KATEGORİLER

19 Eylül 2022 Pazartesi

YAŞAM MAHKUMLARI (BÖLÜM # 13)

Genç kızın oturduğu sıranın yanına ilişti Norman. Dalgın gözlerini sabit bir noktaya dikmiş, sonsuza dek sürmesini arzuladıkları tatlı bir rüyanın içindeydiler sanki. Niki, başını kaldırmadan kendi kendine konuşur gibi mırıldandı.

"Hâlâ fotoğrafımı çekmek istiyor musun?" 

Şaşırmıştı Norman, iknâ etmek için günlerce onun peşinden koşmuş fakat her seferinde olumsuz yanıt almıştı. Heyecanla başını kaldırıp genç kıza baktı. "Elbette," dedi. "Rus kızlarının fotoğraflarını da çektikten sonra sipariş gelinler arasında fotoğrafını çekmediğim tek sen kaldın geride."

Niki, ayağa kalktı, mahcup bir ifadeyle gülümsedi. "O zaman, yarın sabah..." deyip sessizce ayrıldı gazetecimin yanından.

Ertesi sabah üçüncü sınıf yolcuları merak içinde Amerikalı gazeteciyi beklerken, beyaz gelinliğin içinde muhteşem görünüyordu Niki. Terzi olması sebebiyle özenerek hazırladığı, dantel işleri, fırfırlı tüllerle, payetlerle ve beyaz boncuklarla göz alıcı bir şekilde süslediği gelinlik, diğer bütün gelinliklerden çok farklıydı. Başına, siyah saçlarının bir kısmını açıkta bırakan beyaz, ipekten bir şal örtmüştü, duvak niyetine. Boynuna astığı fotoğraf makinesiyle salona girdi Norman. Ekipmanları taşıyan yardımcısı Nikolas vardı yanında. Niki, etrafını saran kalabalığın arasında onları fark etmemişti. Bütün kızların başı gazeteciye doğru çevrildi. O sırada, Niki'nin duvağını düzeltiyordu Haro, Norman'ı görünce arkadaşına dönüp içten bir gülümsemeyle başını salladı. Beklenen an gelmişti, salondaki uğultu dinmiş, herkes meraklı gözlerle Niki'ye bakıyordu.

Birkaç adım attıktan sonra Niki'yi gördü Norman. Olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Gelinliğin içinde karşısına geçmiş duruyordu. Bu bir rüya olmalıydı. Uzun süre hareketsiz bir şekilde öylece bakıştılar. gözlerini alamıyorlardı birbirlerinden. Şaşkınlığı geçince, genç kız, sert adımlarla Norman'a doğru yürüdü, bir şey söylemeden yanından geçti gazetecinin. Bir çırpıda başından çıkardığı duvağını fotoğraf makinesini taşıyan üç ayaklı sehpanın üstüne bıraktı. Genç kızın üzerindeydi bütün gözler. Norman, hayranlıkla Niki'yi izliyordu. Genç kız, vakur bir şekilde siyah fonun önündeki yerini alırken bütün genç kızların ilgi odağı olmuştu. Herkes, Amerikalının onu fotoğraf çekimine nasıl ikna ettiğini merak ediyordu. Niki'nin içinde kopan fırtınayı kimse tahmin edemezdi. Norman'a baktı genç kız.. Sonra, aklına ne geldiyse gelinliğinin üzerindeki bütün süsleri teker teker söküp atmaya başladı. Kaderine isyan edercesine güzelim gelinliğin bütün süslerini çatır çutur söküyor, omzundaki fırfırları, göğsündeki dantelleri, boncukları koparıp koparıp atıyordu yere. Bir nevi arınmaydı sanki bu gösteri. Sonunda beyaz satenden sade bir elbise kalmıştı üzerinde. Fakat yine de toplanmış siyah saçları, ışıl ışıl parlayan gözleri ve masum yüzüyle çekiciliğinden bir şey eksilmemişti. Gazeteci makinenin başında bekliyordu, Niki'yi anlamaya çalışırken makinenin üzerindeki tül parçasını alıp boynuna doladı. Fotoğraf makinesine filmi yerleştirdikten sonra deklanşöre basmaya hazırdı. Genç kız, anonsu kendi yaptı.

"Niki," dedi herkesin duyacağı bir sesle. "25 yaşında, Limni adasından..." 

Gözleri dolmuştu Norman'ın. Parmağında deklanşöre basacak güç kalmamıştı. "Niki," dedi, sayıklarcasına. "Limni adasından..." Acı bir şekilde gülümsedi. Tizden bir klik sesi bozdu sessizliği.

