KATEGORİLER

7 Ağustos 2022 Pazar

YAŞAM MAHKUMLARI (BÖLÜM # 7)

Masalar, sandalyeler, konuşma seslerinin uğultuya dönüştüğü salonun uzak bir köşesine yığılmıştı. Üçüncü sınıf yolculara ait yemekhane, olağanüstü günlerinden birini yaşıyordu. İkinci el gelinliklerini giymiş yüzlerce kadın ve genç kızla dolan salon, beyaz lalelerden oluşan büyük bir çiçek bahçesine dönmüştü. Ürkek bakışlarla çevreyi süzen gelin adaylarından bir kısmının başlarında, duvak niyetine kullandıkları basit, birer tülbent parçası vardı. Bazıları ise, dantel işlemeli tül duvaklarını, ince beyaz kurdeleden saç bantları ya da beyaz çiçekli taçlarla süslemişti. Yüzlerce gelinin bir araya toplandığı, insanı hayrete düşüren, sıra dışı bir görüntü çıkmıştı ortaya.

Yanındaki iki denizciyle birlikte merdivenlerden inen Norman, birinci sınıfta görmeye alıştığımız şık kıyafetinden hayli farklıydı bu kez. Boynundaki kravatı atmıştı, ayağına eski bir kot pantolon geçirmiş, üstüne de krem rengi gömlek ve kahverengi ütüsüz bir ceket giymişti. Bunun sebebi, çalışırken rahat hareket edeceğini düşünmesinin yanı sıra, fotoğraflarını çekecek gelin adaylarına onlardan biriymiş gibi görünmek istemesiydi. Ancak salona adımını atar atmaz yanıldığını anladı. Hiç beklemediği bir durumla karşılaşmıştı; pırıl pırıl gelinlikleri içinde yüzlerce genç kız ona bakıyordu. Masalsı bu güzellik karşısında büyülenmiş, ağzı açık kalmıştı. Gözleri, salonu dolduran birbirinden güzel sipariş gelinlere dalmıştı, hayranlıkla seyrediyordu karşısındaki bu muhteşem manzarayı. Savaşın acılarıyla yoğrulmuş, Rusya'nın, Ege adalarının, Trakya'nın ve Anadolu'nun bağrından kopan yüzlerce Rus, Rum, Ermeni, Türk genç kızı rızaları olmadan, hiç görmedikleri, huyunu suyunu bilmedikleri adamlarla hayatlarını birleştireceklerdi! Hepsinin gözlerinde türlü yaşam hikâyelerinin izleri okunuyordu. Norman'ın görmek, okumak, anlamak istediği gözlerdi bunlar. Kimi umutlu, kimi neşeli, kimi endişeli, kimi hüzünlü, kimi acılı gözler... Her biri ailelerine destek olmak için yaşamak, başlarına gelecek sıkıntılara katlanmak zorundaydılar. Çoğu fakir, bir lokma ekmeğe muhtaç, öksüz, yetim, kimsesiz... Seçilmiş, saf, temiz ve güzel kızlar, genç kadınlar... İçlerinden bazıları sıla hasretine, geminin pis ve sağlıksız koşullarına dayanamayıp hayatını kaybedecek, Amerika'yı göremeden okyanusun derin sularına kurban verilecekti. Kimini karşılayan bile olmayacak ya da resmindeki gibi güzel değilmişsin denilerek ortada bırakılacaklardı. Bütün bu düşünceler film şeridi gibi birbiri ardına gözlerinin önünden geçti Norman'ın. Bulunduğu yere çakılmış, gelin adaylarını büyük bir hazla, saygıyla ve hayranlıkla izliyordu. 

"Muhteşem..." dedi. Gözleri dolmuştu. "Yaz mevsiminde yağan kar taneleri gibi..." 

