KATEGORİLER

24 Ağustos 2016 Çarşamba

İNSANCIKLAR

03/08/2016 Çarşamba, Tire


Saat sekizde kalktım bu sabah. Yarım saat sonra ekip gelecek. Çay suyunu koyduktan sonra ilk işim Zeytin’in zincirini çözüp bahçenin demir kapısını açmak oldu. Zeytin türlü maskaralıklar yapıyor önümde. Belli ki dünkü kırgınlığını unutmuş.

Hemen kahvaltı sofrasını hazırlıyorum. Dündarlı'dan aldığımız katıksız sütle yaptığımız yoğurt o kadar güzel oldu ki eşim de benimle birlikte sabah akşam bir kâse yoğurt yemeye başladı. Veranda sabah güneşini alıyor. Bu nedenle avlu tarafında yapıyoruz kahvaltıyı.
Kahvaltıdan sonra ekibin sesleri duyuldu. Hemen işe koyuldular. Traktör kepçe filler malzemesini kilit parke taşlarının altına ustalıkla sererken bir yandan ustalara beton parkeleri taşıyor.
Reklamcıya telefon ediyorum. Bilgi tabelalarını monte etmek üzere yola çıkmışlar. Onları Kaplan köy girişinde karşılıyorum. İlk tabelanın yerini gösterdikten sonra temel çukurunu kazıyorlar. Çukura beton dökmeden önce beş yüz metre ilerideki diğer tabelanın yerini gösteriyorum. Yolun çatallaştığı noktadaki mevcut iki levhayı kapatmayacak şekilde ikisinin arasına temel çukurunu kazmaya başlıyorlar. Levhalardan sol tarafta karayollarının hız sınırını gösteren ikaz levhası, sağ tarafta ise Dağ Restoranı gösteren bilgi levhası bulunuyor.
Ekibi tabelalarıyla baş başa bırakıp çarşıya iniyorum. Biraz alışveriş yaptıktan sonra araya öğlen tatilinin girmesi nedeniyle yaylaya geri dönüyorum. Sekiz kişilik ekibe menemen hazırlayacağım. Gelir gelmez kolları sıvıyorum. Eşim de bir yandan pişi hazırlıyor. Tam düşündüğüm saatte yemekler hazır oluyor.

Yemekten sonra tekrar çarşıya iniyor, itfaiye müdürlüğüne gidiyorum. Oldukça iyi karşılıyorlar. Bir haftaya kadar Taş Ev’i görmeye gelecekler. Meslek odasına kayıt olmak için vergi kaydını soruyorlar. Vergi Dairesine gidip müracaat dilekçesini alıyor, oradan muhasebecimize uğruyorum. Maliyeye müracaat etmeden önce ruhsat işlemlerine başlayın demişti muhasebeci. İşyerine dönüşümde problem olmadığını görünce hemen vergi dairesine kayıt yaptıralım.” diyor Sema Hanım.

Belediye emlak servisinden emlak emsal değerini alacakmışız. Benimle eşim arasında yapılacak kira sözleşme bedeli emlak emsal değerinin yüzde beşinden az olmayacakmış. Komediye bakar mısınız? Ben eşimin kiracısı oluyorum. “Kirayı ödemezsem beni mahkemeye verir misin?” diye takılıyorum eşime. TMMOB üyeliğimden sonra bu sene resmen çiftçilik belgemi almıştım. Ruhsat işlemleri kapsamında bir de esnaf olacağım şimdi. Hadi bakalım hayırlısı. Komik geliyor bazen bu işler bana.
Muhasebeci Sema hanıma son durumu anlattıktan sonra tekrar yaylaya çıkıyorum. Ekip çalışmasını bitirmiş gibi ama bir terslik seziyorum. Parke taşı kalmamış. Bütün ekip yatıyor. Ali Usta parke taş getiren TIR’ın kaza yaptığını söylüyor. İlk defa işler tıkır tıkır giderken bu aksilik olmasaydı keşke diyorum. Ekip avludaki masaya oturup çay içerken operatör Ferhat’ı alıp yukarı yaylaya çıkarıyor ona tesviye edeceği yolu gösteriyorum. Oğlum yaşında olmasına rağmen sigara içtiği için kesiliyor. Yukarı yaylada kazacağı pınar gözünü gösteriyorum daha sonra.

Aynı yolu takip ederek aşağı yaylaya iniyoruz. Önce Yakup Ustayı arıyorum. İşim var gelemem diyor. Ben onun zorunu çok iyi biliyorum. Eğer parkeyi ve filleri alıp bir de makine kiralasaydım, Yakup Usta yanına iki işçi alıp döşemesini yapacaktı.  Bu durumda yüzde elli daha fazla para harcamış olacaktım. Ama kimin umurunda? Ben işi götürü olarak bir inşaat mühendisi meslektaşıma verdiğim için bozuldu efendi.

Salih Ustayı arıyorum. Acaba o da diğerleri gibi mi? Yakup Ustaya da iyi diyordum bir zamanlar. Ama buranın suyunu içenlerin hepsi kişilik erozyonuna uğruyorlar sanki. Bu yüzden işletme ve eleman konusu canımı sıkıyor. Salih Usta iki kişi ile konuşuyor ama pınarın kapitaja alınması işine yarın zaman ayıracak bir usta yok. Yarın sabah makinenin patlattığı borunun tamiri için ekip gönderecek.

