Kitabın Adı: 1984Yazar: George ORWELL
Sayfa Sayısı: 462
Yayınevi: Can Yayınları (Özel Baskı)
Çeviren: Celâl Üster
Türü: Roman (Distopya)
Uzun yıllar önce okuduğum, unutulmaz romanlardan biriydi 1984. Can Yayınlarının bu özel baskısını oğlum, eşimin doğum günü münasebetiyle kendisine hediye etmişti. Siyah kutusu, kaliteli kağıdı ve özel tasarımıyla oldukça cezbedici görünüyordu. Bazı kitaplar yirmi yıl arayla yeniden okunmalı. Yirmi yılda gerek kişisel gelişimimiz, gerekse değişen dünya şartları aynı kitap üzerinde üzerimizde farklı etkiler bırakabiliyor. Orwell'in 1984'ünü ilk okuduğumda komünizm ideolojisini ve bunun yol açacağı ürpertici sonuçların neler olabileceğini düşünmüştüm. O günden bu yana ayrıntılar kaybolsa da ana fikir olarak hafızamda kalan Big Brother karakteri ve toplumun yoğun bir korku iklimi içinde insan olma özelliklerini kaybetmesiydi.
1984 romanını ikinci kez okuduktan sonra olayların günümüz toplumuyla pek çok noktada benzeştiğini gördüm ve bu durum beni tamamen farklı açılardan değerlendirmeye itti. Big Brother, hakim güç, her şeyi bilen, her hareketimizi gözetleyen ve kuralların dışına çıktığımızda bizi cezalandıran muazzam bir otorite! Kural derken yazılı bir metin söz konusu değil, zamanın koşullarına göre değişebilen, buna göre geçmişe dair bütün kayıtları istenen şekle sokabilen bir sistem. Big Brother, bir zamanların Stalin'i, Hitler'i, Mussolini'si, günümüz Türkiye'sinde karşılığı aşikâr!
Kurgu roman muazzam bir öngörüyle dünyaya hükmeden üç büyük güçten bahsediyor. Amerika ve Büyük Britanya'yı içine alan Okyanusya, Avrupa ve Kuzey Asya topraklarına sahip Avrasya ve Güney Asya ülkelerinden müteşekkil Doğu Asya. Bugünün üç aşağı beş yukarı, süper güçleri olan ABD, Rusya ve Çin ile benzeşmesi yazarın inanılmaz bir öngörüsü. Olaylar Okyanusya'nın bir eyaleti konumundaki Büyük Britanya'da geçiyor. Roman kahramanı Winston Smith, sisteme aykırı davranışlarından ötürü içinde türlü işkencelerin de yer aldığı bir dizi işlemden geçiriliyor. Peki nedir suçu, Winston'un? Düşünmek! Hatta daha da ileri giderek sistem tarafından asla müsaade edilmeyen bir davranışta bulunuyor ve bir kadına aşık oluyor. Toplumda herkesin birbirinden kuşkulandığı bir ortamda gizli kapaklı yürütülmeye çalışan aşk hikayesi romana değişik bir hava katıyor.
Romanda en çok ilgimi çeken hususlardan biri de dile verdiği önem. Big Brother ülkesinde devrimden önce bütün geçmiş silinmeye çalışılıyor. Dil düşüncenin temeli olarak görüldüğü için eski söylem olarak adlandırılan konuşma dili hafızalardan silinip yeni söylem adıyla bambaşka bir dil üretilmeye çalışılıyor. Roman kahramanı Winston Gerçek Bakanlığında çalışıyor. Görevi Big Brother tarafından alınan kararları ve geçmişte söylediklerine tenakuz oluşturacak her türlü söylemi dikkate alarak geçmiş tarihli gazete, kitap ve dergi gibi yazılı dokümanları değiştirmek suretiyle tutarlığı sağlamak. Sözgelimi önceki yıl büyüme oranı % 15 olarak ifade edildiği halde bu oran % 5 gibi gerçekleştiğinde, hemen geçmişte yazıya dökülen bu beyanatlar bulunup % 15 oranı % 3 ile yer değiştirilmekte ve ülkenin büyüme oranının tahminlerin üzerinde gerçekleştiği ilân edilmekte. Yeni söylemde Gerçek Bakanlığı eski söylemin Sahtekarlık Bakanlığı yerine geçse de bu durum insanların kafasının içine gayet doğal, sıradan bir şekilde sokuluyor. Benzer olarak nefreti körükleyen Sevgi Bakanlığı, Savaşı körükleyen Barış Bakanlığı gibi bakanlıklar sistemin önemli araçları.
