Yeni Bir Hayat serisinin ikinci kısmında çocukluğuma yazdığım mektup biyografik bir yaşam öyküsü halinde devam edecek. Özellikle meslek hayatımın otuz yıldan fazla bir zaman dilimini kapsayan süre içinde yaşadığım anılara, olaylara ve duygulara yer vereceğim. Tipik bir yaşam öyküsünden farklı olarak sadece iyi yaptığım şeyleri, başarılarımı değil, hatalarım ve başarısızlıklarımla da yüzleşeceğim bu kişiye özel mektubumda.
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 13 ***
Daha önce söylediğim gibi istediğin mesleğin sahibi olacaksın ufaklık. Şimdi bir türlü çözüm bulamadığın döşemeleri, çatıları, camilerin kubbelerini yıkılmadan ayakta tutacak bilgilerle donatılacaksın. En yakın mahalle arkadaşın Mustafaların küçük bakkalında kurduğunuz hayâllerin dışında bambaşka bir dünya bekliyor olacak seni. Şu an senin nasıl vakit geçirdiğini hatırlıyorum. Her yağmurdan sonra sokağın kenarından akan suların önüne küçük ellerinle toprak setler oluşturuyorsun. Setin önünde su seviyesi yükseldikçe daha fazla toprak taşımak ve daha çabuk hareket etmek zorundasın. Öyle bir zaman geliyor ki artık suyu yenmen mümkün değil. O zaman küçük barajının yapım işini bırakıp sadece suyun yükselmesini, inşa ettiğin o ilk barajın yıkılmasını izliyorsun, yenilmenin verdiği hüzün ve çaresizlik içinde. Canını sıkma evlât, belki senin ilk yenilgilerinden biri bu ama böylelikle öğreneceksin yenmenin bazen kontrolü ele geçirmek olduğunu. Edineceğin bilgi ve tecrübelerle öfkeli, azgın suları dize getirip onları uysal bir kediye dönüştüreceğin günler seni bekliyor.
Bu mektubu yazarken senin halen yaşamakta olduğun o günlere dönüyorum. Mustafaların küçük bakkal dükkânında namaz vakitleri kapıyı kapatıp yan taraftaki silindirik gaz tankerinin olduğu ardiyede seccadelerinizi seriyor, namazınızı kılıp duanızı ettikten sonra dere sokağındaki geniş alana cami kurma hayâlleri kuruyorsunuz. Bir sürü taş var orada, irili ufaklı. Büyük olanları taşımak, duvar yükseldikçe koca kayaları birbirinin üzerine yığmak gözünde büyüyor. Caminin kubbesini kapatmak büyük sorun. Tepedeki o taşları yer çekimine karşı tutacak ne olabilir? Bu konuyu çözersen oldu bu iş! Ne de olsa sevabı büyük. Yine de içini bir kurt kemiriyor, biliyorum. Ya onca güçlükle ördüğün taş duvarlar cemaatin üzerine yıkılır da namaz kılan insanlar altında kalırsa...
İşte evlât bu saf çocukluk hayâllerinin üzerinden yıllar su gibi akacak. Diploman elinde, çağrıldığın yere, yurt dışına gitmek için pasaportunu çıkartmış haber beklerken hayâl kırıklığı yaşayacaksın. Libya'da çıkan kriz sebebiyle oradaki çalışma plânın suya düşecek. Bu nedenle Ankara'da çalıştığın proje firmasından ayrılacaksın. Hem de ne ayrılık!
Kucak açmışlardı, diplomanı almadan, üstelik part time çalışarak mühendis maaşı ödemişlerdi sana. Mesleğinle ilgili ilk pratik bilgileri onlardan almıştın. Bir nevi okuldu orası senin için. Sıfır tecrübeyle verebileceğin bir şey yoktu. Oysa sen onlar sayesinde işi öğreniyordun. Bu iş için bir bedel ödenmesi gerekiyorsa o bedeli ödeyecek taraf sendin. Olması gerekenin tam aksine bir de ay başı gelince dünya kadar para koyuyorlardı cebine. Ayrılmak istediğini nasıl söyleyebilecektin böyle bir şirkete? Libya'dan ısrarla çağrılacağın o günlerde bugün konuşacağım diye karar verdiğin ve her seferinde ezilerek ertesi güne ertelediğin zor günlerin olacak. Müdüre çıkıp ayrılacağını söylediğinde "Tam işe yaramaya başladın, bu yaptığın iş mi şimdi senin?" diye sormayacaklar mıydı? Nihayet o gün gelip çattığında müdürün tavrı karşısında anlayacaksın ezilmenin ne olduğunu evlât! Müdür, içinde bulunduğun durumu fark edip bir de şu sözlerle teselli edecek seni. "Senin burada öğrendiklerinin ülkemize faydası olacak, önemli olan da bu. Verdiğın karara saygı duyuyoruz, senin için hayırlısı neyse o olsun" Fırça yemeyi beklerken karşılaştığın bu sahne gözlerini yaşartacak.