***

Üst güvertenin büyük salonunda seçkin yolcular, şık kıyafetleriyle masaları doldurmuş, Maria'nın kızları tarafından sergilenecek büyük dans gösterisini bekliyorlardı. Dansçı kızlar, Niki'nin elinden geçen beyaz tuvaletlerini giymiş, saçlarını yaptırmış, sahnenin önünde tek sıra halinde dizilmişti. Tül kadar ince, dökümlü elbiseleri, bel hizasında altın rengi ince bir kemerle toplanmıştı. Yapma çiçeklerle bezenmiş beyaz, ince bir şerit kurdele saçlarını süslüyordu. Ak tenli, balık etli, sarışın, renkli gözlere sahip, etrafa neşeyle gülümseyen dansçı kızlara çevrilmişti bütün gözler. Piyano eşliğinde güzel bir vals müziği çalıyordu orkestra. Masalar, bu özel veda gecesine yakışır bir şekilde çeşitli mezeler, meyveler ve yiyeceklerle donatılmış, kristal kadehler şampanyalarla dolmuştu. Tiril tiril beyaz gömleklerinin üstüne giydikleri ütülü, siyah takım elbise ve boyunlarındaki papyon kravatlarıyla ortalarda dolaşan yakışıklı, genç servis elemanlarına garson demeye dili varmazdı insanın, hepsi birer damat gibiydiler. Öyle ki, salonu dolduran beyaz örtülü yuvarlak masalardan birine otursa biri, yolcular tarafından yadırgamaz, hatta hemen muhabbete girişirlerdi kendisiyle. Kocalarını işgal altındaki şehrin başı bozuk bürokrasisi içinde bırakıp macera arayan bazı varlıklı hanımefendiler, davetkâr gülümseyişleriyle masalarına gelen bu yakışıklı delikanlıların akıllarını çelmeye çalışsalar da onlar, böyle bir tuzağa düşmemek konusunda yeterince eğitimliydiler. Maria, işareti verdi ve piyano gösteri müziğini çalmaya başladı. Bütün servis elemanları davetlilerin arasından sıyrılıp salonun uzak bir köşesine çekildiler.

Sahnenin önündeki masalardan birinde yerini alan kaptan, yolculuğu kazasız belasız sona erdirmenin verdiği huzur içinde, falcı Emine Bacı'yı yanına almış, bir kaç Türk işadamıyla birlikte purosunu tüttürürken, büyük bir keyifle dansçı kızları izlemeye başlamıştı. Diğer yanında oturan Karabulat'a çevirdi başını. Hayranlığını gösteren bir bakışla kızları işaret ettikten sonra acente müdürünün kulağına eğilip birşeyler fısıldadı. Karabulat, kadehini kaldırıp gülümsemeden önce yüzüne gelen yoğun puro dumanını eliyle uzaklaştırdı. Dansçı kızlar çember şeklinde dizilmiş, kollarını ahenkli bir şekilde kıvırarak müziğin ritmine eşlik ediyor, kâh ortaya toplanıp eğiliyorlar, kâh zarif ayak hareketleriyle dışarı doğru geri çekilip doğruluyorlardı.

Müziğin sesi üçüncü sınıf yolcularının bulunduğu alt güverte salonundan duyuluyordu. Kısmetlerini bekleyen sipariş gelin adayları, çoktan eşyalarını toplamışlardı bile. Niki'nin elden geçirdiği gelinlikleri ve diğer kıyafetlerini koydukları torbalarına, valizlerine sarılmış, yarı uykulu bir halde, birbirlerine sokularak gemideki son gecelerinin geçmesini bekliyorlardı. İçlerinde geleceğe dair umutlarını kaybetmeyen küçük bir grup, bütün yaşananlara rağmen hayli iyimser görünüyordu. Yukarıdan gelen müziğin ezgileriyle, bütün geçmişlerini unutmuş gibiydiler sanki. Kendilerini bekleyen lüks yaşantının hayaliyle, kollarını müziğin ritmine uydurmuş, dönüyor, dans ediyorlardı coşkulu bir şekilde. Zorlu yolculuğun bu son gecesinde, diğer bütün yolcuların gözlerinde ise derin bir korku ve endişe hakimdi.

Üst katlara çıkan merdivenin basamaklarına oturan iki arkadaş müziğin sesine aldırış etmeden birbirleriyle dertleşiyordu. Kader onları çaresiz acılarla yakınlaştırmıştı. Biri aşkına ihanet etmenin verdiği acıyla kahrolurken diğeri ümitsiz bir aşkın pençesinde çırpınıyordu. Haro'nun uzattığı mektupları yüksek sesle okuyan Niki, genç kızın acısını içinde hissediyordu. Niki'nin ağır ağır okuduğu duygu yüklü her cümle, Antonis'in fırlattığı, Haro'nun yüreğine saplanan birer ok gibiydi. 

"Baban bana niçin inanmıyor... Sakat kalmayacağım... Belki gelecek yıl..." Niki, her ara verişte, Haro'nun yüzüne bakarken genç kızın yüzüne yansıyan duygu ve düşünceleri okumaya çalışıyordu sanki.

"Mayıs ayında..." dedi, Haro, içini çekerek. Buruk bir gülümseme belirdi yüzünde. Yüzlerce kez okumuştu her satırı. Niki'nin bıraktığı yerden Antonis'in cümlesini tamamladı. "Adada kavuşacağız birbirimize..."

"Kaç tane mektup yazdı sana?" Niki, yalancı bir tebessümle kendisine bakan Haro'ya sordu. "Kırk tane mi, elli mi?" 

