KATEGORİLER

23 Ekim 2021 Cumartesi

AMOR FATI

Doğuştan itibaren alnımıza koyu harflerle yazıldığı ruhlarımıza işlenmiş, özgür irademizle değiştiremeyeceğimiz, her birimiz için özel olarak belirlenmiş bir yaşamı simgeleyen kader, ya da diğer bir deyişle yazgı, TDK'ya göre, genellikle kaçınılmaz kötü talih, alın yazısı, ezelî takdir, mukadderat, takdir-i ilahî sözcükleriyle tanımlanmaktadır. İslâm tarihinde kaderin belirleyicisi olarak birbirine zıt iki görüş bilinmektedir. Bunlardan ilki, Kaderilik, özgür iradeyi savunurken, insanın irade ve kudret sahibi, yükümlülüğü olan bir yaratık olduğunu ve insanların Allah'ın müdahalesi olmaksızın fiillerini bizzat kendi güç ve iradelerine bağlı olarak meydana getirdiğini savunur. Bunun tam aksi görüşe sahip Cebriyye mezhebi, kişinin kader ve fiilleri konusunda söz sahibi olmadığını, özgür irade diye bir şeyin olmadığını ve her türlü fiili yaratan ve yaptıranın Allah'ın bizzat kendisi olduğunu ileri sürer. 

İslâm Rönesans'ının fitilini ateşleyen, Kaderilik mezhebi kurucularından Ma'bed el-Cühenî, "La kader, el-umru Unufun" yani, kader diye bir şey yoktur, olaylar kendiliğinden meydana gelir diyerek kaderin ilâhî bir güç tarafından belirlendiği fikrine karşı gelen ilk kişi olarak tarihe geçmiştir. Emevîler döneminde Vali Haccac tarafından yapılan tüm eziyetlere sabırla göğüs gererek düşüncesinden geri adım atmayan Ma'bed el Cühenî, 702 yılında işkenceyle katledilmiştir. 

Her iki anlayışın arasında sıkışıp kalan ve modern dünyada da hayli kabul gören diğer bir görüş Latince eski bir deyim olan "Astra inclinant, sed non obligant." sözüne karşılık gelir. (Yıldızlar bizi eğer ama bağlayıcı değildir.) Bu söz, kaderin bize belli ölçüde rehberlik etmesine rağmen özgür iradenin var olduğunu, nihayetinde kendi eylemlerimizden sorumlu olduğumuzu anlatır.

Türkçede aynı anlama gelen kader, yazgı, alın yazısı gibi sözcüklerin İngilizcede iki farklı karşılığı bulunmakta. Hemen hemen bütün yabancı dillerde birbirleriyle karıştırılan iki sözcükten "Fate", önceden kesin olarak belirlenmiş gelecek bir yaşamın karşılığı iken, "Destiny" hayattaki seçimlerimize bağlı olarak değişen bir gelecek anlamına gelir. Diğer bir deyişle "Fate" bireyin aldığı her kararın onu mevcut senaryosuna götürdüğü şimdiki zamanla ilgiliyken, "Destiny", önceden bilinemeyen ve sadece bireyin alacağı kararlarla belirlenemeyen bir gelecek senaryosudur.

Yukarıdaki tanımlardan anlaşılacağı üzere bizim dini ve kültürel bağlarımız sebebiyle algıladığımız "kader" sözcüğünün İngilizce karşılığı "Fate" tir. Dilimizde "Destiny" sözcüğünün yerini tutacak bir sözcüğe henüz rastlamış değilim. Bu durum bizim gibi Şark toplumlarında gayet anlaşılabilir. Zira tüm beceriksizlik, ilgisizlik, dikkatsizlikleri sonucu karşılaşılan felâketlere "Takdir-i İlâhi" diyerek mağdur insanların ağızlarına bir parmak bal çalan yöneticiler için kadere sığınmak muhteşem bir kaçış yolu olmuş ve olmaya devam etmekte.

Bana göre kader; önceden kesin olarak bilinemeyen, özgür irademiz dışında meydana gelen ve kökleri geçmişe dayalı sonsuz sayıda tesadüfün bir araya gelip geleceğimizi belirleyen olaylar silsilesidir.

Bugüne kadar kaderimizin önceden belirlendiğine ya da belirlenmediğine dair felsefi ve teolojik alanda birçok görüş ileri sürüldü. Astrologlar, falcılar kader, kısmet, gelecek hakkında türlü ahkâmlar kestiler. Ben geleceğin bir güç tarafından kesin olarak belirlendiği ya da önceden bilindiği inancında değilim. Bilimsel tahminlerde bulunabilir, söz gelimi jeolojik yapısı itibarıyla falanca bölgede deprem bekleniyor diyebilirsiniz ancak depremin büyüklüğü, yeri ve zamanı hakkında asla kesin bir şey söylenemez, söylenemeyecektir. Çünkü deprem olayı suyun belli basınç altında 100 derecede kaynaması gibi sadece birkaç nedene bağlı bir özelliğe sahip değildir. Ayrıca bilim dahil her şey değişime açık olduğu için kesinlik özelliğine sahip değildir.

