KATEGORİLER

30 Ağustos 2016 Salı

İLK GÜN, İLK HEYECAN


14/08/2016 Pazar, Tire

Çok özel bir günün sabahında erkenden kalkıyoruz. Daha doğrusu eşimin gürültüsüne uyanıyorum. Günün özel bir gün olmasının nedeni Taş Ev Cafe & Restaurant’ın bugün hizmete girecek olması. Sabaha bıraktığımız işler var dünkü hazırlıkların dışında. Peynirler, salatalık, domates sabah kesilecek mesela. Bu işleri ve taze ekmek alma işini üzerime alıyorum. Eşim pişi hamurunu hazırlayıp yumurtaları haşlayacak. Heyecanımız had safhada.

Kızımın destek için yanımızda olması büyük şans. En azından mutfağa bir kadın yardımcı bulabilseydik bu kadar sıkılmazdık. Mükemmeliyetçi şahsiyeti eşimi daha fazla strese sokuyor. Her zaman olma olasılığı çok düşük olan şeylere “ya olursa” tarzında yaklaşan bir insan. Esasen söylediği şeyler teorik olarak mümkün. Gel gelelim olasılık hesaplarına göre çıkan netice imkânsıza yakın. Örneğin aynı anda kırk kişi geldi. “Biz resmi açılış yapmadık, açılacağımızı bile söylemedik, duyurmadık.” diyorum. “Soranlara pazar günü başlayacağız demedik mi?” diye soruyor. “Evet, söyledim.” diyorum.  “Ancak kırk kişinin hepsi de aynı anda menemen mi isteyecek?” diye soruyorum. Verdiği cevap beni susturuyor. “Ya isterlerse (!)” Hocanın cevabına benzetiyorum bu çıkışı “Ya tutarsa (!)”

Ben ise tam tersine oldukça rahatım. En iyisini elde etmek için elimden geleni yaparım ama her türlü sonuca kendimi hazır ederim. Avluya çıkıyorum. Hava henüz aydınlanmamış. Üzerime düşenleri yapıyorum. Tuvaletlere kâğıt yerleştirilecek. Dispenserlere kağıt havlu, peynirlerin kesilmesi, domates ve salatalık söğüşlerin hazırlanması teker teker tamamlanıyor. Hüseyin’in gelmesi lazımdı şimdiye kadar. Yoksa o da mı sattı bizi. Artık hiçbir şey şaşırtmaz beni. Şimdi gidip taze ekmek alma zamanı.

Ekmekleri alıp dönüyorum, Hüseyin hala yok ortada. Kızım da kalkmış annesine yardımcı oluyor. Az sonra Hüseyin’in motosikletinin sesi duyuluyor. Gecikmesinin nedenini soruyorum. Lastiğinin patladığını söylüyor. Sabah saat ondan öğleden sonra ikiye kadar kahvaltı, ondan sonra akşam yediye kadar cafe tarzında çalışmaya karar veriyoruz. Hüseyin saat onda George ve eşi Caroline’in kahvaltıya gelmek istediklerini söylüyor. Kaplan köyünde bir taş ev alıp restore etmiş ve iki yıldır orada yaşayan bir İngiliz çift. Ne güzel… İlk misafirimiz denizaşırı memleketten. Geçen sene George ile tanışmıştım ama daha sonra kendisini bir kez dahi görmemiştim.

Dedikleri saatte geliyorlar. Verandadan güneş tam olarak çekilmemiş. Havuz başında bir masaya oturmayı tercih ediyorlar. Samimi bir sohbete başlıyoruz. İki senede Türkçeyi bayağı ilerletmişler. Farkında olmadan sanki birbirimize jest yaparcasına ben İngilizce konuşurken onlar Türkçe konuşuyorlar. Kahvaltılıklar geliyor. Her şey mükemmel görünüyor. Eşim işaret edip beni çağırıyor. “Belki insanlar kafa dinlemeye geldiler, sessiz bir ortamda karı koca kahvaltı etmek istiyorlar, o kadar burunlarına girme istersen.” deyip uyarıyor. Haklı olabilir. Ama benim kafamda gelen misafirlerle hep sohbet etme fikri var. Çocuğun elinden oyuncağı alınmışçasına bozuluyorum. Kendimi gizliyorum. Bahçeden Caroline’in kahkaha sesleri yükseliyor. Bizim Hüseyin onların bahçelerine bakmış önceden. Yarım yamalak Türkçeleriyle birbirlerine bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar.

