KATEGORİLER

23 Ağustos 2022 Salı

YAŞAM MAHKUMLARI (BÖLÜM # 9)

Dikiş makinesiyle işi bittikten sonra kaptanın sırmalı ceketini ve dikiş kutusunu yanına alan Niki, üçüncü sınıf yolcuların bulunduğu kata indi. Alelacele üzerine rahat bir kıyafet geçirip gelişi güzel eşyaların yığıldığı duş kabinleriyle yatakhaneyi ayıran ara bölüme geçti ve geniş kanepelerden birine yerleşti. Arkasındaki lombozdan giren ışık sayesinde biraz olsun önünü görebiliyordu. Norman'ın kendisine hediye ettiği kitabı göğsüne bastırırken gözleri dalmıştı, yüzünde mutlu bir gülümseme belirdi. Tanıdıkça onu daha çok seviyor, onunla konuşmak hoşuna gidiyordu. Her şeyin gözüne toz pembe göründüğü o anlarda tüm umutlarını kendisine bağlayan ailesi düşüyordu aklına. Sofia Teyze'nin yüzüne nasıl bakardı? Eleni'den sonra Alexsandros'u ikinci kez hayal kırıklığına uğratmanın vebalini nasıl taşıyabilirdi? Kalbiyle aklı arasında sıkıştığını hissetti. Öte yandan Norman'a haksızlık ettiğini düşünüyor, soğuk davranarak onun kendisine yaklaşma çabalarını elinin tersiyle itiyordu. Amerika'da nasıl bir hayatı olacağına dair hiçbir fikri yoktu. Belki o da kardeşi Eleni gibi dayanamayıp geri dönecekti memleketine. O zaman Norman'a karşı ilgisiz davrandığına pişman olur muydu? Alexsandros Norman kadar kibar davranacak mıydı ona? Kafasının içinde bin bir soru uçuşup duruyordu. Tam o esnada bir hareketlenme oldu. Sol taraftaki ranzaların birinde sekiz yaşlarında bir çocuk ateşler içinde yanarken iniltili sesler çıkarıyordu. Yanı başındaki annesi ne yapacağını bilmez halde sessizce göz yaşı dökerken genç kızlardan biri duş kabininden çıkıp Niki'nin yanından geçti. Soğuk suyla doldurduğu beyaz, çinko kâseyi dökmemek için büyük çaba gösteriyordu. Kadın, genç kızın uzattığı kâsede ıslattığı bir bez parçasını yatağında sessizce sayıklamaya devam eden çocuğun sıcak alnına bastırdı. Gemide sıklıkla karşılaşılan bu türden manzaralara alışmıştı artık Niki. Aynı dili konuşamadığı için onlara acımaktan başka bir şey yapamamanın verdiği can sıkıntısıyla elindeki kitabı bıraktı ve kaptanın ceketini kucağına aldı. Dikiş kutusundan çıkardığı siyah makara ipliğinden uzunca bir parça kopardı dişiyle, kopan düğmeyi yerine dikmeye hazırlandı. O sırada ceketin cebinden yere düşen bir kart ilişti gözüne.

Niki eğilip karton parçasına baktı, üzerinde kocaman harflerle yazılmış yazıyı okudu. "Yelena, Memleketi: Odesa" Yerden aldığı kartpostala benzeyen karton parçasının arka yüzünü çevirdi. Norman'ın çekmiş olduğu fotoğraflardan biriydi bu. Resimdeki kızın gözlerine dikkatle baktı. Telli duvaklı yöresel gelinliğin içinde, ellerini önünde kavuşturmuş güzel Yelena, sanki ondan yardım ister gibiydi.

Çocuğun sesi kesilmişti. Hastanın başında toplanan kadınlar endişe içinde birbirlerine bakıyorlardı. Niki, fotoğrafı kitabın arasına sıkıştırdı. Sırmalı ceketin kopan düğmelerini yerine diktikten sonra aceleyle ranzasına gidip üzerini değiştirdi. Siyah elbisesini giydi, saçlarını taradı, küçük aynasına yansıyan yüzüne baktı ve koluna aldığı kaptanın ceketiyle merdivenlere koştu.

Birinci sınıf kamaraları boyunca salona doğru ilerleyen Niki, koridorda karşılaştığı denizci Nikolas'a gemi kaptanı Marinos'un ceketini teslim etti. Bir an önce Norman'ı görmek istiyordu aslında. 

"Norman Harris salonda mı?" diye sordu.

"Hayır," dedi Nikolas. "Onu geminin fotoğrafhanesine girerken gördüm. Biraz bekleyebilirsen, seni oraya götürebilirim."

Beş dakika sonra şişko Yorgo'nun karanlık odasında, Norman'la baş başa kalmıştı Niki. Koyu turuncu ışık altında kendini son derece gergin hissediyordu. Büyük bir ciddiyetle fotoğrafları baskıya hazırlayan Norman'ın bir an önce işinin bitmesini bekliyordu.

"Beni bu karanlık yerde niçin tutuyorsunuz?" Niki'nin endişesi yüzüne yansımıştı. Norman kimyasalla karıştırılmış banyo kabının içine fotoğraf kâğıdını daldırdı. 

"Şimdi göreceksin."