Kişisel gelişim uzmanları verdikleri saçma sapan telkinlerle insanların hayatlarını değiştirebilecekleri iddiasındalar. Onların yaptıkları tek şey insanların psikolojilerine etki edebilir ancak kaderleri üzerindeki etkisi ihmal edilebilecek kadar azdır. Özgür iradenin, kader üzerinde ön aldığı tek durum vardır; intihar etmek! Evet, insan özgür iradesini kullanarak istediği zaman kendi canına kıyabilir. Bunun dışında özgür iradeden bahsedilemez. Söz gelimi öğretmen olmak istediniz, şartlar buna elverdi, istediğiniz mesleğe kavuştunuz diyelim. Düşünün bakalım sizi öğretmen olmaya iten şey neydi. Örnek aldığınız ve hayranlığını kazanmış o öğretmen karşınıza çıkmasaydı, okuduğunuz bir kitap ya da bir yakınınızdan etkilemeseydiniz yine aynı mesleği tercih eder miydiniz? O öğretmenden ders almanız, o kitabı okumanız ya da yakınınız olan kişinin size yaptığı o konuşma, hepsi birer tesadüf değil mi? Ya onların uygun mekân ve zamanda karşınıza çıkması olasılığını bir düşünün. Ortaokula giderken sokağımızda, beyaz Peugeot'sundan inen beyaz takım elbiseli o yakışıklı mühendisi görmeseydim mühendis olmayı aklıma koyar mıydım? O beyefendinin orada olma olasılığı, benim ona hangi duygular içinde hayranlık beslemem, yıllar sonra atacağım adımları belirleyen nedenlerden sadece birkaçı değil mi? 

İnsanın kaderini ana rahmine düştüğü andan itibaren tüm geçmiş yaşamını kuşatan tesadüfler belirler. Yaşamın ta kendisi olan bu tesadüfler zinciri, bazen mutluluk, bazen de üzüntü, acı verir. Mutluluk, üzüntü ve acı geçici ve döngüseldir. İnsanın huzur bulması bu gerçeği kabul etmesiyle mümkündür. AMOR FATI, Friedrich Nietzsche'nin eserlerinde sıklıkla geçen, "Kaderini Sev" şeklinde dilimize çevrilen Latince bir deyim. Kaderini sev, belki bu başına geleceklerin en iyisidir. 

Devamlı bir arayış, bir hedef peşindeyiz. Hedefimize ulaşınca mutlu oluruz ama bu mutluluk çok kısa sürer. Daha büyük hedefler koyarız önümüze. Devamlı onlara ulaşmaya çalışırız. Bazen işler istediğimiz gibi gitmez. Hayal kırıklığına uğrar üzülürüz. Üzülmenin hiç bir anlamı yok, kim bilebilir ki bu durum bizi mutluluğa götürecek yeni bir kapı aralamasın. Yaptığımız şeyler, aldığımız kararlar özgür irademizden bağımsızdır. Bu nedenle, herhangi olumsuz bir durumla karşılaştığımızda kendimizi suçlamamıza bir neden olmadığı gibi istediğimize kavuşmamız halinde aşırı böbürlenmemiz de gerekmez. Bu ilk akla gelen şekliyle kaderimize razı olmak durumu asla değil. Zira kaderin bize nasıl bir senaryo çizdiğini kimse bilemez. Kaderimizle savaşacağımız yerde onunla iyi geçinelim, rakip değil dost olalım onunla. Mutlu bir yaşam için karşımıza çıkan fırsatları değerlendirmek, kaçırdıklarımıza ise hayrımıza olacağı ihtimalini dikkate alarak kafayı takmamak, acılarımızı, üzüntülerimizi yaşamın birer gerçeği olarak kabul etmek, bunların geçici olduğunu bilerek sabırla geçmesini beklemek ve sorunsuz yaşadığımız her anın tadını çıkarmak hayat felsefemiz olmalıdır. Unutmayın ki geçmiş ve gelecek bir hayal, anı yaşamak ise bir gerçek. Hayallere takılıp gerçeği gözden kaçırmayalım.  

52 yorum:

  1. Özgür irademizle karar veriyormuşuz gibi görünen anların arkasında aslında bilinçaltımıza ince ince, adeta oya gibi işlenmiş birçok olayın etkisi olduğunu ve istesek de o anda başka türlü karar veremeyeceğimizi, verdiğimiz her kararın aslında kaçınılmaz olduğunu söylüyorsunuz eğer yanlış anlamadıysam. Bu durumda kimse eylemlerinden sorumlu tutulamaz ve yaşamak önceden yazılmış bir oyunu sahnelemekten öteye geçemez gibi geldi bana. Yani bir katil çıkıp "Kader mahkumuyum, yaşadığım şeyler beni bu noktaya getirdi. Öldürmemek gibi karar verme yeteneğim yoktu o anda." dediğinde ona inanmak zorundayız. Fikrinizle kati olarak karşı çıkmıyorum ama tam olarak kabul edesim de gelmiyor. Ne olursa olsun karar verme yetimiz olduğuna inanmak istiyorum. Aksi takdirde bedenimize bağlı ipler yerine bilinçaltımıza bağlı görünmez manipülasyon zincirleri ile kontrol edilen kuklalar olduğumuzu kabul etmiş oluruz gibi sanki. Tam bilemedim. Biraz daha düşünelim mi birlikte?