İngiliz çift kahvaltıdan sonra kahvelerini içip kalkıyorlar. Eşimin korktuğu kırk kişi aynı anda gelmiyor ama akşam saatlerine kadar birileri gidiyor birileri geliyor, hiç duyuru yapmadığımız halde. Gelenlerin bir kısmı Tire’den bir kısmı İzmir’den çıkıp gelmiş. Kapı girişindeki levhada yön işareti olmadığı için ileriye geçtiklerinden yakınıyor bazıları.

Gelen misafirlerden bazıları Selanik, bazıları Girit göçmeni. Durum böyle olunca daha ısınıyor sohbet. Ortak görüş burada alkolün olması gerektiği yönünde.

Yücel Ustayı arıyorum akşama doğru. Cevap vermiyor. Oysa dün ne zaman müsait olursanız beni arayın demişti. Çay ocağı bizden tam not aldı. Kaç bardak çay verdik bilmiyorum. Şimdi bunun üzerinde davlumbaz bağlantısını yapmak bizim işimizi engelleyecek.

Veranda hep rüzgârlıydı bugün. Kapıda rüzgar estikçe ses çıkaran metal borular devamlı şangırdadı gün boyunca. İlk gün güzel geçti. Yarın kızımız işinin başında olacak. Acemiliğimizin ilk günü. Ben kendi adıma zevk aldım bu işten.

Hüseyin’i gönderiyoruz. Onun arkasından kızımızı uğurluyoruz. Televizyonlarda Fetö konuşulmaya devam ediyor.      

YARINA HAZIRLIK


13/08/2016 Cumartesi, Tire



Sabah telefonumun sesi ile uyandım. Hüseyin kapıya gelmiş ama kapı kilitli olduğu için içeri giremiyor. Derhal anahtarı alıp kapıya koşuyorum. Kilidi açıp içeri alıyorum. Hüseyin yaylanın ve Taş Ev’in ilk elemanı. Kaplan Köyünde yaşıyor.

Önce Taş Ev’in salonunun temizliğiyle girişiyor işe. Ben de kahvaltı hazırlığına başlıyorum. Hep birlikte oturduk dışarıdaki masalardan birine. Hüseyin önce nazlansa da katıldı aramıza.

İki genç kadın arabayla giriyorlar içeri. Açık olup olmadığımızı soruyorlar. Kapıyı açık bırakmıştım. Onlar da girmişler içeri. Yarın çalışmaya başlayacağımızı söylüyorum. Teşekkür edip dönmeye hazırlanırken arzu ederlerse yerimizi gezebileceklerini söylüyorum. Sevinerek kabul ediyorlar. Arabadan indiklerinde birinin hamile olduğunu fark ediyorum.

Verandadan başlıyoruz. Bayılıyorlar. Üst kata çıkarıp salonu gösteriyorum. Hamile olan veranda da kalmayı tercih ediyor. Bugün rüzgâr güzel esiyor. Yukarının manzarası aşağıdan güzel. Kızım misafirlere birer Türk kahvesi ikram ediyor. Organize Sanayide çalışıyorlarmış. Tam kalkmaya hazırlanırken meşrubat dolabını getiriyorlar.

Dolabın meşrubat şişeleriyle dolduruluşu epey zaman aldı. Kızımla birlikte şehre iniyoruz. Demir kapıyı kapatıyorum. Her gün eksik bir şeyler çıkıyor.

Akşamüzeri Yücel Usta geliyor. Çay ocağı üzerindeki davlumbazı, hidrofor ve tüpler için dolapların montajını yapıyor. Davlumbazın üzerinde boru bağlantısı için dirsek almayı unutmuş. Yarın yine gelmek üzere ayrılıyor.

Yarından itibaren artık misafir kabul etmeye başlıyoruz. Akşamdan hazırlıklar yapıldı. Yarını bekliyoruz.

ZEYTİN'Lİ GÜNLER


12/08/2016 Cuma, Tire



Dün yoğun bir gündü. Bugün de öyle. “Artık yapılacak pek bir şey kalmadı.” dediğimiz sürece girdik güya. Dün geç geldiğimiz için geç yattım. Doğal olarak biraz geç kalktım. Kahvaltı hazırlığı başladı. Çarşıda işlerimiz var ama yaylada da bulunmamız lazım. Bugün alkolsüz içecekleri verecek bölge bayi gelecek, Yücel Usta Torbalı’dan gelip çay ocağı üzerine davlumbaz montajını yapacak. Eşim çok fazla işinin olduğunu söyleyip yukarıda kalmak istiyor.

