KATEGORİLER

22 Kasım 2019 Cuma

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 10


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 10 ***

Mezuniyet balosundandan birkaç gün sonra YHK üyelerinin veda yemeği için İstanbullu, RV Restaurant'da sekiz kişilik bir rezervasyon yaptıracak. Bunları sana ne kadar anlatsam eksik kalır be evlât. Şunu bil ki o günlerde senin yerinde olmak istemezdim. O insanın içini kemiren duygu yok mu, doğduğuna pişman eder adamı. Sahip olduğun her şeyi feda edebileceğin fakat dönüp baktığında hiçbir şeyin sahibi olmadığını fark edeceğin bir duygu bu. Cebinde meteliğin yok sen ne demeye ona açılmayı aklından geçirirsin. O kadar kolay mı vageçmek, kalbin seni dinlemeyecek, kulak asmayacak bu sözlerine evlat. Artık son şansın bu senin, gerisi Allah kerim. Derken, yemek günü gelip çatacak.

Yuvarlak kocaman bir masa, kar beyazı bir masa örtüsü, masanın tam ortasında muhteşem bir çiçek aranjmanı, altın rengi çizgili tabaklar, kristal kadehler. Zeynep'in oturduğu koltuğun yanına sokulacaksın. Heyecanın doruğa çıkacak, yemeği düşünen kim. Kararlısın, artık dananın kuyruğunu koparmaya. Başka günün yok ki. İlk önce onunla özel bir konuda konuşmak istediğini söylemeyi düşüneceksin. Bunu düşünürken bile yüzünü ateşler basacak. Çorba servisi yapılırken herkes kendi havasında, masada konuşulanları duymayacaksın bile. Tek amacın bir fırsatını bulup onunla bir an olsun yalnız kalmak. 

Masanın üzerindeki her tabağın sağında ve solunda özenle yerleştirilmiş çatallar, bıçaklar ve kaşıklar dizili. Her yemeğin özelliğine göre uygun olanın seçilmesi gerektiğini düşünürken arkadaşlarının arasından görgüsü yüksek birisi, acemileri fark edince söyleyecek doğru olanı. "Dışarıdan içeri doğru." 

Pırıl pırıl güneşli bir günde, RV Restaurant'ın bahçesinde geçen her dakika aleyhine işlerken treni kaçırmak üzere olduğunun farkına varacaksın. Yemekten kalkarken nihayet bir fırsatını bulup onunla konuşmak istediğini söyleyeceksin. Hafiften gülümseyerek "olur" diyecek. Onun da heyecanlandığı kaçmayacak gözlerinden. Artık bu işin dönüşü yok evlât, çıktın artık bir yola. İstanbullu hesabı ödedikten sonra iki taksi çevirip Atatürk Orman Çiftliğindeki Marmara Oteline doğru yola koyulacaksınız. Zeynep'le ayrı arabalara binmek durumunda kalacaksınız. Yurtta aynı odayı paylaştığın İstanbullunun dışında, diğer arkadaşların senin içindeki yangını görmeyecekler. Onunla birlikte üç kişi daha binecekler ilk taksiye. Sen de mecburen İstanbullu ve diğer iki arkadaşınla arkadaki taksiye bineceksin. 

Evlât, hani konuşalım dedin de o sana olur dedi ya. Ne zaman olacak bu konuşma diye için içini yiyecek. Kahveler içildikten sonra, sohbet koyulaşmışken bir ara onu diğerlerinin yanından alıp bir köşeye çekmek fikrini uzaklaştırmaya çalışacaksın kafandan. Dönüş yolunda, bu iş bitti, her şey bitti, konuşmak istediğini söyledin, bunu da beceremedin deyip kızacaksın kendine. Belki de böylesi daha iyi. Evet seninle çıkmayı kabul ediyorum dese ne yapacaksın? Her hamle daha zorlu bir hamleyi mecbur kılacak, aklın yetmeyecek bunları çözmeye. İşler sarpa saracak. Hayır derse ki bunu hiç beklemiyorsun rahatlatacak mı seni? İki ucu pis değnek. Neyse diyeceksin, iş olacağına varır. Birlikte aynı arabada olacaksınız şehre dönüşte. Akşam olmuş ancak günler uzamaya başladığından dolayı hava henüz kararmamış olacak. Atatürk Bulvarının bir köşesinde birlikte ineceksiniz taksiden. Evini biliyorsun. Tam aradığın fırsat işte. Yalnızsınız, diğer bütün arkadaşların kendi evlerinin yolunu tutmuş çoktan. Evine doğru ağır adımlarla yürümeye başlayacaksınız birlikte, yan yana.

Bekleyeceksin ki, "Hadi konuş, söyle artık ne diyeceksen de" desin. Sessiz yürüyüşünüz uzun süre devam edecek. Evine yaklaştıkça adımlarınız, panikleyeceksin. En sonunda cesaretini toplayıp ondan hoşlandığını söyleyecek, arkadaşlık teklif edeceksin. İlk kez başına gelen bir şey bu. Sanacaksın ki, hemen cevap verecek. Hemen karar vermesini bekleyeceksin. Evet mi, hayır mı? Bu durum karşısında o da şaşıracak, ne evet diyecek sana ne de hayır. Sen üzerine düşeni yaptın zannedeceksin a benim saf çocuğum. Nerede görülmüş böyle teklif. Evine iyice yaklaştığında, sanki adı çıkacakmış gibi seninle, "Hadi artık ben buradan ayrılayım" diyeceksin. Şaşıracak. Sessizce gidişini izleyeceksin ardından. Bu onunla son konuşman (ya da konuşamaman), onu son görüşün olacak. Bir daha ne sen onu, ne de o seni arayacak. Yokluğunun ilk günleri, ilk haftaları, hatta ilk ayları yanacaksın ateşler içinde. Evine telefon edecek, ama konuşmaya cesaretin olmayacak, sesini duyup kapatacaksın telefonu. Geceler boyu, bu işin olur tarafını düşünmeye çalışırken kıramayacaksın zincirlerini. Sen kendini ona lâyık görmeyeceksin. Her şeyiyle fazla gelecek sana. Seven kıskanır derler. Sevgiden farklıdır aşk evlât, deliliktir açıkça. Sen kıskanmayacaksın onu. O kiminle olacaksa olsun, yeter ki mutlu olsun diyeceksin. Bu yetecek sana.

İstanbullu mezun olup Libya'ya gidecek. Onun kız arkadaşının mezun olması için ise bir yıl daha gerekecek. Boykotlar nedeniyle yazları eğitimle geçtiğinden dolayı, yapmak zorunda olduğun staj sayısı ikiden bire indirilecek. Yıllık hazırlama işinde inşaat şirketlerinde reklam görüşmeleri yaparken edindiğin çevre çok işine yarayacak. O şirketlerden biri, stajını şantiyelerinde yapmanı bile teklif edecek. Özel sektörde çalışmaktan korktuğun bir dönemde okulda kalıp akademik kariyer yapmayı da düşünmüştün ama öğretmenlik, hocalık senin yapabileceğin bir iş değil. Yıllık işinden sonra bir çok şirketin üst düzey yetkilisi ya da patronuyla tanışıp onlarla sohbet ettikten sonra özel sektörle ilgili tedirginliğin dağılacak kafanda. Aldığın teklifi değerlendirip, Çumra şantiyesine doğru düşeceksin yollara. Bu sayede Ankara'dan biraz uzaklaşıp unutmaya çalışacaksın kalbinin ağrısını. Kolay olmayacak elbette. Yine de yeni bir iş, yeni bir çevre acılarına melhem olacak, ne kadar olacaksa.

