Televizyon izliyor musunuz? İzliyorsanız veya izlemiyorsanız sebebi nedir?
Taha Akkurt ve Edischar yeni bir etkinlik başlatmış. Bu etkinliğin kapsamı ve hedefleri ile ilgili açıklamalar gayet güzel yapılmış. Kısaca yapılması istenen, her hafta belirlenen konu başlığına ilişkin düşüncelerimizi blogumuzda paylaşmak. Hadi başlayalım o zaman.
Televizyon gerçekten müthiş bir buluş. Bazılarının aptal kutusu dedikleri bu cihaz her zaman heyecanlandırmıştır beni. Kilometrelerce ötede olan biteni anında odamıza getiren teknolojik beceriye erişen insanoğlunun daha neler yapabileceğini düşündüğümü hatırlıyorum. Çocukluğumda televizyon nedir bilmezdim. Bilmediğim bir şeyin eksikliğini de hissetmezdim doğal olarak. Akşamları saat 20.00 deyince radyolarımızın başına üşüşür, "Radyo Tiyatrosu" nu dinlerdik ailecek.
1970'li yılların başında önce gelir düzeyi yüksek ailelerin evlerine siyah beyaz televizyonlar girmeye başlamıştı. Salonların ve oturma odalarının en nadide mobilyası haline gelmişti televizyon. Gözü gibi baktığı bu aletin voltaj değişimlerinden zarar görmemesi için regülatör denilen ikinci bir cihazı satın almak zorundaydı insanlar. Önceleri televizyon sahibi olmak bir prestij, bir statü göstergesiydi. Televizyon sahibi olan evlere gıpta ederdik. O kadar pahalı ve lüks gelirdi ki, ailelerimize biz de alalım demeyi aklımızdan bile geçirmezdik.
Çocukluğumun geçtiği sokakta evlerine ilk televizyon giren yakın arkadaşlarımdan biriydi. İki katlı binanın giriş katında oturuyorlardı. Bu sayede salona koydukları televizyon dışarıya açılan pencereden izlenebiliyordu. Yazın kapı pencere açık olduğu için sesini de duyulabiliyordu televizyonun. 1972 Olimpiyatlarını ve 1974 Dünya Kupasını bu şekilde izlediğimi hatırlıyorum. O yıl Hollanda şampiyon olmuştu. Bütün oyuncuların ismini ezberlemiştim.
Kış mevsimi gelince arkadaşım beni ve birkaç arkadaşımızı evine davet ediyor geç vakitlere kadar hangi program olursa olsun büyülenmiş gibi televizyonun başından ayrılmıyorduk. Çoğu kez ev sahipleri oturdukları yerde uyuklamaya başlıyor, kalkıp evlerimize dönmemiz için gözlerimizin içine bakıyorlardı. Ne yemek geliyordu aklımıza ne de uyku. Allah için bir kez olsun ne annesi ne de babası "Hadi artık evlerinize" dememişti. Evimize ilk televizyon lise ikinci sınıfa geçtiğim zaman alınmıştı. Önündeki sürgülü pancuru çekilince kapatılıp kilitlenen kocaman bir ahşap dolabın içinde siyah beyaz bir televiyondu. Güya ders çalışmamızı engellemesin diye ebeveynler tarafından alınan önlemdi kilit. Tabii ki hiç kullanılmadı. Televizyon bizi esir almaya başlamıştı.
Aradan kırk yılı aşkın bir zaman geçmiş, dile kolay. Önce siyah beyaz tek devlet kanalından başlayan televizyonun, zaman içinde renkli ve yüzlerce kanalla zenginleşen yayınlarını yıllar boyu izledim. Dönüp geriye baktığımda onca zamanımı boşa harcadığımı düşünüyorum. İzlediğim programların hepsi gereksiz miydi? Elbette değildi. Faydalı, bilgilendirici bulduklarım da çok oldu. Bazen kelime oyunu ve diğer bilgi yarışma programları, bazen eğlence programları hoşça vakit geçirmemi sağladı. Beğenerek izlediğim uzun metrajlı filmler ve bağımlılık derecesinde takip ettiğim diziler de oldu. Nihayetinde televizyona ayırdığım zamanın yüzde onundan fazla değil bu faydalı bulduğum programlar. Böyle düşününce şimdiye kadar neredeyse sekiz yılımı heba etmişim gibi geliyor bana. Neyse ki bunun önemli bir kısmı aynı zamanda yemek yerken ya da ikinci bir iş yaparken geçirdiğim zamanlardı.
Şimdi eve gelir gelmez otomatik olarak elimiz TV düğmesine gidiyor. Sonra yatana kadar açık kalıyor ekran. Bazen sesinden rahatsız oluyor, sessize alıyoruz. Kumanda genellikle eşimin elinde. O beni fazla sarmayan polisiye film ve dizilerini izlemeyi seviyor. Futbol ve diğer spor müsabakalarını izleme alışkanlığım yok. Her türlü belgesel film ilgilendiklerim arasında olmasına rağmen fazla zaman ayıramıyorum. (Bkz. kumanda kimin elinde?) Çok saçma bulduğum halde gecenin geç saatlerinde haber programlarının tekrarını izlemekten kendimi alamıyorum. Bazen adam gibi sohbet eden konuklar bazen birbirinin sözünü kesiyor ve seviyeyi iyice düşürüyorlar. O zaman tadı tuzu kaçıyor işin. Etkinliği başlatan arkadaşlarımız ya TV izlemeyi bırakmış ya da iyice asgari düzeye getirmişler. Genç neslin takdir edilesi durumu. Ben sadece National Geographic izliyorum deyip Kemal Sunal filmlerini bilmem kaçıncı kez izleyenlerden değilim ama yılların alışkanlığı var işte.
İzlememin sebebi olarak az önce söylediğim üzere alışkanlık diyorum. Ne bileyim belki de sosyal medyadaki açığımı böyle kapatıyorum, kim bilir.