"Kıskanılacak bir şey değil bu!" dedi Haro, fısıldarcasına. "Bir kez olsun dudağı, dudağıma değmedi." 

"Haro, istersen bu kadar yeter, daha fazla acı çekmeni istemiyorum."

"Faydası yok, çektiğim acıyı hiçbir şey dindiremez." dedi Haro, başını öne eğerken. "Hepsini okuduk zaten. Sonuncusuydu bu..."

Üst güvertede eğlence tüm hızıyla devam ediyordu. Etraflarına gülücükler saçan birbirinden güzel dokuz dansçı kız, ritmik hareketlerle bacaklarını kaldırıp indiriyor, ellerindeki beyaz tülden şalları başlarının üzerinde çeviriyor, kendilerini keyifle izleyen yolcular tarafından sürekli tezahüratla destekleniyordu. Gösterinin sonuna yaklaşırken masaların arasına karışıp hünerlerini gösterdiler. Havana purolarını ağızlarına alan beyefendiler, renkli yelpazelerini usulca masaların üzerine bırakan hanımefendiler, hep birlikte "bravo, bravo..." sesleriyle çılgınca alkışlıyordu dansçıları. Kaptanın keyfine diyecek yoktu. Karabulat, kızları alkışlamaya devam ederken başını kaptana doğru çevirdi. Sahtekârca iç geçirdi.

"Ah,..." dedi. "Şu senin Marussa yaşasaydı, şimdi dans ediyor olacaktı karşında. Ne yürekler yakan tanrıçaydı o..." Kaptan, Karabulat'ın lâfı nereye getireceğini merakla beklerken alaycı bir gülümsemeyle bakarken acente müdürü gözlerini ileride, hayali bir noktaya çevirmişti. 

"Onun gibi taze birini bulmalısın." dedi Karabulat, kaptanın kulağına eğilerek. "Her taraf fahişe kaynıyor..."

Kaptan, tıksırır gibi bir ses çıkardı, konuşmadan rahatsız olmuş gibi bir hali yoktu, bilâkis hoşuna gidiyordu Karabulat'ın bu sözleri sanki. Fakat, düşünceliydi aynı zamanda.

"O kadar genç birinin her istediğinde arzusunu yerine getiremem." dedi, kaptan. "Denizi bilirsin... Denizde ufka doğru baktığında... Bir zaman gelir, aniden görünmez olur her şey... Sis kapatmıştır önünü..." Karabulat, kaptanı anladığını göstermek için "hı, hı..." deyip aşağı yukarı hafifçe salladı başını. Eski günlerin geride kaldığını düşünen Kaptan, yüzünü ekşitip iç geçirdikten sonra arkasındaki masaya bakarak seslendi. "Hey, Selanikli!" Genç bir adam yerinden kalkıp yanına geldi kaptanın. "Git, sevgili Maria'mı bul, çağırdığımı söyle ona."      

Niki udunu eline almış, yürek burkan şarkısını çalmaya başlamıştı. Parmakları ağırlaştıkça udun tınısında matem havası seziliyordu. Yukarıdan gelen müziğin sesi duyulmuyordu artık. Haro kucağındaki uduyla, birlikte ağlıyorlardı sanki. Niki, genç kızı teselli etmek için her yolu denemişti ama içine düştüğü boşluktan çekip alamıyordu onu bir türlü. Haro, kederli bir şekilde arkadaşına baktı. Gözlerinin feri gitmiş, dış dünyayla ilişiği kesilmişti adeta. Bir kez daha şansını deneyip arkadaşını içine düştüğü kâbustan kurtarmak istedi, Niki. Haro, savaşın ilk yıllarında, Antonis'in, memleketi olan Sisam adasından Semadirek adasına göçtüklerini anlatmıştı bir keresinde. Haro'nun kısmeti, birkaç yıl önce Kanada'ya göçmüş bir Sisamlıydı yine. 

"Unutmaya çalış Haro, biliyorum çok zor ama bunu yapmak zorundasın. Hem Sisamlıların merhametli olduğu söylenir. Beyaz bir sayfa açacaksın hayatında. Antonis'i de merak etme, o da bir yolunu bulacaktır mutlaka, kendine uygun biriyle karşılaşıp yeni bir düzen kuracaktır kendisine. Zamanı geri getiremezsin..." Niki, söylediklerine kendini de inandırmaya çalışıyordu bir yandan. Ayrılığın acısını henüz tatmasa da kısa bir süre sonra yaşayacağı ayrılığa ne kadar zor dayanacağını tahmin edebiliyordu. Kuşkusuz Norman'dan ayrılırken Haro'yla aynı duyguları yaşayacaktı. Acıları dindirmenin tek çaresi geçmişi unutmak, eski anıların yerine yeni bir şeylerin hayalini kurup kandırmaktı kendini. "Kanada'da sakin bir hayatın olacak..." dedi Niki, genç kızı teselli etmeyi umarak. Bütün çabaları boşa çıkmıştı. Rüzgârın önünde sürüklenen kuru bir yaprağı düştüğü dala geri getirmek ve onu yeniden yeşillendirmek nasıl mümkün olabilirdi ki! Kendisine boş gözlerle bakıyordu, Haro. "Sana mektup yazarım..." dedi Niki, çaresizce. "Kısa zamanda yazmayı öğren... O zaman sen de bana mektuplar gönderirsin..." 