    Ben yıllarca öğretmen olmayacağım dedim ve puanım yetmesine rağmen öğretmenlik bölümlerini yazmadım. Bir sürü farklı işte çalıştım mezun olduktan sonra. Hatta sizin mühendislik hayaliniz gibi ben de çocukluk hayalim olan editörlüğü bile yaptım. Ama denediğim işler hiç de sandığım gibi çıkmadı. Eşim öğretmen olarak atanmaya çalışırken deneme amaçlı girdiğim KPSS ile atandım. Bu durumda öğretmen olmanın benim kaçınılmaz kaderim olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Ama nedense içimden bir ses her ne kadar öyle görünmesi de kaçınılmaz olduğu için öğretmen olmadığımı söylüyor. Daha önceki tüm işlerimden 2 yıl içinde kendi isteğim ile istifa ettim, öğretmenlikten 5.yılım ve mutluyum. Kabul etmek istemesem de acaba gerçekten de kaçınılmaz olduğu için mi mutluyum? Yazınız benim için hayli düşündürücü oldu Mr. Kaplan :) Fikirler zihnimde münazara yapıyor şu an :))

    Katiller, tecavüzcüler, hırsızlar... Onları düşününce kaçınılmaz olduğunu kabul edebileceğimi sanmıyorum. Her zaman bir tercih mümkündür demek istiyorum. Hayat, bizi belli bir noktaya sürüklüyor - kader - ama yine de son noktada ne yapacağımız bizim tercihimiz demek istiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mrs Kedi; (1)
      Evet, Mrs. Kedi birkaç konu dışında doğru anlamışsınız:) Bu bakımdan hiç kimsenin sorumlu olmadığını düşünüyorum. Buna isterseniz bir oyun da diyebilirsiniz ancak bir farkla! Bu önceden senaryosu yazılmış bir oyun değil. Doğaçlama, interaktif bir oyun diyebiliriz belki. Fikirlerimi teolojik ya da materyalist perspektiften açıklama konusunda gidip geliyorum. Fakat her iki açıdan da değerlendirmeye çalışayım. Kader dediğimiz şey İbrahimi dinlerin çoğunda Tanrı tarafından önceden bilinen ve değişemez bir olgu. Yani katilin katil, hırsızın hırsız olduğu Tanrı tarafından önceden biliniyor. O zaman tam da ifade ettiğiniz gibi senaryosu bilinen bir oyuna dönüyor yaşam. Eğer katilin katil, hırsızın hırsız olacağını Tanrı önceden biliyor ise kulun özgür iradesinden bahsedilemez, dolayısıyla onların bu fiillerinden dolayı suçlanması adil değil. Eğer Tanrı insan öldürmeyi ya da hırsızlık yapmayı yanlış bir hareket olarak görüyor ve bunları engellemek yerine seyirci kalıyorsa o zaman ona hangi sıfatı yakıştırmamız gerekir, siz söyleyin. Geriye sadece Tanrı'nın adam öldürmeyi ve hırsızlık yapmayı yanlış bir davranış olarak görmediği ancak insan aklının bu hikmetin sırrına vakıf olamayacağı gibi bir durum kalıyor. Oysa Tanrı en azından kendi varlığını kabul edebilmesi için insana akıl ve düşünme yetisi verdiğini buyuruyor. O zaman bu Tanrı'nın bir çelişkisi olarak çıkıyor karşımıza.

      Materyalist açıdan baktığımızda her şeyin cevabını bulamıyoruz. Henüz bilemediğimiz, açıklayamadığımız pek çok kavram var. Bunun başında var olma nedenimiz geliyor. Fakat yine de olaylara rasyonel açıdan bakmak gibi bir zorunluluğumuz var. Yaşamımızın önceden belirlendiğine dair insanların inançları dışında bir bilgi, elimizde en ufak bir somut kanıt yok. Kimse beş dakika sonra ne olacağına dair kesin bir şey söyleyemez. Bununla birlikte tesadüflerin insanın yaşamını tamamen değiştirdiği/değiştireceği konusunda herkesin hemfikir olduğunu düşünüyorum. Tesadüf bahsini ve bunun önemini daha fazla açmaya gerek yok sanırım. Kelebek etkisi inandığım ve buna verilecek en güzel cevaptır.