"Hiçbir şey göremiyorum."  dedi Niki heyecanla.

"Siga-siga, yavaş yavaş. Acele etmeye lüzum yok."

"Ama benim acele etmem gerekiyor. Merak ederler beni gecikirsem."

"Bana bir dakika izin ver, sonuna geldik." dedi Norman.

"Bir dakikam dahi yok. Gitmek istiyorum."

"Bak," dedi Norman, fotoğraf kağıdının üzerinde şekillenmeye başlayan görüntüyü işaret ederek. "Ne kadar büyüleyici değil mi?" Sesi titriyordu. İzmir Hisar camisi avlusunda, üzeri rengârenk çaputlarla süslenmiş dilek ağacının çevresine toplanan çocuklar, gazeteciye eski huzurlu günlerini anımsatmıştı. Bütün çocukların "beni çek, beni çek" diyen haykırışları çınlıyordu kulaklarında. Farkında olmadan genç kızın omzuna attı elini. Norman, gittikçe belirginleşen fotoğrafa kendini kaptırmış, o günü yaşıyordu adeta. Niki, genç adamın çocuksu sevincini görünce duygulanıp hafifçe gülümsedi.

***

Üçüncü sınıfta akşam yemeği başlayalı epey bir zaman olmuştu. Niki son dakika yemek tepsisini alıp boşalan masalardan birine geçti. Yemekhaneyi dolduran gelinlik kızlar, yolculuk sona doğru yaklaşırken merak ettikleri yeni ülkelerini ve evlenecekleri adamları daha sık düşünmeye başlamışlardı. Birbiri ardına dizilen uzun masalarda çatal kaşık sesleri kendi aralarında yaptıkları heyecanlı sohbetlere eşlik ediyordu. Her fırsatta duşa giriyor, çamaşırlarını yıkıyor, saçlarını toplayarak güzel görünmeye çalışıyorlardı. Yan masadaki kızların sohbetine kulak kesilmişti Niki.

"Amerika'da zenginler, kolayca ayırt edilmelerini sağlamak için yanlarında çalıştırdıkları hizmetçi ve uşaklarını siyaha boyuyorlarmış."

Yanındaki arkadaşı dehşetle gözlerini açtı. "Bizi de boyayacaklar mı?"

"Aptal olma!" dedi, beriki.

Karşılarında oturan bir diğeri konuya açıklık getirdi. "Bizler yüzüklerimiz, şapkalarımız ve kendimize ait çantalarımızla birer hanımefendi olacağız."   

 "Çantalarımız olacak öyle mi?" dedi yanındaki, inanmaz görünerek.

"Elbette!" 

Yemeğini bitirenler, dualarını yapıp istavroz çıkartarak salondan çıktılar. Niki ile birlikte birkaç kişi kalmıştı geriye. Yan masada yalnız başına oturan kadın, aşçı Kardaki, son lokmasını ağzına attı. Niki'yle her fırsatta sohbet eden, güler yüzlü, beyaz tenli, renkli gözlü, elli yaşlarında bir kadındı, Bayan Kardaki. Tam masadan kalkmak üzereydi ki, Niki gidip karşısına oturdu.

"Bayan Kardaki," dedi Niki, heyecanla. "Size sormak istediğim bazı şeyler var." Biraz düşünüp lâfını toparlamaya çalıştı. "Eeee, buradaki bütün kızların müstakbel kocaları için uygun birer eş olduklarına inanıyor musunuz?" 

Kardaki, başını iki yana salladı. "Uygun olup olmaması hiç mühim değil! Evlenecekleri adamların hepsi işçi, onlar böyle şeylere aldırmazlar ki." Gözlerini havaya dikip gülümsedi. "Evleneceğim kişinin uygun olup olmadığına babam karar vermişti benim. Oldukça seçici biriydi doğrusu. Aradan uzun yıllar geçti tabi. Şimdi artık başkalarını evlendirmek için çalışıyorum." Düşüncelere dalmıştı. "Bu benim deniz aşırı onuncu seyahatim. Her seferimde kutsal bir görevi yerine getirdiğime inanıyorum. Yeterince tecrübe kazandım. Özellikle göçmenler konusunda... Gemide birine aşık olmak büyük problem. Hele göçmenler arasında böyle bir ilişki insanın başına tarifsiz belâlar açar." Bir anne edasıyla tavsiyelerde bulunuyordu Bayan Kardaki. "Şimdi bir an için kapat gözlerini,..." dedi Niki'ye. "Ve hayalini kur gelecek günlerinin... Uçsuz bucaksız bir ülke..." Niki, heyecanlanmıştı. Acemice gülümserken karşısında kendisine umut dağıtan kadına bakıyordu. 

Kardaki, genç kıza doğru eğilip bir sır verircesine açtı gözlerini. "Biliyor musun orada kaç kişi eski gömleklerini giyiyor? Kaç tanesi yenisini almak ister?" 

"Dinle beni kızım," dedi kadın sevecenlikle, "Sabırlı ol, bu zor günler elbette sona erecek. Hayata dört elle sarıl. Göreceksin bak, on yıl sonra kocaman bir terzi dükkânına sahip olacaksın." Bu sözlerin verdiği şevkle içini huzur kaplamıştı Niki'nin. Geleceğe dair aklından geçen tüm olumsuz düşünceleri silip attığı yüzünden okunuyordu.

