KATEGORİLER

1 Ağustos 2022 Pazartesi

YAŞAM MAHKUMLARI (BÖLÜM # 6)

Lombozlardan sızan yorgun güneş ışığı, yatakhaneyi hareketlendirmeye başladı. Niki, yanında uyuklayan Haro'nun masum yüzünü daha iyi seçebiliyordu artık. Altın rengi saçlarını içten gelen bir sevgiyle okşarken yavaşça gözlerini açtı Haro, Niki'ye bakıp belli belirsiz gülümsedi. 

"Uyandırmak istememiştim," dedi Niki. "Ama benim hemen hazırlanmam lâzım. Dün, denizcilerden biri gelip haber verdi. Kaptan, beni görmek istiyormuş. Sizi almaya geldim, dedi. Bugün olmaz, ancak yarın gelebilirim, dedim." 

"Seninle ne işi olabilir ki kaptanın?" Haro yattığı yerden doğrulurken meraklı gözlerle arkadaşına baktı. 

"Birinci Sınıf'ta terziye ihtiyaçları varmış."

"Senin terzi olduğunu kim söylemiş?"

"Bilmiyorum," dedi Niki, önemsemez bir tavırla. "Birinci Sınıf yolcuları arasına çıkamam bu halde. Duş alıp üstüme düzgün bir şeyler giymem gerek." 

Haro, ranzanın yanında dikilmiş, buğulu gözlerle Niki'yi izliyordu. Gördüğü kâbusun etkisini üzerinden atamadığı her halinden belliydi. Niki, genç kızın durumunu görünce içi burkuldu. Onu bu şekilde bırakıp gidemezdi. 

"Hadi hemen eşyalarını al gel, birlikte duşa girelim. İkimizin de buna ihtiyacı var."

Haro, yaralı bir kuş gibi boynunu büktü, sessizce arkasını döndü, ayaklarını sürüyerek kendi ranzasına doğru yürüdü.

Yıkanma yerinin kabaralı duvarları, gri renkli saç levhalarla kaplanmıştı, sol tarafta birbiri ardına duş kabinleri, sağda ise bir o kadar lavabo bulunuyordu. Bir sis bulutu gibi havada asılı kalan buhar tabakası, aynaların üzerindeki lambalardan gelen ışığın parlaklığını alıyor, ortamı turunculaştırıyordu. Soyunup eşyalarını koridorun sonunda, bir uçtan bir uca gerilmiş çamaşır ipine serdikten sonra aynı duş kabinine girdiler birlikte. Haro, duştan akan sıcak suyun altında hareketsiz duruyordu. Niki yıkandıktan sonra Haro'yla ilgilendi. Süngeri eline alıp sırtını ovalamaya başladı, tenine her dokunuşta canı yanıyor, acıyla irkilip kendini geri çekiyordu genç kız. İyice yıkandıktan sonra üstleri çıplak bir halde kabinin dışına çıkarak lavabonun önünde kurulanmaya başladılar. Aslında Haro, elinde havlu olduğu halde öylece duruyor, arkadaşı onu kurulamaya çalışıyordu. Aynaya yansıyan bitkin yüzünü seyre dalan Haro'nun süt beyazı sırtında, kızıl şeritler halinde verevine uzayan birkaç yara izi dikkatini çekti Niki'nin. Havlunun ucuyla genç kızın canını yakmamaya özen göstererek teninde biriken su damlalarını sildikten sonra kulağına fısıldadı.

"Hiç merak etme, Kanada'ya varıncaya kadar hepsi kaybolacak bunların."

Haro, tepkisiz bir yüz ifadesiyle aynadaki suretine bakmaya devam ediyordu. Niki, havluyu yara izlerinin üzerine nazikçe bastırdı. Çıplak göğüslerini kollarıyla kapatan Haro, acısını içine hapsedercesine gözlerini yumdu, bağırmamak için dişlerini sıkıyordu. Solgun yüzünü yavaşça Niki'ye çevirip anlatmaya başladı.