Yukarı yayladan dönüyoruz.  TIR önündeki otomobil aniden durunca arkadan çarpmış. Bugün gelmesi mümkün değilmiş. Operatör bir bardak çay içtikten sonra hep birlikte kalkıyorlar. Kapıyı onların arkasından kilitleyip Taş Ev’e dönüyorum. Eşim biberleri közlemek için ızgarayı yakmamı istiyor. Ayağa kalktığımda telefonum çalıyor. Arayan geçen sene tanıştığım İstanbullu Levent Bey. Kaplan köyüne yerleşmiş, hayata farklı bir açıdan bakan bir arkadaş. Bodrum Yalıkavak dahil birçok yerde yaşadıktan sonra en çok yaşanılası yer olarak seçmiş Kaplan köyünü. Arkadaşı İngiliz George’a da bir taş ev aldırmış buradan. İkametgâhlarını bile buraya aldırmışlar. Kapıyı kapalı görünce içerde olmadığımızı düşünerek köye inmiş. Telefonum cevap vermemiş. Arayıp kendisini buyur ettim. Gidip kilitlediğim kapıyı yeniden açtım. Arabasını kapıda bırakıp içeri geldi. Verandada oturup hoşça vakit geçirmeye ve sohbet etmeye başladık. On dakika geçmemişti ki TIR’ın şoförü girdi bahçeye. Manevra yapabilmesi için misafir aracının alınmasını istiyor. Levent Bey kalkıp arabayı bahçe içine aldı. Uzunca bir süre sohbet ediyoruz, kahvelerimizi içiyoruz. Geç vakit olmasına rağmen o gittikten sonra ızgarayı yakıyorum. Biberleri közlerken sucuk ekmek yapıp yiyoruz. Hayat bize güzel… Biber işi bittikten sonra terasta kuruyan domatesleri ızgaralardan topluyorum. Üç kasa domatesten o kadar az kuru domates oluyor ki…

TATİL GÜNÜMÜZ

24/08/2016 Çarşamba, Tire

Taş Ev'in tatil günü bugün. Haftada bir güne ihtiyacımız var. Neden çarşamba derseniz şöyle anlatayım; pazartesi ve perşembe Kaplan köyünde kaliteli hizmet veren komşu restoranların tatil günleri, hafta sonları yani cumartesi ve pazar özellikle dışarıdan gelen misafirlerimiz için en fazla tercih edilen günler, salı günü yurdumuzun sayılı pazarlarından biri kuruluyor burada, sadece pazarı görmek için turlar düzenleniyor ki bugünlerde Kaplan'da bir öğlen yemeği turistler için iyi bir alternatif sunuyor. Geriye çarşamba ve cuma günleri kalıyor. Cuma gününü hafta sonuna hazırlık için çalışma günü olmak zorunda. Böylelikle sadece geriye kalan bir gün yani çarşambaları Kaystros Taş Ev ailesinin dinlenmesine kalıyor.

Yaylada kaldığımız günden bu yana ilk kez bu sabah saat dokuzda kalktık. Önce Zeytin'e baktım. Dün akşam kabına koyduğum mamayı bitirememiş. Muhtemel odur ki yaylaya geldiğinden beri hazır gıdaya o da mesafeli yaklaşıyor. Su kabını devirmiş hemen gidip suyunu yeniledim.

Tatil günümüz olmasına rağmen boş durmuyoruz elbette. İlk olarak şehre inip et mamullerini alacağımız yerle anlaşma sağlıyoruz. Evde bir takım işlere koyuluyor eşim. Keyfimiz yerinde. Çocukluk arkadaşım Mustafa'yı arıyor ve bu keyifli hallerimizden bahsediyorum ona. Ozan arıyor bir ara. Elemanlarının müsait olduğundan bahsederek ses sistemini öğleden sonra kurabileceklerini söylüyor. Ona bugün tatil günümüz olduğunu bildiriyorum.

Akşam üzeri yaylaya döndüğümüzde hava kararmaya başlıyor. Gök gürültüleri ve şimşekler aklımıza terasta güneşe bıraktığımız biberleri getiriyor. Hemen çıkıp biberleri içeri alıyoruz. İlk yağmur damlaları düştüğünde şansın bizimle birlikte olduğunu düşünüyoruz.

Hava gittikçe kararıyor ancak yine beklediğim kadar yağış düşmüyor. Sadece beş dakika yağan yağmurun yaprakların üzerine düşerken çıkarttığı yoğun sesi dinliyor ve ardından ortaya çıkan buram buram toprak kokusunu ciğerlerimize çekiyoruz. İşte bu anlarda veranda bir başka güzel oluyor. Yağmur bulutlarının rüzgarı arkasına alıp Bayındır üzerine doğru ilerlediği net bir şekilde gözleniyor buradan. Veranda kapısında asılı rüzgar çanı hiç susmadı. Eşim üşüyünce içeri kaçıyor.

Yarın yoğun bir gün olacak. Hem jandarmadan hem de itfaiyeden denetlemeye gelecekler. Şehirde Taş Ev'i duymayan kalmamış. Kaliteyi yüksek kılmak için kalifiye eleman çalıştırmalıyız. Her şeyden önemlisi temiz olmalı, ahlaklı olmalı ailemize katılacak olanlar. Arandığı zaman cevap verecek, cevap vermez durumda ise en kısa zamanda geri dönmesini bilecek...  

MENEMEN DE KAYSTROS

23/08/2016 Salı, Tire

Kahvaltı sonrası itfaiyeye telefon ediyorum. Bugün gelmeyeceklerini, ekibin Tire dışına gideceğini söylüyor karşımdaki ses. "Yarın gelme durumu var mı?" diye soruyorum. Yarın da İzmir'de toplantıları varmış. Buna seviniyorum doğrusu. Çarşamba günlerini kendimize ayırmaya karar vermiştik eşimle çünkü. Ya perşembe ya da Cuma geleceklermiş.

Sabah ekmeğini almak üzere arabayla aşağı süzülürken yolun solunda motorundan inip sigarasından derin nefesler çeken birini görüyorum. Bu bizim Hüseyin olmalı. Dikilmiş manzarayı seyrediyor. Derin düşüncelere dalmış görünüyor. Dün yediği fırçadan sonra yolun yarısında durmuş gitsem mi yoksa dönsem mi muhasebesini yapıyor gibi. Görmeyip yanından geçseydim belki de geri dönecekti. Zira işe başlama saatini çoktan geçirmiş olduğunun farkında olmadığını söylemek aşırı iyimserlik olurdu. . Yanında durdum.  "Uykunu alamadın galiba Hüseyin." diye seslendim. Beni görünce önce şaşırdı sonra elindeki sigarayı atıp motosikletine atladı. "Ben de şimdi gidiyordum." Çalışanların eğitimi yapacağımız işin en önemli bölümü.