      Burada sözcük sınırlaması nedeniyle sadece ilk paragrafınıza cevap verebileceğim muhtemelen. Sizi anlıyorum, bazen kabullenmek hayli zordur. Yıllarca beynimize kazınmış bilgileri bir anda söküp atmak kolay değil:) Her şeyi doğru bildiğim iddiasında değilim ve sizin gibi açık fikirli insanlarla bu konuları konuşmak, tartışmak bir yandan zihnime nefes aldırırken diğer yandan büyük bir haz veriyor bana. Siz bilinç altı diyorsunuz, ben bu sözcüğün yerine çevre diyorum. Çevre derken kendi benliğimiz dışında kalan herşeyi kastediyorum. Yani sadece dost, arkadaş değil, canlı cansız bütün varlıklar, doğa, evren, aklınıza gelen her şey çevre tanımı içinde. İnsanı şekillendiren, yaşamını biçimlendiren tek neden. Ve etkileriyle insanı kararsız, belirsiz, bilinemeyen sonuçlara eviren bazen mutlu bazen mutsuz olmasına sebep olan güç. Kaostan doğan denge! Çoğu zaman düşünürüm yaşadığımız evrende neden inanılması güç bir düzen var. Sanırım evrenin ilk oluşumunda patlamalar, çarpışmalar olmuş, kıyamet kopmuş adeta. Yıldızlar, gezegenler birbirine girmiş ve sonunda bir denge oluşmuş. Şimdi hepsi kendi yolunda milyarlarca yıldır ilerliyor.

      Gerçekten de sizin bilinçaltı benim çevre dediğim şeyin kuklası mıyız? Bence evet, biraz öyle ama yine yanlış bir anlamanın önüne geçeyim. Çünkü kukla deyince aklınıza kuklacı gelmesin. Bizim ne olacağımızı, ne yapacağımızı, nasıl bir yaşam süreceğini ve bunun gibi birçok şeyi doğuran sonsuz sayıda ipler, sonsuz sayıda çevre etkenlerine bağlı. Yani kuklacımız tek bir şahsiyet değil:)

      Sil
    2. Mrs. Kedi (2)
      Evet, nerede kalmıştık:) İkinci paragrafta söz ettiğiniz olaylar, tercihleriniz, önünüze çıkan fırsatlar, vaz geçmeleriniz hepsi birer tesadüf. Düşünün ki dakika farkla düşen uçağı kaçıran bir yolcunun kaderi nasıl değişiyor. Kaderin kaçınılmazlığına dair önyargıyı üzerimizden atmamız gerektiğine inanıyorum. Hayır, kaderimizi özgür irademiz belirliyor da demiyorum. Geçmişi de içine alan sonsuz bir ilişkiler ağı düşünün. Canlı ya da cansız kâinatta herkes birbirinin kaderini belirliyor. Mutluluğun yolu bu olguyu kabullenmekten geçer. Yazımın başlığı "Amor Fati" işte tam olarak bu. Bulunduğun yeri seversen hayatı seversin, mutlu olursun. Bir bakıma kendini sevmektir bu. Şükretmeyi insanlık adına utanç verici bulur, diğer insanlara kibirlilik tasladığımı düşünürüm. Fakat şu anda açlık ve sefalet içinde kavrulan bir ailenin içinde yer alabilirdik. Tesadüfler bizi bulunduğumuz yere değil de oraya savurabilirdi. Biliyoruz ki o yoksul ailenin bireyleri en kötü halde değiller, kötünün kötüsü her zaman mevcut. Bulunduğumuz yere kendi gayretimizle ulaşmadık. Bu sadece tesadüf ya da şans eseri oldu. Bizden daha iyi durumda olanlar var, daha kötü durumda olanlar olduğu gibi. O halde bize sunulan yaşamı kabul etmek ve onu sevmekten başka bir çıkar yolu yok. Hiçbir şey yapmadan kabullenmek değil bu. Karşımıza çıkan fırsatları değerlendireceğiz elbette. Sonuç iyi de olsa, kötü de olsa bu bizim yaşamımız, tek ve eşsiz. İnanın, ben bu düşünceyle dünyaya daha farklı bakıyor ve yaşamı anlamlandırmaya çalışıyorum. Bu fikirler bana sükûnet ve mutluluk veriyor. Aşırı hırsa kapılmanın insanı mutsuz edeceğini düşünüyorum. Yarının güzel olmasını diliyorum ama kötü olsa dahi bunun geçici olduğunu da biliyorum. Sevincin, mutluluğun da geçici, hemen yanıp sönen bir ferahlık olduğunun bilincindeyim. Hayatı çözdüğümü sanıyorum ama varoluşumuzu nedenini hâlâ anlamış değilim. Onca filozof, bilim adamının çözemediği bir şeyi benim kıt aklımla çözmem zaten mümkün değil. Sonuç itibarıyla bizim için bilinmez bir yaşam süresini bilinmez olaylar ve duygularla doldurup dönüşümün bir parçası olacağız:)

      Son cümlenizde itilâf halinde olduğumuz açık:)) Umarım tercihlerinizle şansınız uyum içinde olur.

