KATEGORİLER

18 Ekim 2021 Pazartesi

TEMBELLİK HAKKI - PAUL LAFARGUE

Kitabın Adı: Tembellik Hakkı

Yazar: Paul LAFARGUE

Sayfa Sayısı: 53

Yayınevi: Can Yayınları

Çeviren: Ebru Erbaş

Türü: Deneme

Kısa Klasikler serisinin birbiri ardına okuduğum son kitabı olan "Tembellik Hakkı" sadece içeriğiyle değil yazarı Paul Lafargue bakımından da hayli ilginç. 1842 yılında Küba'da doğan yazar, melez bir ailenin çocuğu. Dokuz yaşında ailesiyle Fransa'ya göçüp Tıp öğrenimi görüyor. Üniversite yıllarında kralcı hükümete karşı gençlik hareketlerine katılan Lafargue, fabrikalarda günde on yedi saate kadar çıkarılan çalışma saatlerine isyan ederken 1865 yılında tanıştığı Marx, yakışıklı, zeki, enerjik ve sportif bulduğu bu genci kaçırmadı ve en sevdiği kızı Laura ile evlenmesine izin veriyor. Yazarın Laura'dan üç çocuğu oluyor ne var ki hepsini kaybediyor. Esasen Lafargue'ın yaşam öyküsünü anlatamaya sayfalar yetmez. Ölümü de oldukça çarpıcı. 26 Kasım 1911'de onu, eşi Laura ile birlikte bir koltukta kucak kucağa can vermiş olarak buluyorlar. Deri altına siyanür enjekte ederek hayatlarına kıyma nedenini bıraktıkları mektupta şöyle açıklamışlar:  

"Bedence ve ruhça sapasağlam iken, yaşama zevk ve sevinçlerimizi birer birer elimizden alan, beden ve kafa güçlerimizi koparıp götüren acımasız yaşlılık, enerjimizi felce uğratıp istemimizi söndürmeden ve bizi gerek kendimize, gerek başkalarına yük olacak duruma düşürmeden canımıza kıyıyoruz."

Kitaba gelince; açıkçası önce mizahi bir anlatım bekledim. Zira tembelliğe övgü kimin aklına gelir ki! Oysa yazarın kitabında tembellikten kasıt, "armut piş ağzıma düş" bir hayat değil. Onun tembellik dediği insanın kendine ayırması gereken zaman, olsa olsa en çok boş vakit. Lafargue, sosyalist düşünceye sahip bir yazar. Düşüncelerine ne kadar hak vermiş olsam da pratikte insanın doğası, onun hayalini kurduğu düzene engel. Son derece mantıklı açıklamaları doyurucu ve insanın ufkunu açıyor. Tarihsel açıdan, çalışmayı dini, kültürel ve siyasi açılardan yüceltenlere baş kaldırırken teknoloji geliştikçe, fabrikalar arttıkça çalışan ücretli kesimin köleleştiğini savunuyor. Sözgelimi elle dakikada beş ilmik atılabilen dokumacılık sektöründe makinelerle aynı süre içinde otuz bin ilmik atılmasına rağmen insanın daha uzun sürelerde çalışmaya zorlandığını belirtiyor. Üretimin artması sorunu çözmediği gibi yoksul kesimi tüketime özendirerek sınıflar arasındaki gelir farkının her geçen gün büyüdüğünü gözler önüne seriyor.

Su değirmenlerinin icat edilmesi üzerine öğütme işini yapan kadın kölelerin rahata ereceklerini düşünen Antik Yunan şairinin (Antipater of Sidon) yanılgısına dikkat çekiyor yazar. M.Ö ikinci yüz yılda dünyanın yedi harikasını ilk kez ortaya koyan şairin sevinci şöyle yazıya dökülmüş:

"Siz ey değirmende çalışan kadınlar! Değirmen taşını döndüren kolu bırakın, rahat rahat uyuyun! Horoz, varsın günün ışığını boş yere haber versin size! Demeter, (Yunan mitolojisinde tarımın, bereketin, mevsimlerin ve anne sevgisinin tanrıçası) kölelerin işini perilere yükledi. İşte, onlar şimdi güle oynaya çarkın üstünde sıçrayıp duruyorlar. Ve işte sallanan mil, ışıltılarla dönüyor, ağır taşı çevire çevire. Babalarınızın yaşamını sürdürelim. Tanrıçanın sizlere verdiği boş zamanın tadını çıkaralım."

Muhteşem bir İspanyol Atasözü şöyle der: Çalışmak, insanın değerli vaktini boşa harcamasıdır.  