Patronların gönderdiği bir kişi olunca havan süper olacak evlat. Konya'da lojman olarak kullandıkları, arada patronların gelip kaldığı bir dairede kalacaksın. Deli fişek bir şantiye şefi, tecrübeli iki mühendis, teknikerlerden oluşan küçük bir yönetici kadrosu olacak şantiyenin. Sabahları gelip seni lojmanın önünden alacaklar, şantiye suyu içilmediği için yol üstündeki bir çeşmeden bidonları doldurulup şantiyeye varılacak. Kısa sürede sevdireceksin kendini. Mesleğinin en keyifli zamanları olacak o günler. Zira uygulamaya dair her şeyi öğreneceksin orada. Daha mezun olmadığın için işle ilgili aklına geleni sorman garip gelmeyecek kimseye. Ustadan hatta işçiden bile öğreneceğin çok şey olacak. Diğer bir sıkıntı da eğitim dilinden kaynaklanacak. Birçok şeyin Türkçesini bilemeyecek, hatta konuşulanları anlamakta bile zorluk çekeceksin. "Dowel" olarak öğrendiğine filiz dediklerine, dönüp Filiz'i arayacak gözlerin. Marangoz atölyesine gidip Ordu'lu kalıpçı ustalarının projeyi okuma bilgisine hayret edeceksin. Çorumlu işçilerden beton dökülmesini, Sivaslı ustalardan demir bükülmesini öğreneceksin. Hafta sonları ekip toplanıp Meram Bağlarına gideceksiniz. Orada içkinizi içip eğleneceksiniz. Ay sonu gelecek, sana mezun bir mühendise verdikleri maaşı verdiklerinde hem şaşıracak, hem sevineceksin. Bazı geceler beton dökümü geç vakitlere dek uzayacak. Kuvvetli projektör ışığının altında toplanan azman sivrisinekler delik deşik edecekler seni. Eğitim başlayana dek çalışmaya devam edeceksin şantiyede, fakat aklın hep Ankara'da kalacak. 

(Devam edecek)

21 Kasım 2019 Perşembe

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 9



YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 9 ***

Kafandaki plana göre şartlı olarak bankalardaki bütün para İstanbullu'nun üzerine geçirilecek. Şartların şöyle: Öncelikle yıllıkları teslim alır almaz matbaanın kalan parası ödenecek. Daha sonra lüks bir otelin balo salonunda yapılacak yemekli mezuniyet balosunun davetiyelerinin bastırılması dahil bütün masrafları karşılanacak. Son olarak bütün YHK üyelerine emeklerinin karşılığı olarak Ankara'daki en kaliteli yerlerinden biri olan RV Restaurant'ta yemek verilecek ve yemekten sonra Marmara Otelinde birer kahve içilecek. Geriye kalan para, olduğu gibi düşündüğün vakfın hesabına aktarılacak. Ayrıca yıllık satın almak isteyen öğrenciler bunun bedelini aynı vakfın hesabına yatıracak. Mezuniyet balosu davetiyeleri öğretim üyelerine ücretsiz, öğrencilere adı geçen vakfa aktarılmak üzere belli bir bedel karşılığında satılacak. Böylelikle iki yıl öncesinde bir dönemliğine aldığın karşılıksız burs için vakfa olan vefa borcunu fazlasıyla ödemiş olacaksın.

Akşam İstanbullu'ya açacaksın konuyu. İstanbullu havada kapacak elbette. Kim kapmaz ki! Ertesi gün Zeynep'le buluşup düşündüklerini paylaşacaksın. Güveniyor musun ona? diye soracak. Başka şansın yok ki. "Evet, güveniyorum" diyeceksin. Aynı gün hesaplar İstanbullu'nun hesabına geçecek. Komite üyeleri olarak hep birlikte yıllık sayfalarını düzenleyecek, yıllıkta yer almasını düşündüğünüz konuları, anıları, şakaları derleyeceksiniz. Matbaa işleri ile sen uğraşacaksın. İlk baskı çıkıp kontrol için verildiğinde yüzlerce dizgi hatası yapıldığını göreceksiniz. Bir daha düzeltip verecekler, bir daha, bir daha. Belki beş altı kez baştan sona bütün yıllık sayfalarını kontrol edeceksiniz. Nihayet son şeklini alacak. Son sayfaların birinde öğrencilerin adres ve telefon bilgileri olacak. Hangi akla hizmet bilmiyorum ama kalkıp Zeynep'in telefon numarasını listeden çıkaracaksın, belki kızı kimse elinden kapmasın diye. Yıllığı zenginleştiren epey doküman geçecek elinize arkadaşlarınızdan. Bir karikatür sayfası olacak. Başlık "Hocaların Kapıları". Dindar bir hocanızın kapısında bir çift takunya görünecek. Yeni evli genç asistanlarınızın oda kapısına iliştirilmiş levhada "busy" yazacak. Sözlü sınav yapmasıyla ünlü bir su profesörünün kapısında ölüm tehlikesini çağrıştıran bir iskelet kafası bulunacak. Dinamik profesörü diğer bir hocanın gövdesini fıçıya benzetip kapısında bir fıçı resmi göstereceksiniz. Siyasetin girmediği yıllık sayfalarında hocalar arasında en çok ses getiren bu karikatür sayfası olacak ve daha sonra yapacağınız mezuniyet balosunda hafif yollu sitem edecekler size. Su profesörü kuru kafayım ben ha diyecek sizlere kızmış görünerek. Dinamik profesörü ben ağzıma şarap koymamışım bugüne kadar derken kapısına şarap fıçısı koymanıza bozulacak. 

Bu arada İstanbullu'nun yurtta kalan kız arkadaşı seni Gülen adında bir oda arkadaşı ile tanıştıracak. Birkaç kez hep birlikte pikniğe, gezmeye gideceksiniz. Bazen yurtların kantininde buluşup sohbet edeceksiniz.

Haziran ayının sonuna doğru yıllığı zamanında yetiştirmeyi başaracaksınız. Mezuniyet balosuna ilişkin tüm hazırlıkları tamamlanacak ve davetiyelerin satışı başlayacak. Ne var ki içinde her geçen gün büyüyen bir sıkıntı var. Kara kara düşünmeye başlayacaksın. Çünkü Zeynep mezun olup gidecek, sen ise iki ders bıraktığın bir sömestre daha okuyacaksın. Onu bir daha görememek korkusu uykularını kaçıracak. Bir şeyler yapmak lazım ama ne? Bir onun aile yapısına bakacaksın, anne baba profesör. Dönüp geldiğin yere bakacaksın bir de. Yok canım, olmaz, imkanı yok bunun diyeceksin. Davul dengi dengine. Ama bir türlü unutamayacaksın sana olan ilgisini, tavırlarını, konuşmasını. En küçük detaylar gözünde canlanacak. Sonra bir ses fısıldayacak kulağına, aradığın kız işte bu, sakın kaçırma. Ne olacak ki, kabul etmezse etmez, sen hiç olmazsa üzerine düşeni yapmış olursun. Sonra tekrar evini, aileni düşünüp vazgeçeceksin. Bu gelgitlerin arasında bocalarken balo tarihi tam gaz yaklaşacak.

İstanbullu bir teklif getirecek sana. Ailende kaç kişi var diye soracak önce. Anne, baba ve kardeşlerim, ha bir de anneannem. Tamam hepsine uçak bileti alıyoruz, baloya gelecek, aynı otelde gece konaklayıp dönecekler, sen hiçbir masrafa karışmayacaksın. "Yok, hayır böyle bir şey kabul edemem." diyeceksin. Zaten benim ailemin baloda ne işi olur? "O zaman ben ailemi ve kız arkadaşımın ailesini çağıracağım" diyecek. Olur mu öyle şey diyeceksin. Bunun gayet normal olduğunu söyleyecek. Susacaksın. Sadece kız kardeşim gelsin  o zaman diyeceksin, ancak uçakla değil otobüsle gelir o. Balo günü kız kardeşini Zeynep ve diğer arkadaşlarınla tanıştıracaksın. İçlerinde sadece Zeynep, kardeşini evlerinde misafir etmek istediğini söyleyecek. Ondan başka birinin evinde kalmasını istemezdin zaten. Bu sayede biraz daha yakınlaşmış olacağınız düşüncesiyle seve seve kabul edeceksin. İçin kıpır kıpır. Yeniden ümitlenip hayaller kurmaya başlayacaksın. Ancak ne zaman ki bir sonraki adım, yani ailelerin tanışması sahnesi aklına geldiğinde dünyan kararacak, başına ağrılar girecek. 