      Sil
  2. Kavramları insanlar çok karıştırabiliyor. Kader kendi seçimlerimiz sonucu ilerleyeceğimiz bir yoldur bence ve gelecekte olacakları Allah biliyor zaten. A yolunu seçersek kader çizgimize o yol eklenir, b yolunu seçersek o yol eklenir. Ama sonuçta bir çizgi oluşacak.
    İnsanlar genelde kötü durumlar için kaderim böyle diyor, iyi bir şey olunca kaderim böyleymiş diyeni duymadım, ben çalıştım başardım oluyor o zaman. :) Burada başarıp başaramama önemli değil, durumlar karşısındaki eylemlerimiz, niyetimiz, sabrımız önemli. İnsanın başına her şey gelebilir ama herkes aynı duruşu sergileyemez, bu yüzden imtihan dünyasındayız bence.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kavramlar aynı olsa bile yorumlar farklı olabilir:) Bu yüzden binlerce görüş, din, mezhep ve tarikat çıkmış ortaya. Ben fikirlerini akıl süzgecinden geçiren ve sabit fikirli olmayıp gerçeği arayan kişilerle düşüncelerimi paylaşabilirim.

      Kader çizgimizde sonsuz sayıda yol olduğunu düşünüyorum. Genellikle önümüzde iki yol varmış gibi gelir bize. Biri iyi, diğeri kötü. Oysa tercih ettiğimiz yolun bizi nereye götüreceği sadece o tek yolun sonunda değildir. Önümüzde yollar devamlı çatallaşır, devamlı birini tercih eder, bazen bir süre diğer yoldan gidip geri döner ve diğerine gireriz. Sonuçta nereye varacağımız, bu bizim gerçekten istediğimiz yer midir bilinmez. İşte önümüze sonsuz sayıda yolları çıkaran kaynak çevre dediğim evreni oluşturan her şeydir. Burada yolumuzu kendimiz belirlediğimiz yanılgısında oluruz çoğu zaman. Ancak o yolları önümüze çıkaran ve bizim kararımızı etkileyen bizim dışımızda bir şeydir. Siz ona ne isim verirseniz verin ancak kaderimiz bizim dışımızda sonsuz sayıda şeyin tesadüf eseri birlikteliğiyle belirlenir. Kader yaşam boyu karşılaştığımız/karşılaşacağımız iyi ve kötü şeylerin tamamıdır.

      Sizin incitmeyi arzu etmediğim için inanç konusuna girmek istemezdim. Ancak seçimlerimizde hem özgür irademizi hem de Allah'ın yapmamızı istediği şeyleri bir arada düşünmek çelişkili geliyor bana. Çünkü sonuçta bizim seçimimiz Allah'ın seçimiyle (Allah biliyor zaten dediğiniz için) ters düşerse ne olur, buna cevap bulmak gerekir. Muhtemelen o zaman Allah'ın dediği olur diyeceksiniz. O zaman özgür irademiz özgürlüğünü yitirmez mi?

      Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu da düşünmüyorum. Öyle olsa her şeyden önce şartları eşitlemesi gerekirdi, sınavı düzenleyenin. Bu dünyanın adil bir sınav yeri olduğu fikrinde değilim çünkü, bu durumda Tanrı'nın adaletinden şüphe etmek zorunda kalırdım.

      Bütün bunlar aklım erdiğince konuya ilişkin görüşlerim. Umarım sizi üzmemişimdir:)

      Sil
    2. Üzülmedim merak etmeyin, herkes kendi düşüncesinden sorumludur. :)
      Üstte demek istediğim Allah biliyor ve bildiği için bizleri doğrudan cennet ya da cehenneme yollayacak olsaydı bu kez insanlar "ama biz bunu yaşamadık haksızlık diyebilirdi, sonu ne olsa da kendimiz yaşayıp görmek istiyoruz" diyebilirdi. Belki mantıklı gelmez size ama düşüncem bu. Mantık denen şey nedir ki diyorum, doğum ve ölümün kendisine bile akıl erdiremiyorken. :)

      Sil
    3. Sevindim:) O zaman Tanrı bazılarımızı günahkâr, bazılarımızı makbul kulları diye hangi sebeple ayırdı. Düşününce insan aklının yetmediği pek çok mevzuu var. Varoluşu çözebilsek gerisi çorap söküğü gibi gidecek ama mevcut bildiklerimizle birbirimizi ikna etmek hayli zor gözüküyor:)) Teşekkürler:)

      Sil
  3. Ben geleceğin bir güç tarafından kesin olarak belirlendiği ya da önceden bilindiği inancında değilim.

    Kişisel gelişim uzmanları verdikleri saçma sapan telkinlerle insanların hayatlarını değiştirebilecekleri iddiasındalar.

    Hayallere takılıp gerçeği gözden kaçırmayalım.