Yukarıda, müzik sesleri yükselmeye başlamıştı yine. Pistin önündeki masalar geriye doğru çekilerek genişletilen alanda kadınlı erkekli kalabalık bir grup kol kola girmiş halay çekiyordu Kemanın coşturan nağmeleri uzolarla demlenen zihinleri canlandırmıştı yeniden. Eğlence, vur patlasın çal oynasın devam ediyordu. Müziğin oynak sesine alkışlarıyla tempo tutan seçkin davetliler, inletiyordu salonu. Bu özel gecede, kaptana yaklaşmaya, araya girip halay zincirinde kendine yer edinmeye çalışan yolcuların mücadelesi görülmeye değerdi. Salonun orta yerinde, kol kola girmiş, neşe içinde, saat yönünde dönmekte olan kalabalığa karışmıştı Norman. Açık yeşil renkli takım elbisesi ve onu tamamlayan papyon kravatıyla oldukça şık görünüyordu. İki güzel dansçı kızın arasına girmiş, müziğin ritmine ve yanındakilerin hareketlerine göre ayaklarını sallıyordu gazeteci, iki adım ileri, bir adım geri yol alarak çemberden kopmamaya çalışıyordu. Halayın halkası büyüdükçe büyüyor, genişledikçe genişliyordu. Artık dairesel düzende dans eden yolcular salona sığmaz olmuş, içe doğru yeni yeni halkalar oluşmaya başlamıştı. Falcı Emine kaptanın yanında, yerini almadan olmazdı. Hemen onun olduğu tarafa koşup kaptanın koluna girmeye hazırlanırken karşısında keyifle dans eden Norman'ı fark etti. Kararını değiştirip kaptandan vazgeçti ve Norman'ın olduğu yere seğirtti. Dansçı kızlardan birinin önüne geçip gazetecinin koluna girmek üzere kendine yer açtı. Halay dönerken genç adamın kulağına eğildi. Sesini müziği aşacak seviyeye getirmek için bağırmak zorunda kalmıştı. 

"Niki de burada olmalıydı..." dedi, haksızlığa uğrağını düşündüğü birini savunmak için genç adama hesap sorar gibi bir tavır içindeydi,  falcı kadın. "Bu onun hakkı, biliyorsun, dansçı kızların tüm kostümleri elinden geçti!"

"Onun nasıl bir karaktere sahip olduğunu bilmiyorsun!" dedi Norman. Halayın içinde tempolu bir şekilde sürüklenirken, masa başında sohbet ediyorlardı sanki. "Çok gururlu bir insandır o!"

"Gençlik yıllarımda ben de aynı Niki gibiydim..." dedi Emine. "Çalışkan... İnatçı... Ve bir erkek kadar güçlü..." Sonra bir kahkaha patlattı. "Zamanla her şey değişti... Şimdi altmış yaşında, kedisiyle tek başına yaşayan biriyim." Norman, falcı kadınla birlikte neşe içinde yüksek sesle gülmeye başladı.           

Üst güvertenin büyük salonunda yer yerinden oynarken alt güvertede, Haro'ya dil dökmeye devam eden Niki, büyük bir sabırla sakinleştirmeye çalışıyordu genç kızı. "Zalim mesafeler... sevdiklerimi ayırabilir benden... ama dostluğum kalıcıdır... zaman eskitemez onu..." Ağır ağır, içinde hissederek dökülmüştü bu sözler ağzından Niki'nin. Arkadaşına baktı, "Bu bir şiir..." dedi Niki, "Norman'ın bana hediye ettiği kitapta yazıyordu..." 

Ağlamaktan gözleri şişmişti Haro'nun. Arkadaşına dostça gülümsedi. Niki'ye cesaret veren bir gülümsemeydi bu. Niki genç kızın ellerine sarıldı heyecanla. "İngilizce öğreniriz orada..." dedi. "Bir işe girer, çalışırız...haftada 6 dolar veriyorlarmış... İleride çocuklarımız da olur..." Haro'nun yüzünün şekli değişmiş, hüzünlü bir hal almıştı yeniden. 

"Çocuklarımız..." dedi. "Onlar memleket topraklarında asla oynayamayacaklar, adalarda, Trakya'da..."   