Salondaki uğultu kesilmiş, gelin adaylarının meraklı bakışları, genç gazeteci üzerinde toplanmıştı. Norman, her bir gelinin yüz ifadesine bakıp farklı anlamlar çıkarmaya verdi kendini. Bir ara Olga'ya ilişti gözü. Genç kız, henüz 15 yaşındaydı, içlerinde en küçük olanı oydu. Üzerinde ne bir gelinlik, ne de başında duvağa benzer bir şey vardı. Sadece siyah partal bir ceket giymişti üzerine. Belli ki yolculuğa en hazırlıksız çıkanıydı o. Birkaç adım ilerleyip gelin kalabalığının arasına sokuldu. Daha yakından görmek, onları teker teker tanımak istiyordu. Göz göze geldiklerinde utanıp yavaşça başlarını önüne eğiyordu kızlar. Onar, on beşerli gruplar halinde kümelenmiş gelin adayları arasında dolaşıyordu. Rumların bulunduğu gruba geldiğinde gülümseyerek, "Kalimera" dedi sıcak bir ses tonuyla. Kızlar, hep bir ağızdan "Kalimera" diyerek aldılar selâmını Norman'ın. Biraz ötede, kendisini meraklı gözlerle izleyen gruba yöneldi. İçlerinden biri başına ay yıldızlı bir taç takmıştı. Henüz on yedisinde, açık kahverengi gözlü masum görünüşlü bir kızdı. Norman, gruptaki kızları uzun uzun süzdükten sonra, "Gun aydin" dedi bozuk Türkçesiyle. Kızlar hep bir ağızdan "Günaydın" diyerek karşılık verdiler. Tam o sırada arka taraftan birinin sesi duyuldu.

"Fatma, benim en büyük yardımcım." Norman, arkasına dönüp sesin geldiği yere baktığında Niki'yi gördü. "O olmasaydı, onca gelinliği yetiştirmezdim tek başına." diyerek yanına geldi genç kız.

Norman, "Nereliymiş Fatma?" diye sordu Niki'ye. 

"Asıl memleketi Salihli'ymiş. Ailesinin durumu son derece iyiymiş önceleri. Ancak savaşta babasını kaybedince reji yönetimi bütün topraklarına el koyup birikmiş borçlarına saymış. Annesi bu duruma fazla dayanamamış, kocasından hemen sonra vefat etmiş. Yanına sığındığı öz amcası, başlık parası için Fatma'yı iki köy ötede, bir ağaya vermek istemiş. Baskılardan bunalan Fatma, sonunda gördüğü eziyete dayanamamış ve köyünü bırakıp kaçmış." 

"Nereye kaçmış?" Niki'nin anlattıkları Norman'ın ilgisini çekmişti.

"Aslında kaçamamış, köy çıkışında heyecana kapılıp düşmüş ve ayağını incitmiş."

"Eee, geri dönmemiş mi köye?"

"Hayır, kader yüzüne gülmüş, Ohannes Amcası yetişmiş imdadına. Ohannes, Bornovalı bir incir ve üzüm tüccarıymış. Reji yönetimi ile arası iyiymiş. Köylüden topladığı iyi kalite üzüm ve incirleri Avrupa'ya satıyormuş. Ohannes, daha önce amcasının evinde birkaç kez görmüş Fatma'yı. Bu yüzden tanımış tabi hemen. Olan biteni öğrenince onu yanına alıp İzmir'e götürmüş.

"Bütün bunları o mu anlattı sana?" 

"Fatma Rumca bilmiyor, ben komşularımızdan biraz Türkçe öğrenmiştim ama konuşabilecek kadar değil." Niki, Fatma'nın yanında sürekli gülümseyen Rum kızını işaret etti. "Fatma'nın hikâyesini Eleni anlattı bana. Eleni, İzmirli, hem Rumcayı hem de Türkçe'yi ana dili gibi konuşabiliyor."

"Peki sonra?"

"Ohannes, sadece üzüm tüccarlığı yapmıyormuş. Güzel kızları toplayıp onları Amerika'ya gönderen bir ajansın sahibiymiş aynı zamanda." Niki, Fatma'nın yanındaki genç kızları gösterdi. "Bütün bu kızlarla Ohannes'in köşkünde tanışmış Fatma." Her birini eliyle işaret edip göstererek isimlerini saymaya başladı. "Gülsüm, Makbule, Rita, Natali, Marian, Eleni, Azniv... Hepsi de Ohannes'in Amerika'ya gönderdiği sipariş gelinler..."   

"Vay canına!" diyerek şaşkınlığını gösterdi, Norman.

Biraz daha ilerledi gelinlerin arasında. "Good morning" dedi, herkese. "Maalesef Rusça bilmiyorum." derken gülümsedi. Kendini tanıttıktan sonra sakin bir şekilde yapacaklarını anlatmaya başladı.