Belediye binasının önünde kocaman bir park yeri görünce gözlerime inanamadım. Hiç bir şeyi düşünmeden araya girip park ettim arabayı. O zaman ilk olarak belediyeden başlayalım bari. Ruhsat Müdürü yerinde yok ama diğer memurlar ilgilerini esirgemiyorlar. "İtfaiye raporu dışında her şey tamam ruhsat için." diyorum. Aslında o da tamam ama raporu eksik, sadece gelip görecekler istedikleri işlerin yapıldığını. Jandarmaya yazdıkları yazıyı soruyorum. Memurlardan biri "Oradan cevap geç gelir her zaman." diyor. Kaymakamla mı yoksa komutanla mı konuşsam daha iyi diye soruyorum. Önce komutanla konuşmamın daha iyi olacağını söylüyorlar.

Yan taraftaki ilan bürosuna uğrayıp "Eleman aranıyor" anonsunu belediye hoparlörlerinde tekrarlamalarını rica ediyorum. Ama bu kez anonsa sıcakçı aradığımızı da ilave ettiriyorum.

Belediyeden çıkıp pazar meydanına doğru ilerlerken Ozan'a uğruyorum. Dün yazar kasa ve pos cihazını alabileceğimizi söylemişti. Ozan yerinde yok. Elemanlarından biri ona telefon ediyor. Konuşma bittikten sonra eleman pos cihazını teslim ediyor.

Arabamın yanına gidip jandarmaya doğru yola çıkıyorum. Yolun karşı tarafında park edip yaya olarak karşı tarafa geçiyorum. Cephedeki büyük kapı kapalı görünüyor. Dikkatli bakınca ziyaretçi girişlerinin yan taraftan yapılacağının yazıldığı bir not okuyorum.  Yan taraf da hangi yan taraf. İlk kez geldiğim bu binanın girişini bulmak üzere sağ tarafa doğru yürüyorum. Uzun bir duvar boyunca yürüdükten sonra tercihimin yanlış olduğunu anlıyorum. Meğerse girişler sol yandaymış. Nefes nefese bahçeye giriyorum. Nöbetçi asker hemen yanıma koşuyor. Üzerimde kesici alet olup olmadığını soruyor, istediği cevabı alınca önce başçavuşla görüşürsün, yeri şurası diye yol gösteriyor.

Başçavuş müracaatımızı hatırlıyor hemen. Ancak dilekçe ellerine daha dün geçmiş. Yarın geliriz diyor ama kapalı olduğumuzu söylüyorum. Gelişleri perşembe gününe kalıyor.

Yukarı çıkıyorum. Eşim bütün hazırlıkları tamamladığı için çok rahat. Dün geç vakit beni arayan bir kadın tekrar arıyor. Adres sorup işyerinde olup olmadığımı soruyor. Köye geldikten sonra bir daha arıyor. Hüseyin'le yukarı yaylaya çıkacağız ama kadını bekliyorum. Bu sefer ben arıyorum beni aradıkları numaradan. Köyde mola verdik kusura bakmayın, geliyoruz diyorlar. Bekle bekle yine yok. Sinirleniyorum. Bunlardan gelecek hayır olmaz olsun. Tekrar arıyorum. Bu sefer telefona çıkmıyor.

Hüseyin'e dün söz vermiştim ona menemen pişireceğim diye. Yanına şöyle bol zeytinyağlı ve limonlu bir de çoban salatası yapıyorum. Yemeği yerken dünkü kırgınlığını üzerinden atıyor.  "Hadi gidiyoruz."  diyorum. Motorla gidelim diyor. Arkasına binip yokuş yukarı toprak yolda tırmanıyoruz. En dik kısımda motorun gücü ikimizi taşımayınca yirmi metre kadar yürüyorum. Havuz yarıya kadar bile dolmamış. Yukarıdaki kaynağı göstermek istiyorum. Telefonum çalıyor. Genç bir ses, eşiyle Taş Ev'e gelmek istediklerini söylüyor yarım saate kadar. Beklediğimizi söylüyorum. Toprak yolda motorun arkasına binme cesaretim yok. Ben patikadan inerken Hüseyin yoldan motorla iniyor. Henüz gelen kimse yok.

Pırıl pırıl genç bir çift geliyor az sonra. Yemekler söyleniyor. Eşime mutfakta yardım ediyorum. Hüseyin servis açıyor. Kısa zamanda yemekler masaya geliyor. Gençlerle sohbete başlıyorum. Çocuk bana laf yetiştirecek diye yemeğini zor yiyor. Eşim gelip beni kaldırıyor yanlarından usulca. Haklı da. Onlar genç belki baş başa yemek yemek istiyorlar... Ama onlar davet etti masalarına. Dönüp yanlarına açıklama yapıyorum. Size afiyet olsun ben fırçamı yedim siz yemeklerinizi rahatça yiyin. Gülüyorlar. Yalnız bırakıyoruz çifte kumruları. Yemek faslından sonra çaylar içilirken sohbet koyulaşıyor. Eşim burada yaşayan hemen herkesle bir bağlantı yakalıyor.

Misafirler kalkınca Hüseyin'le Zeytin'i şampuanlarla bir güzel yıkıyoruz. Telefonum yine çalıyor. Arayan kişi aşçı namzediymiş. Muhtemelen belediye anonsunu duymuş. Az sonra eşiyle geliyor. Uzun uzun konuşuyoruz. Aşçıyı bulduk gibi. Akşamın sürprizi oluyor bu. Yarın tatil günümüz. Bunca yorgunluktan sonra iyi gelecek.