"Kanada'ya gitmem kesinleştikten sonra çok zor günler geçirdim." dedi içini çekerek. "İlk kaçtığımda babama yakalandım, beni eve sürükledi. Karşısına alıp tatlı dille uzun uzun nasihat etmişti. Antonis, yakışıklı, iyi bir genç fakat bizleri de düşünmek zorundasın, öyle çekip gidemezsin diyordu. Kardeşlerini, beni, büyükbabanı hiç mi düşünmüyorsun? Böyle bir fırsat geçmiş eline, kendini de aileni de kurtarabilirsin. Oysa ben ne kendimi, ne de ailemi düşünecek haldeydim. Aklımda sadece Antonis vardı. Sonraki günlerde birkaç kez daha kaçmayı denedim ama her seferinde babam yakaladı beni. Kararlılığımı görünce şiddet uygulayıp gözümü korkutmaya çalıştı. Yine baş edemeyince, mısır tarlasındaki kulübemizin bir odasına kilitledi beni. Yemeden içmeden kesilmiştim. Geceleri, göğsümde sakladığım Antonis'in fotoğrafına bakıp sabahlara kadar gözyaşı döküyordum. Mektuplarını tekrar tekrar okuyup avutuyordum kendimi."

Niki, genç kızın acıklı hikâyesini dinlerken ıslak saçlarını tarıyor, sevgiyle başını okşayıp onu teselli etmeye çalışıyordu. Haro, derin bir nefes aldı. Niki'nin yüzüne hüzünle bakarken o anları yeniden yaşıyordu sanki. Gözlerini havaya dikti ve anlatmaya devam etti.

"O gün, küçük erkek kardeşim yanıma gelmişti. Masanın üzerinden anahtarı alıp kapıyı açtı. Harçlıklarından biriktirdiği birkaç kuruşu tutuşturdu elime. Antonis'e sigara ve kiraz likörü alırsın, dedi. Kapıdan tam çıkıyordum ki bir anda babamla yüz yüze geldim. O günden sonra anahtarı cebinde taşımaya başladı. Günü gelince beni eşyalarımla paketleyip İstanbul'a getirdi ve gemiye bindiğimi görene kadar gözünü ayırmadı üzerimden. Son yakalandığımda, kolumdan tutup odaya sürüklemişti babam, daha sonra belinden çıkarttığı deri kemeri defalarca vurdu sırtıma. Her şeye rağmen beni çok sevdiğini biliyordum." Genç kızın gözleri dalmıştı.

"Peki ama neden..." Niki, Haro'nun son sözlerine anlam verememişti. İnsan sevdiği birine nasıl şiddet uygulayabilirdi? Babasını düşündü. Sağ olsaydı aynı şeyi o da yapar mıydı acaba?

"Çaresizlikten..." dedi Haro, "Çünkü başka çaresi yoktu babamın." Haro, kaderine razı, buruk bir halde gülümsedi. Derdini dökünce biraz rahatlamıştı sanki. Bir yandan giyinmeye zorlarken kendini, anlatmaya devam etti. "Erkek kardeşlerimi yanıma aldıramazsam, mecburen orduya yazılmak zorunda kalacaklar. Biri 12, diğeri 16 yaşında. Annemi kaybettikten sonra ikisini de ben büyüttüm. Hiç aklıma gelmezdi, Kanadalı birinin çıkıp bana talip olacağı."  

Banyodan çıkıp Niki'nin ranzasında oturdular karşılıklı. Niki, arkadaşının saçlarına şekil verirken Haro, içini dökmeye devam ediyordu.

"Onlar hakkında ne biliyoruz, Niki?" Biraz bekleyip kendisi verdi cevabını. "Sadece yaptıkları işi ve adreslerini... Hepsi bu kadar..." Haro da, farkında olmadan sevecen bir şekilde okşamaya başlamıştı arkadaşının yüzünü, saçlarını. "Yabancı birinin yatağına nasıl gireceğiz?"