***

Güneşin parlak ışınlarıyla aydınlanan geminin üst güvertesi, yolculara muhteşem bir okyanus manzarası sunuyordu. Denizin maviliği buruşuk bir çarşaf gibi dört bir yana göz alabildiğince uzanırken büyük salondan açık güverteye kadar yayılan masalarda büyük bir hareketlilik göze çarpıyordu. Beyaz elbiseli genç garsonlar, taralı saçları ve kibar davranışlarıyla limonata servisi yaparken diğer hizmetliler masalara servis takımlarını taşıdılar. Birinci sınıf yolcularından bir kısmı salonda gazete ve dergileri karıştırıyor, diğerleri arkadaşlarıyla birlikte sohbet ediyorlardı. Açık güvertede kenarları fırfırlı şemsiyesini açıp güneşten korunmaya çalışan Emine Bacı, bir aşağı bir yukarı volta atarken, kendisine eşlik eden Norman'a heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Oldukça neşeli görünen genç adam, giydiği beyaz takım elbiseyi şık bir beyaz fötr şapkayla tamamlamıştı.

"Doğuda,..." dedi falcı kadın. Kelimeler ağzından ağır ağır dökülüyordu. "Delikanlılar, sevdiği genç kızları... mehtabın olmadığı gecelerde... beyaz bir atın terkisine alıp kaçırırlarmış." Norman'a bakıp gülümsedi. Emine onun çat pat Türkçe öğrendiğini biliyordu. Konuşmasına biraz şirinlik katsın diye sözlerini Türkçe tekrarladı. "Beyaz atın üstünde..." Norman kelimenin anlamını tam olarak çıkaramamıştı.

"Şunu bir daha söyler misin?" 

"Diyorum ki, doğuda,..." Aklına bir şey gelmiş gibi bir anda lâfını tamamlamaktan vazgeçti, falcı kadın. Üzerinde son derece şık duran mavi bir elbise, başında siyah tülden havalı şapkasıyla ağır aksak yürürken bir anda durup Norman'ın karşısına geçti. Sapından tuttuğu mavi şemsiyeyi oyun oynarcasına çeviriyordu. "Neyse, bırakalım bunları," dedi. "İçimden geldi, hadi gel el falına bakayım şimdi senin."

"Peki, o zaman" dedi Amerikalı. "Aşağı salona inip sakin bir köşe bulalım kendimize." 

Tam o esnada alt güverteden, Haro'nun yanık sesi geldi kulaklarına. Genç kızın çaldığı udun nağmelerine eşlik eden sözler o kadar dokunaklıydı ki bir anda oldukları yerde çakılıp kaldılar. Haro'nun hüzünlü sesiyle bütünleşen müziğin ezgileri büyülemişti onları. Sessizce dinlemeye koyuldular. Genç kızın bağrından kopup gelen yanık sesi en çok Emine'yi etkilemişti. 

"Hayır şimdi değil." dedi falcı kararını değiştirerek. "Başka bir zaman yapalım, Norman." Hayli şaşırmıştı Norman, falcı kadının bu tavrına. Emine, huşu içinde güvertenin korkuluklarına dayanmış, yürek burkan sesi dinlerken başka bir aleme geçmiş gibiydi. Gazeteciyi başından savıp yalnız kalmak istiyordu. Şemsiyeyi başının üzerinden yere indirdi. "Biraz daha güneşlenmek istiyorum." dedi. 

Norman, Emine Bacı'dan biraz uzaklaştı ve korkuluklardan aşağı doğru eğildi. Rüzgârın savurduğu uzun saçlarına aldırmaksızın, alt güvertede, kendinden geçmiş halde, gözleri kapalı, söylediği şarkının içinde kaybolan genç kızı seyretti.

"Acı benim yolculuğum, bilmem bu yolun sonu neye varacak.

Bana yaşamaktan bahsediyordun, ona elveda dedim çoktan."

Merdivenlerden inip büyük salona girdiğinde yer yerinden oynuyordu. Denizci kıyafetli garsonlar yolcuların arasında dolaşıp içki servisi yapıyorlar, bazıları ise yere dökülen yiyecek artıklarını süpürüyorlardı. Rengârenk tüllerden oluşan tuvaletleriyle şov kızları eğitmenleri eşliğinde son provalarını yaparlarken neşeyle bağrışıyor, bazı çapkın yolcular lâf attığında şen kahkahalarla onlara cevap yetiştiriyorlardı. Masalarda oturup kızları izleyen yolculardan bir kısmı bir yandan limonatalarını yudumlarken, zaman zaman seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalıyorlardı.   

Sol elinde viski bardağı olduğu halde kollarıyla öğrencilerine dans hareketlerini gösteren Maria, kızlarına güveniyor, gece gündüz demeden yaptıkları çalışmaların karşılığını alacağından son derece emin görünüyordu. 

"Hadi bakalım kızlar bir kez daha tekrarlıyoruz! Bir... iki... üç... ve dört..." Gözlerini kapatıp melodik sesler çıkaran Maria, başını çember çizermiş gibi boynunun etrafında dolaştırıp duruyordu. "Ve şimdi, el ele tutuşup halka oluyoruz..." 