23 Ağustos 2016 Salı

RÜZGAR ÇANI

22/08/2016 Pazartesi, Tire
Pazar gününün yorgunluğunu atmış olarak başlıyoruz haftanın ilk gününe. Bugünün nispeten sakin geçeceğini bekliyorum. Kahvaltı, üstelik yöresel tatlarla zenginleştirilmiş serpme kahvaltı bu bölgede ilgi topluyor toplamasına ama Taş Ev tam manasıyla keyif yeri. Öyle ayaküstü tıkınılacak bir yer değil. Şehrin sıcağından kaçmak, ağaçların gölgesinde eşsiz manzaraya karşı tadına vara vara kahvaltı etmek isteyenlerin yeri.

Gün içinde yaşananları gecenin geç vakitlerinde yazıyorum. Singapur'dan aldığımız "Rüzgar Çanı" (Adını merak ediyordum, internetten buldum.) veranda kapı kasasında şıngırdıyor zaman zaman. Bu sesi her zaman duymak istiyorum. Rüzgar olmasa da şehre göre ağaçların verdiği serinlik var ama deniz tarafından esen rüzgar pek güzel oluyor.  

Her zamanki gibi kahvaltımızı bu sabah da aynı saatte yaptık. Ruhsat için ne gerekliyse tamamladık sanıyorum. Eksik olan itfaiye raporu ama o da hazır sayılır. İtfaiyeden gelen yetkililerin tutanağa döktükleri eksiklikleri harfiyen yerine getirdik. Bir yangın söndürme tüpümüz vardı, ikincisini aldık, alt ve üst katlarda çıkışları gösteren ışıklı bilgilendirme levhalarını, elektrikler kesilince çıkışları aydınlatan ışıldakları yerlerine taktırdık. Bize manasız gelse de taş duvarda bıraktığımız boru içinden geçirdiğimiz bakır tüp borusunu cânım ahşap pencere doğramasında matkapla açılan deliğin içine aldık. Dışarıdaki tüpleri dolap içine sokup, içeriye gaz detektörü koyduk. Aşağı inip kontrol için itfaiyeyi davet edeceğim ev ödevlerini yapmış bir öğrenci misali.

Misafire nohut mayalı ekmeğin yanı sıra beyaz ekmek sunuyoruz. Halkımızın temel gıdası olan ekmek taze olmalı. Bir sonraki güne kalan ekmek Zeytin'in oluyor. Garibim tazesine bayatına bakmıyor. Kızımın aldığı hazır mama vitamin içeriyormuş, kemikleri güçlenmesi gerekirmiş. Ama ondan da bıktı. Ekmek en sevdiği yemek onun için. Sabahları gidip taze ekmek getirmek yeni üstlendiğim bir görev. Belli bir zaman sonra fırıncıların kapımıza kadar ekmek getirmeye can atacaklarını biliyorum. Ama çok yeni olduğumuz için her gün kaç ekmek gider kestirmek çok zor. Bazen sadece ekmek almak için ikinci kez çarşıya indiğim oluyor. Domates, salatalık stoklarımız da kalmamış. Pazartesi, salı ve cuma günleri pazar kuruluyor. Bugün toplu konutun içinde kurulan pazardan alıyorum nevaleyi. Tam itfaiyeye doğru yola çıkacakken eşim arıyor. "Hemen ekmeği yetiştir, misafirimiz var."

Ekmekleri alıp hemen yukarı çıkıyorum. Bir öğretim üyesi, öğrencisinin daveti üzerine yurdun ta öbür köşesinden buralara kadar gelmiş, bizi bulmuş verandanın en güzel köşesine oturmuşlar. Masayla ilgileniyorum. Buyur ediyorlar. Sohbet koyulaşıyor. Ne memleketin hali kalıyor konuşmadığımız ne de manzaranın güzelliği. Tereyağına, balımıza ve reçellere hayran kalıyor hoca.

Daha sonra gelenler olunca öğlene kadar aşağı inmem mümkün olmuyor. Sonra bir fırsatını bulup itfaiyeye gidiyorum. Görevli notunu alıyor, dört iş günü içinde geleceklerini söylüyor. Sabahları programa alınıp alınmadığını öğrenebileceğim bir telefon numarası veriyor.

Hijyen kursu sertifikamı almak üzere Halk Eğitim Müdürlüğüne gidiyorum. Henüz müdür imzalamamış belgeyi. Görevli hoca çok sevdiğim bir insan. "Eşimle birlikte Taş Ev'e  gelirken getireceğim belgenizi." diyor. Halk Eğitimin çok sayıda kurs düzenlediğine ve halkın eğitilmesinde etkin bir rol oynadığına ilk kez şahit oluyorum.

Eleman konusunda arayanlar oluyor ancak biraz seçici davranıyoruz. Bölge itibarıyla sahildeki otel ve restoranlarda sezonluk çalışanları uygun görmüyoruz. Onlar göçmen kuşlar gibi ilk fırsatta sahillere göçecekler doğal olarak. Müracaat edenlerin bir kısmı da servis olup olmadığını soruyor. Tamam, Taş Ev yaylada ama şehre uzaklığı topu topu beş kilometre. Buraya çalışan düzenli bir toplu taşıma aracı da yok lakin yediden yetmişe herkesin altında bir motosiklet var. İlk gördüğümde şaşırmıştım. Kaynana motoru kullanıyor, arkasına gelini almış aralarına da torunu sıkıştırmış trafikte gidiyorlar.