"Fakat hepsinin çalışacak işleri olacak..." dedi, Niki. "Ve, farkında bile varmadan, Yunan göçmenlerle dolacak Kanada... Yunan milleti, dünyanın her bir yanına göç ediyor, aklından çıkarma bunu..." Haro, içine kapanmış, Niki'yi duymuyordu artık. Yavaşça göz kapakları düşerken başını arkasındaki duvara yasladı. Kendinden geçmekte olan genç kızın ellerini bırakmayan Niki, onu kendine doğru çekti. "Yapma Haro," dedi. "Kendini koyuverme hemen... Kadere karşı gelerek kötülüğün kapısını açmayalım... Bak, birbirimize söz verdik... Farklı insanları sevmiş olsak da... kaderimiz hep aynı..." Ayrılığın acısı, kendi derdini unutup arkadaşını teselli etmek için varını yoğunu ortaya koyan Niki'ye vuruyordu şimdi. Ağzını açıp bir kelime daha etse gözyaşlarına engel olamayacaktı. Keder ve hüzün, göz yaşı yüklü görünmez yağmur bulutları gibi gidip geliyordu iki genç kızın arasında. Haro'nun tükendiği yerde Niki yetişip onu hayata döndürüyor, sonra aynısını Haro, Niki'ye yapıyordu. Niki'nin yüzü acıyla gerilmişti, avucuna aldığı Haro'nun ellerini canını yakacak derecede sıkıyordu, farkında olmadan. Şimdi sıra Haro'ya gelmişti. Beklenmedik bir şekilde hareketlenip Niki'ye yaklaştı. Az önce kederinden eli ayağı kesilmiş, kendini bırakmış kızdan eser kalmamıştı. Soluk yüzü canlanmış hatta gözleri ışıl ışıl parlamaya başlamıştı.

"Her şeyi biliyorum, Niki..." dedi Haro. "Fotoğrafçıya nasıl baktığını görmedim sanma..." Niki, utanarak başını genç kızın başına dayadı, yüz yüze bakarken, herkesten gizlenen müjdeli bir haberi aralarında paylaşmış gibi sessizce gülümsediler. 

"Bu yetmez..." dedi Niki.

"Ama onun da sana nasıl baktığını biliyorum..." dedi Haro. Baş başa vermiş sanki oyun oynar gibiydiler. Oysa,  kan ağlıyordu Niki'nin içi. 

"O da yetmez,..." dedi Niki. Sesi, adeta inliyormuş gibi çıkıyordu. İki yana salladığı başını, Haro'nun başından ayırmadan.

"Bal gibi yeter!.." dedi Haro, fısıltı halinde Niki'nin kulağına eğilip. Niki bir şey demeden bir kez daha, hafifçe salladı başını iki yana. Haro, arkadaşına aldırmadan devam etti. "Senin için sadece bu kadarı yeter,..." Derin bir iç çekip Niki'nin kapanmış gözlerine baktı. "Ama benim için çok geç artık..." dedi. "Seninse hâlâ zamanın var..." Elleri birbirine kenetlenmişti.

Niki, kendini geri çekti biraz. Ellerini yüzüne kapadı. Dipsiz bir kuyuya düşmüştü sanki, çaresizlik içinde kıvranıyordu. Başını arkasındaki duvara yasladı.

"Onunla birlikte git, Niki..." dedi Haro. "Şartlar ne olursa olsun, sakın bırakma onu..."

Geminin üst güverte salonundaki eğlencenin sonuna doğru yaklaşırken kaptanı aralarına alan yolcular kendilerinden geçmiş bir vaziyette dans ediyorlardı. Müziğin durmasıyla birlikte büyük bir uğultu yükseldi. Emine, Norman'ın yanına geldi, yanaklarından öperek vedalaştı. Salon boşalmaya başlıyordu ki, Norman'ın enerjik sesi yükseldi.

"Bayanlar, baylar!... " Gürültü bir anda bıçak gibi kesilmişti. Sesin geldiği yere dönen kalabalık, merak içinde gazetecinin ne diyeceğini beklemeye koyuldu. "Bir yere ayrılmıyoruz. Muhteşem veda gecemiz, Haro'nun uduyla gerçekleştireceği canlı performanstan sonra tamamlanmış olacak!" Kaptan, şaşkın bir halde gözlerini açmış, Norman'a bakıyordu. Norman, aldığı alkolün etkisiyle haddini aştığını geç fark etmişti. Diğer yolcular, bunu anlayacak durumda değildi zaten. Gazeteci, kollarını kaptana doğru kaldırarak hatasını telâfi etmeye çalıştı. "Eğer itirazınız yoksa kaptan, Haro'yu alıp salona getirmek istiyorum."

O esnada, sırtını duvara veren Niki, merdiven basamaklarında uykuya teslim olmuştu. Yanı başında, üzeri açılmış bir şekilde Haro'nun işlemeli bez bohçası ve içinde, deste halinde Antonis'in mektupları duruyordu. Haro, Niki'nin uyuduğunu görünce parmağındaki yüzüğü çıkarıp mektupların üstüne bıraktı usulca. Yerinden kalktı, udunu eline alıp merdivenleri çıkmaya başladı. Bir kat yukarıdaki güverteye çıktığında denizin keskin kokusu ve dalgaların davetkâr sesi karşıladı genç kızı.

Kaptandan onayı alan Norman, mutlu bir şekilde etrafına gülücükler saçarak geminin uzun koridorları boyunca üçüncü sınıf yolcuların bulunduğu, alt katlara inen merdivenlere doğru ilerliyordu.  

