu başka yerlerdeydi. Prothromos, elinden gelen her şeyi yapmış, bir türlü hoşnut edememişti genç kızı. Uzun gemi yolculuğu, tedavisi mümkün olmayan derin yaralar açmıştı yüreğinde. Karabulat'ın tuzağına düşürdüğü zavallı kızlar, Haro'nun yürek parçalayan hikâyesi, Norman, Norman, Norman... Genç kızın tek tesellisi, küçük Olga'nın kurtulmasıydı. Bir de Haro'ya karşı son görevini yerine getirmeliydi.
Haro'nun küçük bez bohçasını çantasına koyup sabah erkenden postanenin yolunu tuttu. İçerisi fazla kalabalık değildi. Ortadaki uzun masalardan birine oturdu. çantasından çıkardığı kenarları dantelli bez bohçayı açtı önüne. Genç kızın Norman tarafından çekilen gelinlik fotoğrafına baktı uzun bir süre. Fotoğrafın altında bir başka fotoğrafı aldı eline. Antonis'in fotoğrafıydı bu. Ve en altta bir deste mektup. Hepsini Antonis göndermişti Haro'ya. Her satırı özlem ve aşk kokuyordu. Teker teker okumasını istemişti ondan. Birlikte üzülmüşler, birbirlerini teselli etmişlerdi. Genç kıza gençsin, unutursun, yeni bir hayata başlayabilirsin demişti. Haro da ona bırakma sevdiğini, benim için çok geç ama senin şansın var hâlâ demişti. Haro, sözünü dinlememişti onun. O da kulak asmamıştı Haro'ya. İki ölü ruh, bir ruhunu kaybetmiş beden kalmıştı geriye. İki damla göz yaşı düştü mektupların üzerine. Büyükçe bir zarfın içine koydu resimleri, mektupları. Zarfın üzerini yazdı. "Asker Antonis Memas, Samothraki Adası, Yunanistan" Küçücük bir adaydı Semadirek, elbette eline geçerdi Antonis'in. Haro'ya ne olduğunu, eli varmadı yazmaya. Kapattı zarfın ağzını.
Günler, aylar birbirini kovalıyordu. Niki her şeyi unutmak için kendini çalışmaya vermişti. Gece gündüz dikişi bırakmıyordu elinden. Prothromos iyi davranıyordu ona. Pek karışmıyordu, kendi haline bırakmıştı bir süre. Alışmasını beklemişti yeni hayatına.
"Geç oldu, Niki... Hadi toparlan artık..." Genç kız hiç oralı olmadı. Prothromos, gazeteyi elinden bırakıp ayağa kalktı. "Çorba yaptım, soğuyacak!"
"Siz evlenmek için dırdır etmeyen bir kadın aramıyor muydunuz?... İşte, tam istediğiniz gibi birini buldunuz... Ayrıca çok çalışmaktan şikayetçi değilim." dedi Niki. Prothromos buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi.
"İzmir'de dırdırcı tipleri iyileştiren Meryem Ana diye bir yer var... Müslümanlar ve Hıristiyanlar... kilisenin dışındaki bir ağacın dallarına... çaput bağlayarak çare arar."
"Bunu duymuştum daha önce..." dedi Niki. Duygularından arınmış adeta bir robota dönmüştü yüzü. Prothromos, başını sallayıp sessizce yanından ayrılarak yatmaya gitti. Bir süre sonra dikiş makinesinin başından kalkan Niki, çalışma odasına geçti. Işığı açıp komodinin üst çekmecesinde, Norman'ın kendisine verdiği kutuyu çıkardı, masanın üstüne koydu. Kapağı kaldırdı, mukavva kutunun içinde Norman'ın çektiği sipariş gelinlerin fotoğrafları vardı. Teker teker elinden geçirirken hüzün kapladı içini. Fotoğrafların altındaki beyaz bir zarfın üzerinde büyük harflerle adı, soyadı yazılıydı. "NIKI DOUKA" Heyecanla ağzı kapalı zarfı aldı eline, dikkatli bir şekilde içindeki mektubu çıkardı. Norman'ın kendi el yazısıydı.
"Sevgili Niki,
Bundan böyle hiç aşk mektubu almadım dememen için yazıyorum bunları sana...
Ben senin dikiş iğneleriyle delik deşik olmuş ellerine aşık oldum...
Sonra kestane rengi gözlerine... Matia kastana...(*) Her şeyine...