Samimi olduğun Bayındırlı bir arkadaşın var Ali. Ona duygularını açacaksın. Baloya kız arkadaşıyla birlikte onu da davet edeceksin. Nasıl olsa bütün davetiyeler elinde! Hayatında unutamadığın bir hata daha yapacaksın o gece. Salonun kapısında düğün sahibi gibi davetlileri karşılayacaksınız. Ali de erkenden, kız arkadaşıyla salona girecek. Onları karşıladıktan sonra boş masalardan birine geçebilirsiniz diyeceksin. Ve sonra unutacaksın gecenin heyecanı ve telaşı içinde, unutacaksın resmen. Hiç tanımadıkları bir çevrede yalnız başlarına terk edeceksin insanları. Düşünebiliyor musun evlat, bunun farkına tam bir hafta sonra varacaksın. O olaydan sonra Ali seninle arkadaşlığı kesecek. Evet hata sende, ama ne yapabilirsin. O gece aklında ne kalır ki. Neyse biz yine balo gecesine dönelim.

Düşün ki ışıl ışıl kocaman bir salon, özenle süslenmiş. Bütün arkadaşların en güzel kıyafetlerini giymişler. Senin üzerinde ne var haberin bile yok. Bölümün bütün öğretim üyeleri teker teker girecekler salona. Sen, Zeynep ve diğer YHK üyeleri kapıda karşıladığınız hocalarınızla ve diğer davetlilerle teker teker ilgileneceksiniz. Koca profesörler hocalıklarını unutmuş, sizinle eski birer arkadaşlarmış gibi sohbet edecekler. Şakalar yapılacak, anılar paylaşılacak. Bir de gecenin sürprizleri olacak. Assolist Semra Türel sahne aldıktan sonra Nurhan Damcıoğlu kantolarıyla geceye renk katacak. Bir sürü gül almışsınız, her sanatçıya, öğretim üyelerine birer gül armağan edeceksiniz. Nurhan Damcıoğlu'na gül verme görevi sana düşecek. Programını bitiren sanatçıya teşekkür edip gülünü verirken salonda büyük tezahürat başlayacak. "Öp, öp, öp" diye. Mecburen denileni yapmaya kalkacaksın. Damcıoğlu elini uzatacak sana "Ben senin ablanım elimi öp" derken salon kahkahaya boğulacak. Danışmanın Tülay Hocayla sık sık göz göze geleceksiniz. Kaş göz işaretleriyle bir şeyler ima edecek. Sonunda dayanamayıp gelecek yanına, muzipçe gülümserken kulağına eğilip "Artık kaldırsana şu kızı dansa" diyecek. 

Hayatında ilk kez birini dansa kaldıracaksın dans etmeyi bilmeden. Zeynep ürkek hareketlerle davetini geri çevirmeyecek doğal olarak. Ama sen sınıf farkıyla bir kez daha yüzleşeceksin. Pistin ortasında sol elini beline dolamaya çalışırken, "Öyle değil böyle deyip, doğrusunu gösterecek." Utanacaksın, bu ilk dansında. Yıllar boyu yalnız bırakmayan şansın işte tam o anda terkedecek seni. Tam elleriniz birleştiğinde müzik kesilecek, herkesle birlikte siz de pisti terk edeceksiniz. 

Sonradan fark edeceksin ki o gece oturacak bir yerin olmamış. Devamlı oradan oraya koşturmuş bir aksaklık olmaması için çırpımışsın. Ne yemek ne içki içmişsin, her şeyin kusursuz olması için. Baloda geçen saatler sana toplam bir saniye gibi gelmiş. Ne zaman başladı, ne zaman bitti anlayamayacaksın. O gece seni üzen tek şey başlamadan biten dansın olacak. Henüz bilmeyeceksin bunun aynı zamanda son dansınız olduğunu. İçmeden sarhoş bir şekilde geceyi tamamlayacaksın. 

(Devam edecek)


20 Kasım 2019 Çarşamba

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 8


Kara göründü, on yaşındaki çocuk artık üniversiteden mezun olma yolunda ama başından büyük işlere kalkışacak. Onu tatlı olduğu kadar kederli, kederli olduğu kadar tatlı günler bekliyor. Sağ-sol çatışmaları sona erdikten sonra askerin korkusu sosyal hayatı etkilediği günler... Mektubun bu bölümleri arasında bir yere ikinci bir dönüm noktası koyabilirdim. Fakat bunu yapmak istemedim. Bir süre daha böyle gitsin istedim. Bakalım neler yapmış bizimki o günlerde.

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 8 ***

12 Eylüĺ 1980 darbesinden sonra okulun tadı kalmayacak be evlât. Yeni yeni tipler türeyecek, bazıları da korkularından sakladıkları yüzlerini hoyratça açığa vuracaklar. Hele sonradan odana gelen biri var ki iyice ifrit olacaksın ondan. Babası imammış, Orta Anadolu'nun bir yerinde. Ne olduğunu bilmediğin bir cemaatin mensubu. Sana "kardeş" diye hitap edecek devamlı. A be kardeşim abi de, hocam de de, ben senin nereden kardeşin oluyorum. Sık sık arkadaşlarını odaya toplayıp her yanı sigara dumanına boğarken hep bir ağızdan abuk subuk sohbetler edecekler. Bir gün ipler kopacak, "Git kantinde topla arkadaşlarını" deyip bağıracaksın. Sen son sınıfa gelmişsin artık, o ise henüz hazırlıkta. Pis pis suratına bakıp çıkacak odadan. Bir daha odanı cemaat meclisine çeviremeyecekler ama senin de huzurun kaçacak.

Artık mezun oluyorum derken bölümün en ağır derslerinden biri olan CE 384'ten çakman canını sıkacak. Sadece iki ders yüzünden bir sömestr daha okuyacaksın ama sakın kafana takma. Zira part time bulacağın iş sayesinde ailene yük olmayacaksın.

Eğitim yılı sona ererken nizamiyeden telefona çağrılacaksın bir akşam üzeri. Hemen koşup indiğinde öğreneceksin İstanbullu'nun ne işler çevirdiğini. Telefondaki ses, bölümün ilan tahtasına mezuniyet yıllığında kullanılmak üzere kapak yarışması duyurusunun asıldığını, müracaatlar için senin adının, yurt ve oda numaranın verildiğini söyleyecek. Böyle bir duyurudan haberinin olmadığını söyleyeceksin. Yine biri seni işletiyor diye düşünürken bunun İstanbullu arkadaşının başının altından çıktığını tahmin etmen zor olmayacak. Akşam odaya gelir gelmez sorduğunda "Evet, fena fikir mi?" diye soruyla cevap verecek sana. İyi, güzel de niye kendi adını yazmadın madem dediğinde "Ne fark eder?" cevabını alacaksın. Çaresiz kabulleneceksin durumu.