Belçikalı yazar Raoul Vaneigem, Lafargue'ın felsefesini gayet güzel özetlemiş:

"Çalışın, çalışın işçiler, toplumsal serveti ve kendi yoksulluğunuzu arttırmak için çalışın. Çalışın ki, daha da yoksullaşarak daha çok çalışmak ve yoksullaşmak için bir takım nedenleriniz olsun. Kapitalist üretimin acımasız yasası budur işte. Makine geliştikçe ve insan çalışmasını durmadan artan bir hız ve kesinlikle yendikçe, işçi, dinlenme süresini aynı oranda uzatacak yerde, makineyle yarışırcasına çabasını iki kat arttırıyor. Hem kapitalist hem de Sovyet ekonomilerinin dayattığı koşullar altında her üretkenlik çağrısı, bir kölelik çağrısıdır.

Paul Lafargue, birçok sanatçı ve bilim adamının boş zamanlarında faydalı işler çıkardığını belirterek Fransa'da çalışma süresinin günde üç saat olması gerektiğini savunuyor kitabında. Bu süre gözümüze mübalağalı gelse de, uygar ülkelerin çalışma saatlerini ve çalışma günlerini kısaltma yoluna giderek yazarı haklı çıkardıkları bir gerçek. Fazla çalışmanın ve makineleşmenin sonucunda üretimin ihtiyacın üzerine çıkması, israfın çoğalmasının yanı sıra tüketimin özendirilmesi insanın sermaye sahiplerinin köleleri haline geldiği fikrine katılıyorum. Yıllarca işkolik seviyesinde yaptığım çalışmalarla kurulu sistemin değirmenine su taşıdığımın farkındayım ancak bunu engelleyebilecek bir fikir gelmiyor aklıma. Güzel, kısa ve okunması kolay bir kitap.

14 yorum:

  1. Çalışma koşulları gerçek anlamda hiç iyileşmedi. Bazı kazanımlar elde edilmiş gibi görünse de iş dünyası sıkıntı, stres ve baskıdan başka şey getirmiyor. Tüketimin özendirildiğine katılıyorum. Bir de kredi kartları çıktı, insanlar iyice borç batağına sürüklendi.
    Güzel bir tanıtım olmuş, teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bütün sektörlerde günlük çalışma saatlerinin altı saatle sınırlandırılması güzel bir fikir olabilir. İş kazalarında ciddi azalma başta olmak üzere sosyal yaşamda olumlu etkilerinin görüleceğini düşünüyorum. Ne var ki kapitalist sistemde bu olası değil. Altı saatten sonraki her çalışma tamamen emek sömürüsü. Ayrıca lüks tüketime sınırlama getirilmesi gerekir. Artık evine aldığın bir eşyanın özellikle kısaltılmış bir ömrü var. Eskiden hayat boyu kullandığın ev eşyaları en fazla on yıl dayanıyor. Moda çılgınlığından bahsetmek bile istemiyorum. Ben teşekkür ederim:)

      Sil
  2. eski kitap, çok severim :) sen de blogda iyi kullanıyon artık tembellik hakkını, kitaplar olmasa boş kalcak valla blogun :) son yazımdaki kitabı kaçırma, tam senlik, çok bilgilendirici :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın:)) Doğru söze ne denir. Hemen bakıyorum:)

      Sil
  3. Bertrand Russell'in de çok benzer bir kitabı var: tembelliğe övgü. Ben de onu çok severim ama öğütlerini de asla beceremem.. İkisini ardarda okuyayım bari bir defa daha.
    İskandinav ülkelerinden bazıları çalışmaya 4, haftasonuna 3 gün ayırmaya başladılar ve sistem çok iyi gidiyormuş, geçen Almanya'da da bu sistemi getirmek isteyen bir politikacının konuşmasına denk geldim. Aslında hakikaten mantıklı, çalışma zamanı insan gibi çalışalım, dinlenme zamanı da insan gibi dinlenelim ama öyle olmuyor işte insanlar sistemi sömürmeyi seviyor, işin yarısı çene yapmak, kahve makinası ya da fotokopi önü sohbetleri demek. Bu pandemi sürecinde ofis yerine evden çalışan bir çok arkadaşım "yahu evde canım çıkıyor, ofise gitsek de kurtulsam" dedi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O da Lafargue gibi düzgün adamlardan biri. Tembelliğe övgü kitabını okumadım henüz ama okumam lâzım benim de:)
      Çalışma saatlerini sınırlandırmanın her bakımdan olumlu sonuçları olacaktır. Bundan rahatsız olacak sadece sermaye sahipleri! Hak yiyor efendiler. Ne yazık ki sistemi kendilerine göre kurmuşlar, emekçi kesime söz hakkı da yok karar hakkı da.

      İş zamanında işten kaytaranlar ayrı dert. Özellikle devlet sektöründe daha yaygın. Denetleme, liyakat, ödül ve ceza sistemi olmadığı için devlete kapağı attıysan karada ölüm yok. Özel sektörde de var fakat devlet kurumlarına göre daha az.