"Adım Norman Harris. Öncelikle fotoğraflarınızı çekmeme izin vererek beni onurlandırdığınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim. Hepiniz... Gerçekten... İnanılmaz derecede güzel görünüyorsunuz. Gelinliklerinizi giyip süslenmişsiniz. Fakat bu iş biraz zaman alacak..." Arkada kalan genç denizciyi gösterdi Norman, "Şurada kapının yanında duran delikanlı, Nikolas, benim yardımcım... Güzel gelinliklerinizle beraber sizin fotoğraflarınızı çekerken bana yardım edecek." Norman, gelinlerin başlarına taktıkları yapma çiçeklerle bezenmiş taçlara baktı, hayranlıkla. "Harika... Başınızdaki çiçekli duvaklar çok hoşuma gitti benim de. Muhteşem görünüyorlar... Hepinizin farklı ülkelerden geldiğini biliyorum. Sizlerin ayrı ayrı fotoğraflarınızı çekmeye çalışacağım..." Elinde küçük bir tepsiyle yanına gelen Niki'yi görünce konuşması kesildi gazetecinin. Diğerleri gibi gelinliğini giymemiş, kuzguni siyah saçlarını gösterişsiz siyah elbisesinin üzerine salmıştı. Niki, tepsinin üzerindeki küçük cam sürahiden özenle ince bir bardağa boşalttığı içkiyi Norman'a uzattı. 

"Size iyi şanslar dilerim, efendim." 

Norman, Niki'ye gülümsedi. Onun bu nazik davranışından etkilenmişti. Niki, de ona gülümseyerek karşılık verdi ve bakışını yere indirdi. Norman, gözlerini Niki'den ayırmaksızın içkisinden küçük bir yudum aldı.

"Teşekkür ederim," dedi. "İyi dileklerinize ihtiyacım var. Eğer Nikola'yla iletişim sorunu yaşarsam, sizin İngilizcenize de ihtiyacım olabilir." Biraz geri çekilen Norman, Niki'yi tepeden aşağı süzdü. "Neden siyahlar giymişsin?" Niki, Norman'a baktı.

"Çünkü fotoğraf çektirmeyeceğim." Dönüp giderken Norman seslendi arkasından.

"Niki, Lütfen, gitme hemen, ilk senin fotoğrafını çekmek istiyorum." Yalvarırcasına gözlerinin içine bakıyordu genç kızın. "Bana şans getirmesi için." Niki sessizliğini korudu, ona cevap vermeden ayrıldı.

"Nikola, hadi başlıyoruz." Norman, kaptandan aldığı fotoğraf makinesini tripoda sabitlemeye çalışan denizciye seslendi. Niki'nin inadını bir türlü kıramamıştı. Denizcilerden bir diğeri, eline aldığı ayaklı projektörün yerini değiştirip duruyor, gazeteciye bakıp ondan gelecek talimatı bekliyordu. Salonun bir köşesi kamera, tripod, yansıtıcı, fon perdesi, ışık ve kablolarla kusursuz bir stüdyo haline gelmişti. Norman'ın yüzü gülüyordu, hazırlıklar kısa zamanda tamamlanmış, denizciler üstlendikleri görevi layıkıyla yerine getirmişti. "Gençler, hazır mıyız?" diye son bir kez seslendi, neşeyle. 

Norman'ın peşini bırakmayan Karabulat, tam o sırada merdivenlerden aşağı iniyordu. Başında beyaz fötr şapkası, beyaz takım elbise ve koyu gri kravatıyla şıklığına diyecek yoktu. Ancak bu görünümüyle bağdaşmayan çikletini yine ihmal etmemişti. Bu özelliğini bilmeyen yabancı biri, onu geviş getiren bir  hayvana benzetirdi şüphesiz. Stüdyoya çevrilen alanda hazırlıklarla ilgilendiği izlenimi yaratmaya çalışan Karabulat, gözlerini birbirinden güzel gelinlerin üzerinde gezdirirken farkında olmadan yüzünde oluşan sinsi ifade, gerçek niyetini ele veriyordu. Salonun uzak bir köşesinde kümelenen grubun içinde masum bir şekilde gülümseyen küçük Olga'yı görür görmez içi ferahlamıştı. Fakat pek uzun sürmedi bu durum. Zira Norman'ın kendine yardımcı seçtiği yakışıklı genç denizci, Nikola da her fırsatta Olga'yı kesiyordu. Genç kızın gülümsemesinin nedenini anlamıştı Karabulat, bir anda suratı asıldı, keyfi kaçtı. Hırsla salonu terk ederek merdivenlere yöneldi.