Günler geçecek, senin ilana tek başvuru yapılmayacak. Oturup hayatının ilk ve son kapak dizaynını yapacaksın. Bölümün anlam ve önemine binaen bir asma köprü gelecek ilk aklına. Masanın başına oturup amatörce bir grafik çalışması yapacaksın. E, madem yola çıktınız bir kere, kapak öksüz kalmasın diye yıllık hazırlama işine de soyunacaksınız İstanbullu ile birlikte. Birlikte dediğime bakma ilk zamanlar adı olacak ama kendi olmayacak İstanbullu'nun. Önce kendi grup arkadaşları dışında hiç kimseyi muhatap almayan kolej bebeleri arasında sana sıcak tavırlarıyla yakınlık gösteren Zeynep'in yanına gideceksin. Bir mucize gerçekleşecek ve Zeynep senin yıllık hazırlama komitesine katılma teklifini düşünmeksizin kabul edecek. Bu işi o kadar basite alma evlat, darbeden sonra millet etliye sütlüye karışmıyor. Düşün bir kere yıllık için topladığın paraların hesabını nerede, nasıl tutacaksın, hani biri şikayet etse, örgüte para topluyor diye, atarlar adamı içeri. İşte böyle bir ortam düşün, asker korkusu almış başını gidiyor. En ufak bir dedikodudan incinmeye müsait, aristokrasinin bağrından kopup hasbelkader aranıza karışmış bir kızın böyle bir teklifi kabul etmesine inanamayacaksın. Bir müddet sonra anlayacaksın, senin dışında kimden gelirse gelsin böyle bir teklifi onun asla kabul etmeyeceğini. 

Senin için tatlı olduğu kadar kederli günlerin böyle başlayacak evlat. Komite adını komitacılık olarak algılayıp kaçacak delik arayanlar, Zeynep teklifini kabul ettikten sonra ondan aldıkları cesaretle gruba tereddütsüz katılacak ve bu sayede sekiz kişilik Yıllık Hazırlama Komitesi (YHK) tamamlanmış olacak. O andan itibaren hemen hergün yapılan YHK toplantılarında bir araya geleceksiniz Zeynep'le. Bu toplantılarda kaçamak bakışlarda birbirinize yakalanacaksınız. Onu her gördüğünde gittikçe artan bir heyecan duyacaksın. Bu yakınlaşmayı fark eden danışman hocan Tülay Hanım bile seni teşvik edecek bu gittiğin yolda. "Birbirinize çok yakışıyorsunuz." diyecek günün birinde. Başınıza bir şey gelmesinden korkan Tülay Hoca aranıza danışman bir öğretim üyesi alın diyecek. Bunun için daha önceden konuşup ikna ettiği Semra Hoca'yı önerecek. Kendinizi biraz daha güvende hissedeceksiniz ama sen bunu fazla umursanayacaksın o günlerde. Şimdiye kadar bir sürü olaydan şansın sayesinde kurtulmanın verdiği rahatlığın bunun sebebi.

Bir taraftan duyurular yapılıp yıllıkta yer alacak son sınıf öğrencilerinin yakın arkadaşları tarafından yazılması istenen tanıtım metinleri toplanırken diğer taraftan bölüm hocalarının yönlendirdiği şirket yetkilileriyle şehre inip görüşmeler başlayacak, yıllığın baskı masrafları için firmalardan reklam alınacak. İlk kriz, fotoğraf çekimlerinde çıkacak. İşler uzayıp zaman daraldığında, öğrencilerin hepsini toplayıp cübbeli fotoğraf çektirmeleri riske girecek. Yıllıktaki fotoğrafların yarısı cübbeli, yarısı cübbesiz olmasın diye cübbeli fotoğraf çekiminden vazgeçeceksiniz. Sınıf karışacak, dedikodular ayyuka çıkacak. Bunlar bu işi yapamaz, zaten bölümde 8 yıldır yıllık çıkmıyor, ne tecrübesi var ki bunların diyenler işi yokuşa sürerken fotoğrafların cübbeli olmasında diretecekler. Bölüm karpuz gibi ikiye ayrılacak cübbeliler, cübbesizler diye. Tartışmalar büyüdükçe Zeynep yanına gelip, böyle bir tartışmanın içinde olmak istemediğini ve komiteden ayrılmayı düşündüğünü söyleyecek. Canın çok sıkılacak. Zeynep olmazsa yıllık olmaz, o olmazsa hiçbir şey olmaz. Tamam diyeceksin, serbest bırakalım o zaman. İsteyen cübbeli, isteyen cübbesiz fotoğrafını getirsin. Dedikodular bitmeyecek ancak ilk krizi kolay atlatacaksınız.

Parasal sorununuz olmayacak hiç. Hatta o kadar reklam geliriniz birikecek ki başınıza dert açacak. O esnada fesat çıkaran cübbeliler cephesi bir an boş durmayacak. Adamlar kampus içindeki İş Bankasına açtığınız hesabı bile kontrol edecek, ne kadar para toplandığının dedikodusunu yapacaklar. Hemen gidip şehirde başka bir bankada yeni bir hesap açacaksınız. Sayfa başı reklam bedeli 60 lira, yaklaşık yirmi sayfa reklam geliri 1.200 lira. Matbaa masrafları ise sadece 300 lira. YHK toplantılarında "Şehre, şirket görüşmelerine gitmek için taksi tutmak yorucu oluyor, bir Murat 124'mü alsak" diye kendi aranızda espri yapacaksınız. Cübbeliler, elinizde kalan parayla bölüme güzel bir fotokopi makinesi almayı önerecekler, sanki bir söz hakları varmış gibi. Sen ise kesin kararını vermişsin çoktan; Elde kalan para ve yıllık satışlarından elde edilecek gelir daha önce bir dönem karşılıksız burs aldığın bir vakfa bağışlanacak.

YHK'daki arkadaşlarından biriyle İş Bankası Kavaklıdere şubesine gideceksiniz, reklam görüşmesi için. İlk kez bir gökdelenin 18. katına çıkacaksın, asansörün hızı seni büyüleyecek. Yetkili karşılayacak sizi. "Bizim banka olarak okullara verdiğimiz reklam bütçemiz azami 15 lira" diyerek hiçbir okula fazlasını vermediklerini söyleyecek. Ama biz ODTÜ'yüz, deyip ukalalık yapacak, sayfa ücretinizin bunun dört katı olduğunu söyleyecek, o zaman sizin reklamınız ancak çeyrek sayfa olur diyeceksiniz ve dediğinizi yapacaksınız.

İşin içine para girince ve dedikodular arşa çıkınca önce danışman hocanız Semra Hanım, başına bir şey gelecek korkusuyla bu işe bulaştığına pişman olduğunu dile getirecek. Fakat bu konuyu esas kafaya takan Zeynep. Toplantılardan birinde yanına gelip artık milletin diline düşmekten sıkıldığını söyleyecek ve bir öneri getirecek. "Para işlerine biz karışmayalım." Bir an aklından hızlı bir film şeridi geçecek. Karışmayalım, yani, ne sen karış ne de ben demek istedi. Ben gidiyorum, ne halin varsa gör demedi bu kez. Aman ne iyi! derken bu sıkıntılı durum bile senin ayaklarını yerden kesecek.

Duyguların peşini bırakmazken mantığın bu durumu bir an önce çözmek için çözmek peşinde. Bankalarda hatırı sayılır miktarda para var, kime güvenip de gidip kendi elinle teslim edeceksin. Üstelik başka plânların da var kafanda. Şöyle anlı şanlı bir mezuniyet balosu ne güzel olur. YHK toplantılarında kuruşu kuruşuna hesap veriyorsun. Geriye kalan paraları zaten düşündüğün vakfa bağışlayacaksın, senin durumundaki ihtiyacı olan öğrenciler biraz olsun rahatlaması için. Lâkin bunların hiçbirinin önemi yok artık. Onu üzen bir konuyu çözmek için her şeyi yapacak durumdasın, yeter ki istesin. Aklına komitede pasif bir durumda olan İstanbullu geliyor. O bulaştırmadı mı seni bu işlere zaten.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 6 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 7 ***
    

19 Kasım 2019 Salı

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 7


Onun sesini duymasam bile neler hissettiğini biliyorum, yani geçmişimdeki ben'in hissettiklerini. O ise yazdıklarımı okuyor, başına gelecekleri benden öğreniyor. Mektup sohbet havasına döndü, hayatının çizgisini değiştirmese bile hatırladığım her detayı bilsin istiyorum. Ancak ola ki bu mektup birilerinin eline geçer de kitap olarak yayınırsa işler değişir. Kırk yıl öncesinin hikâyeleri muhtemelen zaman aşımına uğramıştır ama günümüze yaklaştıkça anlattıklarım, rahatsız edebilir belki birilerini. İşte bu sebepten ötürü bundan sonraki bölümlerde yazacağım olaylar ve bizzat yaşayarak hissettiklerim tamamen gerçekleri yansıtmaya devam edecek iken muhtelif zamanlarda kaderimin hayatıma girmesine izin verdiği bazı kişilerin, resmi veya özel kurumların ya da yerlerin adlarında gereken durumlarda karartma uygulayacağım ki cevap hakkı doğmasın. Kaç bölüme sığacak bu mektup bilmiyorum. Henüz on yıllık bir dilimi katettiğimize ve bundan sonra daha kırk yıllık bir yaşam sürem olduğuna göre bölüm sayısı kırkı bulacak gibi. 