Jandarmaya gitmeyi düşünüyordum ama yukarıdan çağırıyorlar yine. Bir fırsatını bulup demir kapının yanında girişi daraltan kestane dallarını kesiyorum. Daha sonra yol boyu geçişi ve görüşü engelleyen dalları budaya budaya aşağı iniyorum. İstanbullu olduğu her hallerinden belli bir hanımefendi ve bir beyefendi arazi aracı içinde giriyorlar bahçeye. Tereddütlü bir halde açık olup olmadığımızı soruyorlar. Açık olduğumuzu öğrenince araçlarını park edip Taş Ev'e doğru geliyorlar. Hüseyin onları karşılarken gidip üzerimi değiştiriyorum. Ödemiş'in kebabını yedikten sonra Tire'nin şiş köftesini denemek üzere bir yer arıyorlarmış. "Tam yerine geldiniz buyurun" diyoruz. "Yanına bir de çoban salata istiyoruz." diyor beyefendi. Bizde yok yok. Eşim geçiyor şiş köfteleri tereyağında çevirmeye. "Çoban salatası bende." diyorum. Her şey taze ve katıksız. Ortalığı mis gibi tereyağı kokusu sarıyor. On dakika sürmüyor hazırlık. Salatanın zeytinyağı az geliyor. Halbuki epey yağ dökmüştüm üzerine. Yağın kaynağı bizde nasıl olsa. Size özel yağ getireyim diyorum. Bir tabağa kendimize ait zeytinyağını döküp üzerine bahçeden topladığımız kekik ve pul biber serpiyorum. Hanımefendi soruyor "Soğuk sıkım mı?" "Evet" diyorum "Halis muhlis." 

Bu arada üniversiteden arkadaşım Ali sürpriz bir ziyaret yapıyor ailecek. Büyük oğlunun düğününe davetiye getirmiş. Bugün telefon etmiş ama geleceklerinden bahsetmemişti. Onları da verandada ağırlıyoruz. İstanbullu misafirlerimiz üst katı gezmek istiyorlar. Taş duvarlar gibi ahşap çatının mimarisi de çok ilgi topluyor. Muhabbet koyulaşıyor. Önceleri tepeden bakan hanımefendi bizleri tanıdıkça açılıyor. Telefonlar veriliyor, alınıyor. İşte benim hayalini kurduğum şeyler bunlar.

İstanbulluların arkasından Ali müsaade istiyor. İkimizin ortak düşüncesi aynı. "Şu içki ruhsatı bir alınsın, daha da güzelleşir burası."

Hüseyin'le birlikte Zeytin'i alıp bahçenin sınırlarını gösteriyor, damlama şebekesi hakkında onlara bilgi veriyorum. Aslında ikisi de araziden hoşlanıyor. Camları silmek Hüseyin için kadın işi. Belki de hayatında ilk ilk kez camları silip yerleri paspaslıyor. Alttaki borulardan biri ek yerinden çıkmış, su boşuna akıyor. Daha önce bahsettiğim gibi vana açılınca ağaçlar sulanmıyor. Devamlı kontrol şart.

Zeytin borunun birine dişini geçiriyor. Borudan tazyikle fışkıran su delirtiyor onu. Kah ağzını açıp içiyor, kah suyun etrafında yuvarlanıp oynuyor. Bugün yıkamayı düşünürken, bizden evvel davranıp kendi banyosunu kendisi yapıyor.

Akşam saatlerinde gelenler Ankara'dan. Onlar da açık olduğumuzu bilmeden gelmişler. Oturup Ankara muhabbeti yapıyoruz. Biraz siyaset, biraz ticaret sohbet uzuyor, kahveler içiliyor ve günü noktalıyoruz.

Oğlum Whatsapp 'tan mesaj çekmiş. "Neredesiniz yaw" Hangsouts üzerinden uzun uzun sohbet ediyoruz ta Ummanlardan. Artık yurda dönmeye kesin karar vermiş. Arkasından kızım arıyor. Onunla da uzun konuşuyoruz. Taş Ev'i ve Zeytin'i merak ediyor. Bir de benim blog yazısında yaptığım hataları söylüyor. Gülerek, "kusura" bakmayın diyeceğine "kurusa" bakmayın demişsin" diyor. Kelime hatası vermiyor imla kontrolü ne yapayım. "Kaçmış gözümden diyorum."