Sen ve ben, farklı dünyalardanız, Niki... Esi ki ego...(**)
Şans eseri yollarımız kesişti... Artık asla bir araya gelemeyeceğiz... Çünkü bahtsız dünyaların insanıyız biz...
Şunu bil ki Niki, sonsuza kadar özleyeceğim seni...
Norman Harris"
Niki, parmağını mektubun üzerindeki Norman'ın adı üzerinde gezdirirken yaşlar akıyordu gözünden. Norman, diye fısıldadı, mektubu göğsüne bastırırken, sevgilim...
Savaş, arkasında telâfisi olmayan acılar bırakıp sona ermişti. Niki, kendisinden beklenen dırdırcı olmayan eş rolünü sürdürürken ruhu dışında kendisinden istenen her şeyi vermişti Prothromos ve ailesine. Kederini unutmak için deliler gibi çalışıyordu. Kısa sürede semeresini vermişti bu çalışmalar, erkek terzisi Prothromos kadın kıyafetleri üzerinde de söz sahibi olmuştu Niki sayesinde. Şikago'nun cemiyet hayatına girmişti Niki, modayı yakından takip eden, toplum tarafından sevilip saygı gören bir kişi olmuştu. Yardımsever, iyi yürekli, alçak gönüllüydü. Kendisine soru sorulmadan konuşmamasına, yüzünün gülmemesine de alışılmıştı herkes. Her ay, ailesine yüklüce para gönderiyor, üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getiriyordu. Prothromos, Niki'nin kalbine girebilmek için her yolu denemiş, defalarca sıkıntısının sebebini sormuş, onu hediyelere boğmuş, her istediğini yapmıştı ama yüzünü güldürmeyi başaramamıştı genç kızın. Hiçbir zaman Norman'dan bahsetmedi Prothromos'a. Memleket özlemine vurup sonunda kabullenmişlerdi genç kızın durumunu.
Yaklaşık bir yıl sonra bir ziyaretçisi olduğu söylendi Niki'ye. Kimmiş, diye sordu hizmetçiye. Aldığı cevap küllenmeye yüz tutan ateşi yeniden harlatmıştı yüreğinde. "Antonis Memas adında kılıksız bir adam!" dedi kadın. Hemen üstünü değiştirip kapıya koştu. Saçı başı dağılmış, üzerinde hırpani kıyafetleri olan avurtları çökmüş genç bir adam, elinde bir zarfla birlikte merdivenlerin başında bekliyordu.
"Antonis!" dedi, heyecanla. Adamın boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. "Gel içeri, "dedi kolundan çekerek. Hizmetçi, gözlerinin fal taşı gibi açmış, Niki'yi izliyordu.
Salona geçip antika koltuklardan birine oturdular yan yana. "Haro'nun arkadaşıyım, geçen yıl gemide tanışmıştık onunla," dedi.
"Hareklia," dedi cılız bir sesle Antonis. "Nerede şimdi, niye mektuplarımı geri gönderdi?"
"Çok sevmişti seni," dedi Niki, gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. "Ayrılığın acısına dayanamadı...." Dili varmıyordu her şeyi açık açık söylemeye.
Anlamıştı Antonis, gözleri karardı. Oturduğu koltuğa bir çuval gibi yığıldı.
Niki'nin mektubunu aldığında yeni çıkmıştı hastaneden Antonis. Koltuk değnekleriyle zar zor yürüyebiliyordu. Ayağa kalkar kalmaz ilk işi Haro'nun peşine düşmek olmuştu. Gümülcine'nin Karlıdere köyüne varıp sevdiği kızı alacaktı yanına. Babası çıkmıştı karşısına. Unut Haro'yu artık, demişti. Amerika'da zengin biriyle evlenmek üzere İstanbul'da bir gemiye bindirdiğini söylemişti genç kızı. O günden beri merak içindeydi, aylarca bir haber alamamıştı kendisinden. Karalar bağlamıştı Antonis. Adaya dönmüştü. Nasıl izini bulacaktı sevdiğinin? Tam o sırada Semadirek muhtarı yanına çağırmış, eline bir zarf vermişti. Şikago'dan geliyordu. Zarfın içinde kendi mektuplarını görünce şok olmuştu. Haro, nasıl vazgeçerdi ondan? Ne bir not ne de bir çift söz çıkmıştı zarftan. Sadece gelinlik içinde Haro'nun bir fotoğrafı ve ona yazmış olduğu tüm mektuplar... Bu işin içinde bir iş olmalıydı. O an kararını vermişti. Zarfın üzerinde gönderenin adı ve adresi yazılıydı. İlk fırsatta bir gemi bulup Şikago'ya mektubu gönderen kişiye ulaşacaktı. Kolay değildi bu iş tabii. Yolculuğa yetecek para biriktirmesi, bunun için yıllarca çalışması gerekiyordu. O kadar bekleyemezdi. Semadirek adasından ayrıldı. Pire limanında Amerika'ya gidecek gemilerde çalışmak üzere iş kollamaya başladı. Hamallık yaparak yarı aç yarı tok günlerini geçiriyordu. Aradan bir yıl geçtikten sonra beklediği fırsatı yakalayabilmişti ancak.