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 7 ***

Kısacık dönem tatillerinde bavulunu toplayıp İzmir'e ailenin yanına, yani artık burun kıvırdığın o küçük eve döneceksin. Kapıyı açtıklarında anneannen, annen, baban ve kardeşlerinle kucaklaşacaksın. Yine o gidişlerinden birinde annenin yüzünde değişik bir gülümseme fark edeceksin. Sömestre kaybettiğini öğrendiklerini düşünüp işkilleneceksin. "Ne biçim üniversite bu, her dönem sonu karneler evlere postalanıyor, liseden farkı yok ki bunun" diye geçireceksin aklından. Annen tepkini merak eden bir ruh hali içinde, sakinliğini koruyarak, "Babana geçmiş olsun de" diyecek. Baban gülümserken yüzüne, sen şaşkın bir ördek gibi bakakalacaksın. "Ne oldu?" diye soracaksın heyecanla. "Büyük bir trafik kazası geçirdi, baban" diyecekler. Dikkatli bakınca sağ kaşının üzerinde kapanmış derin bir yara izini o zaman fark edeceksin. Sarılıp geçmiş olsun diyeceksin babana. Anlatmaya başlayacaklar iki buçuk ay önceki kazayı. Kullandığı makam arabası, bir yolcu otobüsüyle burun buruna çarpışmış, araçtan sağ çıkması mümkün değilmiş, tam bir buçuk ay yatmış beyin travmasından hastanede. Onca dayağını yiyen annen başucundan ayrılmamış.

Senin de onlara vereceğin acı bir haberin var. İçin burkulurken bir dersten kaldığını söyleyecek, ancak devam derslerini alamayacağından ötütü bunun sana bir döneme patlayacağını ekleyeceksin biraz utanarak. Sıkma canını, düzeltirsin nasılsa, diyecekler hep bir ağızdan, sırtından büyük bir yükün kalktığını hissedeceksin.

Kız kardeşinin üniversiteden bir arkadaşı gelecek bir gün evinize. Onu ilk gördüğünde, için kıpır kıpır olacak. Kardeşinin arkadaşı senin de arkadaşın sayılır, üstelik evinize misafir gelmiş. "Nasıl yan gözle bakarım böyle bir insana" deyip gönlünden geçenleri uzaklaştırmaya çalışacaksın aklından. Konuşması, zerafeti sende derin izler bırakacak. Öyle kelebek gibi dolaşırken evin içinde, gözlerine bakıp ürkütmekten korkacaksın. 

Nihayet senin de bir teybin olacak, havalı mı havalı. Anneannen G.Antepten sana hediye getirmiş, markası sharp, kanarya sarısı, hem de çift hoparlörlü. Keyfine diyecek yok evlat. İster fm kanalından müzik dinle, ister koy kasedi istediğin parça çalsın. Bu sayede tadına varacaksın klasiklerin. Radyoda çalan Korsakov'un "Flight of bumblebees" tam da içinden geçenleri fısıldayacak kulağına. Hemen basacaksın kayıt tuşuna, hapsedeceksin o seni zirvelere çıkaran arı vızıltısını. Ne zaman güçten kesilsen basacaksın teybinin tuşuna arılardan ilham alacaksın. Derslerin altında ezilirken verdiğin mücadeleyi anımsatacak o ezgiler. Anteplinin Ferdi Tayfur'larını, "Istırap çemberi, sardı beni kolları" nı bırakacak, Beatles, Boney M, Eagles, Rolling Stones, Abba, Tom Jones, Pink Floyd, Paul Mariot, Fausto Papetti, Elvis Presley dinlemeye başlayacak, büyük zevk aldığın bu tür müziklerde kendini bulacaksın. Soğuk bir kış günü okulda konser vermeye gelen Joan Baez, mimarlık bölümünün anfisinde gitarını eline alıp "Donna Donna" derken bir an derslerinden uzaklaşıp mutluluktan uçacaksın.

Sana bunları yazarken aynı günleri yaşiyor gibiyim evlât. İşte böyle güzel günler de yaşayacaksın. Ne yazık ki hayat hep güzel günler getirmiyor insana. Üçüncü sınıfta, bir kez daha toslayacaksın duvara. Ama yaşayacağın sıkıntılı bir döneme tekrar dönmek gelmiyor içimden. Eğer merak edecek olursan yıllar sonra Bölüm 1 ve Bölüm 2 olarak iki bölüm halinde bloguma yazdığım yazımın bir kopyasına göz atabilirsin.

Oda arkadaşlarından bazıları başka yurtlara transfer olurken yerlerine, yeni arkadaşların gelecek. Onlardan biri yine İstanbullu, Özer, aynı bölümdesiniz fakat birkaç yaş büyük senden. Mezun olmak için bir senesi daha var. İyi anlaşacaksınız onunla. Bir de kız arkadaşı var, Yücel. Diğer bir arkadaşın ise Manisalı, fizik bölümünden. Sanat müziği topluluğunun üyesi, elinden tamburunu eksik etmiyor. Sessiz sakin bir çocuk. Ara sıra enstrümanını eline alıp "Unutturamaz seni hiçbir şey" şarkısını söyleyeceksiniz birlikte.

Özer, Dağcılık Kulübünün üyesi. Seni alıp Amerikan Kültür Derneğine, dağcılıkla ilgili konferanslara, slight ve film gösterilerine götürecek. Onun kız arkadaşının ailesi geldiğinde ise odanız şenlenecek. Özer kendisine getirilen yaprak sarmalarını, cezeryeleri, tatlısından tuzlusuna bir sürü yiyecekleri önünüze serecek. Hep birlikte küçük çaplı bir şölen havası esecek odanızda.

Bir tatil sonrası okullar açılmak üzereyken askerlerin yönetimi ele aldığını ve sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini öğreneceksin. Siyasi partiler kapatılacak, anarşik olaylara karışanlar göz altına alınmaya başlayacak. Kendinden emin tavırlarıyla ülkenin geldiği duruma dikkat çeken, darbenin baş aktörü Kenan Paşa'nın darbesi çevrendeki pek çok kişi tarafından sevinçle karşılanacak. Sen de sevineceksin artık çatışmaların son bulduğuna. Gazeteler ona övgüler düzecek. Darbeyi övmeyen basının yayını durdurulacak. Yasak yayınlar toplanacak, bu tür kitap ve dergi bulunduranlar için takibat başlatılacak. Korkacaksın sen de. Çünkü bir türlü okuyamayıp ileride belki bir gün okurum diyerek evde sakladığın yığınla yasak kitabın var. Başına çorap örmesin diye bütün kitaplarının sobada yanmasını seyredeceksin. Artık bu yönden için rahat. Lakin hiçbir olaya karışmadığın halde Ankara'nın caddelerinde mecburen katıldığın gösterilerde, bir filmin karesine girip mimlendiğini düşünecek, hep diken üstünde olacaksın.