Geminin birinci kaptanı tek başına oturduğu piste yakın konumdaki masalardan birinde, Maria ve kızlarını ilgiyle seyrederken bir yandan viskisini yudumluyordu. Norman salona girer girmez onu görmüştü, hemen gidip yanına oturdu. Kaptan davetsiz misafirini memnuniyetle karşılamıştı, bir şey demeden karafa uzandı ve gazetecinin önündeki bardağa iki parmak viski boşalttı. Provanın sonuna gelmişti. Kızlar sarmaş dolaş birbirlerini kutlarlarken kaptan, dansçıları hararetle alkışlamaya başladı.

"Hepiniz harikasınız kızlar! Bravo! Seni de kutlarım Maria, güzel iş çıkardın."

Maria, eğilerek gösterişli bir reverans yaptı. Yumuşak ve şımarık bir sesle "Teşekkür ederim, kaptan!" dedi.     

Kaptan, Norman'a göz kırptı, "Denizaşırı seyahatlerde dans gösterilerine ve değişik eğlencelere her zaman ihtiyaç vardır." dedi. "Biliyorsun, zamanı öldürmek için başka çare yok!" Norman, viskisinden bir yudum alıp gülümsedi. "Fakat," dedi kaptan, konuşmaya devam etmek istediğini belli edercesine. "Ben yine de yirmi kişilik mürettebatı olan yük gemilerini özlüyorum. Hint Okyanusunu geçerken, yolcusuz, yanımda aşçım Herakles'ten başka kimse olmayacak..." Kaptan eski günlerin hayaliyle keyiflenirken Maria ona seslendi.

"Hadi üst güverteye çıkalım, kaptan!" Son derece neşeli görünüyordu Maria. "Okyanusun güzel kokusunu içimize çekelim." Kaptan, hareketlendi.

"Ah, evet, harika bir öneri!" dedi sandalyesinden kalkarken.

"Sen gelmeyecek misin, Norman?" diye sordu Maria.

"Başka bir zaman Maria, teşekkür ederim."

Kaptan etrafındaki yolculara döndü. Yüksek sesle "Bayanlar, baylar! Üst güvertede birer bardak uzo içmeye ne dersiniz?"

Yolcular kaptanın teklifini alkışlarla ve bağrışmalar eşliğinde kabul ettiler. Büyük bir gürültüyle masalar boşaldı, kalabalık güvertenin yolunu tuttu.

Kapıya doğru ilerleyen Kaptan, salona giren Niki'yle karşılaştı. Gülümseyerek elini uzattı. Genç kız tedirgin bir şekilde kendisine uzanan ele dokundu. Kaptan genç kızın elini ellerinin arasına alıp şefkatle sıktı. "Teşekkür ederim," dedi. "Ceketimi tamir ettiğin için." Niki'nin gözlerine bakıyordu. "Gözlerin,.." dedi, "Aynı sevgili kızım Marussa'nın gözleri gibi. Onu kaybettiğimde senin yaşındaydı." Niki, ne diyeceğini bilemedi. Gözleri dolan kaptan önüne bakıp genç kızın elini bıraktıktan sonra salon kapısından dışarı çıktı. Niki, donmuş gibi bir süre yerinde hareketsiz kaldı. Başını kaldırdığında salonun bir köşesinde yalnız başına sigarasını tüttüren Norman'ı gördü. Ona doğru yaklaştı.

"Amerika'ya vardığımda," dedi. "Yapacağım ilk şey, küçük kız kardeşime renkli boya kalemleri göndermek olacak." Kucağında bir gelinlik taşıyordu Niki. "Henüz 15 yaşında... Resim yapmayı ve özellikle dalga resimleri yapmayı, deniz kabuklarını boyamayı seviyor."

"Onu özledin mi?" diye sordu Norman.

"Çok seviyorum onu." Elindeki gelinlikle birlikte dikiş makinesinin yanına gitti. Norman sigarasından derin bir nefes çekti, nefesini tutmuş, genç kızı diniyordu.

"Şikago'da büyük bir göl varmış. Vaftiz teyzem anlatmıştı bana... Ege Denizi kadar kocaman bir şeymiş... Bunu çok sevdim." Makinenin iğnesine ipliği geçirdikten sonra Norman'a baktı. "Yunan halkı denizin mavisini görmeden yaşayamaz."

"Bizim İrlandalılar da öyle." dedi Norman. Sigarasını ağzına alıp oturduğu sandalyeyi tek eliyle Niki'nin yanına taşıdı. "Büyükannem,.." dedi, genç kızın yanına otururken. "Bana hep kayalara çarpan dalgaları anlatırdı. Parçalamaya çalışır dalgalar kayaları, her kıyıya vuruşlarında. Kayalar direnir, dalgalar vurur." İçini çekti Norman. "Önce nostaljiye kaptırırdı kendini, eski günlerini hatırlardı. Arkasından melankolik bir ruh haline bürünür, hüzün kaplardı içini. Nostaljik zamanlarında tuzlu yiyecekler pişirirdi, melankoliye döndüğünde ise kekler, pastalar yapardı." 

Niki başını kaldırdı, Norman'a bakıp şaşırmış bir yüz ifadesiyle gülümsedi. Norman tam olarak anlaşıldığından emin olmak istiyordu.