Niki, Haro'yu, gemi yolculuğunu, genç kızın udunu alıp yanık sesiyle ayrılık şarkıları söylediğini, uzun uzun dertleştiklerini, sevdiği insana ihanet etmemek için çaresizce nasıl çırpındığını, bunalıma girdiğini, geceler boyunca Antonis'in ismini sayıkladığını ve sonunda canına kıydığını anlattı. Genç adamın gözündeki yaşlar kurumuştu. Boş gözlerle bakıyordu Niki'ye.
"Uzun yoldan geldin, şimdi bir duş alıp bir şeyler atıştır ve dinlen biraz. Prothromos'la konuşurum, sana burada bir iş ayarlar." dedi Niki. Hizmetçiyi çağırıp onunla ilgilenmesini, Prothromos'un kıyafetlerinden birkaçını genç adama vermesini söyledi. Kadın ne yapacağını bilmez halde Niki'ye baktı bir süre. Yaklaşık bir yıldan beri ilk kez kendisinden bir şey istiyordu. Kekeleyerek, "Pe, peki efendim." dedi.
Gazeteci Norman geçmişin anılarıyla tutunmaya çalışıyordu hayata. Niki'yi unutamamıştı. Memleketi Detroit'te, yerel gazetelerin birinde kendine bir iş bulmuş, ayakta durmaya çalışıyordu. İş çıkışı semt pazarına uğrayıp yiyecek bir şeyler almak istedi bir gün. Gazeteci çırağı, kasketli, ufak bir çocuk "Son baskı!" diye bağırarak elindeki gazeteleri satmaya çalışıyordu. Biraz ötede manavın biri "Yeşil elmalar, kırmızı elmalar, sulu elmalar..." diye inletiyordu ortalığı. Gazete bayisinde çalışan bir genç elindeki dergiyi Norman'a uzattı. "Cemiyet hayatında olup bitenlere bir göz atmak istemez misiniz, beyim?" diyerek önünü kesti. Norman, magazin dergisinin kapağına bakınca az daha küçük dilini yutacaktı. Bayinin tezgâhını süsleyen meşhur Society dergisi, kapağında kendisinin çektiği Niki'nin portre fotoğrafına yer vermişti. Saçları simsiyah, gözleri kestaneydi. Bakışları, vakur ve kararlıydı. Kapak yüzünün sağ alt köşesinde büyük harflerle "sipariş gelinler" yazıyordu. Dergiyi eline aldı, uzun uzun baktı resme. Niki'nin hatıra olsun diye kendisine verdiği, kravatının üzerine iğneyle tutturduğu yeşil küpeyi okşadı. Satın adlığı derginin sayfaları arasında Niki'yle yapılmış bir röportaj vardı. İstese Şikago'ya gidip kendisine ulaşabilirdi. Fakat huzurunu kaçıramazdı genç kızın. Yüreğine taş basıp kabuk bağlayan yaraları deşmeyecekti yeniden. Nietzsche'nin dediği gibi iki insanın birbirini sahiplenme duygusundan çok daha öte bir şeydi aşk...
(*) Matia kastana: Yunanca, kestane gözler
(**) Esi ki ego: Yunanca, sen ve ben
**** SON ***
Mr. Kaplan sanki planladığınızdan erken bitirmişsiniz gibi geldi bana. Niki'nin Norman'la gitmeyeceğinden emindim. Ama içten içe kocasının iyi biri olacağını ve Niki'nin zamanla onu sevip birlikte mutlu olacaklarını düşünmüştüm.