Norman makinenin başına geçti, eliyle işaret ettiği güzel bir Rum kızının yanına gelmesini istedi.

"İlk olarak senden başlayalım mı? Ne dersin?" Genç kız ürkek adımlarla yaklaştı. Heyecandan ne yapacağını bilmez halde gazetecinin karşısına geçti. Norman, kıza durması gereken yeri gösterdikten sonra "O halde çekime başlıyoruz." dedi. Arkada ayakta sıralarını bekleyen diğer gelinlere seslendi. "Şimdi hepiniz oturun lütfen, bulunduğunuz yere çökün hadi." Yüzlerce gelin eteklerini toplayıp salonun zeminine çömeldiler. Norman genç kıza yakından bakıp saçlarını, duvağını düzeltti. "Evet, bu şekilde daha güzel duracak." Eliyle makineyi işaret etti. "Şimdi şuraya, merceğe doğru bakmanı istiyorum. Dediğimi anlayabiliyor musun?" Kız başını sallayarak anladığını gösterdi. 

Nikola, elindeki deftere kızın ismini kaydettikten sonra yüksek sesle okudu. "Aikaterini, 23 yaşında..."

"Ne kadar güzel adın varmış!" dedi, Norman. Son hazırlıklar tamamladı. "İşte şimdi başlıyoruz. Tamam, böyle kal, kıpırdama, bu şekilde çok güzel çıkacak resmin." dedi. Gözünü makinenin vizörüne dayadı. Bu esnada projektör ayağını iki eliyle sabitleyen Nikola, büyülenmiş gibi gözlerini alamıyordu Olga'dan. Olga da sessizce gülümsüyordu ona. Nikola ile Olga arasındaki bu sessiz mesajlaşma birinin daha dikkatinden kaçmamıştı. Gelinliği ve taçlı duvağıyla sırasını bekleyen Haro, Niki'nin kulağına eğilip bir şeyler fısıldadı. Niki, Haro'ya anlamlı bir bakış atarak göz kırptı. Norman Aikaterini'ye bakıp sağ elinin baş ve işaret parmaklarını açarak çenesinin altına götürdü. "Hadi biraz gülümse şimdi." dedi. Önce anlamadı genç kız, gözlerini açtı. Daha sonra Norman'ın şekilden şekile girdiğini görünce içten gelen bir gülümsemeyle aydınlandı yüzü. "Tamam," dedi Norman, eliyle işaret ederek. "Böyle kal, sakın bozma." Deklanşörün cızırtılı sesi duyuldu, ardından patlayan flaş salonu aydınlattı. "Sıradaki!" diye seslendi Norman. Nikola gözlerini Olga'dan ayırıp telaşla yeni gelinin adını not aldı ve arkasından herkesin duyabileceği bir sesle duyurdu. "Angeliki, 19 yaşında..."

***

Norman, odasına girdiğinde, gemi fotoğrafçısı şişko Yorgo, masasının başına oturmuş, önceden tab ettiği fotoğrafların kenarlarını kesmekle meşguldü.

"Bitirebildin mi?" diye sordu, Norman.

"Evet," dedi Yorgo, kendinden emin bir şekilde. Basılmış portre fotoğraflardan birini gösterdi gazeteciye. "Beğendiniz mi?"

"Harika," dedi Norman. Fotoğrafların bir kısmını çantasının içine koyup "Görüşmek üzere," dedi ve odadan ayrıldı.

"Görüşürüz," dedi, Yorgo. Masasından kalktı, bir zarfın içine koyduğu negatifleri evrak dolabının çekmecesine koyduğu sırada kapıdan içeri Karabulat girdi. "Selâm Yorgo!" dedi heyecanla. Yorgo, dönüp başını çevirdi, masasına geçip yerine oturdu. "Hoş geldin."

Karabulat, masanın üzerindeki fotoğraf yığınını karıştırmaya başladı. "Şu utangaç gelinlere göz atmamda mahsur var mı?" 

Yorgo, yanında yılışıp duran adama dikti gözlerini. "Bunun için ödeme yapmanıza gerek yok, istediğiniz kadar bakabilirsiniz."