Henüz kahvaltımızı bile yapmadan ilk telefon belediyeden geliyor. Belge hazırlamak için müdür çağırıyormuş. Aradan beş dakika geçmeden Mustafa Bey arayıp yarım saate kadar geleceklerini söylüyor.

Gidip demir kapının kilidini açıyorum. Az sonra bölge bayisinin arabası giriyor içeri. Yarım saat sonra geliriz demişlerdi oysa. Mutfaktaki ocakların altını söndürüyor misafirleri verandaya, güneşin henüz ulaşmadığı bir masaya alıyorum. Üç kişi gelmişler, içlerinde İzmir Bölge Pazarlama Müdürü de var. Ürünleri tanıtıyorlar. Taş Ev ve konsept ilgilerini çekiyor. Bütün ürünlerin cam şişede olmasının yakışacağını söylüyorlar. Yarın iki meşrubat soğutucu dolabı getirecekler.

Kahvaltıyı üç kişilik hazırlıyorum artık. Zeytin hazırladığım menemene bayılıyor. Şehre inişimiz öğleni buluyor. Belediyeye uğruyorum. Başkandan onay gelmiş ve emniyete hemen alkollü içki izni için dilekçe hazırlamışlar. Bu sevindirici bir gelişme.

Eşim Cuma Pazarında acı biber arayışında. Buluşma yerine döndüğümde bulmuş aradığını zaten. Müjdeyi veriyorum hemen.

Ozan’a uğruyorum. Gece saat ikiden sonra istediği konum bilgisini göndermiştim ona. İnternet işi iyice kabak tadı vermeye başladı. İşlemleri başlatmış, cevap bekliyormuş.

Belki de en büyük sorunumuz ustalık belgesi. Lokantacılar Odası Başkanıyla konuştum. Nedense içim almadı adamı. Telefondaki sesine bakılırsa genç birine benziyor ama bana ismimle hitap etmesi hiç hoşuma gitmedi. Koyunları beraber güttük sanıyor olmalı (!)

Her alışverişten sonra fatura alıyorum artık. Fiş geçerli olmuyormuş. Ufak tefek bazı ihtiyaçlarımızı tamamladıktan sonra eşimi yaylaya bıraktım. Dönerken Zeytin demir kapıya kadar bana eşlik etti. Şehre indikten sonra telefonum çaldı. Arayan yabancı bir numara. Genç bir ses açık olduğunu düşünerek restorana geldiklerini ancak kapıyı kapalı görünce dönmek zorunda kaldıklarını söyledikten sonra siyah bir köpek yavrusunun tel çitin altından dışarı çıktığını söyledi. İstersem onu çitin içine koyabileceklerini belirtti. Çok memnun olacağımı söyledim. Zeytin benim arkamdan peşime takılmış anlaşılan.

Sanayiye gidip aydınlatma direği olarak kullanacağım boruları alıyorum. Kızım arıyor. Programı değişmiş, buraya gelmek üzere yola çıkmaya hazırlanıyormuş. Seviniyorum bu habere.

Elektrikçi Ali’nin dükkânına uğruyorum. Bayındır tarafında bir köye gitmiş. Yapılmasını istediğim işleri sayıyorum. Tire’ye dönünce arayacağını söylüyor. Aramayacağını bildiğim için aramaması beni hiç şaşırtmıyor.

Akşam saatlerinde kızım geliyor. Zeytin’le ilk karşılaşması. Zeytin bize biz Zeytin'e alışıyoruz artık. Yolun kenarındaki konteynırların doğallığı bozduğunu söylüyor. Aslında haklı ama yapacak başka bir şey yok.   

KAPYA HAZIRLIKLARI

30/08/2016 Salı, Tire
Bugün ilk kez Hüseyin kapıyı kapalı buldu. Telefon ettiğinde tahmin ettim kapıya geldiğini. Hemen gidip açtım kapıyı. Dün hasta gittiği için durumunu sordum."İyiyim" dedi. Çay ocağında su kalmadığından ısıtıcı devre dışı kalmış. Musluktan kapatmıştım. Ya kazan delik ya da şamandırada bir problem var. Musluğu açıp şamandırayı kontrol ettim. Bütün problemin şamandıradan kaynaklandığını görünce bu duruma sevindim. Su sıcaklığı düştü birden doğal olarak.