***

Saçlarını topuz yapmış, en güzel elbisesini giymişti. Gemiye binmeden önce bekleme salonunda gördüğü Birinci Sınıf yolcularının kıyafetlerine, konuşmalarına, tavır ve hareketlerine bakıp büyük bir hayranlıkla izleyen Niki, asla onlar gibi olamayacağını biliyordu. Merdivenleri çıkarken bütün gözlerin üzerinde toplanacağını, bir yaratık görmüş gibi kendisini alaya alıp küçümseyeceklerini hayal ediyor, bundan büyük rahatsızlık duyuyordu. Kaptanın davetini kabul etmeseydi, kurallara göre gemiden atarlar mıydı onu, bilmiyordu. Öte yandan böyle bir saygısızlığı zaten kendisine yakıştırmazdı. Son basamağı çıkıp Birinci Sınıf yolcularının bulunduğu kata geldi. Elindeki tepsiyle koridorun başındaki odalardan birinden çıkan bahriye kıyafetli genç adamı görür görmez arkasından seslendi. Bir gün önce kaptandan kendisine haber getiren denizci Nikola'ydı bu. Delikanlı elindeki tepsiyi yanındaki arkadaşına verip samimi bir şekilde gülümseyerek Niki'nin yanına koştu ve kendisini takip etmesini söyledi.

Denizcinin peşine takılan Niki, koridor boyunca gördükleri karşısında az kalsın küçük dilini yutacaktı. Yerler pahalı halılarla döşenmiş, kamaraların açıldığı geniş koridor duvarları yağlı boya tablolarla süslenmişti. Her yer tavandan sarkan kristal avizelerle ışıl ışıl aydınlatılıyordu. En lüks otellerle yarışabilecek konfora sahip mekânlardaki şatafat, aklını başından aldı genç kızın. Meraklı gözlerle etrafına bakınırken böyle bir yeri ancak rüyasında görebileceğini düşündü. Niki'nin tedirginliği yüzüne aksetmişti. Sık sık elini başına götürüp saçını, daha sonra kıyafetini düzelterek heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Şık giyimli yolcular ve onlara hizmet etme telaşındaki mürettebat, kapalı çarşıya dönen geniş koridorları doldurmuş, birbirlerine kibarca yol veriyorlardı. İnsan kalabalığı içinde ilerlemeye çalışırken sık sık dönüp arkasına bakan Nikola, terzi Niki'nin peşinden gelip gelmediğini yokluyor, adımlarını ona göre ayarlıyordu. Temiz kıyafetli garsonların bir kamaradan diğerine koşturduğu, birbirini kesen görkemli koridorların arasından geçip oldukça geniş ve gürültülü bir salona geldiler. Girişte Maria'nın dokuz perisi, giydikleri göz alıcı yeni tuvaletleriyle birbirlerine poz verip şen şakrak kahkahalar atıyor, şakalaşıyorlardı. Kaptanın yakın dostu Maria, gelenin terzi Niki olduğunu öğrenir öğrenmez güler yüzle karşıladı onu, elinden tutup kızlarının yanına getirdi.

"İşte," diye bağırdı Maria, cırtlak sesiyle. "Karşınızda, terziler kraliçesi!" Kızlar etrafını sardı hemen. Maria, gururla takdimine devam etti. "Bana çalınan tuvaletimden daha güzelini dikecek." 

Niki, kendisine gösterilen ilgiye şaşırmıştı. Hiç beklemediği bir manzaraydı bu. Üzerindeki gerginlik yavaş yavaş kayboldu. Kızlar, ayaklarına gelen kısmeti kaçırmak istemiyordu. Sırayla kaideye benzeyen dairesel, alçak ve geniş bir sehpanın üzerine çıkıp poz veriyorlar, Niki'ye fikrini soruyorlardı. Niki, kızların üzerindeki kıyafetleri çekiştirerek potluklarını alıyor ve bedenlerine uymayan kısımları nasıl düzelteceğini söylüyordu onlara. Prova yaptıran kızlardan biri iyice havaya girmişti. Sağ kolunu havaya kaldırıp haykırdı.

"Efes harabelerine yeni bir heykel geliyor!" Kızlar hep birlikte tezahürat yapıp alkışladılar. 