"Pekâlâ, ama ben yine de size hizmetinizin karşılığını ödemek istiyorum Yorgo." Karabulat, elini pantolonunun cebine attı ve bir tomar para çıkardı. "Mmm. Sizden istediğim sadece birkaç negatif." İkna edici yumuşak bir ses tonuyla fotoğrafçıya yaklaştı. "Amerikalıya onları kaybettiğini söylersin olur biter." Para tomarından birkaç banknotu ayırıp masa lambasının altına iliştirdi. 

"Üzgünüm," dedi Yorgo. "Ancak, isteğinizi yerine getirmem ne yazık ki mümkün değil. Amerikalı onların hepsini dolabında saklıyor.

Böyle bir cevabı beklemeyen Karabulat, büyük bir öfkeyle lambanın altına bıraktığı paraları çekip geri aldı. "Kahretsin.." diyerek odayı terk etti.   

Norman, o günkü çekim işini bitirdikten sonra aşırı derecede yorulmasına rağmen kendini hayli mutlu hissediyordu. Odasına gidip duşunu aldı, üstünü değiştirdi. Yemek için güverteye çıkarken arkasından seslenen Karabulat'ı fark edince durup bekledi.

"Yelena Missin," dedi Karabulat. "Bizim Rus kızlarından biri. Bana onun fotoğrafını verin, lütfen." Yoluna devam eden Norman'a ayak uydururken anlatmaya devam etti. "Onun sağdıcıyım ve kendisi benim korumam altında. Müstakbel kocası çok iyi bir adam..."

"Endişelenmenize gerek yok Mr. Karabulat. Bedenini teşhir eden bir fotoğrafını çekmedim. Korkmasına hiç gerek yok." 

"Bırakın profil fotoğrafını, onun yüzünü, hatta yüzünün yarısını bile çekmenize müsaade etmiyorum. Şimdi uzatmayın da, onun fotoğraflarını lütfen verin bana."

Keyfi kaçan Norman, durup içini çekti. "Baskılar tamamlandıktan sonra en kısa zamanda size veririm." demek zorunda kaldı.

Karabulat pes etmiyordu. "Sizin onları tab ettiğinizi biliyorum."

"Fakat bizzat kendisi kabul etti fotoğrafının çekilmesini..." dedi Norman, Karabulat'ın salvolarını son bir kez savuşturma umuduyla.

"Biliyorsunuz, Mr. Harris," dedi Karabulut. "Bu kızlara hiçbir koşulda hayır dememeleri öğretilmiş."

Norman başını salladı. "Pekâlâ, onunla bir daha konuşurum."

Karabulat adeta yapışmıştı Amerikalıya. "Onun ne dediği önemli değil. Demem o ki, acentemizin bir çalışma prensibi var. Onunla bir sözleşme imzaladık." Yeniden yürümeye başladılar.

Norman sinirleniyordu. Karabulut'un karşısına geçti. "Şunu bilin ki, benim de bazı prensiplerim var." 

Karabulat bir netice alamayacağını nihayet anlamıştı. Sıkıntıyla iç geçirdi. "Pekâlâ," dedi. "Birbirimizin kalbini kırmaya gerek yok. Gemide bu konularla uğraşan birileri vardır mutlaka." Tehditkâr bir şekilde kaşlarını kaldırdı ve bir şey söylemeden arkasını dönüp gitti. Norman, canı sıkıntısıyla olduğu yerde donup kaldı kısa bir süre.   

*** 

Aradan birkaç gün geçmişti. Üst güvertede, gemi mürettebatından bazı üst düzey görevlilerle sohbet eden Norman, çekmiş olduğu fotoğrafları gösterdi kaptana. Kaptan kendi fotoğraflarını hayranlıkla incelerken Norman'a iltifat yağdırıyordu.  "Olduğumdan on yaş daha genç görünüyorum." Keyifle gevrek gevrek güldü. Fotoğraflar arasından kendine ait olanları alıp yanındaki bıyıklı ikinci kaptana uzattı. "Bunları şişko Yorgo'ya göster. fotoğraf nasıl çekilir görsün" dedi. "Onları sağlam bir yerde muhafaza etsin." Adam memnuniyetle başını salladı. "Peki kaptan, derhal kendisine teslim edeceğim." İkinci kaptan, fotoğrafları alıp yanlarından ayrıldı.