Açık hava bütün uyuşukluğunu almıştı genç kızın. Rüzgâr kan kırmızı elbisesinin eteklerini uçuruyordu. Korkulukların önündeki birkaç metre genişliğindeki koridorda yürümeye başlamadan önce gözlerini kapatıp okyanus kokusunu içine çekti. Yüzündeki ifade kendini ele vermiyordu. Anlamsız bakıyordu, uyurgezer gibi bir hali vardı. Elindeki uduna sıkı sıkıya yapışmış, güvertenin ıslak döşemesi üzerinde kararlı adımlarla yürümeye başladı. Geminin kıç tarafını hedef seçmişti kendine. Topuk sesleri saatin tik tak seslerini andırıyordu. 

Norman, merdivenlerden alt kata indi, koridor boyunca sipariş gelinlerin bulunduğu salona yaklaşıyordu. Haro'yu alıp büyük salona götürecekti, uduyla birlikte. Aynı zamanda Niki'yle karşılaşmayı umuyordu. Döşemede bıraktığı topuk sesleri saatin tik tak seslerini çağrıştırıyordu. 

Niki, gözlerini açtı, Haro yoktu yanında. Şaşırmıştı. Yanı başında, genç kızın bez bohçası ve Antonis'in mektupları eski yerinde duruyordu. Yüzüğü gördü. Önce anlam veremedi. Aklından bir sürü şey geçti saniyeler içinde. Kendi kendine söylenircesine "Haro..." diye mırıldandı. Yoksa, diye kötü bir şey geçti aklından. Çıldırmışçasına gözlerini açarak feryat etti acıyla. "Haroooo!" Hemen fırlayıp kendini güverteye attı. Avazı çıktığı kadar bağırıyor, sesini duyurmaya çalışıyordu Niki. 

Haro, hedefine yaklaşmıştı. Geminin kıç güvertesine inen merdivenleri iniyordu. Uzaktan gelen Haro, Haro seslerine aldırış etmeden yoluna devam etti. Gözlerini kör, kulaklarını sağır eden, dönüşü olmayan bu yolda, huzur içinde ve kararlı bir şekilde ilerliyordu. Demir korkuluğun önüne geldiğinde arkadan yükselen sesler iyice artmıştı. Fakat çok geçti artık. Haro, soğuk korkuluğu tutmuş, geminin köpürttüğü suları seyrediyordu. En ufak bir korku belirtisi yoktu yüreğinde. Antonis'e verdiği sözü tutacağı için büyük bir huzur kaplamıştı içini. 

Norman sesleri duyunca paniklemişti. Ne olduğunu anlamadan güverteye attı kendini. Koşar adımlarla seslerin peşine takıldı. 

Haro, başının arkasındaki tokayı çıkarıp saçlarını serbest bıraktı. Güzel saçları rüzgâra teslim olmuş, özgürce dalgalanıyordu. Elinde udu olduğu halde denize doğru baktı son bir kez. Dev geminin ikiye ayırdığı köpüklü suların bu kadar büyük bir süratle aktığını o ana kadar hiç fark etmemişti. 

Norman, nefes nefese kalmıştı. Haro, Haro seslerini takip ediyor, geminin kıç kısmına doğru koşuyordu. Bir çılgınlık yapacağına inanmak istemiyordu genç kızın. Denize baktı, gemi köpükler saça saça tam yol ilerliyordu. Bir ürperti kapladı içini.

Haro, eteklerini toplayıp korkuluğun arkasına geçti. Son derece sakin görünüyordu. Sıkı sıkıya tuttuğu udunu önüne aldı. Arkasına baksa onu çağıran sesleri duyacaktı. Önüne baktı dalgaların davetkâr sesini duydu. Adımını attı, hafifçe başını geriye çevirdiğinde Niki'yi gördü. Çok geçti artık. Narin bedeni, uduyla birlikte önce boşluğa, sonra okyanusun karanlık sularına düştü.

Niki, o son bakışı hayatı boyunca unutmayacaktı. Gözlerinin önünde en yakın arkadaşını kaybetmişti. Niki'nin yüreğinden kopan acı bir çığlık yükseldi gökyüzüne. Hemen geride Norman göründü. Niki diye bağırdı. Koşup Haro'nun kendini denize bıraktığı yere geldi. Demir korkuluk boyunca büyük bir kalabalık oluşmuştu bir anda. Norman, avazı çıktığı kadar bağırarak kaptan köşküne sesini duyurmaya çalıştı. "Denize biri düştüüüü." Çok geçmeden acı acı sirenler ötmeye, kampanalar çalmaya başladı. Büyük bir matem havasına bürünmüştü gemi. Telaşlı adımlarla olay yerine geldi kaptan. Yanında denizci kıyafetli nöbetçi mürettebatı vardı. "Hemen, çekilin, yol açın," diyerek kalabalığı dağıttı. Denize baktı, sonra başını yukarı çevirip bağırdı. "Sol tarafa bakın! Sol tarafta..."    


