Yazar: Paul LAFARGUE
Sayfa Sayısı: 53
Yayınevi: Can Yayınları
Çeviren: Ebru Erbaş
Kısa Klasikler serisinin birbiri ardına okuduğum son kitabı olan "Tembellik Hakkı" sadece içeriğiyle değil yazarı Paul Lafargue bakımından da hayli ilginç. 1842 yılında Küba'da doğan yazar, melez bir ailenin çocuğu. Dokuz yaşında ailesiyle Fransa'ya göçüp Tıp öğrenimi görüyor. Üniversite yıllarında kralcı hükümete karşı gençlik hareketlerine katılan Lafargue, fabrikalarda günde on yedi saate kadar çıkarılan çalışma saatlerine isyan ederken 1865 yılında tanıştığı Marx, yakışıklı, zeki, enerjik ve sportif bulduğu bu genci kaçırmadı ve en sevdiği kızı Laura ile evlenmesine izin veriyor. Yazarın Laura'dan üç çocuğu oluyor ne var ki hepsini kaybediyor. Esasen Lafargue'ın yaşam öyküsünü anlatamaya sayfalar yetmez. Ölümü de oldukça çarpıcı. 26 Kasım 1911'de onu, eşi Laura ile birlikte bir koltukta kucak kucağa can vermiş olarak buluyorlar. Deri altına siyanür enjekte ederek hayatlarına kıyma nedenini bıraktıkları mektupta şöyle açıklamışlar:
"Bedence ve ruhça sapasağlam iken, yaşama zevk ve sevinçlerimizi birer birer elimizden alan, beden ve kafa güçlerimizi koparıp götüren acımasız yaşlılık, enerjimizi felce uğratıp istemimizi söndürmeden ve bizi gerek kendimize, gerek başkalarına yük olacak duruma düşürmeden canımıza kıyıyoruz."
Kitaba gelince; açıkçası önce mizahi bir anlatım bekledim. Zira tembelliğe övgü kimin aklına gelir ki! Oysa yazarın kitabında tembellikten kasıt, "armut piş ağzıma düş" bir hayat değil. Onun tembellik dediği insanın kendine ayırması gereken zaman, olsa olsa en çok boş vakit. Lafargue, sosyalist düşünceye sahip bir yazar. Düşüncelerine ne kadar hak vermiş olsam da pratikte insanın doğası, onun hayalini kurduğu düzene engel. Son derece mantıklı açıklamaları doyurucu ve insanın ufkunu açıyor. Tarihsel açıdan, çalışmayı dini, kültürel ve siyasi açılardan yüceltenlere baş kaldırırken teknoloji geliştikçe, fabrikalar arttıkça çalışan ücretli kesimin köleleştiğini savunuyor. Sözgelimi elle dakikada beş ilmik atılabilen dokumacılık sektöründe makinelerle aynı süre içinde otuz bin ilmik atılmasına rağmen insanın daha uzun sürelerde çalışmaya zorlandığını belirtiyor. Üretimin artması sorunu çözmediği gibi yoksul kesimi tüketime özendirerek sınıflar arasındaki gelir farkının her geçen gün büyüdüğünü gözler önüne seriyor.
Su değirmenlerinin icat edilmesi üzerine öğütme işini yapan kadın kölelerin rahata ereceklerini düşünen Antik Yunan şairinin (Antipater of Sidon) yanılgısına dikkat çekiyor yazar. M.Ö ikinci yüz yılda dünyanın yedi harikasını ilk kez ortaya koyan şairin sevinci şöyle yazıya dökülmüş:
"Siz ey değirmende çalışan kadınlar! Değirmen taşını döndüren kolu bırakın, rahat rahat uyuyun! Horoz, varsın günün ışığını boş yere haber versin size! Demeter, (Yunan mitolojisinde tarımın, bereketin, mevsimlerin ve anne sevgisinin tanrıçası) kölelerin işini perilere yükledi. İşte, onlar şimdi güle oynaya çarkın üstünde sıçrayıp duruyorlar. Ve işte sallanan mil, ışıltılarla dönüyor, ağır taşı çevire çevire. Babalarınızın yaşamını sürdürelim. Tanrıçanın sizlere verdiği boş zamanın tadını çıkaralım."
Muhteşem bir İspanyol Atasözü şöyle der: Çalışmak, insanın değerli vaktini boşa harcamasıdır.
Belçikalı yazar Raoul Vaneigem, Lafargue'ın felsefesini gayet güzel özetlemiş:
"Çalışın, çalışın işçiler, toplumsal serveti ve kendi yoksulluğunuzu arttırmak için çalışın. Çalışın ki, daha da yoksullaşarak daha çok çalışmak ve yoksullaşmak için bir takım nedenleriniz olsun. Kapitalist üretimin acımasız yasası budur işte. Makine geliştikçe ve insan çalışmasını durmadan artan bir hız ve kesinlikle yendikçe, işçi, dinlenme süresini aynı oranda uzatacak yerde, makineyle yarışırcasına çabasını iki kat arttırıyor. Hem kapitalist hem de Sovyet ekonomilerinin dayattığı koşullar altında her üretkenlik çağrısı, bir kölelik çağrısıdır."
Paul Lafargue, birçok sanatçı ve bilim adamının boş zamanlarında faydalı işler çıkardığını belirterek Fransa'da çalışma süresinin günde üç saat olması gerektiğini savunuyor kitabında. Bu süre gözümüze mübalağalı gelse de, uygar ülkelerin çalışma saatlerini ve çalışma günlerini kısaltma yoluna giderek yazarı haklı çıkardıkları bir gerçek. Fazla çalışmanın ve makineleşmenin sonucunda üretimin ihtiyacın üzerine çıkması, israfın çoğalmasının yanı sıra tüketimin özendirilmesi insanın sermaye sahiplerinin köleleri haline geldiği fikrine katılıyorum. Yıllarca işkolik seviyesinde yaptığım çalışmalarla kurulu sistemin değirmenine su taşıdığımın farkındayım ancak bunu engelleyebilecek bir fikir gelmiyor aklıma. Güzel, kısa ve okunması kolay bir kitap.