Kitabın Adı: Benim Adım Kırmızı
Yazar: Orhan Pamuk
Sayfa Sayısı: 472
Yayınevi: İletişim Yayınları
Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un sıra dışı bir romanı "Benim Adım Kırmızı". Yazar uzun bir dönemi kapsayan araştırmanın ürünü olan eserinden "en renkli ve en iyimser romanım" diye bahsediyor. Toplam 59 bölümden oluşan romanın her birinde genellikle karakterler bazen de ölüm, köpek, at, şeytan, ağaç, para gibi figürler anlatıcı olarak olayların akışına girmekte. Roman, Sultan III. Murat döneminin İstanbul'unda, 1591 yılının karlı bir kış gününde işlenen bir nakkaş cinayeti ve bu olayın ardından yaşananları konu ediyor. Bununla birlikte kitap tam bir polisiye havasını vermekten uzak. Esasen İslamiyet'in yasakladığı resim ve heykel sanatı nedeniyle hattatlığa, nakkaşlığa ve minyatüre yönelen sanatkârların mükemmel eserler üreten batılı ressamlardan etkilenmesi sonucunda içine düştükleri durum ve birbirleri arasındaki husumet romanın ana eksenini oluşturuyor. Nakkaşlar arasındaki görüş farkları o kadar keskin bir hale dönüşüyor ki, sonunda bu durum, tarikatların da köpürtmesiyle çocukluk yıllarından beri bir arada yaşayan ve birbirlerini kardeş gören insanların canına mal oluyor.
Konunun derinliğine inemeyen okura sıkıcı gelebilecek bu eser betimlemeleriyle, sağlam cümle yapısı ve kurgusuyla övgüyü hak eden gerçek edebi bir eser. "My Name is Red" adıyla Erdağ M. Göknar tarafından İngilizceye çevrilen romanın aslından da daha güzel olduğu söyleniyor. Belki de bu yüzden 2003 yılındaki dünyanın en yüksek para ödüllü yarışmasında (IMPAC) Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülünü kazanan esere layık görülen 100.000 Euro para ödülünün % 25'i çevirmene verilmiş. Böylesine ün kazanmış, üstelik yazarı Nobel Edebiyat ödüllü bir eserde bazı yazım hataları bulmak mümkün. Ancak böyle bir yazara toz kondurmak gelmiyor insanın içinden. Böyle bir durumla karşılaşınca yazarı suçlamak yerine onu anlayamamış olmanın ezikliğini hissediyor insan. Pamuk eserinde sanki bunu önceden tahmin etmişçesine olası eleştirilere kapıyı kapatmış, eserinin bir yerinde "kusur üslûbun anasıdır" diyerek cevap vermiş dikkatli okurlarına.
Romanın göze çarpan diğer bir özelliği de yazarın karakterlerine verdiği isimler. Romanın en renkli karakterlerinden birisi olan Şekure, kocasını dört yıl önce askere göndermiş iki çocuk sahibi genç bir kadın. Şekure, aynı zamanda yazar Orhan Pamuk'un annesinin ismi. Şekure'nin romanda geçen iki oğlundan küçüğünün adı Orhan, büyüğünün adı ise Şevket. Orhan Pamuk'un ağabeyinin adı da Şevket. Bu yüzden romanda Şekure'nin ağzından dökülen son cümleler oldukça ilginç bir hal almakta.
"... (Orhan) Her zaman asabi, huysuz ve mutsuzdur ve sevmediklerine haksızlık etmekten hiç korkmaz. Bu yüzden Kara'yı (Şekure'nin kuzeni) olduğundan şaşkın, hayatlarımızı olduğundan zor, Şevket'i kötü ve beni (Şekure) olduğumdan güzel ve edepsiz anlatmışsa sakın inanmayın Orhan'a. Çünkü hikayesi güzel olsun da inanalım diye kıvırmayacağı yalan yoktur."
Romanda adı geçen dört nakkaşın doğu hat ve minyatür sanatı üzerine sürekli kendini tekrarlayan detaylı değerlendirmelerini biraz sıkıcı bulsam da romanı sevdiğimi söyleyebilirim. Bazı bölümlerin sürükleyici ve eğlenceli olmasının yanı sıra kitabın içinde yer alan pek çok konu düşünmeye sevk ediyor insanı. Her bölümde sadece kahramanların konuşması ve yazara anlatıcı olarak iş düşmemesi yazarın kendisine ayrı bir özgürlük kazandırmış. Belki bu yüzden bazı edepsiz konuşmaları çekinmeden nakletme imkanı bulmuş yazar. Sadece bu da değil. Bu özgürlük bazen ölüleri bazen de şeytanı dile getirmek suretiyle hayal dünyasını aktarma konusunda kendisine sınır tanımamış yazar. En sevdiğim bölümlerden biri olan "Ben, Şeytan" dan bir alıntı.
"... Bu konuda son bir şey daha söylemek istiyorum, ama sözüm kafası kendini gösterme hevesleri, şehvet ve para düşkünlüğü ve abuk sabuk tutkuları yüzünden her zaman bulanık olan insanlara değil! Sınırsız aklıyla beni yüce Allah anlar ancak: Meleklerini insana secde ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? Şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor, kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar. Herkes, senin en sadık kulların bile, Frenk üstatlarının tarzında resmedilmek istiyor. Bu kendine hayranlığın sonucu, yakında seni unutmaları olacak. Bunu kendimi bilir gibi biliyorum. Üstelik seni unutmalarının bütün suçunu yine bana atacaklar."
Burada Şeytan, kafası bulanık insanları bırakıp Allah'a sitem ediyor.
Roman dönemin sosyal yaşamına ve tarihsel olaylara da ışık tutmakta. Saray ve saraya hizmet eden sanat çevresinde oğlancılığın son derece yaygın olduğuna şahit oluyoruz. Doğu ve batı arasındaki felsefe farkı eserin başından sonuna kadar bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmekte. Bugün hâlâ gündemden düşmeyen iki farklı anlayış üslup ve göz temeline dayandırılıyor. Akıl gözü ve kalp gözü, gerçek ve mana üzerine tarafsız yorumlara yer verilen eserde Frenk üstatların resim sanatı Osmanlı nakkaşları tarafından inanç temelinde yerilirken Padişahın talebi üzerine hazırlanan kitabın süslemelerinde ister istemez Batılı sanatçıların etkileri kendini gösteriyor. Şark sanatkarları resimde bütün detayların gösterilmesini Allah'a şirk koşmak olarak görürlerken işi öylesine aşırılığa götürüyorlar ki, gözlerini sorguç iğnesiyle kör edip Allah'ın gözüyle gördüklerini nakşetmeyi ustalığın zirvesi olduğuna inanıyorlar. Bir kaç çizgiden, basit bir ağaç ya da at resminden inanılmaz manalar çıkarıyor zamane nakkaşları. Oysa eleştirdikleri batılı ressamlar gözleriyle gördüklerini en ince ayrıntısına kadar kağıda dökmekte ve sanatlarını zirveye taşımakta o dönemde. Nakkaşlığın yani Osmanlı dönemindeki ressamlığın bugünün muhalif gazeteciliği kadar zor bir meslek olduğu aşikar.
Orhan Pamuk'un romanı, Benim Adım Kırmızı'yı okuduktan sonra yazara olan hayranlığımın bir kat daha arttığını söyleyebilirim.