22 yorum:

  1. Mr. Kaplan, tamamını okuyana dek dayanamadım. Hemen yazıp sorayım dedim:

    "Elinde fotoğraf makinesi olduğu halde salona girdi Norman." Bu cümlede neden "Elinde fotoğraf makinesi olduğu halde..." dediniz anlayamadım. "Elinde fotoğraf makinesi ile.." şeklinde okuyasım geldi otomatik olarak ama belki de ben tam kavrayamadım oradaki amacı 🤔

    Şimdi okumaya devam edeyim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne iyi yapmışsınız Mrs. Kedi:) "olduğu halde" ilgimi çeken, farklı yerlerde benzer kullanımını gördüğüm ve benim de sıklıkla kullandığım bir söz öbeğiydi. Yorumunuzu okuduktan sonra google amcaya "tırnak içinde" sordum. Ekşi sözlük çıktı karşıma. Yazarın biri şöyle yazıyordu:
      "İhsan Oktay Anar 'ın sıklıkla kullandığı kalıptır. (bkz: puslu kıtalar atlası) (bkz: amat) (bkz: efrasiyab'ın hikayeleri)"
      "Sırtlarında güç belâ taşıdıkları ağır tomruklar olduğu hâlde, ayaklarından ikişer ikişer prangaya vurulmuş, idrâr ve necâset kokan, saçlı sakallı, paslı pasaklı, bitli pireli, salyalı sümüklü, bezgin ve yorgun Frenk esirler, zincirlerini taş zeminde şıngırdata şıngırdata, Kaptan Paşa emrindeki silâhlı muhafızların nezâreti altında, “Banyol” denilen Tersane Zindanı’na doğru yürümekteydiler."

      Önceden tanımadığım yazar benimle aynı yaşta. Eskiden bu şekilde kullanılıyormuş fakat bazı sözlük yazarları da sizin tepkinize benzer şeyler yazmış. Bundan hiç bahsetmeden eşime görüşünü sordum, ayrıca sizin yorumunuzdan da bahsettim kendisine. Dikkatinizden dolayı size teşekkürlerini iletmemi istedi. O da bahse konu cümleyi güzel bulmadığını ve bu şekilde bir kullanımın gereksiz sözcük içermesi bakımından hatalı olduğunu ifade etti.

      Uyarınız için teşekkür ederim, yazımda gerekli düzeltmeyi yapıp bundan böyle sözü edilen sözcük kalıbını benzer şekilde kullanmayacağım. Benzer şekilde derken, bazı durumlarda "olduğu halde" cümle içinde sıkıntı yaratmıyor tabii. Sözgelimi, "Trafikte alkolsüz olduğu halde alkolmetre cezası aldı." cümlesinde sıkıntı yok.

      Ben niye bu ifadeyi kullandım diye düşündüm. Norman, salona Niki'nin fotoğrafını çekmeye geliyordu, tek amacı buydu. "Olduğu halde" diyerek bu niyeti vurgulamak istedim. Ancak yanlış bir kullanım olmuş, sayenizde bir şey daha öğrendim:)

      Sil
  2. "olduğu halde" kalıbını ben de kullanıyorum bazen Mr. Kaplan ama basitçe tezat belirtmek için kullanıyorum. Misal "Sırtında ağırlığınca yük olduğu halde uçarcasına çıkıyordu merdivenleri." gibi ya da "Norman elinde fotoğraf makinesi olduğu hâlde Niki'yi bembeyaz gelinliği ile görünce ne yapacağını unutmuşçasına durakladı bir anlığına." gibi :) Sizin bahsettiğiniz kullanım daha farklı bir etki veriyor sanırım. Daha önce rastlamış ve yine şaşırmıştım gibime geliyor ama hangi yazar, hangi kitaptı bilemiyorum şu anda Mr. Kaplan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, iki kullanım farklı. Yazımı düzelteceğim. Teşekkürler:)

      Sil
    2. Rica ederim Mr. Kaplan :) Kızların müstakbel eşleriyle tanışacakları anı çok merak ediyorum. Beklemedeyim :)

      Sil
    3. Ben de Niki'nin son kararını bekliyorum Mrs. Kedi:))

      Sil
  3. Çok iyiymiş yahu :) Ben bunun diğer bölümlerine de bakayım hemen :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel hikâye evet, gerçeğe yakın ve oldukça dramatik:) İyi okumalar...

      Sil
    2. Teşekkür ederim :) Bide bizim yeni projemizde sizden bahsedeceğiz eğer izniniz olursa biliyorsunuz orayı değil mi? Şimdi link bırakmak istemedim reklam yapmayı pek sevmem :)

      Sil
    3. Elbette izin sizin. Yanına da bir çayınızı almayı ihmal etmeyeceğinizden eminim. Güzel şeyler yapıyorsunuz. Okumak istediğim çok değerli bloglar var fakat bu aralar tembellik dönemindeyim. Yeri gelmişken size uğrayım ama eğer zahmet vermezsem bir kahvenizi içerim. Sade:)))

      Sil
    4. Olmaz olur mu hiç :) kahvemiz ve sohbetimiz bol olsun :)

      Sil
    5. Gördüğüm kadarıyla yazılım konusunda epey iyisiniz. Ekşi sözlüğü takip ediyorum fakat o da seviyesini iyice düşürdü, trollerden geçilmiyor. Ayrıca Quora adında İngilizce bir soru cevap sitesi var üyesi olduğum. Türkiye'de buna benzer elit bir site yok bildiğim kadarıyla. Ağaç Ev Sohbetleri belli ölçüde bu eksikliği gideriyor. Sadece üyelerin katılacağı, her konunun özgürce tartışılabildiği ve seviyeden ödün vermeyen böyle bir site kurmayı düşünür müsünüz?