Heykel pozu veren kızın etek boyunu işaretlemek için yere diz çöken Niki, yanına gelip sırtına dokunan eli fark etmemişti. Maria, nazik bir şekilde "Özür dilerim tatlım, işini bölmek istemem ama şimdi kızlarla dans çalışmalıyız." dedi. Sonra ellerini çırparak kızlara seslendi. "Haydi kızlar, yürüyün bakalım, şimdi dikiş provasına ara verip dans provasına başlıyoruz." Kızlar sıra halinde dizilip eğitmenleri Maria'nın peşinden salonun köşesinde kendileri için ayrışmış geniş alana koştular. Biraz ötede falcı Emine Bacı, geniş bir koltuğa kurulmuş, karşısına aldığı Norman'ın kahve falına bakıyordu. O sırada Singer marka dikiş makinesi taşıyan iki denizci salondan içeri girdi. Denizciler makineyi Emine ve Norman'ın oturduğu yerin yanına bıraktı. Niki, eski bir dostuna kavuşmuş gibi sevinerek gülümsedi, evcil bir hayvanı okşarcasına makinenin sırtında elini gezdirdikten sonra altına bir sandalye çekip makinenin başına oturdu. 

Maria'nın kızlara verdiği komutlar, müziğin sesi ve kızların gürültüsü salonu inletiyordu. Dans eden kızların performansını beğenip alkışlarıyla tempo tutan Emine Bacı onlara doğru bağırdı. "Harikasınız hanımlar, bravo hepinize!" 

Niki, dansçı kızlara ait tuvaletlerden birini almış dikiş makinesine götürürken Emine Bacı'nın kendisini takip ettiğini fark etti. Başını kaldırıp göz göze geldiğinde genç kıza takılmak için beklediği fırsatı yakaladığını düşündü kadın. "Bana bak!" dedi. "Kızların etek boylarını olabildiğince kısa yapmaya çalış tamam mı? Biliyorsun, onların sanatıyla ilgilenmez kimse" deyip  göz kırptı Niki'ye. Niki de espriyi anladığını gösteren bir gülümsemeyle ona karşılık verdi. 

Maria ve dokuz perisi neşeyle dans provalarına devam ediyordu. Artık gürültüden rahatsız olmaya başlayan Emine yerinden kalktı, Norman'a "Akşam yemekte görüşürüz." deyip salonu terk etti. Birkaç dakika sonra çiçeklerle süslenmiş beyaz, şık şapkalarıyla orta yaşlı iki kadın ortalığı birbirine katarak salona girdi. "Haydi, herkes dışarı! Acele edin, acele edin lütfen." Sesi duyan Maria, kızlar ve diğer yolcular ne olduğunu anlamadan hep birlikte üst güverteye doğru koşuşturmaya başladı. Başına püsküllü kırmızı fes giymiş şık takım elbiseli iki tüccar da kol kola girip kalabalığın peşine takılmıştı.

"İsmail sen çık, bize de güzel bir yer ayarla," dedi biri diğerine. "Ben çocukları alıp geliyorum hemen." O esnada Niki, dikiş makinesinin üzerine serdiği kumaşı mezurasıyla ölçüp biçmeye devam ediyordu. Niki ve Norman'ın dışında kimsenin kalmadığı salonda zaman zaman varlığını hissettiren makine sesinden başka bir ses duyulmuyordu.

Çevresine aldırmadan işe koyulmuştu Niki. Onu uzaktan izleyen Norman, biraz ötedeki koltuğunda yalnız başına oturuyordu. Sigarasından derin bir nefes çekti. 

"İşinizde çok iyisiniz." dedi. Fena başlangıç sayılmazdı. Bir yerden sohbeti başlatması gerektiğini düşünüyordu, Norman. Hamaratlığı ve zekâsından etkilendiği genç kızla yakınlaşabilmek için dayanılmaz bir arzu duyuyordu içinde. 

Elindeki makasla masaya serdiği kumaşı kesmeye hazırlanan Niki, başını kaldırdı, Norman'a kısa bir bakış attıktan sonra işine devam ederken cevap verdi. "Herkesin kendince bir yeteneği var."

