Enerjisinin büyük bölümünü gevezeliğe ayırdığından olsa gerek, bütün işlerini ağırdan alırdı Şinasi Bey. Öyle böyle değil, Feriha Hanım'la dışarı çıkmaya karar verdiklerinde, en az yarım saat kapının önünde bekletir, kadının gününü rezil ederdi.
Sabahları çok erken kalkardı. Duşunu aldıktan sonra bornozuyla banyodan çıkar, sakal tıraşını mutfakta olurdu. Önce el aynasını yüzünü gösterecek şekilde masaya itinayla yerleştirir, küçük bakır kabını musluk suyuyla doldurduktan sonra ısıtmak için ocağın üstüne koyardı. Bu arada banyodaki dolabın çekmecelerinden yüz havlusu, tıraş sabunu ve usturasını alır, masaya düzenli bir şekilde dizerdi.
Kısa bir süre sonra tıraş suyunun kaynadığını fark edip ocağı söndürür, onun biraz soğumasını beklerken radyonun düğmesini çevirir, klâsik Türk Sanat Müziği çalan bir istasyon bulunca keyfi iyice yerine gelir, parçanın sözlerine eşlik etmeye başlardı. Tam bu esnada kahvaltı hazırlamak için mutfağa giren Feriha Hanım, söylene söylene çaydanlığa su koyarken Şinasi Bey'in gamsızlığı karşısında hayrete düşerdi.
Şinasi Bey, Feriha Hanım'a nispet yaparcasına eşlik ettiği şarkı sözlerinin üstüne biraz daha basar, içten bir gülümsemeyle ona karşılık verirdi. Fırçayı Arko marka tıraş sabunun etrafında dolaştırıp iyice köpürttükten sonra yüzüne dağıtır, sağ eline aldığı usturayla favorilerinin altına ilk bıçak darbesini vururdu. Aradan on, on beş dakika geçtikten sonra Feriha Hanım çayı demlemeye gelir, Şinasi Bey'e yan gözle bir bakış atar ve hiçbir şey söylemeden salona dönerdi. Şinasi Bey, tıraş suyunun soğuması üzerine, bakır tası boşaltır, içine yeniden su koyup ocakta ısınmasını beklerdi. Bu arada, yüzündeki köpüğün kuruduğunu fark edip banyoda yüzünü yıkar, ocaktan aldığı bakır tasa fırçasını daldırıp bir kez daha sabunlar ve sakalında temizlenmemiş yerleri beyaz köpükle örterdi.
Şinasi Bey'in sinek kaydı tıraş olması ve yüzünü yıkayıp limon kolonyası sürünmesi nereden baksanız bir saatini alırdı.
Şinasi Bey ne kadar ağırsa, Feriha Hanım bir o kadar pratikti. Kocası tıraş takımlarını toplayıp yüzünü yıkayana, jilet gibi ütülenmiş takım elbisesini giyip hazırlanana kadar, masaya kahvaltılıkları çıkarmış, tavşan kanı çayları ince belli bardaklara çoktan doldurmuş olur ve Şinasi Bey'e seslenirdi.
"Hadi Şinasi Bey, yine soğuttun çayını."
Beklemekten iyice sıkılan Feriha Hanım, üçüncü keyif çayını içerken Şinasi Bey masaya oturuncaya kadar genellikle kahvaltısını bitirmiş olurdu.
Burnuna kocasının tıraşlı yüzüne sürdüğü kokusu geliyordu. Bir şeyler söylemek istedi ama ne diyeceğini bilemedi. Sessizlik canını sıktı. Belki de onu sıkan, kocasının anlam veremediği neşeli haliydi. Sonunda dayanamadı.
"İşe mi gideceksin, yoksa köpeği mi gezdireceksin?"
Şinasi Bey'in aklına Şazende Hanım düştü hemen. Yurt dışı seyahati nedeniyle dört gündür görüşememişlerdi. Feriha Hanım'a baktı, sanki karşısında oturan Şazende Hanımdı. Mutlu bir şekilde gülümsedi.
"Sende bir haller var Şinasi Bey, beni duydun mu acaba? Köpeği gezdirecek misin dedim."
Şinasi Bey, silkinip hayallerinden kurtardı kendini. Saatine baktı, neredeyse geç kaldığını fark ederek panik içinde ayaklandı.
"Ha, evet. Zaman ne çabuk geçmiş! Köpeği gezdirdikten sonra uğrayacağım şirkete."
Parkın yolu hiç bu kadar uzun gelmemişti. Kalp atışları hızlandı. Az sonra her zaman buluştukları yerdeki bankta Şazende Hanım'ın oturduğunu görünce rahatladı. Bu kez sarı renkli ipek bir bluz, beyaz pantolon giymişti. Sarı saçlarını toplamış, kocaman bir güneş gözlüğü takmıştı. Gözleri köpeğini aradı ama onu göremedi. Onun yerine beş yaşlarında bir çocukla ilgileniyordu.
İyice yaklaşınca arkasından duyduğu sesle şaşkına döndü.
"Şinasi Bey!" diye bağırıyordu elinde köpeğiyle Şazende Hanım. Bankta oturan sarışına dikkatlice baktı. Yanıldığını anlamıştı. Bu kadar mı benzerlik olur diye geçirdi aklından.