Eşim çayını biraz geç içecek. Kahvaltıyı hazırlayıp tepsiyle avludaki masamıza götürdüm. Bir an önce salı pazarına gitmek niyetim. Ama kahvaltıya oturmadan Soner geldi, cevizleri konuşmak için. İki kadın bulmak lazım ki o toplarken toplayıcılar çuvallara doldursun. Pazarda bir yere telefon edip iki sırık ayırttırdılar. Soner "Kadınları ayarlamaya çalışırım." dedi. Yevmiye konusunu da konuştuk. Perşembe günü çocuğunun alçısı alınacakmış, "Cuma sabahı başlarız." dedi. Geçen sene kestane zamanı aynı şeyleri söyleyip gelmemişti. Bu sene yine aynı haltı yemez umarım. Hüseyin ile birlikte yukarı yaylaya çıkıp oradaki cevizlere baktılar.

Hüseyin'in dönmesini beklerken Zeytin'in bağını çözdüm. Öyle seviniyor ki size anlatamam. Bir ara kayboldu gözden. Çağırıyorum, gelen giden yok. Hiç böyle yapmazdı. Havuza mı düştü acaba diye ciddi ciddi tedirgin olmaya başladım. Uzunca bir aradan sonra çıktı ortaya. Nereden bulduysa kocaman bir salyangozu ağzına almış oynuyor. Kabuk sert, onun çenesi ise henüz gelişmemiş. Tam kendine göre oyuncak bulmuş. Tam o sırada veterineri aradı. Hanımefendinin aşı zamanı gelmiş. Bu hafta bir gün getirmemizi istedi. Zaten bekliyordum bu telefonu. Arabada beklemeyi öğrenemediği için onu özel olarak götürmem gerekiyor.

Nihayet iniyorlar Soner'le Hüseyin aşağı. Ben de şehre iniyorum hemen. Kapya biber alıyorum bir çuval. Biraz pahalı ama pazarın en iyisi. Arabayı uzakta bıraktığım için taşımakta zorlanıyorum. Dönüp tarif ettikleri yerden ceviz sırıklarını alıyorum. Sırıkları aldığım bakkal dükkanının sahibi bizim Hüseyin'in babasıymış. O da karadut reçellerini aldığımız kişiymiş meğer. Taşımak için biri yardımcı olmalı diyorlar. Geçen seneden tecrübeliyim nasıl olsa. Uzun iki sırığı arabanın açılır arka camından dışarı çıkarıp kolayca getiriyorum yaylaya.

Çok arayan oluyor bugün. Özellikle internet üzerinden Haber Tire gazetesinin facebook sayfasında Ergün Beyin ilanı iş görüyor. Arayanları işyerine görüşmeye davet ediyorum. Uzun zaman aradığım halde bulamadığım mutfağa bayan elemanlar, garsonlar hatta karı koca çalışmak isteyenler, işyerinde yeni aldığımız konteynırda kalabilirim diyenler müracaat ediyorlar. Hepsinin kayıtlarını tutuyorum.

İnternet olmadığından yayımlamadığım günce sayısı beşe düştü. Bir an önce günümüzü yakalamak istiyorum. Eski tarihli günlüklerimi okumak benim için de keyifli oluyor. Ne yaşıyor ve hangi detayları unutuyorum eski günlükleri okuyunca daha iyi anlıyorum. Bana öyle geliyor ki yaşananların yüzde doksanı hafızadan tamamen buharlaşıyor. Yakın geçmişte bile olsa günlüklere yazılanlar "Vay canına bunları ben mi yapmışım?" dedirtiyor bazen.

Oğlumdan gelen bir mesaj var. Büyük bir şirketten teklif almış yine. Bu beşinci olacak. Yurt dışında çalıştığı yeter artık. Umarım şansı yaver gider, değerini bilenlere düşürür.