Norman, Niki'nin verdiği cevabın üzerinde düşünürken sigarasından bir nefes daha çekti. Onun yeteneği fotoğrafçılık üzerineydi ama gazeteye sinirlenip Tanrı'nın verdiği hediyeyi geri çevirmişti. Bununla birlikte zaman zaman aklına gelse de pişmanlık duymamıştı henüz. Yeni bir sayfa açacaktı hayatında. Diğer taraftan Niki'ye olan hayranlığı, sevgisi her geçen gün artıyordu. Boston'dan gelen o mektubu almasaydı, bu yolculuğa çıkmayacak, Niki'yi hiç tanımayacaktı. Ona daha yakın olabilmek, ilgisini çekebilmek için elinden geleni yapıyordu. Bu konuda hatırı sayılır bir mesafe aldığını söylemek pek yanlış sayılmazdı. Niki'nin de her fırsatta sorduğu sorularla kendisini tanımaya çalıştığını biliyordu.

"Ne tür fotoğraflar çekiyorsunuz?" Niki'nin bu sorusu, Norman'ı haklı çıkarmıştı. Artık kendisiyle ilgilendiğinden emindi neredeyse. Yine yüzüne bakmamış, başını kaldırmaya tenezzül etmemişti, fakat buna da razıydı genç adam.

"Sıra dışı olanları..." dedi, Norman. 

"Parasını kim ödüyor?"  Bu kez Niki, kısa süreliğine başını kaldırıp gülümsemiş ve sonra kesmekte olduğu kumaşa vermişti dikkatini.

"Hiç kimse!" 

"Nasıl yani?" Beklemediği bu cevap şaşırtmıştı Niki'yi. İlk kez elindeki makası bırakıp doğruldu. Meraklı gözlerle Norman'a baktı.

"Hmm, nasıl desem, başkalarının gözden kaçırdığı şeylerin fotoğrafını çekmekten hoşlanıyorum." dedi Norman, derinden bir iç geçirdi. "Detayları... Fazla önemsenmeyen küçük şeyleri..." 

"Fazla önemsenmeyen küçük şeyler...?" Niki, Norman'a meraklı gözlerle bakarken onu anlamaya çalışıyordu. "Amerikalıların fotoğrafını mı çekiyorsunuz sadece?" 

"Amerikalılara satıyordum..." derken Norman'ın sıkıntılı hali yüzüne yansıdı. "O günlerde, manzara kartlarını postalamak modaydı hâlâ..."

Niki, boş gözlerle Norman'a bakıp sessizce dikiş makinesine yöneldi. Norman, anlaşıldığından emin olmak istiyordu.

"Dediklerimi tam olarak anlayabiliyor musun?" 

"Biraz" dedi Niki, gülümserken. "Hâlâ fotoğraf çekmek istiyor musunuz?" Bir yandan makinenin iğnesine iplik geçirmeye çalışıyordu.

"Kimin umurunda..." dedi Norman, içini çekerek.

"Adamızın gelinlerinin fotoğraflarını çekebilirsiniz meselâ..." dedi Niki. 

"Kendini dahil etmiyor musun buna?" Norman ilk kez genç kızla göz göze gelmişti. Uzun bir süre süzdüler birbirlerini. Sorusunu Yunanca yineledi. "Esy Ohi?" Sen yok musun? Yalvaran bir hale büründü sesi.

"Ohi... Hayır." dedi, Niki kararlı görünerek.

Niki'nin cevabı, ateş gibi yaktı yüreğini Norman'ın. Sigarasına sarıldı efkârlanarak. Ayağa kalktı, pencerenin yanına yürüdü. Denize bakıp derin bir nefes çekti ve olabildiğince uzağa üfledi. Sonra Niki'ye döndü.

"Her neyse," dedi, Norman. "Zaten imkânsız bu iş." Niki'nin tepkisini ölçer gibiydi. "Artık fotoğraf makinem olmadığına göre..." 

Niki, heyecanlandı. Dikiş makinesinden başını kaldırıp sordu, "Ne, yoksa onu kaybettiniz mi?"

"Sattım," dedi Norman, kederli bir yüz ifadesiyle. Niki, başını öne eğdi, bir şey söylemedi. Sessizliği bozan dikiş makinesinin sesi oldu. 