YanıtlaSilBu kez mümkün olduğunca filme sadık kalmaya çalıştım Mrs. Kedi. Yani film bitince roman da bitti. Eğer okumanız bittiyse şiddetle film versiyonunu izlemenizi öneririm. İngilizce alt yazılı olması sizin için sorun olmayacak. Özellikle müziklerine bayılacaksınız. Ben Niki'nin yerinde olsaydım gider, aileme de yardım ederdim sanırım. Evet, Prothromos dedikleri gibi iyi bir insan. Filmi izleyin, Haro için mendilinizi yanınızda bulundurun:)
SilSize aşağıya bir link bırakıyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=qeTAImwScIk
Beklediğimden farklı bitti hikaye. Her ne kadar Niki mutsuz olsa da yaşadığı hayat pek çoklarına göre iyi. Kocası da şanssız bir adam aslında. Kendisini sevmeyen bir kadınla yaşlanmak hiç de iyi bir durum değil.
YanıtlaSilHikâyeyi mevcut şartlar ve zamana göre değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Bu bakımdan beklentilerimiz farklı olabilir. Sorumluluk duygusu, ailenin şerefi bir zamanlar daha önemliymiş sanırım. Elbette, dışarıdan baktığımızda Niki, evlendiği adam babasının yaşında olsa bile, şanslı kızlardan biri. Pek çok arkadaşı büyük sıkıntılar çekmiş olmalı. Fakat Niki'nin ailesine karşı taşıdığı sorumluluk bilinci aşk gibi kuvvetli bir duygunun üstüne çıkması ilginç bir durum. Onun içinde kopan fırtınalar belki diğerleri kadar ağır olabilir kendince. Kocasının şanssız olduğu fikrine de katılıyorum ayrıca. Kesinlikle, şanssız bir adam Prothromos. Teşekkürler:)
Sil"Nietzsche'nin dediği gibi iki insanın birbirini sahiplenme duygusundan çok daha öte bir şeydi aşk.."
YanıtlaSilBu cümle çok şey ifade ediyor.
Tüm bu anlatılanların sonucunda şuna seviniyorum, Niki en azından düzgün karakterlerin olduğu bir aileye gelin gitti. Elinize sağlık. Çok keyif alarak okudum. Yeni bir öykünün satırlarını bekler artık bu gözler. :)
Niki'nin tavrı Nietzsche'nin sözünü teyit eder gibi. Aşk insanın aklını başından alan bir duygu bence. Ancak hikayemizde gerek Niki, gerekse Norman akıllarını kullanarak duygularını bastırmayı başarıyorlar. Elbette bu acı veren bir tercih. Ki, Niki'nin özelinde iki ucu kirli değnek durumu var. Niki, iyi bir aileye gitti, bu doğru, fakat oraya giden sadece bedeni, ruhu Norman'da kaldı. Okuduğunuz, değer verdiğiniz, zaman ayırdığınız için ben size teşekkür ederim:)
SilHayatın gerçekleri ilgimi daha çok çekiyor doğrusu. İyisi ve kötüsüyle onları kabul etmek durumundayız ne yazık ki. Ben romanı yazarken filmin birkaç sahnesinde kendimi tutamadım, defalarca ağladım, ne yalan söyleyeyim. Oyuncular da hakkını vermişlerdi filmin. Müzikler muhteşemdi. Kurgu olmasına rağmen tarihsel gerçekleri yansıtan bir özelliği vardı konunun.
YanıtlaSilAz önce kitap incelemesi olarak yayımladığım Honore de Balzac'ın Vadideki Zambak romanında bahsedilen abartılı aşka ne dersiniz? Henriette'i öldüren de aşk acısı değil mi? Felix'i aynı duygudan nasibini almayan biri olarak görüyorum. Dolayısıyla aşk, yine tek kişilik, insanı ölüme kadar götüren bir delilik iddiam geçerli oluyor:) Onca süslü lâflara rağmen Vadideki Zambak, sonu ölümle bitmesine rağmen beni o kadar fazla etkilemedi. Oysa okumaya çalıştığınız roman taslağından ve filmden çok etkilendiğimi söylemek isterim.