    Bu üç yanlış cümle dışında katılıyoruum sölediklerine :)



    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yapma Deep, geriye ne kaldı:)))) Ama beni şaşırtmadın:) Çünkü artık senin düşünce sistemini çözmüş durumdayım. Bakalım hangimiz cennete gidecek:)))

      Sil
    2. cehennemde türklere yıpranma payı indirimi var :)

      Sil
    3. bu söylediklerim kişisel düşüncelerim değil, tarafsız düşüncelerim, yani, iş, mesleki, profesyonel görüşlerim. yazma kuralları açısından sölüyorum bunları, bunların eğitimini aldığım için yani. burdaki düşüncelerin içeriği değil, söyleniş şekillerinden söz ediyorum. subjektif görüş değil, benim bir düşünce sistemim yok ki. görüşlerim benim değil, aldığım eğitimlerin :)

      Sil
    4. Kesinlikle Tanrı'nın adaleti bunu gerektirir:) Ama eğer varsa, ben kendimi cennete daha yakın görüyorum. En azından mış gibi hareket etmiyorum, neysem oyum. Bu durumum dikkate alınacaktır:)

      Kişisel görüşlerin olsa daha mı az değer veririm sanıyorsun? Her görüşü önemserim yeter ki beyinden çıksın:) Elbette blog ortamının rahatlığı var yazılarımda. Senin bir düşünce sistemin olmadığına katiyetle inanmıyorum. Ne kadar gizlesen de seni çözdüğümü düşünüyorum. Senin en büyük özelliğin düşüncelerini gizlemek. Aldığın onca eğitimden sonra benim düşünce sistemim yok demen hiç inandırıcı değil, please yani:))

      Sil
  4. Açıklama bulamadıklarımıza, kendi beceriksizliğimiz ya da çekincelerimiz nedeniyle başaramadıklarımıza, başımıza gelen olumsuz olaylara kader diyoruz. Ama iyi şeyler, başarılar hep nedense seçimlerimiz ve kendimiz sayesinde oluyor. Bu da tuhaf...
    Bu arada "anı yaşa" felsefesine inanılmaz karşıyım. Tam bu çağın insanına göre, anı yaşa kullan at, yenisiii anlamına geliyor çünkü. Yavaşla ve yaşadığını derinliğine vararak yaşa denmeli bence.. Anı yaşa dediğimiz gençler zaten geçmiş yaşandı bitti, e gelecek de muğlak, o zaman yaşasın şu andan aldığım haz diye bakıyorlar olaya. Kavramlar yine karışıyor... Maalesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, ilk cümlenize yürekten katılıyorum:) Bu insanın iki yüzlü bir tavrı, belki de kendini aldatmak için sığındığı bir yol.

      Dikkat ederseniz yazımda "Carpe Diem" felsefesinden hiç bahsetmedim. Anı yaşa biraz romantik ve irrasyonel bir görüş bence. Geçmiş ve geleceğin bir hayal, yaşadığımız anın ise gerçek olduğundan bahsettim. Her anımızın haz duyacağımız şekilde geçmediği aşikâr. Bu bakımdan eğer yaşadığımız an içinde bizi rahatsız eden, üzen ya da acı çektiren bir sebep yoksa keyfini çıkarmaya bakalım. Yok, sağlığımız bozulduysa ya da canımızı yakacak, bizi üzecek bir olayla karşılaşmışsak sabırla bu sıkıntılı anı atlatmaya bakalım. Bilinmelidir ki ne acı ne haz süresiz değildir. Her ikisi yaşam boyu bizimle birlikte. Maalesef, yaşam denilen şey bundan ibaret:)

      Sil
    2. Az daha fazlası var diye umuyorum :)

      Sil
    3. Benim hiç umudum kalmadı:))

      Sil
  5. heey bak şimdi bu yazınla ilgili olarak şöyle, üstte belirttiğim üç cümle, burası blogun olduğu için tabisi istediğin gibi iddialı, sert ifadeler kullanabilirsin :) bu yazını, blog dışında, bir dergiye, gazeteye göndercek olsan, bu cümleleri böyle yazamazsın. veya kitap yazmayı düşünüyorsaan, yine bu şekilde yazılmaz, senin bu yazım, deneme, makale, düşünce gibi türlere girebilir diyebiliriz, bu tür yazılarda, blog dışında yayınlayacaksan, bu cümlelerin başına, bana göre, filan demen lazım, ya da ifadeleri yumuşatman lazım, örnekse bir bilimsel dergiye bu yazıyı göndersen geri çevrilir. bu dediklerim yazma ile ilgili, sonuçta, işadamlarına, akademisyenlere ingilizce writing dersleri veriyorum, bu üstteki yazın senin, blogun olduğu için yani kendi günlüğüne yazıyor gibi olduğun için, gündelik dil olmuş, sert ifadeler olsa da sorun değil, eğlenceli oluyor böyle tabii blogda :) başka yerde yayınlatman durumunda değişmesi lazım tabii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Deep, bu kadar çok kuraldan çok kuralcı olmana şaşırıyorum her seferinde. Yanlışlıkla değil bilerek "kral" değil "kural" yazdım. Eğer Mr. Kaplan yazısını inatla "deneme" ya da "makale" olarak resmi mercilere tescil ettirmeyi amaçlamıyorsa - ki edilmesi de muhtemel - ya da "Yazdıklarım %100 bilimsel gerçeklerdir" diye bir iddiada bulunmuyorsa istediği gibi yazıp istediği şekliyle yayınlatabilir. Ancak şöyle şeyler olabilir yayınlatmak istediği dergi, gazete vb. sahibi tam ters düşüncelere sahipse adam keyfi olarak yayınlamak istemez ama hali hazırda zaten Mr. Kaplan'ın da böyle bir amacı varmış gibi gelmedi bana :) Yani bence hangi koşullar altında olursa olsun yazdığımız şeyleri değiştirmemiz, kurallara uygun hâle getirmemiz gerekeceği fikrine karşıyım. Sonuçta yazdıklarımızla sınava tabi tutulup belli kriterlere uyup uymadığımıza göre puan almıyoruz hayattan :D

      Yaşasın istediğimiz gibi yazma özgürlüğümüz!