Hüseyin zeytinleri sulamaya gitti bir ara. Ben gelen olursa ilgilenirim dedim. Çok kalabalık olursa da çağırırım seni. Akşam saatlerinde döndü. Yukarı yaylaya birlikte çıktık. Havuz dolmuş. Sulama sırası ceviz fidanlarında. Hepsi ilgi bekliyor. Vanayı açtık. Bazı ek yerlerinden damlama boruları patlamış. Teker teker dolaştık. Arazinin alt ve yan sınırlarını gösterdim ona. Bu sene söylenenler doğru galiba. Fazla ceviz yok ağaçlarda. Sincaplar güzel çalışmış bize fazla bir şey bırakmamış.

Eşim kapyalarla ilgilendi. Akşama kadar közledi, kabuklarını soydu, paketledi ve derin dondurucuya attı. Bugün gelen konuklar da çok beğendiler Taş Ev'i. Özellikle veranda kapsının önündeki ferforje kapıya asılı kırmızı biber ve naneleri...

TELEFONLA BAŞIM DERTTE


11/08/2016 Perşembe, İzmir



Günce yazmak artık bir tutku haline dönüştü bende. Hatta ondan da öte… Yemek yemek, su içmek kadar zorunlu bir ihtiyaç. Mesela şu satırları yazdığım sıralar insanların çoğu uykularının en güzel yerinde. Telefon unutmalarım vurdu güne damgasını. Geç kalmamak için kahvaltı etmedik. Yolda bir şeyler atıştırmaktı düşüncemiz.

Zeytin’in kahvaltısını hazırladıktan sonra yola çıkmamamız için bir engel kalmamıştı. Telefonumu biraz daha şarj etmesi için prize taktım. Zeytin’i serbest bıraktık rahatça gezinsin diye. Demir kapıyı dıştan kilitleyip şehre indik. Yönümüzü İzmir’e çevirdiğimiz anda elim cebime gitti. Her zaman sol cebime koyduğum telefonu yerinde bulamıyorum. Gerisin geriye yaylaya dönmekten başka yapacak bir şey yok. Dönüp telefonumu alıyor ve tekrar çıkıyoruz yola. Belki de bu unutkanlık başımıza gelecek kötü bir kazayı engelledi diye avutuyorum kendimi.

Eşim kahvaltı etmeden duramaz. Nasıl olsa gecikmişiz bir kere. Şehirdeki pastanelerden birine girip bir şeyler atıştırıyoruz. Eşim bir poğaçanın yanında çay, ben ise boyoz ve yanında cola light ısmarlıyorum. Vitrinde neler var, kaça satıyorlar merak ediyoruz doğal olarak. Gözümüze sol tarafta bir trileçe ilişiyor. Kalkmadan bu tatlının da bir tadına bakmak istiyoruz. Çok başarılı bulmuyoruz. Eşimin yaptığı trileçe bambaşka oluyor.

Hazır gıdadan kaçmaya çalışıyoruz mümkün olduğunca. Gel gelelim ilçemizle özdeşleşmiş bir sucuk markası var burada. Öyle ki, Ankara'dan her geldiğimizde kangal kangal Tire’nin Ege marka sucuğunu beraberimizde götürür ve kış boyunca tüketirdik. Bu işletme şimdi yeni bir satış yeri açmış. Eşime önce oraya gitmeyi öneriyorum. Çalışanlar yakın ilgi gösteriyorlar. Büyük bir olasılıkla sucuk bağlantısını bu firma ile yapacağız.

İzmir’den aydınlatma direği alacaktım. Aslında özel bir şey değil. Elli ya da altmış milimetre çapında siyah boru. Sanayide profil demir satan bir işyerinde buluyoruz aradığımızı. Önemli bir işi buradan çabucak halletmiş oluyoruz.

Nihayet İzmir yoluna çıkıyoruz. Önce Yücel Usta’yı arıyorum. Hidrofor ve tüplere dolap, çay ocağına davlumbaz montajını yapmak üzere bugün gelecekti. Zaten boyanın kurumasını bekliyormuş. Yarın geleceğini söyledi. Ben de bugün gelmemesi için aramıştım zaten.

Mustafa Bey’i arıyorum sonra, meşrubat dolapları için. Yarın gelmesini istiyorum. “Pazartesi hazır olur dolaplarınız.” diyor. “Pazar günü açıyoruz işyerini” deyince “Tamam o zaman cumartesi günü getiririz.” demek zorunda kalıyor.