      Sil
    6. Bunun için bilgili bir ekip gerekli ve şu zamanda bu tarz ekipleri hiç kimse gönüllü yapmıyor. Herkes çıkar peşinde koşuyor. Güzel olurdu düşünmedim değil ama tek başıma bu işi inanın ki ilerletemem. Şuanki projemde ilerleyen zamanlarda belki katılım daha fazla olursa bir ekip kurulup buna benzer bir bölüm hazırlanabilir. Site içerisinde soru cevap bölümü yapılabilir. Ama dediğim gibi bu gibi durumlar ekip çalışması gerektirir. Dışarıdan bakıldığında basit görünse de içerisi çok fazla karmaşık ve zaman alan bir kısım. Ama bu şekilde soru cevap şeklinde bir bölüm hazırlayabilirim.

      Sil
    7. Ok, teşekkürler. İşin ticari yanını düşünmedim fakat sanırım ekşi sözlüğü kuranlar da bu kadar büyüyüp bu kadar marka olacaklarını tahmin etmiyorlardı başta. Sadece fikir almaktı amacım, cevabını aldım teşekkürler tekrar:)

      Sil
    8. Rica ederim ne demek :) Ben elimden geldiğince herkese yardımcı oluyorum konular paylaşıyorum. Hemde en basite indirerek anlatıyorum. Ama bazı arkadaşlar düşmanım oldu bana yükleniyor :) Geçen blogdedektifi siteme baya bi saldırı oldu ama istedikleri ellerine geçmedi. daha sonra bloggerstr adresim vardı aynı şekilde ona da saldırı yaptılar. Hatta 3 gün öncesinde 76 adet saldırı log kaydı vardı ciddi bir rakam. Eğer ben destek olurum gönüllü katılırım diyen olursa neden olmasın derim. Ben tüm herşeyi yapmaya hazırım :D

      Sil
    9. Meyve veren ağaç taşlanır. Yine de sabrınız ve çalışkanlığınız takdire şayan. Yaşım gereği benim yazılım konusunda neredeyse hiçbir bilgim yok. Konu ilgimi çekiyor ama bizden geçti artık. Fakat yapacağım bir şey olursa her zaman varım. Teşekkürler:)

      Sil
  4. Niki aşırı gururundan ötürü her ne kadar Norman' dan etkileniyor olsa da, maalesef bize o güzel sürprizli kararını göstermeyecek :( Hissiyatım bu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, zor bir karar onun için. Ailesinin şerefi ve sorumluluk bilinci ile kendi hayatı arasında bir seçim yapmak zorunda. Yüz yıl önce aile bağları daha güçlüydü, bu nedenle hissiyatınız doğru çıkabilir ama günümüzde gençler daima kalplerinin sesini dinliyor. Bence de doğru olan bu aslında:)

      Sil
  5. Haro'ya üzüldüm, insan çaresiz hissedince her şeyi yapabiliyor.
    Norman ve Niki'nin hayatları nasıl devam edecek merak ediyorum. Gemi yolculuğu bayağı sürdü, karaya çıktıklarında ne olacak bakalım. Çok gerçekçi yazıyorsunuz, detaylar önemli bence. Kaleminize sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haro'ya üzülmemek elde mi? Onu ölüme iten babası oldu. Gençleri kendi çıkarları için sevdiklerinden ayırmak ne kadar vahim bir durum! Norman ve Niki'nin hikayesi de çok ilginç. Haro'nun onlar hakkında son derece makul değerlendirmeleri var. Benim için artık çok geç fakat sen hayatını sevdiğin insanın yanında olarak değiştirme şansına sahipsin diyordu. Yüz yıl önce ne büyük acılar yaşanmış. Tamam, bazıları için bir kurtuluş olmuş ama bazıları için tam bir felaket! Çok teşekkür ederim:)

      Sil
  6. limni yi görmediydim, oraya da gideyim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de Yunanistan'a gitmeyi kafaya koydum, yeni kimlik, yeni sürücü belgesi, pasaport süre uzatımı vs. uğraşıyorum. Süre uzatımı kolaymış fakat yüzde yetmiş sorun yaşanıyormuş, nüfus müdürlüğündeki görevli yeni çıkartın garanti olsun dedi. Pasaportun gelme süresi iki aya kadar uzayabilirmiş. Randevu almak da dertti. Bunun için Aydın'dan alabildik randevuyu. Limni'yi gör bakalım, anlatırsın sonra:)

      Sil