***

Dev yolcu gemisi RMS Mauretania, Atlantik Okyanusunun mavi sularında hedefine doğru ilerlerken Amerika'ya varış günü yaklaştıkça üçüncü sınıf yolcuları arasındaki heyecan artıyordu. Kaptanın kadim dostu Maria için kısa sürede muhteşem bir elbise diken Niki, gemidekilerin takdirini kazanmıştı. Maria'nın gösteriye hazırladığı kızların tuvaletlerini de elden geçirdikten sonra, iki kat alta, Üçüncü Sınıf yolcularına ayrılan bölüme taşıtmıştı dikiş makinesini. Yüzlerce genç kız, annelerine, kardeşlerine ya da yakınlarına ait gelinliklerini bohçalarının içinden çıkarıp Niki'nin önüne yığmıştı. Sabahın erken saatlerinden akşama kadar eli iğne tutan birkaç arkadaşıyla birlikte Niki, kullanılmış gelinlikleri genç kızların ölçülerine göre uydurup, onlara beyaz tülden duvaklar, gelin başları dikiyordu. Üst güvertede, parti ve eğlencenin olmadığı akşamlarda, yakın dostu Niki'nin ısrarına dayanamayan Haro, havanın kararmasıyla birlikte, yanından ayırmadığı udunu kumaş kılıfından çıkarır yürek burkan memleket ezgileri çalmaya başlardı gelin adaylarına.

O saatlerde can sıkıntısıyla sigarasını tüttürürken üst güverte boyunca bir ileri bir geri volta atan Norman, udun yanık nağmelerine eşlik eden kızların hüzün dolu şarkılarını duyar duymaz heyecanlanıp hemen korkuluklara koşuyor, Haro'nun yanından ayrılmayan Niki'yi bir kez olsun görebilmek için çırpınıyordu. Dikiş makinesi aşağı taşındığından beri genç kızla bütün irtibatı kesilmişti gazetecinin. Portre fotoğrafını çekmesini rica eden kaptanın talebini geri çevirdiğine bin pişman olmuştu. Niki ve arkadaşlarının fotoğraflarını çekmek için hangi yüzle ondan ödünç kamera isteyebilirdi? Hayatı boyunca bir fotoğraf makinesinin eksikliğini bu denli hissetmemişti içinde. Son zamanlarda yalnız kalmayı tercih ediyordu, iyice içine kapanmıştı. Akşam yemeklerinde Karabulat'ın iğrenç şakalarına, kucaklarında cins beyaz kediler taşıyan süslü kadınların yakınlık kurma çabalarına, Maria ve çıtır kızlarının yılışık kahkahalarına tahammül edemiyordu artık. Her sabah kahvesini içtikten sonra Emine Bacı'ya fal baktırmak bile ilgisini çekmiyordu. Diğer Birinci Sınıf yolcularının abartılı kıyafetleri, iş ve siyaset sohbetleri, eğlenceli gece partileri cezbetmiyordu onu. Mürettebattan biri, yanına gelip yemek saatini bildirene kadar güvertenin uzak bir köşesine çekilip derin düşüncelere, hayallere dalarak geçiriyordu vaktini. Tanıdıkları arasında kafa dengi, sözü, sohbeti dinlenebilecek tek kişi geminin kaptanıydı. Can sıkıntısından bunaldığı bir günün akşamında kaptanla konuşmaya karar verdi.

Kaptan, yemeyi içmeyi seven cana yakın biriydi. Bu yüzden mürettebatın Norman'ı mutfağa yönlendirmesi sürpriz olmadı. Şapkasını, sırmalarla bezenmiş denizci kıyafetini üzerinden atmış, askılı pantolon üzerine beyaz bir gömlek giymişti. Tezgâhlardan birinin başında, neşeyle şarkı söylerken bir anda karşısına çıkan gazeteciyi görünce ne yapacağını bilememişti. Şaşkınlığını üzerinden atınca sıcak ilgisini esirgemedi gazeteciden. Raflardan birine uzandı, oradan aldığı uzo şişesini ince uzun bardaklara boşalttıktan sonra bardaklardan birini uzattı Norman'a. Başını çevirmeden arka tarafta telaş içinde koşuşturan mutfak personeline doğru seslendi.     