"Söylediklerimin hepsini anladın mı?"

Niki gururla başını salladı hafifçe. "Nostalghia, Yunanca bir kelime!"

"Ya melankoli?" diye sordu Norman. Gözlerinin içi gülüyordu Niki'nin. 

"Melanholia," dedi. İyice keyiflenmişti Niki. Fakat Norman'ın canı sıkkın görünüyordu. İçinde yanan kor ateşi daha fazla saklayamazdı. Kendini nakavt olmuş bir boksör gibi bitkin hissediyordu. Gözlerinin feri gitmiş, ne yapacağını bilmez haldeydi. 

"Niki,..." dedi. Ne kadar büyük bir acı içinde kıvrandığı yüzüne yansımıştı. "Sevgilim,... Gece boyunca hep seni düşündüm." Niki şeytan çarpmışa döndü bir anda. Biraz kendini geri çekmiş şaşkın gözlerle genç adamın solgun yüzüne bakıyordu.

"Bütün aşk mektupları üç aşağı beş yukarı bu şekilde başlar." diyerek devam etti Norman. "Öyle değil mi, Niki?" Niki, genç adamın gözlerine dikmişti gözlerini, bir şey söylemeden, hareketsiz ona bakıyordu sadece. 

"Sana gönderilen bunun gibi aşk mektupları var, değil mi Niki? Nikolas onları Haro'ya okuduğunu söylemişti bana." 

"Onlar bana ait değildi, Haro'ya yazılmış aşk mektuplarıydı onlar..." dedi Niki. Şaşkın bir halde dudakları titreyerek vermişti bu cevabı. Genç adama kızmak geliyordu içinden fakat bu gücü kendinde bulamıyordu. Tutulup kalmıştı öylece.

Norman, içini çekti, başıyla anladığını gösterdi. "Sen de buna benzeyen bir mektup almadın mı hiç?" diye sordu.

İki gencin gözleri birbirinin içine girmişti adeta. Niki kısa süren bir suskunluktan sonra biraz sertçe cevap verdi. "Asla!" dedi. Bakışını yere indirdi. Dudağını ısırıyor, güçlükle nefes alıyordu.


20 yorum:

  1. Nedense biraz kızıyorum ben bu kızlara yani Niki ve Olga'ya. Aşık olmaya dünden hazırlarsa bu kadar, azıcık daha sabredip müstakbel eşlerine aşık olsunlar. İkisi de doğru düzgün iletişim kuramadıkları, aynı dili bile bilmedikleri yabancılara kapılıverdiler hemen. İki bakış, bir gülüş... Madem o kadar kolay belki de eşlerini de ilk görüşte seviverirler. Beklentileri bu kadar düşükse müstakbel eşleri de onları mutlu edebilir. Gemideki 2 yabancının onları bekleyen 2 yabancıdan farkı ne şu koşullarda? Bilemiyorum ama müstakbel eşlerine tanışma fırsatı bile vermeden haksızlık yapıyorlar bence. Tamam kötü biri çıkabilir ama tam tersine çok iyi biri de çıkabilir o damat adayları.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O dönemin koşullarına göre empati yapmaya çalışıyorum Mrs. Kedi. Niki, aile bağları kuvvetli. Hatırlarsanız kız kardeşi Eleni, babasının mezarı başında "Ben başaramadım Niki, umarım sen başarırsın. Babamın kemiklerini sızlattım mezarında." diyerek üzüntüsünü dile getirmişti. Özellikle Niki, hiç erkek üyesi kalmayan ailesinin bütün yükünü sırtlanmış durumda. Yani onun gözünde bu evlilik ailesinin kurtuluşu için üstlendiği bir görev. Fakat bu kızın da duyguları var. Amerikalıdan hoşlanmış. Bugün olsa düşünmeden Amerikalıyı kaçırma derdim ona. Ailesini kurtarmak için kendi hayatını heba etmek günümüzde tercih edilecek bir yol değil. Fakat Niki, bağlı olduğu kültürün etkisiyle Amerikalıyla ciddi bir ilişkiye girmek istemiyor. Dediğim gibi kalbi Amerikalıda, aklı onu bekleyen teyzesinin oğlunda. Bakalım bu kapandan nasıl sıyrılacak. Bir önceki yorumunuza verdiğim cevapta Niki'nin en şanslı gelin adaylarından biri olduğun yazmıştım. Bununla birlikte Amerikalıyla girdiği gönül ilişkisi onu farklı bir açmaza sürüklüyor.
      Olga'ya gelince; onun durumu farklı. Henüz çocuk sayılacak yaşta. Acente müdürü Karabulat bir zebani gibi fırsat kolluyor. Kazasın belâsız atlatabilirse bu yolculuğu belki onu bekleyen adamla iyi bir evlilik yapacak. Lakin aşk onu da vuruyor. Önce mürettebattan denizci Nikolas ona ilgi duyuyor. Şüphesiz bu ilgi karşılıksız kalmıyor. Yine bugünkü şartlarda aşık olduğun veya hoşlandığın adama git derdim. Çünkü diğer türlü karşına iyisi de kötüsü de çıkabilir. Delikanlı yakışıklı ama işte aralarında dil sorunu var. Aklıma yıllar önce Karakaya Barajında çalışırken bizim şirkette çalışan İsviçreli bir mühendisin bir Kürt kızına aşık olması geldi. Kürt kızı Kürtçe ve Türkçe dışında hiçbir dil bilmiyor, İsviçreli ise bu dillerin tek kelimesini dahi anlamıyor. Evlendiler! Üstelik bizim oğlan kızın babasına iyi bir başlık parası bile verdi. Nasıl anlaşabiliyorlar hâlâ merak ederim:)