22 Ağustos 2016 Pazartesi

TAŞ EVİN YOLUNA BAŞLANIYOR


02/08/2016 Salı, Tire

Bugün sabah Burak Bey makineyi gönderecekti. Bunun olmayacağından o kadar emindim ki gün içinde yapılacak işler arasında ona hiç yer vermedim. Dahası söz verdiği halde yine işe başlamadığı için onu arayıp hesap bile sormayacaktım. Yani bugün yol yapımı işini kafamdan attım. Ne vardı kafamda? Önce belediyeye gidip ruhsatla ilgili prosedüre devam etmek. Daha sonra Salı Pazarından alışveriş yapmak, eve uğrayıp bir şeyler almak, vakit kalırsa Dündarlı yolundaki mandıraya uğramak…
Zeytin yeni ortamına iyice alıştı artık. Sabah benden önce kalkan eşim onun zincirini çözdükten sonra kahvaltısını hazırlıyor. Ben kalkıp avluya çıktığımda ne çok sevindiğini anlatamam. Zıplıyor, etrafımda koşuyor, yerlerde yuvarlanıyor… Sanki uzun yıllar görüşmemiş iki dostun karşılaşması gibi bir şey bu...
Toparlanıp çıkmamız uzayınca belediye işi öğleden sonraya kaldı. Önce eve uğradık biz de. Eşim ütü yaparken ben odada CNN Türk izledim. Bütün TV kanallarının birbirinden farkı kalmadı aslında. Yeni kararname ile yapılan önemli değişiklikler anlatılıyor. Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanına bağlanmış, askeri okullar kapatılmış. Askeri hastaneler sağlık bakanlığına bağlanmış. İnsan düşünmeden edemiyor. Bu darbe teşebbüsü olmasaydı koca Silahlı Kuvvetler bu kadar kolay çökertilebilir miydi? Darbe teşebbüsü ve paralel dedikleri örgütleşme için uygun ortamı hazırlayan herhalde Silahlı Kuvvetler değildi. Bu ortam herkesin bildiği gibi cumhurbaşkanı ve iktidar partisi tarafından hazırlandı. Suçsuz paşalar bir bir içeri atılır onurları ile oynanırken iktidar bu hareketin koruyucusu, destekleyicisi değil miydi? Bu bakımdan cezalandırılacak, lağvedilecek bir kurum varsa o da iktidar partisi ve cumhurbaşkanlığını başkanlık sistemine evirmeye çalışan cumhurbaşkanından başkası olabilir mi?
Evden eşyaları alıp çıkıyoruz. Öğlen tatili olduğu için bu arada pazar alışverişini yapmak en iyisi. Közlemek için bir çuval kapya biber alıyoruz. Hava çok sıcak. Bir an önce işimizi bitirip yaylaya dönmek gerek.  
Belediyeye uğruyoruz. İmar Müdürlüğünden henüz cevap gelmemiş. Ruhsat şubesi çok ilgili. Hemen telefon ediyor müdür. Elemanlarından birini gönderip imar bakımından işyeri olmasında mahsur yoktur yazısını getiriyor. Evrakları hazırlayıp İtfaiye Müdürlüğüne gitmemizi söylüyorlar. Tanıtım ve bilgi tabelalarını asabileceğimizi söylüyorlar. Teşekkür edip İtfaiye Müdürlüğüne gitmek üzere belediye binasından çıkıyoruz. Arabayı biraz uzakta perk ettiğim için eşime belediyenin önünde beklemesini söylüyorum. Arabaya biniyorum. Karşıdan bir araba geliyor, gerisin geriye dönüp ona yol veriyorum. Arkasından bir tane daha. Sonra bir başkası. Sonunda dar sokaktan çıkmayı başarıyorum. Ancak karşıdan gelen araçlarla sokak yine kördüğüm oluyor. Yolun açılması için geri geri gitmem gerek. Sağlı sollu park etmiş araçların arasına giriyorum. Öyle ki sağımda ve solumda bir santimetre bir boşluk kalıyor. Tam o sırada telefonum çalıyor. Kim bu münasebetsiz diyerek telefonuma bakıyorum. Arayan sürpriz bir isim. Yolun müteahhidi Burak Bey. Makinenin yayla kapısında beklediğini söylüyor. “On beş dakika sonra oradayım.” diyorum.  
Eşimi belediye binasının önünden alıyorum. O İtfaiye Müdürlüğüne gitmemizi beklerken yaylaya dönmemiz gerektiğini söylüyorum. Yaylaya çıktığımızda kapıda makineyi çalışır içindeki operatörü uyur durumda buluyorum. Demir kapının kilidini açıp sürdüğümde çıkan ses bile operatörü uyandırmıyor. Anahtarla traktör kepçenin kabin camına vuruyorum. Operatör irkilerek uyanıyor. Kepçe önde ben arkada bahçeye giriyoruz. Yapılacak işleri tarif ediyorum. Zarar vermesin diye su ve elektrik hatlarının yerini gösteriyorum. Traktörün geçebilmesi için ağaç testeresiyle bir kiraz dalını kesiyoruz. Prefabrik ambar ve yaşam ünitesinin yerlerini hazırlatıyorum. Yaklaşık iki saat sonra kamyondan büyük TIR’dan ufak bir kamyon irisi üzerinde filler malzemesi yüklü olduğu halde bahçeye giriyor. Yükünü bahçenin ortasına boşaltıp ikinci seferine gidiyor. Arkasından Burak Bey ve kilit parke taşı döşeyecek Ali Usta çıkageliyorlar. Bir süre kaldıktan sonra müsaade istiyorlar.
Taş Ev inşaatından kalan sönmüş kireç torbaları, seramikler, kereste, tuğla gibi malzemeleri topluyor düzenleme sahasından çıkarıyorum. Kepçe ağaçların arasında park yerlerini tesviye ediyor. Çalışmaya engel olan damlama sulama borularını söküyorum.
Akşamüzeri Melisa Reklamcılıktan arıyorlar. Yönlendirme levhalarını dikmek için belediye ile konuşup konuşmadığımızı soruyorlar. “Konuştuk, problem yok dikebilirsiniz dediler.” diyorum. Hemen çıkıp levhaları dikmek niyetindeler ama ben makinenin başından ayrılamayacağımı, bir saat sonra gelebilirlerse daha iyi olacağını söylüyorum.
Operatör işini bitirip makineyi durduruyor. Makine bu gece burada kalacak. Operatör aşağı inip inmeyeceğimi soruyor. Bu nezaketen “Beni aşağı bırakıversen iyi olur” demek. Zaten tabelacılara yer göstereceğim için operatöre onu şehre bırakabileceğimi söylüyorum. Tam onu bıraktığım sırada telefonum yine çalıyor.” Tabela işini yarın yapsak nasıl olur?” diye soruyorlar bu sefer de. “Ben sizin için şehre inmiştim ama yarın diyorsanız yapacak bir şey yok o zaman.” diyorum. Tabelacıları bekletmemek için spor kıyafetlerle yola çıktığım için yanıma kimlik, ehliye, ruhsat almadım. Hazır aşağı inmişken birkaç eksik malzeme almak istiyorum ama yanımda para olmadığını da fark ediyorum. Tanıdığım bir yerden ödünç para alıyorum. Balıkçının önünde bir kalabalık görüyorum. Oradan hemen iki tane çipura alıyorum. Akşama ziyafet var. Izgara balık ve yanında soğuk bir bira hayali kuruyorum.
Kaplan yolunda bahçeye filler malzeme getiren koca TIR’ı sollanabilecek ender yerlerden birinde soluyorum. Bahçeye girer girmez nevaleyi havuzun kenar duvarına koyuyorum. Mutfağa girip hazırlıklara başlıyorum. Dışarı çıktığımda bir de ne göreyim? Bizim Zeytin naylon poşetin içindeki balıklardan birini yürütmüş kuyruğundan başlayarak afiyetle götürüyor. Kızıyorum. Hiç beklemezdim bu hırsızlığı ondan. Balığı bırakıyor ve uzaklaşıyor. Sonra gönlünü almak istiyorum aldırış etmiyor. Çağırıyorum gelmiyor. Kabına önünden aldığım balığı koyuyorum ona bile yaklaşmıyor. Gece bağlayacağım hiç oralı olmuyor. Kucaklayıp ağaca bağlıyorum. Umarım yarına her şey unutulur yeni bir güne başlarız.

