Sevgili Deeptone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetlerinin 63. Hafta konusunu sevgili Andromeda belirlemiş. Güncelliğinin yanı sıra mesleğim gereği konu hakkında söyleyecek sözlerimin bulunması ve en azından birkaç kişiyle düşüncelerimi paylaşma imkanı bulmam beni bir nebze olsun rahatlatacağını umuyorum.
DEPREM KONUSUNDA NE KADAR BİLGİLİYİZ ve NE DERECE HAZIRLIKLIYIZ?
Deprem konusunda (mesleğim itibarıyla) ahkam kesecek seviyede bilgi ve tecrübe sahibi olduğumu ifade etmem ukalalık olmayacaktır umarım. Ancak toplumun geneli söz konusu olduğunda deprem, sel, heyelan gibi doğal afetlerin yeterince bilgi sahibi olunduğunu söyleyemem mümkün değil maalesef. Şimdi, teknik konulara fazla girmeden düşüncelerimi paylaşmaya çalışayım. Her şeyden önce deprem ve diğer afetler toplumun genelinin beynine kazındığı gibi bir kader ya da takdir-i ilahi DEĞİLDİR. Dünyamız var olduğundan bu yana, depremlerin olduğu, meydana geliş nedenleri ve depreme karşı hassas bölgeler bilim insanları tarafından apaçık ortaya çıkarılmıştır. Riskin yüksek olduğu yerler, fayların konumu, hareketleri detaylı ölçüm ve gözlemler sonucunda belirlenmiştir. Mevcut teknolojik imkanlar dahilinde bilinemeyen tek şey, depremin ne zaman olacağıdır. Basit bir anlatımla, elinize aldığınız bir ambalaj lastiğini yavaş yavaş gerdiğinizde kopacağını bilirsiniz ama bunun ne zaman olacağını saniyesi saniyesine kestiremezsiniz. Kilometrelerce uzunluğunda ve kilometrelerce derinlik ve genişliğe sahip bir katmanın gerildiğini, ne yönde ilerlediğini bilmiş olsak bile onun da aynı lastik örneğinde olduğu gibi ne zaman kırılacağını tahmin etmek neredeyse imkansızdır. Bu konuda henüz hiç kimse bir tahmin yürütemez. Olası bir depremin azami büyüklüğü muhtemel lokasyonu hakkında fikir sahibi olsak bile depremin zamanı hakkında herhangi bir kehanette bulunmak şarlatanlıktan başka bir şey değildir.
Deprem dalgalar halinde yayılır. Sağlam bir kaya kütlesinde yayılma hızı saatte 28.800 km'dir. (Işık hızının neredeyse yüzde onu). Yani on beş kilometre derinliğinde bir fay kırığının oluşturduğu sarsıntının yeryüzüne ulaşması için sadece 1-2 saniyelik bir zaman yeterlidir. Tsunami dalgaları deprem dalgalarına kıyasla ortalama 200 kat daha yavaş hareket eder. Bu 100 km açıkta meydana gelen bir depremde oluşabilecek Tsunami dalgalarının beş dakika içinde kıyıya ulaşacağını gösterir. Elbette açık denizde oluşan her deprem Tsunami yaratacak diye bir kural yoktur.
Depremin zamanını bilmek bize ne kazandırabilir? Aslında bu da ayrı bir sorun. Diyelim ki bilim insanları İzmir depremini bir hafta önceden haber vermeyi başardılar. 7 şiddetinde bir deprem falanca gün falanca saatte meydana gelecek dediler, diyelim. Deprem korkusunun bile emniyetsiz yapılar üretmekten bizleri alıkoymayacağını düşündüğümüzde depremin zamanını bildiğimiz takdirde nasıl olsa canımızı kurtarabiliriz düşüncesi içinde yapılar daha da çürük inşa edilmesi kuvvetle muhtemeledir. Bu durumda insanlar canını büyük ölçüde kurtarabilir ama binaların büyük bölümü muhtemelen yıkılacaktır ve altından kalkamayacağımız büyük maddi kayıplarımız oluşacaktır.
Diğer taraftan bugünün teknolojisiyle depremin büyüklüğü ne olursa olsun ona dayanabilecek dirençte emniyetli yapılar oluşturmak mümkün. Yapılması gereken de bu zaten. Betonarme (demirli beton) toplu yaşama imkan veren en büyük buluşlarından biri. Ne kadar ömrü olacağına dair bilinen bir zaman sınırı yok. Çünkü beton zamana bağlı mukavemeti gittikçe artan ve çelikle birlikte müthiş uyum sağlayan bir malzeme. Ülkemizde ilk çok katlı betonarme bina, yangınzedelere verilmek üzere 1922 yılında inşaatı tamamlanan ancak daha sonra Türk Hava Kurumuna devredilen Tayyare apartmanlarıymış. Yıllar öncesinin teknolojisi olmasına rağmen yüz yıldır dimdik ayakta kalan bu bina halen Crowne Plaza İstanbul-Old City olarak hizmet etmekte. Demek istediğim, doğru yapılan bir bina, yaşı fazla diye depremden yıkılmaz. Yeni bazı hesap yöntemleri ve buna bağlı revize edilen deprem yönetmelikleri yapıları daha da emniyetli bir hale getirmektedir. Unutmamak gerekir ki betonarme yapıların ülkemizde sadece yüz yıllık bir geçmişi vardır.Depreme dayanıklı yapı deyince birkaç husus aklımıza gelir: 1. Zemin etüdü ve ıslahı, 2. Projelendirme, 3. Uygun malzeme seçimi, 4. İşçilik, 5. Denetim. Bunların hepsinin içinde insan faktörü olduğu eğitim ve liyakatin önemi açıktır.