      Sil
  2. ".... başında siyah tülden havalı bir şapkasıyla ağır adımlarla" cümlesindeki "bir"! Neden yazıldığını anladım elbet, fakat sanki oradaki varlığı ritmi, paragraftaki akışkanlığı bir anda düşürüyor, yokluğunun bir zararı da olmayacak gibi duruyor. Bence tabii ki. Belki de benim gözüme çok battı bilmiyorum:) Aynı cümledeki "şapkasıyla" ile "ağır adımlarla" arasında bir "ve" olsa daha mı akar acaba paragraf diye de düşündüm:) Elbette ben bir okurum, diğer okurların da fikri önemli, ben dikkat çekmiş olayım şimdilik:) Sevgili KuyruksuzKedi, bir göz atsa mesela dediğim noktalara... fikri önemli:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Buraneros'un dediğinde haklılık payı var. O cümledeki "bir" kelimesi cümlenin ahengini bozuyor sanki Mr. Kaplan. Bir de şu cümlede "...tek başına" yerine "tek başında" olmuş.

      "Geminin birinci kaptanı tek başında oturduğu piste yakın konumdaki masalardan birinde..."

      Sil
    2. Sevgili Buraneros,
      Eleştiriniz de çok haklısınız. Hemen düzelteceğim. Güzle bir cümleyi okurken kulağa hoş gelmesi, kulağı tırmalamaması lâzım. Dilbilgisi de önemli, gereksiz sözcük kullanılmaması da öyle. Yorumunuz çok değerli benim için. Çoğu kez bir cümleye takılıyorum. Üzerinde belki dört beş kez değişiklik yapıyorum. Tamam oldu derken, bir yerini değiştiriyorum fakat bu kez eskiden kalan bir sözcük cümleyi daha berbat bir hale sokuyor. Bu tür durumlarda gözden kaçırma olasılığım fazla. Farklı bir göz hatayı daha kolay algılayabiliyor.
      "siyah tülden havalı bir şapkayla, ağır adımlarla..." şeklindeydi belki ilk şekli. Şapkayla, adımlarla sözcüklerini sıralamak kulağa hoş gelmeyecekti. Ama yine olmamış tabi. Bir tamamen gereksiz. Doğrusu "ve" nin de mecburiyetten eklenme durumu var. Sanırım sizin önerdiğiniz değişiklik olabileceklerin en iyisi. Sevgili Mrs. Kedi'nin yorumunu da okudum. Sağ olunuz efendim:)

      Sil
    3. Mrs. Kedi,
      En sevdiğim yorumlar bunlar:) İkinci hata sanırım klavye hatası, gözümden kaçmış. Değerli eleştirilerinizden ne kadar mutlu olduğumu anlatamam size. Teşekkür ederim:)

      Sil
  3. Ben Kuyruksuz Kedinin aksine her istediğin kişiye, istediğin an aşık olunamayacağını düşünüyorum, bekleyip eşlerine aşık olmak, aşkın mantığı yok ki beklesin.Bir bakış, bir gülüşle sınırlı bir şey değil, belki susarak, hiç konuşmadan da derin bağlar kurulabilir. Niki ve Norman'ın yaşadığı şey konuşulanların çok ötesinde ve çok gerçek.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında tam ifade edemedim. Tabi ki bekleyip de istediğimiz kişiye şıp diye aşık olamayız ama aşık olmak için de bakmak, görmek, düşlemek ve aşkı düşlerle beslemek gerek. Yani Niki ve Olga her bakışta, her görüşte, her temasta kendileri büyütüyorlar o aşkı. Aşk aslında kafamızda büyüttüğün bir şey. İlk anda bize hoş gelen fiziksel özelliklerin üstünü biz kendi zihnimizde hayaller ile doldurup aşık oluyoruz. Bu Aşk karşımızdaki kişiye değil de kafamızda yarattığımız kişiye ait aslında daha çok. Bu Olga'ya bakalım mesela, ne paylaştılar ne konuştular, birbirlerini ne kadar tanıyorlar? Sadece fiziksel bir çekim hissediyorlar. Gerisi kendi kafalarında hayaller. Niki ve Norman bir tık daha fazla. Onlar en azından konulup bir şeyler paylaşıyorlar. Bilemiyorum kapalı, sınırlı bir alanda bir arada olmaktan ve kızların geleceklerindeki belirsizlikten kaynaklı bir durum gibi geliyor bana. Gemide olup da kimseyle ilgilenmeyen kızlarım onları bekleyen eşleriyle mutlu olma olasılıkları daha çok. Aşık olurlar mı eşlerine bilemem ama kesinlikle olmazlar da diyemeyiz.