      Sil
    2. tabii ki blogda öyle, ama kaplan diary, kitap yazmak istiyor, yayınlatmak istiyor, kendisi hep sölüyor, düşünmek yazmak konusunda gelişmek istediğini, bu söylediklerimiz de ona faydalı olur, kurgu yazma konusunda bilemem de kaplan diary, kurgu dışı yazmaya eğilimli zaten ve bu tür yazı yazmanın da, eğer blog dışında yayınlatmak isteyebilirsek, gerçekten de kuralları var, yani ona faydalı olur. elbette özgürüz, kendi blogumuzda, blog dışında ise yazılarımızın okunabilir olması için, anlaşılabilir olması için düşüncelerimizi yansıtabilmenin yolları var işte, yoksa yayınlanmaz, yayınlansa da kaliteli dergide filan yayınlanmaz :) yanii, bir yazıyı sevmemiz başka şey, o yazının iyi olması başka şey :) kolayı sevmeden zorlanmak, gelişmek her zaman iyidir, kaplan diary miz bunları anlar ki yaa, herkese de gidip dicek değilim ben de zaten :) amacım faydalı olmaaak :)

      Sil
    3. Tabi ki anlar Mr. Kaplan :) zaten eleştirilmeye açık olduğunu her zaman yazıyor kendisi de :) Ben de burnumu sokmak için söylemedim zaten, sadece şaşkınlığımı dile getirdim. Biliyorsun edebiyat bölümünde okudum ben de üniversite de, tabi ki kurallar var, her yazın türünün çerçevesi var. Ama tüm bunları tamamen reddedenler de var ve aralarında eserleri baş yapıt olarak nştelendirilenler de var. Tabi ki hak ettikleri değeri alana dek çok reddedilmişlerdir, beğenmeyenler, kuralsız diyenler olmuştur. Demem o ki kurallara uymak önemli olduğu kadar kuralları görmezden gelmek de önemli bence :) Faydalı olmak istediğinden şüphem yok, ben de kendi fikrimi araya sıkıştırıvereyim dedim sadece. Yoksa Mr. Kaplan yerine cevap vermek gibi bir hadsizlik yapmak istemem zaten :)

      Sil
    4. Önce sana cevap vereyim sevgili Deep:)
      İfadelerimin sert olduğunu düşünmüyorum Deep. Yukarıda belirttiğim üzere blogumda yazmanın rahatlığı var, o ayrı. Ancak kıvırtmak, görüşlerimi sulandırmak, benimle aynı düşünmeyen insanlar için gerçek bildiklerimi saklamak gibi bir niyetim olamaz. Sözlerimde kimseye bir hakaret veya ağır gelecek bir sözcük olduğunu sanmıyorum. Yalnız şuna bir açıklık getirmemde fayda görüyorum. Eğer Tanrı ve inanç konusunu tartışmak bazılarınca saygısızlık olarak algılanıyorsa bu benim sorunum değil. O zaman onlar dini kitaplarda yazılan menkıbeleri okumaya devam etsinler.

      Yazım bir deneme. Kendi fikirlerimi savunduğum bir düşünce yazısı. Bana göre ya da bence dediğim hassas noktalarda bu sözcükleri kullanıyorum. Ancak belirttiğim görüşlerin tamamı bana ait olduğuna göre sözünü ettiğim sözcükleri kullanma zorunluluğum da otomatikman ortadan kalkması gerek. Yazımda belirtilen görüşler benim doğrularım, başkası katılmayabilir ya da doğru bulmayabilir. Önemli olan, düşüncelerimin tartışılabilir olması. Yoksa "Allah birdir, ondan başka Tanrı yoktur." desem ateistler dışında kimse bu tartışmaya girmez:) Bu dönemde birçok filozof tanıdım. Hepsi birbirinin fikrini çürütmeye çalışırken kendi doğrularını ortaya koyuyorlar. Hiçbir de bence, bana göre demiyorlar. Tamam, tamam ben henüz filozof değilim:))

      Bilimsel dergiye bu yazıyı gönderirsem geri çevrilir diyorsun. Öncelikle eğer öyle bir niyetim varsa yazdıklarımı bir kez daha gözden geçiririm. Eğer herhangi bir nedenle geri çevrilirse de benim değil onlarım kaybettiğini düşünürüm:)