"Sadece pilav, Herakles." Kaptan misafirine gülümserken açıklama ihtiyacı duydu. "Onsuz yapamam." Kadehini kaldırdı, kendisini ilgiyle dinleyen sarışın adamınkiyle tokuşturdu. "Bana çok iyi bakıyor." Büyük bir keyifle rakısından bir yudum çekti. "Biliyor musun?" dedi, "Gemide hoşuma giden tek yer burası." Norman hak verircesine hafifçe salladı başını. İki adam bardaklarını kaldırıp geriye kalan içkilerini aynı anda kafalarına diktiler. Tam o sırada beyazlar içindeki aşçı Herakles göründü, bir tabak dolusu pilavı tezgâhın üstüne bıraktı. Kaptan'ın gözlerinin içi gülüyordu pilava bakarken, Norman bundan iyi bir zaman bulamayacağını düşündü. Konuya nasıl gireceğini tasarladı kafasında.

"Kaptan..." dedi, sonunda. Sesini temizleyip devam etti. "Eğer teklifiniz hâlâ geçerliyse, bana ödünç bir kamera vermeniz gerekiyor. Akşam yemeğinden sonra, portre fotoğrafınızı çekebilirim."

"Fikrinizi değiştirmenize sebep olan ne, bilmek isterim." dedi Kaptan, ciddileşerek.

"Sizinki kadar yakışıklı bir yüze dayanmak çok zor, Kaptan" Norman rolünde kusursuz görünüyordu, yüzünde alaycı bir gülümseme yerine samimi bir ifade vardı.

Kaptan neşeyle başını sallayıp kahkahayı patlattı. "Ya, demek öyle!" dedi, inanmış görünerek. "Peki," dedi, benden sonra sıra kimde, başka kimlerin fotoğrafını çekeceksin?" Biraz bekledikten sonra şakayla karışık ilk aklına gelenleri sıraladı. "Yakışıklı Herakles'in mi? Yoksa bizim fotoğrafçı çiroz Yorgo'nun mu?" Bu kez ikisi birden kahkahaya boğuldular.

"Üçüncü Sınıfta seyahat eden kadın yolcuların, yani gelin adaylarının portre fotoğraflarını çekmek istiyorum." Gazetecinin bu isteği Kaptan'ı şaşırtmış, tedirgin etmişti. Sorgulayan gözlerini genç adama yöneltti. Norman kendinden emin bir şekilde devam etti. "Gelinlikleri ve duvaklarıyla birlikte..." 

Kendisine oldukça tuhaf gelen bu öneri karşısında kaptan, dudaklarını büzüp kaşlarını havaya kaldırdı. "Fakat," dedi. "Onlardan tam yedi yüz tane var." 

Norman, bir cevher bulmuşçasına heyecanla kaldırdı ellerini. "Düşünebiliyor musunuz, birbirinden farklı tam yedi yüz çift göz..."

Başını öne eğdi, kaptan. Öğrencisine nasihat veren tecrübeli bir öğretmen edasıyla, "Mr. Harris," dedi. "Birinci derece beş kuzenim ve ayrıca dört yeğenim, aynı gemidekiler gibi Amerika'ya sipariş gelin gittiler. O hanımların bizden istediği tek şey..." Bir süre ara verdikten sonra Norman'ın donuklaşan yüzüne baktı. "Saygı!" dedi, kelimenin üzerine basarak.


12 yorum:

  1. Haro için üzüldüm, onun için bir mucize olmasını umuyorum Antonis'in bir yerlerden çıkıp gelmesini istiyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Diğer kızların durumu Haro'nunki kadar yakıcı değil. Hatta bazıları umutla bakıyor yeni hayatlarına. Yorumunuzdan sonra Antonis ne yaptı merak ettim. Muhtemelen hastaneden taburcu olmuştur. Haro'nun Amerika'ya gittiğini öğrendi mi acaba? Öğrendiyse nicedir hali? Bazı ayrılıklar ölümden beter. Haro'nun durumunu anlıyorum. Antonis'in onu bulması artık mucize. Bakalım bu acıya nasıl dayanacaklar...