Dönüp gerçek Şazende Hanım'ın olduğu yöne doğru ilerledi.
İkisinin köpeği hemen oyuna başlamışlardı. Aynı anda iplerini çözerken Şinasi Bey,
"Nasılsınız görmeyeli Şazende Hanım?" dedi.
O esnada çocuklu sarışın yerinden kalktı. Şazende Hanım, parkın en serin köşesinde yer alan bankın boşaldığını görür görmez o yöne doğru hareket ederken Şinasi Bey'e neşe içinde cevap verdi.
"İyilik, ne olsun. Haberler sizde Şinasi Bey."
Şinasi Bey, Fas macerasını ballandıra ballandıra anlatmaya koyuldu. Uçak yolculuğundan başladı, restorandaki fasılda nasıl şarkı söylediğinden, gittiği ülkenin çarşılarından, evlerinden, insanlarından, çöllerinden, dağlarından uzun uzadıya bahsetti. Şazende Hanım ilgiyle dinliyordu.
Derin bir ah çekti. "Ne güzel yerlermiş, ben de oraları görebilmeyi ne çok isterdim bir bilebilseniz. Kocam olacak herif ömrümü tüketti, hiçbir yer göremedim."
Şinasi Bey, ne cevap vereceğini bilemedi. Gönlünden geçen çok şey vardı ama eli kolu bağlıydı.
Şinasi Bey ne kadar ağırsa, Feriha Hanım bir o kadar pratikti. Kocası tıraş takımlarını toplayıp yüzünü yıkayana, jilet gibi ütülenmiş takım elbisesini giyip hazırlanana kadar, masaya kahvaltılıkları çıkarmış, tavşan kanı çayları ince belli bardaklara çoktan doldurmuş olur ve Şinasi Bey'e seslenirdi.
"Hadi Şinasi Bey, yine soğuttun çayını."
Beklemekten iyice sıkılan Feriha Hanım, üçüncü keyif çayını içerken Şinasi Bey masaya oturuncaya kadar genellikle kahvaltısını bitirmiş olurdu.
Burnuna kocasının tıraşlı yüzüne sürdüğü kokusu geliyordu. Bir şeyler söylemek istedi ama ne diyeceğini bilemedi. Sessizlik canını sıktı. Belki de onu sıkan, kocasının anlam veremediği neşeli haliydi. Sonunda dayanamadı.
"İşe mi gideceksin, yoksa köpeği mi gezdireceksin?"
Şinasi Bey'in aklına Şazende Hanım düştü hemen. Yurt dışı seyahati nedeniyle dört gündür görüşememişlerdi. Feriha Hanım'a baktı, sanki karşısında oturan Şazende Hanımdı. Mutlu bir şekilde gülümsedi.
"Sende bir haller var Şinasi Bey, beni duydun mu acaba? Köpeği gezdirecek misin dedim."
Şinasi Bey, silkinip hayallerinden kurtardı kendini. Saatine baktı, neredeyse geç kaldığını fark ederek panik içinde ayaklandı.
"Ha, evet. Zaman ne çabuk geçmiş! Köpeği gezdirdikten sonra uğrayacağım şirkete."
Parkın yolu hiç bu kadar uzun gelmemişti. Kalp atışları hızlandı. Az sonra her zaman buluştukları yerdeki bankta Şazende Hanım'ın oturduğunu görünce rahatladı. Bu kez sarı renkli ipek bir bluz, beyaz pantolon giymişti. Sarı saçlarını toplamış, kocaman bir güneş gözlüğü takmıştı. Gözleri köpeğini aradı ama onu göremedi. Onun yerine beş yaşlarında bir çocukla ilgileniyordu.
İyice yaklaşınca arkasından duyduğu sesle şaşkına döndü.
"Şinasi Bey!" diye bağırıyordu elinde köpeğiyle Şazende Hanım. Bankta oturan sarışına dikkatlice baktı. Yanıldığını anlamıştı. Bu kadar mı benzerlik olur diye geçirdi aklından.
Dönüp gerçek Şazende Hanım'ın olduğu yöne doğru ilerledi.
İkisinin köpeği hemen oyuna başlamışlardı. Aynı anda iplerini çözerken Şinasi Bey,
"Nasılsınız görmeyeli Şazende Hanım?" dedi.
O esnada çocuklu sarışın yerinden kalktı. Şazende Hanım, parkın en serin köşesinde yer alan bankın boşaldığını görür görmez o yöne doğru hareket ederken Şinasi Bey'e neşe içinde cevap verdi.
"İyilik, ne olsun. Haberler sizde Şinasi Bey."
Şinasi Bey, Fas macerasını ballandıra ballandıra anlatmaya koyuldu. Uçak yolculuğundan başladı, restorandaki fasılda nasıl şarkı söylediğinden, gittiği ülkenin çarşılarından, evlerinden, insanlarından, çöllerinden, dağlarından uzun uzadıya bahsetti. Şazende Hanım ilgiyle dinliyordu.
Derin bir ah çekti. "Ne güzel yerlermiş, ben de oraları görebilmeyi ne çok isterdim bir bilebilseniz. Kocam olacak herif ömrümü tüketti, hiçbir yer göremedim."
Şinasi Bey, ne cevap vereceğini bilemedi. Gönlünden geçen çok şey vardı ama eli kolu bağlıydı.