Norman, gelin adaylarının fotoğraflarını gururla kaptana göstermeye devam ediyordu. Kaptan, fotoğraflara gülümseyerek birer birer bakarken birden duraksadı. Başını kaldırıp Norman'a baktı, gülümseyen yüzü sıkıntılı bir hal almıştı.

"Norman, Ruslardan uzak dur, dostum." Yüzünün ifadesine bakılırsa kaptanın bu sözü, tavsiyeden çok tehdit içeriyordu.

"Bu yasağı koyan onların koruması mı?" diye sordu Norman.

Gayet sert bir şekilde, gözlerini dikerek cevapladı soruyu kaptan, "Ben yasaklıyorum."

"Bunun nedenini söyler misiniz?"

"Para!" 

"Ne parası?"

"Mr. Karabulat nevi'ne münhasır bir şahsiyet. Ancak kendisi, Interocean Denizcilik İşletmesinin en sadık müşterisi. Tam on bir yıldır sorunsuz bir işbirliğimiz var. Onun acentesi kanalıyla gelenler dışındaki kadınlar ve kızlarla yetinmek zorundasın. Onlar sana yeter de artar bile." 

Kaptan sözlerini bitirdikten sonra arkasını dönüp uzaklaştı. İşlerin bu hale geleceği aklının ucundan geçmemişti Norman'ın. Can sıkıntısıyla bir sigara yaktı. İçinin ateşiyle birlikte dumanı denize doğru üfledi. Karabulat, savaşı kazanmış görünüyordu. 


12 yorum:

  1. Bu defa müzik cuk oturmuş, bölüm de çok güzel. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu müzik, en sevdiklerim arasında yerini aldı. Haklısınız müzik bu öykü için bestelenmiş. Çok teşekkür ederim:)

      Sil
  2. Gözlerimin önünde canlandı gelinlikleri ve duvaklarıyla kızlar... bu bölüme bayıldım.. elinize sağlık. :)

    YanıtlaSil
  3. Çok güzeldi.. Bu hikaye kitap olmalı kesinlikle, burada kalmamalı :)

    YanıtlaSil
  4. "Kızlara hiçbir koşulda hayır dememeleri öğretilmiş" Bu söze gelene kadar ' Kızların bu kadar kolay fotoğrafa izin vermeleri ilginç' diye düşünmüştüm. Bir baskı ortamından gelmişler, korku var, bilinmezlik var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Norman - Fakat bizzat kendisi kabul etti fotoğrafının çekilmesini...
      Karabulat - Biliyorsunuz, bu kızlara hiçbir koşulda hayır dememeleri öğretilmiş.

      Norman, fotoğraf çekme konusunda kızın izninin aldığını söyleyince Karabulut'un onu boşa çıkarmak amacıyla verdiği karşılık bu aslında. Gerçekten durum öyle mi, yoksa Karabulut'un Norman'ı ikna etmek için söylenen bir söz mü? Bence ikincisi. Baskı ve korku ortamı yok geldikleri yerlerden aksine aile bağları güçlü. Fakat savaşın getirdiği acı (erkekler savaş meydanlarında ölüp yaralanıyorlar), kıtlık ve yoksulluk içinde kıvranıyorlar.
      Bu bakımdan kızların fotoğraf çekimine karşı çıkmak akıllarından bile geçmemiştir muhtemelen. Teşekkürler:)

      Sil
  5. İlgiyle takip ediyorum. Güzel bir bölümdü, her bölümde karakterleri daha yakından tanıyoruz. Kızların çaresizlik içinde olması ne üzücü, yolculuk sonrası hepsini belirsiz bir hayat bekliyor olacak. Emeğinize sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Haklısınız, bu romanda olayların yanı sıra kahramanların karakter özellikleri ve duygusal durumlarını öne çıkıyor. İyiler ve kötülerin savaşını görüyoruz bir bakıma. Yaşanan dram başlı başına bir felâket.

      Sil
  6. salihli. çok severim yaa. odun köftesi. 1950'lerde birçok traktör almışlar, zengin ilçe, satranç turnuvalarına gittim kaç kez, satrançta çok iyi orası :) liseler, kolejler çok iyi :) haydi olga, bir tek sen akıllısın gemide :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Salihli'nin bilmediğim özellikleri varmış, öğrendim:) Olga'nın dünyadan haberi yok ya:)

      Sil