Yola devam ederken çocukluk arkadaşım Mustafa’yı arıyorum. Ona da sormak istediğimiz bazı şeyler olacak. Şarküteri ürünlerini nereden kaça aldığını öğrenmek istiyoruz. Gün boyunca marketteymiş. Bu bizi rahatlatıyor. Gaziemir’de Metro AVM’ ye giriyoruz. Vergi levhamız var ya, artık kurumsal müşteriyim. Bir de kart çıkartıp veriyorlar. Yüklüce bir alışveriş yapıyoruz buradan. Dünden beri gözüm arka sağ lastikte. Her gün biraz daha iniyor sanki. Metro’dan çıktıktan sonra bir lastikçide duruyorum. Lastiğe küçük bir çivi girmiş. Lastikçi çiviyi çıkarıp lastiği tamir ediyor ve diğer lastiklerin havasına bakıyor.

Hedefimiz gıda çarşısı. Daha önce elektrik malzemelerini aldığımız yere uğruyoruz. Kovanlı fener tipi aydınlatma lambası alacağız. Ellerinde hazır yokmuş. Hemen karşı dükkândan alıyoruz biz de. Bir peynir imalatçısı ilişiyor gözümüze. Fatih isminde şeker bir delikanlı karşılıyor bizi. Peyniri tattırıyor. Pazarlığa girişiyoruz. Biraz sıkıştırınca “Patron bilir daha fazlasını” diyor. Patronu merak ediyoruz. “Annem” diyor ve devam ediyor “Hanım Ağa”

Hanım Ağa yakınlardaymış Az sonra geliyor dükkâna. Eşimi orada bırakıp fener lambaları ve diğer malzemeleri arabaya koyuyor, arabayı peynircinin dükkânının önüne çekiyorum. Sıcak bir sohbet doğuyor aramızda. Anlaşıyoruz sonunda.

Kızım telefon ediyor. Arkadaşının doğum gününü kutlamak için Çeşme’ye gideceklerdi. İptal olmuş. Birlikte balık yemeyi öneriyor. Biz ise bir an önce yaylaya dönmek istiyoruz. Malum artık Zeytin’imiz var. Yemek ister, su ister.

Kızımızla kayınvalidemin evinde buluşuyoruz. Yarım saat kadar oturuyor, ısmarladığımız özel bulgurumuzu, koruklarımızı alıyoruz. Telefonumda Zeytin’in resimlerini gösteriyorum kızıma. Elimden alıyor telefonu rahatça bakabilmek için. Aceleyle kalkarken telefon kalıyor yine. Gaziemir’i geçiyor, havaalanı kavşağında farkına varıyorum. Telefon önemli. Biz çıkar çıkmaz farkına varmış kayınvalidem ama eşimin telefonunun şarjı bittiğinden bize ulaşamamış ve beklemekten başka yapacak bir şey bulamamış o da. Geriye dönüp telefonumu alıyor ve yeniden yola çıkıyoruz. Gece yarısını geçiyor yaylaya çıkmamız. Zeytin bizi bekliyor. Acıkmış çok. Hemen ona bir şeyler hazırlıyorum.        

SABAH SÜRPRİZİ


10/08/2016 Çarşamba, Tire

Sabahın altısında eşimin panik halinde seslenişi ile uyandım. Aslında onun normal kalkış saatinden bile bir saat önce. Pencerenin kanatlarını açtık. Havada yağmur kokusu var. Uzaklardan gök gürültüsü sesleri geliyor, şimşekler çakıyor. “Hemen terastaki reçelleri içeri al n’olur.” Avluya çıkmak istiyorum. Gece Zeytin’in havlamasından tedirgin olan eşim bütün ara kapıları birbirinin üzerine kilitlemiş. Yağmur yağdı yağacak. Hemen terasa koşuyorum. Reçel kazanlarını içeri alıyorum. Aklıma ağacın altına bıraktıkları çimento torbaları ve yağmurdan zarar görecek malzemeler geliyor. Artık damlalar serpiştirmeye başladı. Zeytin’in bağını çözüyorum kapalı yere kaçabilsin diye.

Beş dakika sonra başlayan yağmur hiç de beklediğim gibi olmadı. Madem beni uykumdan etti, bari doğru dürüst yağsaydı da biraz cevizler, kestaneler sulansaydı. Eşimin midesi yanıyor. Reflü gibi bir rahatsızlığı var. Gidip yatağa uzanıyor. Mutfakta kahvaltı hazırlıyorum. Bu sefer Zeytin’i de hesaba katıp üç kişilik yapıyorum omleti. Yumurtayı çok seviyor hınzır.