Bu satırları yazdığım esnada, 30 Ekim İzmir Depreminden 91 saat sonra, Ayda Bebek enkazın altından çıkarılıyordu. Annesinin dizinin dibindeymiş. Ne yazık ki annesi Ayda Bebek kadar şanslı değildi. Demek istediğim depremde betonarme bir bina çöktüğünde içinde yaşayanların hayatta kalabilmesi tamamen şans eseri. Yaşam üçgeni gibi öyle algılar yaratılıyor ki, sanki enkazdan her sağ çıkan deprem esnasında oturmuş kendi yaşam üçgenini oluşturmuş. Oturduğunuz binaya güveniyorsanız ne ala, paniğe gerek yok, hareketli eşyadan kendinizi koruyun, hatta onları daha önceden sabitleyin yeter. Ama binanın kolon ve kirişlerinin çatlamaya başlayıp üzerinize yığıldığı, hangi kirişin başınıza çarpıp hangi kolona sıkışacağınızı, hangi döşemenin altında kalacağınızı bilmediğiniz, korkunun tavan yaptığı birkaç saniyede hiç kimsenin deprem esnasında yapılacak şeyleri düşüneceğini sanmıyorum. Dün kurtarma ekibinden bir hanımefendi herkesin yanından ayırmamasını önerdiği deprem çantasında bulunması gerekenleri sıralıyordu. Birçok şeyin yanı sıra, devam etti, diş fırçası, diş macunu, kalem, kağıt. Nedir bunlar ya, enkazın altında büzülüp kalmışsın, günlük mü tutacaksın vaktini geçirmek için.
Depreme ne kadar hazırlıklıyız? Bu da yine algı yaratan bir soru! Deprem bölgesindeyiz, deprem olacak ve kaçınılmaz bir şekilde, takdir-i ilahi gereği binalar yıkılacak ve alt yapı tesisleri zarar görecek, hayatını kaybedenler olacak. Eğer yeterince hazırlıklıysak yaralıları enkazdan çıkarırız, hasar gören binalarda yaşayan insanlara çadır kentler kurarız ve gıda yardımı yapabiliriz. Hazırlıktan kasıt bu değil mi? Ya da bu anlaşılıyor değil mi?. Başta trafik ve haberleşme sorunu olmak üzere depremden sonra yapılması gereken işlerde eksiklerimiz olduğunu biliyoruz. Fakat depreme ilişkin esas sorulması gereken soru "Depremde can ve mal kayıplarının önüne nasıl geçebiliriz?" olmalıdır.
Her ne kadar alakasız görünse de bu işin çözümü de yine "Adalet" in sağlanmasından geçer. Bayraklı Belediyesi, ben üzerime düşen görevi yaptım, yıkılan binalara çürük raporu verdim, gerisi bakanlığın işi, diyor. Bakanlık ise evet, bizim görevimiz ama bize yapılan resmi bir başvuru yok diyor. Binaların zemin raporları var mı? Var ise uygun olmayan zemin ıslah edilmiş mi? Raporu kim imzalamış? Kim böyle bir zemine ıslah edilmeksizin sekiz kat vermiş? Kullanılan yapı malzemeleri standartları sağlıyor mu? Projesi doğru mu? Doğruysa sahaya doğru aktarıldı mı? Projeyi onaylayan, inşaat ruhsatını veren, inşaatı denetleyen kimler? Yani bu soruların ardı arkası kesilmez, kesilmemelidir. Soruları daha da genele yayarak, bu bölgenin imara açılması zemin ve şehirleşme planı açısından doğru bir karar mı? Yeni imar sahaları açarak yeni rantlar yaratmak sonucunda kimler haksız kazanç sağlamıştır?
Bu işin siyasetini yapmıyorum. Ayırt etmeden bütün siyasi partilerin kurduğu hükümetler, görev aldıkları belediyelerin hepsi suçlu ve sorumludur. Madem durum böyle neden onlara oy verdin diye vatandaşın sorguya çekilmesi anlamsızdır. Çünkü adaletin olmadığı bir toplumda böylesine hayati sorunlara çözüm getirecek bir siyasi parti alternatifinden bahsedilmez. O değil de bir başka parti yönetimde olsa yine aynı sorumsuzluk ve aymazlığın devam edeceğini biliyorum.
Türkiye'de parası olan herkes diş hekimi, doktor, mühendis, avukat olamaz ama müteahhit olmak manav olmaktan kolaydır. Memleketin anasına küfreden ve aslen kamyon şoförlüğünden gelen Laz müteahhitlerin yanında bu işin eğitimini almış mühendislerin şansı pek yoktur ülkemizde. Depreme hazırlıklı olmak, etkili yasaları çıkararak yapılaşmayı gerekli kurallara bağlamak ve bunlara uymayan sorumluları en sert şekilde cezalandıran bağımsız yargı mensuplarına sahip olmak demektir. Her önemli sorunda olduğu gibi ülkeyi pislikten temizleyecek ve gelişmemizi sağlayacak yegane organ bağımsız yargıdır. Bağımsız yargının olmadığı bir ülkede kazasız belasız yaşanan her gün birer şanstır. Elbette yargının da kirlendiği bir ülke, tuzun koktuğu bir durumdur. Yine de vatanını ve milletini seven yargı mensuplarının halkın desteğini alarak doğal afetlerde yapı emniyeti ve diğer konularda, hiç kimseden korkmadan İtalya'dakine benzer bir temiz eller operasyon yapmasını büyük bir özlemle bekliyorum. Aksi takdirde ufukta değişebilecek bir şey görmüyorum maalesef. Bu durum da benim takdir-i ilahim olmaya aday.