Elbette gönül ister ki hep gönül okşayan şeyler yazıp okuyalım. Sevgili Sadece C. böyle davranırsak gerçeklerin yarısına gözlerimizi kapatmış olmaz mıyız? Bu şekilde yazarsam eğer, bana okuru kandırmışım gibi gelir. Fakat size yine de söz vermiş olayım, elimden geleni yapacağım sizi sevindirmek için:) Güzel sözleriniz için minnettarım, sağ olun:)
haklısınız, hayatın gerçekleri.. hep göz kapamak değil de (o zaman da ne sığ ve vurdumduymaz biri oluruz!), ne bileyim, biraz ara vermek, gözleri dinlendirmek diyeyim.. yoksa önce gözler sonra beyin sonra tüm vücut bozuluyor. o nedenle okuyamadım, yanlış eser değil de kişisel olarak yanlış zamandı sanırım :)
YanıtlaSilevet dört gözle bekliyoruz..
Kesinlikle:) İnsanın içinde bulunduğu psikolojik durum çok önemli kitap okurken, ya da film izlerken. Benim sıra dışı bir yapım var sanırım. Sözgelimi ben bu filmi izlerken gerçekten çok duygulandım, hüzünlendim, göz yaşı döktüm. İnanılmaz gelecek size ama bir yandan da bu duyguları yaşadığım ve karakterlerle empati kurabildiğim için mutluluk hissine kapıldım. Oluyor böyle şeyle bazen bana. Bazen sevdiğim bir müzik dinlerken de oluyor. "sweet suffering" ya da daha güzeli "douce souffrance". Almanlar "süßer Schmerz" mi diyor buna bilmiyorum:)) Fakat hâlâ içime sinen bir Türkçe karşılığı yok:(
YanıtlaSil
YanıtlaSilPardon üstteki yorumu yazım hatası nedeniyle sildim, yeniden doğru şekilde yazayım:
Yok yok ne demek istediğinizi çok iyi anlıyorum, insan “bu duyguları hissedebildiğim için ne mutlu bana” diyor, o kadar duygusuzca yaşayan insan arasında!
Almanlar pek romantik değiller, aşırı realistler hatta :))) onlarda sweet pain yok ama weltschmerz diye bir kelime var (dünya acısı / kahrı) dünyanın şu anki halini olabilecek ideal haliyle karşılaştırmaktan duyulan acı, kahır :))) Şahane bir kelime değil mi? Böyle psikopat kelimeler ancak Almancadan çıkar…
"weltschmerz" sözcüğünü taktım kafaya şimdi. Hiçbir dilde karşılığı yokmuş. Bu kelimeyi kazandırdığınız için teşekkürler. Anladığım kadarıyla "douce souffrance" sözcüğünün karşıtı gibi sanki. Birinde en tatlı anınızda içinizi varoluş sancısı gibi melankolik bir duygu kaplıyor ve hüzünleniyorsunuz, diğerinde ise acı sizi mutlu ediyor. Birinde olay sizin dışınızda, diğerinde içselleştiriyorsunuz. Şöyle dersem yanlış olmaz sanırım; birinde gülerken içiniz ağlıyor, diğerinde ağlarken içiniz ferahlıyor:))
YanıtlaSilDüşündüğümden çabuk bitti ama böylesi daha gerçekçi. Aslında ikisine üzülsem de Niki'nin Norman ile gitmemesi iyi oldu. Tabi aklında hep o kalacak ama ölümsüz aşklar hep kavuşamayanların aşkıdır. Birlikte olsalar belki büyü bozulacaktı.
YanıtlaSilKaleminize sağlık, bölümler uzun olmasına rağmen çabuk bitti gibi geldi. Karakterleri çok iyi işlediniz, anlatımınız da dikkat çekiciydi. :)
Aslında bir ara uzatmayı düşündüm fakat daha sonra vazgeçtim. Karakterler insana empati yapmasını ve bazı şeyleri sorgulamasını sağlıyor. Sözgelimi Norman'ın yerinde olmak istemezdim. İyi bir insan fakat Niki'yi ikna edemedi. Niki'nin işi zordu, kalbi ve aklı arasında bir seçim yapmak zorunda kaldı sanki. Aslında tam olarak da öyle değil belki. Akıllı bir seçim miydi onunkisi, tartışılır! Haro'ya çok üzüldüm, gerçek bir aşk örneğiydi kendisi.
SilEvet, bölümler uzundu bu kez. Diğer roman denemelerim ve çevirilerimden farklıydı. Okuduğunuz ve her bölümü ayrı ayrı yorumladığınız için, ayrıca nazik ve güven aşılayıcı sözlerinizden dolayı teşekkür ederim:)
olga erdi muradına, bunun dışında çok hüzünlü :)
YanıtlaSilEvet, Olga tek teselli:)
Sil