      Sil
    2. Aytacrafts;
      Benim düşüncem de sizinkine daha yakın. Mrs. Kedi'yle aşk konusunu epey konuştuk, daha çok konuşacağız gibi geliyor. Bence de sipariş gelin olur ama sipariş aşk olmaz. Daha önce görmediğin bir kişiye aşık olma olasılığı teorik bakımdan imkân dahilinde fakat çok düşük bir olasılık. Aşkın mantığı bence de yok ama çok güçlü bir duygu. Öyle ki bazen akla üstün gelebiliyor. Niki bu mücadelenin tam ortasında. Ayrıca Mrs. Kedi hatırlayacaktır, benim aşka ilişkin bir savım var. Aşk tek kişiliktir derim. Yani bir aşık, bir de aşık olunan kişi vardır. İki kişi birbirine aşık olamaz. Olsa tadından yenmez o ayrı tabii. Demek istediğim Niki ve Norman ilişkisinde Niki mi yoksa Norman mı aşık rolünde bu konuyu irdelemek lâzım. Gelişmelere göre bu konuyu yeniden gündeme taşıyabiliriz:) Teşekkürler.

      Sil
    3. Mrs. Kedi,
      Yani diyorsunuz ki aşk bir düşüncenin ürünü! Kendi kafamızda yaratıyoruz bu duyguyu... Öyle mi acaba? Ben aşkın bir anda parlayan kuvvetli bir ışık, insanın içinden kopan kuvvetli bir akış, o kişiyi karşınızda ulaşılmaz kılan muhteşem bir güç, kendinizi onun karşısında zavallı, çaresiz kılan bir duygu, uğrunda canınızı verebileceğiniz bir tutku olarak görüyorum. Sevdiğine erişince değerini yitiren, fakat ulaşamayınca değeri artan, mantıkla izahı mümkün olmayan bir duygu. İlk görüşte bir bakış, bir duruş, bir dokunuş ya da bir sesle harekete geçebilen kalp çırpıntısı. Asla plânı olmayan ve insanın her an, her yaşta karşısına çıkabilecek hem güzel, hem tehlikeli bir durum.

      Gerek Olga, gerekse Niki ilişkilerini plânlamadılar. Nikolas filikada elini tuttuğu andan itibaren Olga'ya abayı yaktı. Olga kendisini sürekli izleyen yakışıklı gencin ilgisinden hoşnut kaldı. Bu ikilinin arasındaki ilişkiyi aşk olarak nitelendirebilir miyiz bu aşamada, yoksa birbirlerinden hoşlandılar demekle yetinmeli miyiz? Eğer Nikolas, canı pahasına Olga'yı korumaya çalışır, Amerika'da kızı bekleyen damat adayına rağmen onu bırakmaz, gerekirse işinden vaz geçip onu kaçırmaya çalışırsa evet derim Nikolas bu kıza aşık oldu. Çünkü bir sürü risk alıp işini kaybetmeyi göze alıyor, mantığın gerektirdiği şekilde davranmıyor. Olga'nın dünyadan haberi yok. Başına ne gelecek düşünmüyor bile. Anı yaşıyor diyebilirim. Elbette Nikolas'ın onunla ilgilenmesinden hoşnut. Ancak Nikolas için bir çılgınlık yapmaya ne kadar hazır?

      Haro'yu saymazsak burada en ateşli aşık Norman bence. Gece gündüz Niki'yi kafaya takmış durumda. Bir karşılık bulsa hayatını değiştirmeye hazır. Niki için ölmeye bile göze alabilir. Evet, bence aşık kişi Norman. Niki'ye gelince; o da Norman'dan hoşlanıyor. Fakat aklı henüz yerinde olduğu için henüz aşık sıfatını hak etmiyor. Tamam, Norman'ı görünce kalp atışları hızlanıyor fakat bir tercih yapma durumunda akıl yolunu tercih edecek görünüyor, en azından şimdilik. Eğer aşkı derecelendirmek mümkün olsaydı, Norman'a 100, Niki'ye 20 puan verirdim yüz üzerinden.

      Gemide bekleyen yaklaşık yedi yüz gelin adayı var. Bunların hepsini birer aday bekliyor. İçlerinden bazıları kendilerini bekleyen müstakbel damatlara aşık olabilirler fakat hiçbiri aşık olmak üzere yola çıkmadılar. Gençlikte aşık olunacak biri aranmaz, aşk gelip bulur insanı. Aşk perisi çağırmakla gelmez:)

      Sil
    4. Aşk, sizin de hep dediğiniz gibi akıl mantık tanımayan bir hastalık hâli bence :D Biz de düşüne düşüne / düşleye düşleye besliyoruz o hastalığı kafamızda. Bizim kafamızda kırguladıklarımız ile gerçekte olanlar birbirinden çok farklı olduğu için aşk yaşanmaya başladığı an bitmeye mahkum hale geliyor. Kime aşık olunacağı seçilemiyor tabi ki, o konuda da katılıyorum size.