      Sil
  4. Çalışmak insanın değerli vaktini boşa harcamasıdır. Çok güzel bir söz. Ben özellikle geç emekli olanlar için geçerli diye düşünüyorum. Genç sayılabilecek yaşta emekli olup hayatın tadını çıkartmak gerek. Çalışmanın yerine ne koyacağız o da muamma:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben eskiden yetmiş yaşından önce emekli olmam diyordum. Sonra şartlar bana genç yaşta emekli olma imkânı verdi. Çalışmanın yerine koyacağımız o kadar çok şey var ki, hangisini sayayım:)

      Sil
  5. Yaşamımızı idame ettirmek için çalışmamız gerek ama bazen çalışma koşulları o kadar zorlayıcı oluyor ki çoğu zaman idame ettirilecek bir yaşam kalmıyor çalışmaktan geriye. Yaşamamıza engel olmayacak, insani çalışma koşulları bulmak ve yaşayabilmek için yeterli maddi karşılık dengesini kurmak ve korumak çok zor. Yapılan her iş emek ve zaman istiyor. Enerjimizin tümünü tüketmeyen ve harcadığımız enerjinin karşılığını alabildiğimiz bir iş bulmak ciddi bir mücadele.

    Çocukluğumdan beri en büyük hayalim Çarşamba günlerinin de haftasonu gibi tatil ilan edilmesi. Bu yıl ilk kez ders programımda Çarşamba günlerim boş :) Yani 2 çalışıp 1 yat, 2 çalış 2 yat :D Oh mis gibi :) Motivasyonum o kadar yüksek oluyor ki anlatılmaz, yaşamak lazım :)))

    Bir ara Çarşamba dolu, Cumalar boştu yani tam Ceren'in dediği gibi 4 gün iş 3 gün tatildi. O şekilde çalışmak da çok dinlendirici gerçekten ama 3 gün okuldan uzak kalınca geri dönüp adapte olmak bir tık zor. Bence dünya genelinde Çarşambalar resmi tatil olmalı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çalışmanın, yani emeğin karşılığını alabiliyorsak ne âlâ. Ben çalışma hayatındaki bene çok kızıyorum. Üstelik kimse zorlamadan, sadece kendi isteğimle hayatımın en güzel yıllarını başkalarının refahı için harcadım. Bence hepsi kayıp yıllardı geçip giden. Ne için yaptım, bana çok ağır gelen herhangi bir lâf yememek ve ülkenin yaşam koşulları bunu zorladığı için. Erken denilebilecek yaşta emekli olarak geçmişteki kayıplarımı bir ölçüde gidermeye çalışıyorum. Özellikle ülkemizde insanca çalışma diye bir şey yok. Karakaya Barajı benim için istisna bir periyottu. İsviçrelilerle çalışıyordum. Müteahhit İtalyan şirketi mesai saatlerinde gerçekten sıkı çalışıyorlardı ama kendilerine ayıracak epey zamanları vardı ve emeklerinin karşılığını ziyadesiyle alıyorlardı. Yedikleri yemekten, kalacakları yere kadar her şey birinci sınıftı. Şantiyelerine papazlarını bile getirmişlerdi, o derece:)

      Öğretmenlik haftalık çalışma saati bakımından diğer meslek gruplarına göre bir miktar daha iyi sanırım. Fakat eşimden bilirim, günlük, haftalık, yıllık programlar, beş para etmez bir müfettişin teftiş stresi, derslere hazırlanmalar iyi bir öğretmenin çalışma saatlerini sadece okulda geçirdiği saatle sınırlandırmıyor. Belki biraz da bireysel bir durum, bilmiyorum. Şimdiki aklım olsaydı, çalışma konusunda o kadar istekli olur muydum acaba? Makine Mühendisi bir arkadaşım vardı. Zamanında işe gelir, gider ve kalan zamanlarında dilediğince gezer, kendine vakit ayırırdı. Herhangi bir konuda aksaklık olunca ve patrondan fırça yediğinde hiç umursamaz, unutur giderdi. Ben ise patrondan fırça yemeyi asla kabul edemezdim, o da bunu gayet iyi bilirdi. Hangisi doğru? Belki onun yaptığı daha doğruydu.

      Sil
  6. Kesinlikle edinilmesi gereken bir kitap gibi. En azından alıp okuyacağım. Yazarı da merak ettim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çalışmak kutsaldır diyerek beynimize işlenmiş olguyu tamamen aksi bir yönden ele alarak düşünmeye zorlayan ve pek çok bakımdan hak vermek durumunda kaldığımız fikirler içeren değerli bir kitap. Yazarı da ilginç bir karaktere sahip:)

      Sil
  7. Selamlar :) Bloğunuzla yeni tanıştım. Çok güzel bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık.
    Yazar ve eşi için üzüldüm ve bıraktıkları notu hayretle okudum. Kitabın tanıtımı da ilgimi çekti. Listeme ekliyorum :) Kendinize iyi bakın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldiniz diyelim o zaman:) Beğenmenize sevindim. Sadece parayla zenginleşmek doğru değil, burada bilgilerimizi paylaştıkça, yeni şeyler öğrendikçe zenginleşiyoruz. Teşekkür ederim:)

      Sil