Hava yükselmeye başlıyor kısa bir süre sonra. Yağan yağmur yerleri ancak ıslattı. Fakat bu kadarı bile reçelleri bozmaya yetecekti. İyi ki eşim hemen durumun farkına vardı.

İnci Aral’ın öykü kitabını geçen ay bitirmiştim ama üzerinde yorum yapmaya zamanım olmadı. Arkasından Ahmet Ümit’in bir romanına başladım. “Elveda Güzel Vatanım.” Fazla zaman ayıramıyorum okumaya ama güzel bir kitap olduğu belli. Çarşıya gitmeden önce biraz okudum. Eşimin börek hazırlama günü. Yaylada kalmak istedi.

İlk işi Esnaf ve Sanatkârlar Odası sicil bölümüne gidiyorum. Harçları yatırıp dönüyorum. Sicil kaydımı yaptıktan sonra Lokantacılar Odasına gönderiyorlar. Mühendislik mesleğinden emekli olduktan sonra bu sene önce çiftçi olup belgemi aldıktan sonra şimdi de resmen üçüncü mesleğime adım attım. Lokantacılık… Görevli bayan odaya kaydımı yapıyor. Soruyorum ona. “Odaya üye oluyorum ama bana ne faydası olacak bunun?” diye soruyorum. “Güzel bir soru” diyor görevli. Mühendisler Odasına da kaydımı yaparken aynı soruyu sorduğumu hatırladım. O zaman “Aylık bir dergi yayınlıyoruz, ama baskı sayısı sınırlı olduğu için eski üyelerimize gönderebiliyoruz ancak.” dediklerini anlatıyorum. “Biz dergi de vermiyoruz.” derken gülümsüyor. "Bari eleman konusunda yardımcı olsalar." diyorum kendi kendime. 

Çarşıda diğer işlerimi tamamlıyorum. Muhasebeciye uğrayıp belgelerin birer kopyasını bırakıyorum. Matbaaya gidip kartvizit ve menü kapak dizaynı üzerinde çalışıyoruz. Oradan Ozan’a geçiyorum. Akşam yaylaya gelecekti. İnternet, kamera, müzik düzeni için çalışma yapacaklar. İşlerim bittikten sonra birkaç parça eşya almak üzere eve uğruyorum. Tam evden çıkarken eşim telefon ediyor. “Gelirsen iyi olur, misafirlerimiz var.”

On beş dakika sonra varıyorum. Verandada kalabalık bir grubu sohbet eder buluyorum. Torbalıdan Gani Bey’ler kamptan tanıştığı Bursalı misafirleri Can Bey’leri gezdiriyorlar. Bilgi levhalarını takip ederek demir kapıya kadar gelmişler. Kapı kapalı ama kilitli değil. Sürmüşler kapıyı, girmişler içeri. Eşim birden karşısında görünce adamı önce şaşırmış. Açık sanmışlar, karınlarını doyurmaya gelmişler. Eşim henüz açılmadık demiş demesine ama Bursalı ailenin Selanik mübadili olduğunu duyar duymaz içeri alarak buyur etmiş. Ben dönünce sohbete katıldım. Çok beğendiklerini söylediler. Eşimin kurabiyelerinin tadına baktılar. Israrla para vermek istediler ama kabul etmedik. Yine de giderken sandalyelerden birinin ayağına bir miktar para sıkıştırdılar, “Siftahı bizden olsun.” diyerek.

Oğlumuzu arıyor eşim. Uzun uzun konuşup hasret gideriyoruz. Sözleşmiş gibi arkasından kızımız arıyor. Annesi oğluyla konuşurken ben de kızımla konuşmaya devam ediyorum. Derken hava aniden bozuyor yine. Yağmur başlıyor. Verandaya sığınıyoruz. Zeytin de geliyor yanımıza. Eşimin ayakkabısını kapıyor parçalamaya başlıyor. Bu aralar en büyük eğlencesi. Ayakkabı, terlik fetişi var bizimkinin. Ayağından alıp kaçırıyor bulduklarını, erkekler tuvaleti girişine saklıyor.

