14/08/2016 Pazar,
Tire
Çok
özel bir günün sabahında erkenden kalkıyoruz. Daha doğrusu eşimin gürültüsüne
uyanıyorum. Günün özel bir gün olmasının nedeni Taş Ev Cafe & Restaurant’ın
bugün hizmete girecek olması. Sabaha bıraktığımız işler var dünkü hazırlıkların
dışında. Peynirler, salatalık, domates sabah kesilecek mesela. Bu işleri ve
taze ekmek alma işini üzerime alıyorum. Eşim pişi hamurunu hazırlayıp
yumurtaları haşlayacak. Heyecanımız had safhada.
Kızımın
destek için yanımızda olması büyük şans. En azından mutfağa bir kadın yardımcı
bulabilseydik bu kadar sıkılmazdık. Mükemmeliyetçi şahsiyeti eşimi daha fazla
strese sokuyor. Her zaman olma olasılığı çok düşük olan şeylere “ya olursa” tarzında
yaklaşan bir insan. Esasen söylediği şeyler teorik olarak mümkün. Gel gelelim
olasılık hesaplarına göre çıkan netice imkânsıza yakın. Örneğin aynı anda kırk
kişi geldi. “Biz resmi açılış yapmadık, açılacağımızı bile söylemedik,
duyurmadık.” diyorum. “Soranlara pazar günü başlayacağız demedik mi?” diye
soruyor. “Evet, söyledim.” diyorum. “Ancak
kırk kişinin hepsi de aynı anda menemen mi isteyecek?” diye soruyorum. Verdiği
cevap beni susturuyor. “Ya isterlerse (!)” Hocanın cevabına benzetiyorum bu
çıkışı “Ya tutarsa (!)”
Ben
ise tam tersine oldukça rahatım. En iyisini elde etmek için elimden geleni
yaparım ama her türlü sonuca kendimi hazır ederim. Avluya çıkıyorum. Hava henüz
aydınlanmamış. Üzerime düşenleri yapıyorum. Tuvaletlere kâğıt yerleştirilecek.
Dispenserlere kağıt havlu, peynirlerin kesilmesi, domates ve salatalık
söğüşlerin hazırlanması teker teker tamamlanıyor. Hüseyin’in gelmesi lazımdı
şimdiye kadar. Yoksa o da mı sattı bizi. Artık hiçbir şey şaşırtmaz beni. Şimdi
gidip taze ekmek alma zamanı.
Ekmekleri alıp dönüyorum, Hüseyin hala yok ortada.
Kızım da kalkmış annesine yardımcı oluyor. Az sonra Hüseyin’in motosikletinin
sesi duyuluyor. Gecikmesinin nedenini soruyorum. Lastiğinin patladığını
söylüyor. Sabah saat ondan öğleden sonra ikiye kadar kahvaltı, ondan sonra akşam
yediye kadar cafe tarzında çalışmaya karar veriyoruz. Hüseyin saat onda George
ve eşi Caroline’in kahvaltıya gelmek istediklerini söylüyor. Kaplan köyünde bir
taş ev alıp restore etmiş ve iki yıldır orada yaşayan bir İngiliz çift. Ne
güzel… İlk misafirimiz denizaşırı memleketten. Geçen sene George ile
tanışmıştım ama daha sonra kendisini bir kez dahi görmemiştim.
Dedikleri
saatte geliyorlar. Verandadan güneş tam olarak çekilmemiş. Havuz başında bir
masaya oturmayı tercih ediyorlar. Samimi bir sohbete başlıyoruz. İki senede
Türkçeyi bayağı ilerletmişler. Farkında olmadan sanki birbirimize jest
yaparcasına ben İngilizce konuşurken onlar Türkçe konuşuyorlar. Kahvaltılıklar
geliyor. Her şey mükemmel görünüyor. Eşim işaret edip beni çağırıyor. “Belki
insanlar kafa dinlemeye geldiler, sessiz bir ortamda karı koca kahvaltı etmek istiyorlar,
o kadar burunlarına girme istersen.” deyip uyarıyor. Haklı olabilir. Ama benim
kafamda gelen misafirlerle hep sohbet etme fikri var. Çocuğun elinden oyuncağı
alınmışçasına bozuluyorum. Kendimi gizliyorum. Bahçeden Caroline’in kahkaha
sesleri yükseliyor. Bizim Hüseyin onların bahçelerine bakmış önceden. Yarım
yamalak Türkçeleriyle birbirlerine bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar.
İngiliz
çift kahvaltıdan sonra kahvelerini içip kalkıyorlar. Eşimin korktuğu kırk kişi
aynı anda gelmiyor ama akşam saatlerine kadar birileri gidiyor birileri
geliyor, hiç duyuru yapmadığımız halde. Gelenlerin bir kısmı Tire’den bir kısmı
İzmir’den çıkıp gelmiş. Kapı girişindeki levhada yön işareti olmadığı için
ileriye geçtiklerinden yakınıyor bazıları.
Gelen
misafirlerden bazıları Selanik, bazıları Girit göçmeni. Durum böyle olunca daha
ısınıyor sohbet. Ortak görüş burada alkolün olması gerektiği yönünde.
Yücel
Ustayı arıyorum akşama doğru. Cevap vermiyor. Oysa dün ne zaman müsait
olursanız beni arayın demişti. Çay ocağı bizden tam not aldı. Kaç bardak çay
verdik bilmiyorum. Şimdi bunun üzerinde davlumbaz bağlantısını yapmak bizim
işimizi engelleyecek.
Veranda
hep rüzgârlıydı bugün. Kapıda rüzgar estikçe ses çıkaran metal borular devamlı
şangırdadı gün boyunca. İlk gün güzel geçti. Yarın kızımız işinin başında
olacak. Acemiliğimizin ilk günü. Ben kendi adıma zevk aldım bu işten.
Hüseyin’i
gönderiyoruz. Onun arkasından kızımızı uğurluyoruz. Televizyonlarda Fetö
konuşulmaya devam ediyor.