Yurtdışı hayallerin suya düşünce kendini boşlukta hissedeceksin kısa bir süre. İzmir'e baba evine döneceksin. Tanıdığın birçok Ankara firması var, onların birinin şantiyesinde illâ ki bir iş bulacağını düşünürken Hürriyet gazetesinde bir ilân ilişecek gözüne. Barajlar Kralı diye nam yapmış bir firmayla iş görüşmesi yapmak üzere şirketin merkezinin bulunduğu İstanbul'a doğru düşeceksin yollara. Kısa bir görüşmeden sonra Kütahya Tunçbilek TEK sosyal tesisleri inşaatı şantiyesinde işe başlayacağın söylenecek. Çekingen tavırlarla maaşını öğrenmek isteyeceksin. Şantiye Şefin karar verecek buna diyecek görüştüğün yetkili.
Otobüse binip ilk şantiyene varacaksın vakit kaybetmeden. Ucu bucağı görünmeyen geniş alana yayılmış bir konut şantiyesi bu. Yapımı devam eden çok sayıda konutun yanı sıra lokal, sinema salonu gibi sosyal tesisleri, yol ve tretuvar inşaatı ile altyapı imalatları devam etmekte. Beton taşıyan transmikserler, kamyonlar, bir sürü iş makinası oradan oraya koşturuyorlar. Konutlardan birini önceden tamamlayarak şantiyenin idari binası haline getirmişler. Bir diğerinde bekâr mühendisler ve idari elemanlar kalıyor. Şantiye Şefi odasında kabul edecek seni. Bir kaç mimar ve mühendisle tanıştıracak.
Ertesi sabah ekiplerin dağıtıldığı meydanda buluşacaksınız. Büyük bir insan kalabalığı içinden görevi belirlenenler depodan malzemelerini alıp işlerinin başına geçecekler. Senin payına da on civarında kalfa, usta ve işçilerden oluşan bir ekip düşecek. Ne yapılacağı konusunda henüz hiçbir fikrin yok! Tecrübeli bir mühendis falanca kısmın rögarları yapılıp araya büz döşenecek diyecek. Genç yaşta olmana aldırmayıp koca koca adamların sana abi demesi garip gelse de bunun saygıdan kaynaklandığını anlayacaksın zamanla.
Sanacaksın ki ustalara bu işin nasıl yapılacağını sen öğreteceksin. Oysa okulda ne büzden bahsedecekler sana ne de nasıl döşeneceğinden. Panikle karışık bir korku saracak bedenini. Ayakların titremeye başlayacak, "Bir de mühendis koymuşlar seni başımıza" diyecekler diye ödün patlayacak ustalardan. Ekiple birlikte iş mahalline yürürken içlerinde sana diğerlerine göre daha samimi bulduğun ustalardan birinin kulağına eğilip soracaksın. "Büz nasıl döşenir biliyorsunuz değil mi?" Bu garip soru karşısında usta, kaldırıp başını şöyle bir süzecek seni. Sonra bilgiç tavrıyla "Beyim otuz yıldır yapıyoruz biz bu işi, bilmez miyiz hiç." diyecek. Cevabı alınca için rahatlayacak, huzur içinde ilk şantiyenin ilk işine doğru başını öne eğmeden ilerleyeceksin ekibinin başında.
İşte evlât bu saf çocukluk hayâllerinin üzerinden yıllar su gibi akacak. Diploman elinde, çağrıldığın yere, yurt dışına gitmek için pasaportunu çıkartmış haber beklerken hayâl kırıklığı yaşayacaksın. Libya'da çıkan kriz sebebiyle oradaki çalışma plânın suya düşecek. Bu nedenle Ankara'da çalıştığın proje firmasından ayrılacaksın. Hem de ne ayrılık!