      Derdimi tam anlatamadım aslında. Bu kızlar isteseler de istemeseler de evlenmek üzere yola çıktılar. Zaten önlerinde bir belirsizlik ve zor günler var. Bir de aşka kapılıp işi iyice içinden çıkmaz hale getirmeye bu kadar hazır olmaları beni şaşırtıyor. Yani onca derdin içinde "Ay şu Nicholas da ne tatlı çocuk, dur gizli gizli buluşup el ele tutuşalım" kafasını pek anlayamadım ama aşk da anlaşılmaz bir şey zaten. Bir de Olga daha çocuk yaşta; pek düşünerek hareket etmiyor, daha çok dürtüsel. Çok da takılmamam lazım bu mevzuya :)))

      Sil
    5. Sizi anlıyorum Mrs. Kedi:)) Birbirimizi anlayabilmek için anlaşmamız şart değil sanırım. Farklı fikirlerimiz de olabilir. Bu tartışmamızı daha güzelleştiriyor. Yani dert etmeyin:)
      İsterseniz aşk demeyelim şuna. Evlenecekleri adamlar hakkında neredeyse hiç bilgileri yok bu kızların. Sadece adını ve yaptığı işi biliyorlar. Ne huyunu, ne karakterini hiçbir şey... Lakin gemide birinden hoşlandılar. Tanıdıkça anlaşabileceklerini düşündüler. Bu hem fiziksel hem de ruhsal bakımdan büyük bir avantaj. Elbette dediğiniz gibi Olga "dur gidip Nikolas'la işi pişireyim" şeklinde olmadı bu olay. "Elektrik almak" nedir bilirsiniz. O evlilik programlarında çok konuşulurdu. "Ben elektrik alamadım beyefendiden" derlerdi hatun kişiler. Aslında baktıkları tek şey gelir durumlarıydı ayrı. Ama ilişkide elektrik alma olayına inanırım. Şimdi bana bu sözcük komik geliyor. Yine de internete baktım, şöyle bir tanım var.

      "Elektrik almak, ilk gördüğü anda ondan hoşlanmak, onu beğenmek, onunla duygusal bir birliktelik yaşama isteğinin canlanması (veya oluşması) şeklinde tanımlanabilir."

      İşte tam olarak bu. Olga küçük, çocuk yaşta ama çok da çocuk değil yani. On beş yaşında. Elektrik alabilir mi yoksa henüz yalıtkan mı bilemem:)))

      Ha, ben empati yaptım. Eğer o kızların yerinde olsaydım. Ne yapar yapar yaşıma uygun denizcilerden birini bizzat ayarlamaya çalışırdım. Kızlar yine de namuslu çıktı bana göre:)))

      Sil
  4. Bblogdaki pek çok güzel yazı ile birlikte bu serinizi kaçırdım Mr. Kaplan. Son zamanlarda buraları çok ihmal ettim. İhmalkarlığımın üzerini örtecek bir sebep göstermem gerekirse eğer, ah bu çok sevdiğim yaz mevsimi ahh🙈😊😊Üretkenliğinizin pek çoğumuza ilham olması dileklerimle 😊🤚

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyle düşünmeyin Yıldız Hanım. Ben de sizin gibi güzel yazı yazan arkadaşlara yetişemiyorum. Hiçbirimizin takipçi ya da tıklama sayısını arttırmak gibi bir derdi yok. Bu yüzden bir yazıyı okuduğumda çok zaman harcıyorum. Dikkatle okuduktan sonra yorum ve cevaplara geliyor sıra. Yorumların hemen hepsi ayrı birer yazı gibi, tek cümlelik "okudum, çok güzeldi." gibi yorum ya da cevap yazmıyorum genelde. Bazen atladığım bir şey olduğunu fark ediyorum yorumları okurken, bir kez daha dönüyorum yazıya. Zaman zaman yazıda geçen bir kişi, olay ya da yer ilgimi çekiyor, internetten araştırıp o konudaki eksik bilgilerimi tamamlamaya çalışıyorum. Bildiğim bir şey var ki sizin gibi güzel yazan arkadaşlar yazmaya devam ediyorlar, her zaman aklımda ama zaman yetmiyor işte. Eğer sebep arıyorsanız sorun, tek kelimeyle zaman. Çok teşekkür ederim:)

      Sil
  5. Müzikle birlikte nasıl güzel harmanlandı hikâye bilemezsiniz. Aklımda o görüntüler ve eşliğinde müzik uykuya dalacağım birazdan. :) Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Besteci, müzisyen Stamatis Spanoudakis'i film sayesinde tanıdım. Türkiye'de Zülfü Livaneli'nin bir benzeri sanki. Bence ondan da başarılı müzik dalında. Ben teşekkür ederim:)

      Sil
  6. Müzikle okumak güzeldi, hele de sonu. Bana da ilham verdi müzik, bir de denizi anlatışınız. :) Karakterlerin geleceğini merak etmekle birlikte o gemiden ayrılığın zor olacağını da düşünüyorum. Yanlış karar alıp daha da üzülebilirler. Bakalım neler olacak, kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Stamatis'in müziklerinin müptelası oldum ben de:) Dün başıma kötü bir şey geldi. 12. Bölümü yazdım, önceki bölümlerin linkini eklerken nasıl olduysa bütün yazım silindi. Geri al tuşu da çalışmıyordu. Bir günlük emek uçtu gitti. Özellikle bahsettiğim 12. bölümden sonra çok duygusal anlar yaşanacak. Bakalım:))

      Sil
  7. eveet karanlık odada fotileri gösteriyordu kıza :)

    YanıtlaSil