      Sil
  2. Kaptanın ailesindeki kızların da bu yolla gitmiş olmaları çok ilginç geldi birden. Enteresan sohbetler olacak anlaşılan Norman ile Kaptan arasında.. müzik de çok iyiydi. Teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bana da öyle geliyor ki, Amerika'yı Amerika yapan bu kızların çocukları. Binlerce genç kız bu kervana katılmış. Ben teşekkür ederim:)

      Sil
  3. Kaplan Bey,
    Bölümleri atlamalı okumuşum her nedense. Bu sabah sırayla okuyup, tefrikanın sırasına yetiştim. :)
    Ellerinize sağlık, karakterlerin tanıtımı etkileyici, olayların gelişimi merak uyandırıcı, devamını bekliyorum.
    İlk bölümlerdeki yorumlarda söz ettiğiniz benzer konulu filmi görmüş ve çok etkilenmiştim, adınız siz sonra vereceğiniz için burada anmıyorum. :)

    Bir de sizin düzeltmelere açık olduğunuzu özellikle belirtmeniz nedeniyle bir ufak notum var. Gemilerin yol alması anlatılırken -teknik olarak- tam gaz yerine "tam yol" ifadesi kullanılır.
    Son bölümde ve sanırım ondan bir öncekinde iki kez rastlayınca, belirtmek istedim.
    Denizcilikte, tam yol yanı sıra yarım yol, ağır yol, tornistan... gibi başka özel ifadeler de kullanılır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim için en değerli yorumlardan birini almış bulunuyorum:) Güzel sözlerinizin yanı sıra beni daha da mutlu eden haklı eleştiriniz. Yazdığım "tam gaz" ifadesine ben de çok güldüm şimdi. Otomobil değil bu gemi, gemi:)) Harikasınız, hemen düzelteyim:)
      Dikkatli bir okur, internette biraz araştırma yapsa her bölümün sonuna eklediğim Stamatis Spanoudakis müziklerinden filme, en azından filmin fragmanına ulaşabilir. Filmin müziklerini de en az film kadar etkileyici buldum. Amelie - Yann Tiersen ikilisinden sonra ? - Stamatis Spanoudakis ikilisi unutulmazlarım arasında yerini aldı. Filmi izlemeyen okurlardan daha sonra filmi izleyip yazdıklarımı değerlendirmelerini rica etmeyi düşünüyorum.
      Teşekkürler.

      Sil
  4. Yazdığınız her detay gözümde canlanabiliyor, tasvir konusunda çok iyisiniz. Gemideki şatafat gözümün önüne Titanic filmindeki gemiyi getiriyor. :) Norman karakterinin diğerlerinden farklı olması çok güzel. Niki ile aralarında kısa ama güzel diyaloglar geçiyor. Yolculuğun devamında neler olacak merak ediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel:) Çok teşekkür ederim. Geminin birinci sınıf yolcuları için haklısınız. Şatafat oldukça fazla. Ama üçüncü sınıf yolcuları için durum öyle değil. Niki terziliği sayesinde birinci mevkie çıkabiliyor diğerleri için yasak. Bütün hikaye gemide geçiyor zaten, bakalım neler olacak:)

      Sil
  5. norman ın makinesini satması filmin en dramatik anlarındandı yaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım romanın demek istedin:)))

      Sil
    2. ya filmini bikaç defa izledim ya ben film olarak görüntülerle düşünüyorum, filmdeki aynı olayları yazmışsın zaten ki, temel aynı de, konuşmalar da aynı hatta herhalde ufak detayları değiştirdin seeen :)

      Sil
    3. Novelizasyon diye baştan yazmıştım:) Bazı küçük eklemeler var. Doğru konuşmaların çoğu da aynı. Fakat, Amerika'ya vardıktan sonra Niki ile Norman'ın sanırım on beş yıl kadar sonra buluşması vardı. Bu dönemi es geçmiş film. Bazı karakterlerin Amerika'da karşılaşacağı olaylara ve orada başlayan yaşantılarına dair filmde yer almayan eklemeler yapabilirim.

      Sil