Ülke sükunete kavuşmuş, her şey yavaş yavaş normale dönerken yeniden eğitime başlayacak olan okulunun yolunu tutacaksın. Şaşıracaksın çok. Şaşıracaksın çünkü, sağ-sol çatışmalarında günde on beş, yirmi gencin öldüğü olaylar jilet gibi kesilecek. Ama her şeye rağmen ODTU'nün kolay kolay askere teslim olmayacağını düşüneceksin. Darbeden sonra dersler başlarken korsan gösteriler, mitingler bir süre daha devam edecek kampusta. Ancak asker bu kez kararlı, göz açtırmayacak.

Mitingler eskisi gibi kalabalık olmayacak artık. Darbenin korkusu iyice hissedilecek. Bir gün şehre inmek üzere servis otobüsüne bineceksin. Değişik semtlere ring servisi yapan okul otobüsleri nizamiye kapısında asker tarafından durdurulacak. Herkesi aşağı indirip tespih misali karşılarına dizecek askerler. Sonradan öğreneceksin ki yine bir korsan miting düzenlenmiş. Alınan istihbarata göre mitingde konuşan kişi yeşil parka giyiyormuş. Öğrencilerin yüzde doksanı yeşil parkalı. Tabii senin de üzerinden okula başlayalı beri çıkarmadığın yeşil renkli parkan var. Bir astsubay yanındaki askerlerle birlikte teker teker öğrencileri süzecek, mitingte yasa dışı konuşan kişiyi teşhis etmek maksadı. Yanına geldiklerinde askerlerden biri "Komutanım bu olamaz, yakasında siyah kürkü var bunun" deyince paçayı kurtaracaksın bir kez daha.

Bir müddet sonra mitingler kapalı alanlara kaydırılacak. Bölümde yapılan o mitinglerin birine şahit olacaksın. Yeşil parkalı kız öğrenci konuşmasına başlar başlamaz ortalık karışacak. Bölüme askerler ve sivil polisler doluşurken kız kirişi kıracak. Birinci sınıftan beri advisor'ın, yani danışmanlığını yapan hocan Tülây Hanım olaydan bir gün sonra odasına çağıracak seni. Tülay hanım, aynı zamanda akışkanlar mekaniği dersine girmiş, eskiden beri seni içinde eşya kalabalıklığından oturabilmek için zor yer bulduğun mavi vosvos arabasına alıp defalarca evine yemeğe götürecek kadar yakınlık göstermiş, hatta şeref listesine geçtiğin bir dönemin ertesi senden kendisine asistanlık yapmanı istemiş biri. Yanına gidince şevkatle koluna girip aynı bölümden başka bir hanım hocanın yanına götürecek seni. Odada sadece siz, üçünüz olacaksınız. Kocaman kara defterler olacak masanın üzerinde. Hocalar defteri açmadan önce sana güzel bir nutuk çekecek, solcuların ne kadar vatan haini olduklarını, seninse vatansever, çalışkan ve dürüst bir öğrenci olduğunu anlatacaklar. Şaşkın bir vaziyette neler olduğunu anlamaya çalışırken kara kaplı defterin kapağını açacak biri. "Hadi bunlara bir bak bakalım dün bölümde konuşan kız bu gördüklerinden hangisine benziyordu?" diye soracaklar sana. İçinde bulunduğun durum şok edecek seni. Neden ben? Niçin bana soruyorlar bunu? Ben solcuların düşmanı mıyım? soruları birbiri ardına geçecek aklından. Hayır, hayır yüzde yüz emin olsam da ele vermem o kızcağızı. Fakat nasıl sıvışırım bu durumdan diye için içini yiyecek. Göstermelik de olsa kalın, kara kaplı defterin bütün sayfalarını çevireceksin sözde dikkatli gözlerle bakacaksın. Yok, bunların hiçbirini hatırlamıyorum deyince ilkine benzer diğer bir defter koyacaklar önüne. Her bir sayfasında on kadar fotoğraf ile kimlik bilgilerinin yanı sıra kısa notlar bulunan defterlerin incelemesi bitince "Bir şeyler duyarsan bize haber vermekten çekinme, kapımız her zaman açık sana" diyecekler. İşte evlat, yaşadığın bu durumdan tiksinirken ilk kez ve alenen muhbirlik teklifi almış olacaksın. Vay be diyeceksin, iki gün öncesine kadar öğrencilerin korkusundan sesini çıkartamayan hocalar, nasıl da birden kahraman kesildiler.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5  ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 6  ***

18 Kasım 2019 Pazartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 6


Çocukluğumdan alıp üniversiteye getirdim beni. Artık çocuk sayılmayacağı için aramızdaki yaş farkına binaen "evlat" diyorum ona. Bu hitap şekli sıcak geliyor bana. Tıpkı bir babanın oğluna seslenişi gibi. Bizim acemi çaylak iyice alıştı artık yeni yaşantısına. Fakat zor günler yolunu gözlüyor. Mektubumuzun yeni bölümüyle devam ederken yine çok sevdiğim bir parça eşlik etsin size. Amy Winehouse'dan Rehab. 

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 6 ***

Başka üniversiteleri kazanan arkadaşların üçüncü sınıfa başlarken senin bölümüne daha yeni kayıt yaptırman senin suçun değil evlat. Bir yılın öğrencilerin ders boykotları ile heba olurken ikinci yılını da hazırlık okuluna vereceksin. Her zaman olduğu gibi evden ayrılırken anneannen seni yaşlı gözlerle uğurlayacak, onun "belki bu seni son görüşüm olacak" demesi içine işleyecek fakat yüz yaşına kadar o bizleri bırakmayacak. Freshman dedikleri birinci sınıfa başladığında ülkenin durumu hayli karışık ama sen fazla umursamayacaksın bu durumları. Tek hedefin okulu bitirip ailene yük olmaktan kurtulman ve daha iyi bir hayat sürmen. Hazırlık okulunu bitirdikten sonra dersler ağırlaşacak. Gece gündüz demeden derslerini çalışacaksın bu yüzden. Senin onca çalışman karşılığında elde ettiğin başarılar bazıları için çocuk oyuncağı. Farklı sosyal statülerden gelen öğrenciler olacak etrafında. Robert Kolejliler, Ankara Fen Liseliler, TED Kolejlilerin yanı sıra memleketin en ücra köşelerinden aranıza katılan arkadaşların var. Sen Thomas'ın Calculus'u üzerinde kafa patlatırken Robert'liler onu lisedeyken çoktan yutmuş olacaklar. 

Yurdunu değiştireceksin, her odada dört kişinin kaldığı üçüncü yurda geçeceksin. Yeni oda arkadaşların olacak. Yine bir Antepli çıkacak karşına, kocaman teybiyle. Gece gündüz dinlerken Ercan Turgut'un, Ferdi Tayfur'un şarkılarını, her nasılsa rahatsız etmeyecek seni. Başka bir müzik kültürün olmayacak o zamanlar. Devletin radyo ve tv kanalında dinleyip izleyebileceğin yurttan sesler korosu dışında değişik gelecek bu Arap ezgileri. Düzinelerce kaseti birbiri ardına yerleştirecek teybe Antep'li. Bu ortamda ders çalışmak mümkün olamayacağı için inekhane dedikleri çalışma salonlarından çıkmayacaksın. Günler böyle geçerken bir muziplik gelecek aklınıza. Oda arkadaşlarından fizik bölümünde master'a başlayan Bursalı Orhan'ı işleterek biraz eğlenmek isteyecek canınız. Onun hakkında yeterince bilgi sahibisin. Ailesini, kardeşlerini, nerede oturduklarını hangi siyasi görüşe sahip olduklarını sadece sana anlatmış daha önce. Hemen iş bölümü yapacaksınız Orhan'ın olmadığı bir zaman. Sen bir metni hazırlayacaksın, Polatlılı Mustafa değme spikerlere taş çıkaran sesiyle haberi okuyacak, Antepli de onu kasede kaydedip gerekli düzenlemeleri yapacak. Orhan akşama doğru odanıza geldiğinde hemen masanın başına geçip çalışmaya başlarken Antepli teybin düğmesine basacak.