INTERNETT


01/08/2016 Pazartesi, Tire

Yaylada canımı sıkan tek sorun internet. Bazı yolunda gitmeyen hususlar oluyor olmasına ama sabırla işimizi takip ederek sonuç almayı öğrendik sanırım. Saat dokuz olunca Telekom müdürünü aradım. Sözde bugün keşfe gelecekti. Hafta sonu gelmiş, keşfini yapmış meğerse. Samimiyetsizliği bundan belli zaten. Eğer yapıcı olsaydı keşif sırasında geleceğini haber verirdi. Efendim, internet bağlantısı için kablo çekemiyorlarmış, sadece telefon hizmetinden yararlanmak için bir yansıtıcı koyabilirlermiş.
Telekom müdürünün teklifini elbette kabul etmedim. “Genel müdürlüğünüze şikâyet edeceğim.” dedim. Hiç oralı olmadı, “Şikâyet edebilirsiniz.” dedi.
Yolu yapacak yüklenici yine sözünü yerine getirmemiş, makineyi göndermemişti. Tam Burak Beyi arayacaktım ki telefonum çalmaya başladı. Arayan kayıtlı bir numara değildi. Telefonu açtım. Karşımdaki genç erkek sesi beni yine şaşırttı. Superonline yetkilisi olan genç, modem bağlantısı için gelmek istediğini söyledi. Kablo bağlantısı bulunmadığını ve son bir hafta içinde olanları anlattım. O da geçen hafta gelen arkadaşı gibi Telekom Genel Müdürlüğüne şikâyet etmemi tavsiye etti.
Makine gelmemişti ama gelmesini de çok istemiyordum. Bütün işler birbirinin üzerine binmişti. Aşağı yaylaya gelen su kesilmiş, Salih Ustayı bekliyordum. Belki de en acil olan konu buydu. Yola başlasalar makinenin başından ayrılamayacaktım. Diğer önemli bir konu da belediyeye uğramam gerektiğiydi. Salih Ustayı aradım. Dün pazar olmasına rağmen çalıştıklarını söyledi. Doğrusu sözünü tutsaydı dün de gelebilirdi. Ama yine de aradığımda telefonu açan nadir adamlardandır Salih. Sabah arabasının vizesi varmış, daha sonra bana geleceklerini söyledi. Bu iş de öğleden sonraya kalınca eşimle birlikte şehir merkezine inmeye karar verdik.
Zeytin iyice alıştı yeni yerine. Gece kaçmasın diye bağlıyor, sabah erkenden çözüyoruz. Çarşıdan ona güzel bir tasma ve zincir aldık. Uzun bir zamandır ne eşim ne ben ekmek yiyoruz. Zeytin ekmeği sevdiğinden onun ekmeğini ihmal etmedik. Niyetimiz eve de uğramaktı ancak Salih’in dükkânının önünden geçerken az sonra yola çıkacaklarını söylemesi eve gitme işini yatırdı. Belediyeye uğrayıp oradan yaylaya çıkacağımızı söyledik Salih Ustaya.
Belediyede çok güzel karşılayıp ilgilendiler. Bundan sonraki aşamada yapılacakları anlattılar. İtfaiye ve emniyet ile yapılan yazışmalar fazla zaman alıyormuş. İmar durumu söz konusu oldu. İmar müdürlüğünden arkadaşların tespit için geleceklerini söylediler. Teşekkür edip ayrıldık. Yaylaya gelir gelmez Salih’e telefon ettim. Benden önce ekip gelmiş ve suyun kaynağına ulaşmak üzere yukarı yaylaya çıkmışlar. “Ben de geliyorum.” dedim. Büyük adımlarla yeni yoldan çıktım yukarı yaylaya. Henüz boruların nerede tıkandığını bulamamışlardı. Şansımız yaver gitti. Kısa bir süre sonra büyük havuzun yakınlarında bir kayrak taşını kaldırınca altında büyükçe bir toprak küp ortaya çıktı. Kaynaktan boruya alınan su küpe giriyor ancak çıkmıyordu. Küpün alt tarafından boruyu bulmaya çalıştılar. Uzun bir uğraşıdan sonra boru derinlerden çıktı. O noktada boruyu bıçakla kestiler. Hiç su gelmiyordu. Belli ki küpün çıkışı tıkanmıştı. Borunun içine budakları sıyrılmış uzunca bir ağaç dalı soktular. Dalı çıkartırken kocaman bir tomar ağaç kökü çıktı. Su önünü tıkayan ağaç kökünün alınmasıyla beraber gür bir şekilde akmaya başladı. Neyse ki kolay sayılabilecek bir şekilde bu önemli sorun çözümlenmiş oldu.
Aşağı yaylaya inip cep telefonundan Telekom Genel Müdürlüğüne on-line şikâyet yazısını yazıyorum. Konunun içine öyle dalmışım ki ne kapıdan ne de Taş Ev’in yanına kadar gelmiş belediye pikabının kornasını duyabiliyorum. Gelenler İmar Müdürlüğünden arkadaşlar. Müdür eski Taş Ev yıkılmadan önce gelmişti. Yenisi ile eskisi gözünün önünde canlandırınca gözlerine inanamadı elbette. Onlar da Taş Ev’i beğenerek ayrıldılar.
Artık kimse gelmez deyip demir kapıyı kilitliyorum. Eşime yardım etmek için biraz elma toplamasına yardımcı oldum. Sabah aradığında Burak Bey telefonuma cevap vermemişti. Yeniden aradım, yine cevap yok. Bana onu tavsiye eden genç bir arkadaşı aradım. “Bu adamın niyeti yok mu bu işi yapmaya.” diye sordum. “Ben konuşurum.” dedi. Beş dakika sonra Burak Bey aradı. Defalarca özür diledi, telefonumu açmadığı için. Operatör gelmemiş, telefonuna da cevap vermiyormuş. “Aynı senin yaptığın gibi değil mi?” desem cuk otururdu. Onun yerine “Burada herkes aynı senin operatör gibi değil mi?” dedim çekinerek.
Hava kararmaya yakın taş fırını yaktım. Patlıcanları közledim. Eşim de elmaları ayıklama işini yeni bitirmişti. Verandada oturduk Televizyonlar hala “milli irade” diyor başka bir şey demiyor. Gına geldi artık. Halkımız meğer ne kadar severmiş demokrasiyi (!)