Kucak açmışlardı, diplomanı almadan, üstelik part time çalışarak mühendis maaşı ödemişlerdi sana. Mesleğinle ilgili ilk pratik bilgileri onlardan almıştın. Bir nevi okuldu orası senin için. Sıfır tecrübeyle verebileceğin bir şey yoktu. Oysa sen onlar sayesinde işi öğreniyordun. Bu iş için bir bedel ödenmesi gerekiyorsa o bedeli ödeyecek taraf sendin. Olması gerekenin tam aksine bir de ay başı gelince dünya kadar para koyuyorlardı cebine. Ayrılmak istediğini nasıl söyleyebilecektin böyle bir şirkete? Libya'dan ısrarla çağrılacağın o günlerde bugün konuşacağım diye karar verdiğin ve her seferinde ezilerek ertesi güne ertelediğin zor günlerin olacak. Müdüre çıkıp ayrılacağını söylediğinde "Tam işe yaramaya başladın, bu yaptığın iş mi şimdi senin?" diye sormayacaklar mıydı? Nihayet o gün gelip çattığında müdürün tavrı karşısında anlayacaksın ezilmenin ne olduğunu evlât! Müdür, içinde bulunduğun durumu fark edip bir de şu sözlerle teselli edecek seni. "Senin burada öğrendiklerinin ülkemize faydası olacak, önemli olan da bu. Verdiğın karara saygı duyuyoruz, senin için hayırlısı neyse o olsun" Fırça yemeyi beklerken karşılaştığın bu sahne gözlerini yaşartacak.
Yurtdışı hayallerin suya düşünce kendini boşlukta hissedeceksin kısa bir süre. İzmir'e baba evine döneceksin. Tanıdığın birçok Ankara firması var, onların birinin şantiyesinde illâ ki bir iş bulacağını düşünürken Hürriyet gazetesinde bir ilân ilişecek gözüne. Barajlar Kralı diye nam yapmış bir firmayla iş görüşmesi yapmak üzere şirketin merkezinin bulunduğu İstanbul'a doğru düşeceksin yollara. Kısa bir görüşmeden sonra Kütahya Tunçbilek TEK sosyal tesisleri inşaatı şantiyesinde işe başlayacağın söylenecek. Çekingen tavırlarla maaşını öğrenmek isteyeceksin. Şantiye Şefin karar verecek buna diyecek görüştüğün yetkili.
Otobüse binip ilk şantiyene varacaksın vakit kaybetmeden. Ucu bucağı görünmeyen geniş alana yayılmış bir konut şantiyesi bu. Yapımı devam eden çok sayıda konutun yanı sıra lokal, sinema salonu gibi sosyal tesisleri, yol ve tretuvar inşaatı ile altyapı imalatları devam etmekte. Beton taşıyan transmikserler, kamyonlar, bir sürü iş makinası oradan oraya koşturuyorlar. Konutlardan birini önceden tamamlayarak şantiyenin idari binası haline getirmişler. Bir diğerinde bekâr mühendisler ve idari elemanlar kalıyor. Şantiye Şefi odasında kabul edecek seni. Bir kaç mimar ve mühendisle tanıştıracak.
Ertesi sabah ekiplerin dağıtıldığı meydanda buluşacaksınız. Büyük bir insan kalabalığı içinden görevi belirlenenler depodan malzemelerini alıp işlerinin başına geçecekler. Senin payına da on civarında kalfa, usta ve işçilerden oluşan bir ekip düşecek. Ne yapılacağı konusunda henüz hiçbir fikrin yok! Tecrübeli bir mühendis falanca kısmın rögarları yapılıp araya büz döşenecek diyecek. Genç yaşta olmana aldırmayıp koca koca adamların sana abi demesi garip gelse de bunun saygıdan kaynaklandığını anlayacaksın zamanla.
Sanacaksın ki ustalara bu işin nasıl yapılacağını sen öğreteceksin. Oysa okulda ne büzden bahsedecekler sana ne de nasıl döşeneceğinden. Panikle karışık bir korku saracak bedenini. Ayakların titremeye başlayacak, "Bir de mühendis koymuşlar seni başımıza" diyecekler diye ödün patlayacak ustalardan. Ekiple birlikte iş mahalline yürürken içlerinde sana diğerlerine göre daha samimi bulduğun ustalardan birinin kulağına eğilip soracaksın. "Büz nasıl döşenir biliyorsunuz değil mi?" Bu garip soru karşısında usta, kaldırıp başını şöyle bir süzecek seni. Sonra bilgiç tavrıyla "Beyim otuz yıldır yapıyoruz biz bu işi, bilmez miyiz hiç." diyecek. Cevabı alınca için rahatlayacak, huzur içinde ilk şantiyenin ilk işine doğru başını öne eğmeden ilerleyeceksin ekibinin başında.
(Devam edecek)