Hain planınız kusursuz işleyecek. Beş dakika kadar hafif müzik çaldıktan sonra Mustafa haberleri okumaya başlayacak. "Sayın dinleyiciler, şimdi haberleri veriyoruz. "Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan, kadayıfın üstü kızardı, artık kadayıfın altının kızarmasını bekliyoruz" dedi. Kadayıfın altı kızarmadan hükümetten desteğimizi çekersek ülkeye en büyük fenalığı yapmış oluruz diyen Erbakan, beklemekte yarar bulunduğunu sözlerine ekledi. Bursa'nın Çınar mahallesinde sağ görüşlü vatandaşların bulunduğu bir kahvehaneye silahlı saldırı düzenlendi. Olayda Mehmet Gürtaş hayatını kaybederken, üç kişi yaralandı. Yaralılardan Mustafa Paker'in durumunun ağır olduğu bildirildi. Polisin sıkı takibi sonucunda olaya karışan Selçuk Nalbant, Selami Uğur ve Naci Selen yakalanarak göz altına alındı. Seka Kağıt Fabrikasında işçiler greve başladı. Sendika sözcüsü, ücretler makul düzeye getirilinceye değin işçilerin işbaşı yapmayacağını ifade etti. Sayın dinleyiciler, yayınımız türküler ve oyun havalarıyla devam edecek."

Orhan başını kitabına gömmüş, ilgisiz görünürken, elindeki kitabı fırlatıp ayaklanacak birden. "Kardeşim, kardeşimin adını söyledi, duymadınız mı Selçuk Nalbant dedi" diyerek panikleyecek. O panikleye dursun Antepli teybi kapatacak. "Aç, açsana oğlum şu radyoyu, kardeşimi göz altına almış polis diyor." Merak etme bir yanlışlık olmuştur, ya da isim benzerliği falan deyip sakinleştirmeye çalışacaksınız arkadaşınızı. O arada saate bakacak. Saat başı olmaması dikkatini çekecek ama sizin ne iler çevirdiğinize dair en ufak bir kuşku duymayacak. "Benim hemen Bursa'ya gitmem lazım" derken bir yandan valizini toplamaya başlayacak. Onun işi bu kadar ciddiye alması korkutmaya başlayacak hepinizi. Ama kimse bunun bir şaka olduğunu söyleyebilecek cesareti bulamayacak kendinde. İş sana düşecek. "Dur, sakin ol bi, önce telefon edip durumu öğren, gerekirse gidersin sonra" diyeceksin. Her geçen dakikanın durumu içinden çıkılmaz hale getirdiğini görecek, arkadaşınızın tepkisinden korkmaya başlayacaksınız. Jet hızıyla zemin katına inip danışmadaki görevliye telefon yazdıracak. Sen de peşinden koşturacaksın. "Dur dur, diyeceksin ve hepsi bir şakadan ibaret." Bir yumruk yiyeceksin göğsüne okkalı, yaptığınız bu eşek şakasının karşılığı olarak. Sarılacaksın ağlayan koca adama, "Kusura bakma, bu kadar tepki vereceğini düşünemedik." Böylelikle bir daha eşek şakası yapmamayı öğreneceksin evlat, bir daha seninle konuşmayacak olan Orhan'ı, iyi bir arkadaşını, kaybedeceksin.

Yıllar çabuk geçecek. Ekonomik kriz ülkeyi yaşanılmaz kılacak. Her şey karaborsaya düşecek, margarin, şeker, hatta ampul bile. Suikastler, grevler, bombalar, silahlı baskınlar birbirini kovalayacak. O günlerde Hacettepe Üniversitesinde okuyan Hikmet ile ara sıra buluşup efkar dağıtacaksın. İlk rakını içecek, çiğ köftenin tadına ilk kez o zaman bakacaksın. İlk kez sarhoş olacaksın, Ankara sokaklarında şarkılar söylerken sallana sallana son servis otobüsüne yetişmeye çalışacaksın. Hikmet, bir hafta sonu yeni açılan Beytepe yurtlarına davet edecek seni. Yurdun girişinde onun bir arkadaşının kimliğini göstererek odalarına çıkacaksın. Niyetiniz, kuracağınız çilingir sofrasından sonra geceyi orada geçirmek. Arkadaşlarla eğlencenin dibini vurmuşken radyoda dinlediğiniz bir haber neşenizi kaçıracak. Kahraman Maraş'ta yüzden fazla insanın öldürülmesi, yüzlerce ev ve iş yerinin yakılması ile sonuçlanan olayların başladığını öğreneceksiniz. Kulaklarınızı transistörlü radyolardan ayırmayacak, Maraş'tan gelecek son haberlere odaklanacaksınız. Diğer taraftan böyle büyük olaylarda yurtlarda kesin arama yapılır diyecek arkadaşların. Gecenin bir yarısında yurttan ayrılsan da şehre gitmen mümkün değil. Beytepe dediğin henüz ağacın bile olmadığı dağ başı. Korku içinde sabahı sabah edeceksin. Gece jandarma bassa yurdu ne diyeceksin? Arkadaşlara iki tek atmak için ziyarete geldim mi diyeceksin. Neyse ki şansın yine seninle beraber, baskın falan olmadan sabahın ilk ışıklarını karşılayacaksın. İlk servis ile terk edeceksin Beytepe'yi.

Bir üst sınıfa geçeceksin zayiat vermeden. İlk meslek derslerini almaya başlayacaksın. Sınıfında kimler var böylelikle çıkacak ortaya. Çünkü o ana kadar ortak mühendislik derslerini almışsın. Bölümünde gördüğün on kadar kız öğrenci kafanı karştıracak, şaşıracaksın. Kızların da inşaat mühendisi olabileceğine ilk kez şahit olacaksın. Sadece kızlar değil bölümünde ve yurtlarda bir sürü milletten öğrenci göreceksin. Pakistanlı, Ürdünlü, İranlı, Filistinli arkadaşların olacak. Nijeryalıları komik bulacaksın. Anlamakta zorlandığın şiveleri bir tarafa özel günlerinde giydikleri rengarenk milli kıyafetleri ilgini çekecek. Bir de kendine has ağır kokularını ve diş fırçalama tarzlarını unutamayacaksın. Siyahi arkadaşların dişlerini fırçalamaya başladığında elindeki fırçayı sabit tutarken kafalarını sağa sola sallamalarına çok güleceksin.

Sınıfta yarıdan fazla öğrencinin döküldüğü statik dersinden sen de çakacaksın ve bu okulunu bir dönem uzatmana sebep olacak. Üzüleceksin, hem de çok, ama elden ne gelir. Öğrencilik hayatında ilk kez yaşadığın bir kayıp bu. İlk kez sınıf farkını idrak edeceksin, hem de buna karşı mücadele veren bir okulda. Kolej bebeleri seni almayacaklar aralarına. Uzaydan gelmiş gibi, bulaşıcı hastalık mikrobu taşıyorcasına uzak duracaklar senden ve senin gibi olanlardan. Belki de sana öyle gelecek, bu yüzden yaklaşmayacaksın yanlarına. Ama içlerinden birisi var ki o başka. Sadece o sana diğerlerinden farklı davranmıyor.