Big Brother'ın ülkesinde üç sınıf mevcut. Birincisi iç parti görevlileri ki bunlar Big Brother'a en yakın ve diğer kesimlere göre daha üst seviyede bir yaşam sürebiliyor. Diğer bir grup ise dış parti görevlileri. Bakanlıklarda çalışan bu memurlar kendilerinden istenen görevleri sorgusuz sualsiz yerine getirmekle sorumlu. Düşünce aşamasında olsa bile sisteme karşı herhangi bir davranışları buharlaşmalarına neden olabiliyor. Buharlaşma, o kişinin gelmiş geçmiş tüm bilgilerinin yok edilerek öyle birinin hiç yaşamadığı anlamına gelmekte. Ve sonuncu sınıf proletarya, yani sıradan halk kesimi. Bu grup insanlar dış parti görevlilerine göre biraz daha fazla hakka sahip. Örneğin dış parti görevlileri karşı cinsten biriyle ilişki kuramadığı halde proleter kesimde buna müsaade edilmekte. Bu durum, onlara verilen önemden değil zararsız görülmelerinden kaynaklanıyor.
Elbette bütün bu düzenin kollayıcısı Düşünce Polisi. Big Brother iç ve dış mekanlarda yer alan birçok tele-ekran sayesinde insanları gözetliyor. Tele-ekran sadece izlemekle kalmıyor, insanların heyecanlanmaları, kızarmaları gibi farklı davranışlarını değerlendirip sonuca gidebiliyor. Bu bakımdan büyük bir korku iklimi söz konusu. Buna rağmen aşk galip geliyor ve komşu bir birimde çalışan Julia'ya ilk görüşte aşık oluyor kahramanımız. Aşık olmakla kalmayıp sistem hakkında eleştirel düşünceler de üretiyor. Bir süre gizli olarak bazen kırsal alanlarda bazen de halk kesimindeki bir antikacı dükkanında beraber olan çift, beklendiği gibi sonunda yakayı ele veriyor. Önceden Big Brother'ın yanında yer alırken ondan ayrıldıktan sonra sözde onun kurduğu sisteme karşı çıkan Goldstein adında başka bir güç var. Winston bu güce hizmet ettiğine inandığı üst düzey bir parti yetkilisiyle sisteme açıkça baş kaldırmaya yöneliyor. Fakat ne var ki bu kişi Big Brother'ın casusu çıkıyor.
Bundan sonra üç aşamalı işkence süreci başlıyor. Winston ağır işkenceye maruz kaldıktan sonra istenilen kıvama getiriliyor. Öyle ki, iki artı ikinin beş olduğuna dahi ikna ediliyor ama Julia'yı kaybetmeyi yine de göze alamıyor. Aşkın gücü! Son aşama 101 numaralı oda. Burada korku devreye giriyor. Winston çocukluğundan gelen sıçan korkusuyla yüzleştiriliyor ve aklı başından gidiyor. Bu aşamada artık gözünde Julia da yok oluyor. Julia'ya istediğinizi yapın, isterseniz öldürün onu ama beni bu ortamdan çıkarın diye yalvarıyor. Korku aşkın, sonunu getiriyor bu aşamada.
Düşünce polisinin ülkemizde farklı formlarda karşımıza çıktığını görmek mümkün. Düşüncenin dile getirilmesi sebebiyle sansür uygulamaları, hapis cezaları, açılan binlerce dava ve süregelen algı operasyonları bende 1984 kurgusal romanında büyük bir paralellik çağrıştırıyor. Eğitim sisteminde siyasi müdahaleler yine teokratik bir baskının sonucu. Celal Üster'in mükemmel çevirisinde yaşadığımız ülke şartlarına ilişkin daha pek çok benzerlik bulabilirsiniz. Ayrıca kitabın sonunda iki ek bulunmakta. Birincisi yeni dilin içeriğini açıklayan "Yeni Söylem Kuralları" diğeri ise çevirmenin kitap hakkındaki değerlendirmeleri.
Kitabı bitirdiğimde etkisinden kurtulamadım uzunca bir süre. Hızımı alamayıp 1956 yılında vizyona giren ve romanla aynı adı taşıyan filmi izledim. Kitaptaki detayların hepsini barındırmasa da filmi beğendiğimi söyleyebilirim. Fakat aynı yazarın diğer bir kitabından uyarlanan Hayvan Çiftliği filminden aynı zevki almadım.