ARTIK ZEYTİN'İMİZ VAR

30/07/2016 Cumartesi, Tire

Menemeni nasıl seversiniz? Domatesleri iyice pişmiş ya da diri? Yumurtanın beyazı pişmiş ama sarısı katılaşmadan? Eşim her zaman iki konuda beni eleştirirdi. Birincisi yemek pişerken tuz koymayı unutmam. İkincisi sebzeleri çok fazla pişirmemem. Bu kez tam onun istediği gibi bir menemen pişirmek istediğimi söyledim.
Soğan ve biberleri yeni öldürmüştüm ki telefonum çaldı. Arayan mobilyacıydı. Dün aldığımız dolabı getirmek istiyorlarmış. “Peki, gelin bakalım.” dedim. Ocağın altını söndürdükten sonra gidip demir kapının kilidini açtım.
Domatesler ağır ateşte pişerken dolapçılar geldi. Dolabı içerideki odaya taşıyıp gittiler. Onlar gittikten sonra unutmadan tuz ilave ettim yemeğe. Domatesler iyice eridikten sonra yumurtaları kırdım. Kahvaltıya başladığımızda eşime menemen konusunda fikrini sordum. “Tam istediğim gibi, bu sefer çok güzel olmuş, eline sağlık.” dedi.
Kahvaltıdan sonra yukarı yaylaya çıkıp kızılcık toplamayı düşündüm. Havuza hala az su geliyor ve bu durum canımı sıkıyordu. Orta yaylanın demir kapısını açtım. Boruların içi su dolsun diye buradaki vanayı kapattım. On beş dakika kadar bekledikten sonra boru ek yerini ve vanayı açtım. Biriken su tazyikle fışkırmaya başladı. Ne var ki su boşaldıktan sonra yine eskisi gibi iyice azaldı. Salih Ustayı aradım, mutlaka yarın sabah gelmesini ve sorunu çözmesini istedim.
Yukarı yaylada kızılcık toplamakla bitmiyor gibi. Küçücük şeyler zaten. Saat nasıl dört oldu anlamadım. Eşim aradı, aşağı ne zaman ineceğimi sordu. Dündarlı köyüne gidecek, hem oradaki mandıra ile konuşacak hem de geçen sene kestane toplarken bize yardımcı olan aileyi ziyaret edecektik. Tam çıkacakken, misafire yakalandık. Bir saat kadar geç çıkmak zorunda kaldık.
Sabahtan Burak Beyi aradım. Telefona cevap vermediği gibi geri dönüş de yapmadı. Eskisi gibi bu tür hareketler kızdırmıyor artık beni. Yola çıktık. Dündarlı köyü Güme ’nin ötesinde uzak bir köy. Yolları dar ve virajlı. Yükseklik derseniz Kaplan’dan çok daha yüksek. Güme ’yi geçtikten sonra Dündarlı sapağının az ötesinde mandıraya girdik. Sahibi yokmuş orada. Muhasebecisi ile konuştuk. Ayrıca patronun annesi bizi misafir etti karadut şerbeti ikram etti. Çok tatlı bir teyze. Eşi Hacı Dayıyı anlattı. Çok titiz biriymiş. Çalışanları titizliğinden bıkmış Hacı Dayının. Patronun telefonunu aldık. Biraz daha oturup yola çıktık. Dündarlı köyüne girerken eşim telefon etti tanıdıklara. İki aile de büyük bir misafirperverlikle karşıladılar bizi.
Gerçek bir dağ köyü hayatı yaşanıyor bu köyde. Buradaki süt bölgenin en iyi sütü. Zaten biz hazırlıklı gitmiş, süt bidonumuzu yanımıza almıştık. Köy kahvesine vardığımızda Yaşar karşıladı bizi. Sütün parasını bile almadılar. Köy yumurtası hazırlamışlar bizim için. Böyle dostlukları Kaplan köyünde göremiyoruz maalesef. İnsan garibanlaştıkça daha bir sevgi dolu oluyor demek ki…
Dündarlı’da benim telefon çekmiyor. Eşimin telefonundan Burak Beyi aradım. İzmir’de olduğunu söyleyerek, sabahki telefonuma dönmediği için özür diledi. Pazartesi sabahı makineyi ve filler için kamyonları yönlendireceğini söyledi. “İnşallah” dedim içimden.
Yaşar’ın evinin önündeki bahçede oturduk. Bize ikramlarda bulundu. Üç tane yavru köpek önümüzde maskaralık yapıyor. Eşim birine talip oldu hemen. Bizi kırmadılar sağ olsunlar. Yolda adını da koyduk. “ZEYTİN” . Bizim aileye bir kişi daha katıldı.