Hatırlayacak olursan evlat, bir de lise arkadaşın Ayfer vardı aynı bölümü kazanan. Çok sık olmasa da onunla birlikte bir kaç yere gideceksin, bazen yalnız, bazen diğer arkadaşlarınla birlikte. Bir gün hadi gidelim diyecek, kafaları çekmeye. Nereye gideceğine dair hiçbir fikrin yok. Kızılay'da bir yer biliyorum diyecek, Şeytanın Mağarası. Kararlaştırdığınız gibi buluşup mağaraya gidecek, sayısız bira içeceksiniz birbiri ardına. Onca saat neler konuşacaksınız tam hatırlayamadım ama oradan çıktıktan sonraki halinize hala gülerim. İki kafadar birbirinize dayana dayana düşerken yola, Ayfer ağzı yamulmuş diyecek ki sana "Bak, sakın bana aşık falan olayım deme." Sen de aynı vaziyette dönüp ona "Yok başka işim sana aşık olayım." Kahkahalar atarak onu evine yolcu ederken sen yurduna döneceksin.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5 ***

16 Kasım 2019 Cumartesi

TATLI ACI

Yabancı bir dilden çeviri yaparken bazı sözcük ya da sözcük gruplarının Türkçe karşılıklarını bulmakta zorlanırım. Geçenlerde yaptığım "Notalarla Yolculuk" miminde bu konuya biraz değinmiştim. Daha sonra sevgili Deep yorumunda "Douce Souffrance" nin karşılığı olarak daha önce aklımdan geçirdiğim ama garipsediğimden dolayı tercih etmediğim "tatlı acı" sözcüklerini kullanmış. Bu birbirinin zıddı iki sözcükle anlatılmak istenen aşkın ta kendisi. Fakat "tatlı acı" denilince ilk anda algılanan onun yenilecek bir şey olduğu. Dolayısıyla gerçek karşılığını bulmuyor. Diğer taraftan yine Deep tarafından şirinlik olsun diye kullanılan "tatliş acı" TDK'da karşılığı bulunmasa da yiyecekten ziyade insanın hoşuna giden acıları hatırlattığı için hedefe daha yakın duruyor.

Tehlikeli sulara girmek istemiyorum ama okuduklarım beni destekler mahiyette aşk konusunda. Aşık, kendisini her şeyden yoksun, tamamen bir hiç olarak kabul ederken, kendisinde olmayanları yani her şeyi sevdiğinde görüyor.

Örneğin yazılarını zevkle takip ettiğim Sevdiğim Günlük 'ün sayfasındaki Ümit Yaşar Oğuzcan'ın Ayten'e olan aşkını anlattığı ünlü şiirinde, bu patolojik duygu muhteşem bir dille mısralara dökülmüş.

Konumuza dönecek olursak, acısını çekerken aşkın, tadından büyük mutluluk duyacak, onu hakkını vererek anlatabilecek uygun bir tabir arıyorum. Acı yemekten hoşlananlar bilir. Zehir gibi acı biberleri kütür kütür yer bazıları, ağızları, boğazları yanar, dilleri şişer de ondan vazgeçemezler yine. Fiziksel bir acıdır o duyulan. Ne var ki, acı çekmek acı yemekten çok daha zordur.

Sonuç olarak en çok sevdiğim şarkının adı olan "Oh ma douce souffrance"ın içime sinecek, bende aynı duyguları uyandıracak bir karşılığı hâlâ yok ne yazık ki...

15 Kasım 2019 Cuma

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 12


Ağaç Ev Sohbetleri başlayalı beri her toplantıya katıldım. Bazı konular işte tam bana göre dediğim cinsten olurken bazı konularda ise tek cümle yazamayacakmışım gibi geldi bana. Ama  her seferinde yazmaya başladığımda, takıldım sözcüklerimin peşine, onlar alıp beni bir yerlere götürdü. Özellikle konu sıkıntısı çektiğim dönemlerde epey işe yaradı bu sohbetler. Hatta konulara ev sahipliği yapan bazı arkadaşlar konukseverlik gösterip pasta bile ikram ettiler. Taha Akkurt ve Edischar tarafından başlatılan ve onların mazereti dolayısıyla Deeptone ile İrem Can tarafından yürütülen Ağaç Ev Sohbetleri 12. haftaya girerken bu kez Sessiz Gemi'nin misafiriyiz. Arkadaşımızın seçtiği konu itiraf etmeliyim ki benim için en zorlarından biri olacak. Konumuz şöyle; 

"İnsanların ruhlarının rengi ve bir formu olduğunu düşünüyor musunuz? Örneğin, gün ışığı gibi veya pembe kiraz çiçeği gibi. Öyleyse sizin ruhunuz nasıl forma, renge sahip olurdu?"

Önce ruhun ne ve nasıl bir şey olduğunda anlaşalım belki daha sonra rengine karar verebiliriz. Ruhun bedene can veren bir şey olduğu kabul edilir. Ama o şeyin nasıl bir şey olduğunu ne gören var, ne de tanıyan. Var olduğunu da herkes bilir üstelik. Hani yok desen, ruhsuz diye yapıştırırlar cevabı, altında kalırsın. Sadece insanda mı olur ruh? Hayvanlar, bitkiler ruhsuz mudur? Madem bedene can veriyor, canlıların hepsinde olmalı.

İnanç açısından bakılırsa ruh Cebrail'in ta kendisi. Cebrail'i gören var mı? İnsan tanımak istiyor, erkek mi, dişi mi, sarışın mı esmer mi? Tanrı'ya göre ruh, insan aklının yetmeyeceği bir şey. Boşuna karıştırmayın o konuları, ruh, sizin bilinmeziniz olarak kalacak diyor kutsal kitap. Hepsi bu. Daha sonra insanlar bir sürü görev ve sorumluluk yüklemişler ruhlara. Ruhum daraldı demişiz içimize ufunet basınca. İçimizde bir şey olmalı ama neremizde? Eğer ruhuma bedenimde yer seçme imkânım olsaydı onu beynimin en ücra bir köşesine oturturdum. Madem o çıkartıyor böyle tuhaf şeyleri, bakmasını da bilmeli.

İyi beslemeli meselâ, bol oksijenli bir ormana, ya da yosun kokulu bir deniz kenarına götürmeli. Ruh deyip geçmeyin, onun da ihtiyacı var gezip tozmaya, ruhdaşlarıyla bir masada kadeh tokuşturmaya.

Bazen, kafanıza bir şey takıldığında dinlendirmeniz lâzım ruhunuzu, sevdiğinizin kucağında. Hep dünya işleri ile uğraşıp bunalıma sokmamalısınız onu. En çok hoşlandığı şeylerle beslemelisiniz. Müzik meselâ. Sakin bir deniz kenarında, ay ışığı altında, sevdiğiniz yanında, parmaklarınız dolaşırken gitarın tellerinde, hafiften esen bir meltem eşliğinde, okşamalısınız onu.

Suyuna gitmez, ihmal ederseniz ruhunuzu, ne çoraplar örer başınıza bilseniz. Hatta çıkar beyninizden, çeker gider, terk eder sizi. Değme doktorlar çare bulamaz derdinize, aklınızı yitirirsiniz. Böyle bir şeydir işte benim de ruhum. İyi kötü geçiniriz, bazen neşeli, bazen melankolik bazen de hüzün verir bana. Vefalıdır da aynı zamanda. Onu aç bıraktığım, ilgisiz kaldığım, dünya işlerine dalıp umursamadığım günlerde sabırla beklemesini bilmiş, terk etmemiştir beynimi.

Benim ruhum ebruli. Bazen kararır katran rengine, dünyaya geldiğime pişman eder, bazen süt gibi beyazlaşır güzellikler limanında. Bazen mavileşir uçar gökyüzüne, ayaklarım yerden kesilir, bazen sararır, karışır hazan yapraklarına. Gün gelir kızarır utancından göstermez yüzünü, ama her zaman yeşillenir bahar gelişlerinde. Evet, evet tam da böyle. Benim ruh rengim ebruli.

Hiçbir şekle sokamam ki ben ruhumu. Sanırım gaz halinde. Yoksa sıvı mı desem, bulunduğu kabın şeklini alan. Yok, yok her kaba giremez ruhum benim. Benim ruhum  bir su buharı gibi gökleri deler, gök gürültüleri, şimşeklere aldırmadan yere süzülüp, besler ırmakları, denizleri...