HAYAT BİSİKLET GİBİDİR


09/08/2016 Salı, Tire



Kamyonun sesini duyduğumda kahvaltıdan yeni kalkmıştık. Hemen bahçe kapısına doğru yürüdüm. Koca kamyonun boyu yetmemiş hidrolik bir piston yardımıyla kasanın üzerindeki tabla geriye doğru uzatılmıştı. Kamyonun kupası hariç en az dokuz metre vardı uzatılmış kasasının boyu. Kasanın önünde kamyona monte yirmi tonluk bir de vinç düşünün.  Bir anda kapının önünde kocaman bir TIR görmüş oldum.

Demir kapının genişliği beş metreydi ama giriş ve çıkışlarda yol dönüyordu. Girişteki sağlı sollu kestane ağaçları başlı başına bir engeldi. Bir ara bu araç geçmeyecek kapıdan diye korkmaya başladım. Şoför usta adammış. Dikiz aynalarını kapatıp demir kapının yanındaki taş duvarları yalayarak bahçeye girdi. Yılankavi yolda virajı alabilmek için yol dışına çıktığı yerlerde bir gün önce dökülmüş bordür betonları dayanamadı.

Güzel yurdumda sözlerin tutulmamasına alışmıştık alışmasına ama yazılı sözleşmeler de hikâyeymiş. Her bir konteynır için altı çelik ayak yapacağı sözleşmeye konduğu halde yapmamışlar. Yerler ağaç desenli laminat olacağı yerde muşambayla kaplanmış. “Şimdi siz kusursuz olarak teslim aldığıma dair bir yazı imzalatacaksınız bana değil mi?” diye soracak oluyorum. Şoförler şaşkın şaşkın bakıyorlar bana. “Yok, hayır. Size bir şey imzalatmayacağız.” diyor bir tanesi.

Konteynırlardan bir tanesini zor belan yerine yerleştirdikten sonra ikincisini almak üzere Kaplan köy meydanına gidiyorlar. Vinç arkasında yedi metre uzunluğundaki konteynır olduğu halde tam ezemediği bordürleri iyice parçalıyor bu sefer. Hâlbuki cumartesi günü kesin olarak getirmeye söz vermişlerdi. Ben de bordür betonlarını Pazar günü döktüreceğimden zarar görmeyeceklerdi. Neyse, olan oldu. Bundan daha kötüsü de olabilir, kapıdan geçmiyor vinç deyip ikisini de dışarıda bırakıp gidebilirlerdi.

Bu iş olmasaydı erken çıkacaktık bugün. Şoförlerin işinin bitirmesini bekledik. Önce eve uğradık eşim biraz ütü yaptı. Sonra salı pazarına çıktık. Her zaman arabayı park edebildiğim yerler hınca hınç doluydu bu sefer. Bir sokak ileride yer bulabildim.

Bir sürü iş yaptık çarşıda. Karadut imalatçısı ile anlaşmaya vardık. Kurutmalık bir çuval biberin yanında hani eleman bulur da hizmete açarız diye kahvaltıda vermek üzere domates, biber, salatalık falan aldık. Geçen gün görüşmeye gelen Hüseyin’i arayıp garson olarak işe aldık. Cumartesi günü başlayacak. Mutfağa yardımcı bir bayan bakıyoruz şimdi.


Eşim eleman konusu geciktikçe iyice geriliyor. Olmazsa mesai saatini azaltırız kadro tamamlanıncaya kadar diye bir öneri getiriyorum. Sabah onda başlar mesela, öğleden sonra saat iki olunca kahvaltı servisi biter. Saat ikiden sonra çay, kahve, tost, börek, tatlı ve dondurma servisimiz başlar. Saat sekizde servisimiz biter. Bu rahatlatıyor biraz eşimi.

İtfaiye Müdürlüğü tarafından istenen ışıklı yön levhaları, ışıldak ve ikinci yangım tüpünü alıyoruz. Yarın Esnaf ve Sanatkârlar Odasına kayıt yaptıracağım. Sadece Çarşamba günleri açık olduğundan İzmir işi yatıyor yine. Yarın akşam Ozan gelecek kamera ve internet konusunu görüşmek üzere.

Çarşıda dolaşırken giyim eşyası satan pazarcıların astıkları bir tişört üzerindeki İngilizce yazı çekti dikkatimi. "Hayat bisiklet gibidir, dengeyi kaybetmemek için ilerlemek gerekir." diyordu. Albert Einstein'ın sözüymüş. Hoşuma gitti. Yaşamında hareket olmazsa bir ölüsün. Bizde hareket biraz fazla gibi.