      Elbette bir kitap ya da dergide yazmak, makale yayınlatmak bazı kuralları gerektirir. Bir kere fazla zülfiyare dokunmayacaksın. Sonra hem yayınevinin hem de senin başın belaya girer:) Uzun yıllar resmi yazışmalar yaptım, hassas noktaları bilirim, özellikle bürokraside:) İşte bu yüzden ben blogta yazmayı seviyorum. Burada düşüncelerimi paylaştığım birkaç dosttan zarar gelmez, kafa dinç yani:))

      Sil
    5. Sevgili Mrs. Kedi;
      Deep'e kızma:)) Ben eleştirilmeyi seviyorum, Deep de bunu çok iyi biliyor. Eleştiri serbest, eğer eleştiriyi haksız bulursam her zaman söylemekten kaçınmam. Zaten Deep çok hassas, kimseyi kırmamak için büyük özen gösteren biri. Hacı ile hoca, kafir ile münafık oluyor yeri geldiğinde. Ben de onun bu yönünü eleştiriyorum meselâ. Biliyorum ki o da beni yanlış anlamayacaktır:)

      Deep'in dediği gibi kitap yazmak isterim. Ne var ki bunun zamanı gelip gelmediğinden emin değilim. Öyle güzel kitaplar karşıma çıkıyor ki, yahu ben kitap yazmak benim neyime diyorum. Sonra elime başka bir kitap geçiyor. Vay canına, bu adam/kadın da kitap yazabiliyorsa, bana araba yolu diyorum. Yani anlayacağınız, yazma yazmama konusu gidip geliyor kafamda. Şimdilik blogta yazmak iyi. Daha kendimi geliştirmem lâzım:) Ayrıca blogta yazdıklarım kitap yazacağım zaman illa ki bir kez daha gözden geçirilecek. Deep'le anlaşamadığımız diğer bir husus, benim görüşlerimi sert bir şekilde ifade ettiğim. Ben bu konuda ona pek hak vermedim. Elbette yukarıdaki yazılarımın basım yeri Diyanet olmayacaktır:)

      Evet burada biz, birkaç blog dostu bir araya gelmişken özgürlüğümüzün tadını çıkarmaya bakalım:) Yoksa medyatik olur, haksız nice eleştirilere muhatap oluruz:)

      Sil
    6. Sevgili Deep'e kısacık bir ilâve;
      Deep kitap yazmaya karar verirsem yukarıdaki yazımda gözüne çarpan yanlışlıklar nedir, söyleyebilirsen sevinirim. Sana göre sert yazdığımı söylemen dışında. Ayrıca kurgu yazmakta zorlandığım doğru. Bu da hâyâl eksikliğinden kaynaklanıyor. Allah bana biraz hâyâl gücü sana da biraz rasyonellik versin, amin:)))

      Sil
    7. Sevgili Mrs. Kedi, kısa bir cevap olacak, korkutmayayım:))
      Deep'e yaptığınız yoruma ilişkin değerlendirmenize katılıyorum. Ancak, yazdığım bir blog yazısı, fazla abartmaya gerek yok. Ayrıca sevgili Deep'ten yazımın net bir şekilde nasıl olması gerektiğini ve hatalarımın ne olduğunu söylemesini samimiyetle rica ettim. Bu tür geri dönüşler beni sınırsız mutlu edecektir:) Teşekkürler:)

      Sil
    8. Sevgili Mr. Kaplan, Deep'e kızmak ne haddime :)) Ben de onun gibi fikirsel düzeyde onun kuralcı tavsiyelerini eleştirmek istedim ve ondan yazdım. Yoksa dedim ya herkes istediğini ifade etmekte, eleştirmekte ve tavsiye sunmakta özgür. Benim de zaman zaman genç ve tezcanlı blogger arkadaşlara tavsiyelerim oluyor. Mesela geçenlerde Kafa Dergi (Mert) beni acayip kızdırdı. Her bloga gidip aynı yazıyı copy-paste yapıyor. Anlıyorum, kitabı çıktı, çok heyecanlı, okunmak istiyor ama yöntemi yanlış.

      Mert'in kitabını okuyacağım varsa da artık okumayacağım maalesef. Çünkü sadece "beni görün, kitabım çıktı, alın okuyun" diyor. İnsan önce altına yorum bıraktığı yazıyı okumalı, yazıyla ilgili 1-2 şey söyledikten sonra yine yap kendi kitabının duyurusunu/reklamını. O öyle yapmayınca ben de dayanamayıp gidip içimden gelenleri onun bloguna yazdım ve benim blogumda tüm bencilliği ile kendi reklamını yapmamasını söyledim. "Sen benim 3 satırlık yazımı dahi zahmet edip okumazken ben ne diye senin koskocaman kitabını okuyayım ki?" dedim. Uyarı ve tavsiye vermenin de bazı incelikleri var ama bazen insan atlayabiliyor o detayları :D

      Sil
    9. Kızmayın derken, espriydi elbette:) Yoksa hem Deep hem de siz ilham aldığım insanlarsınız. Saygı çerçevesinde yapılan eleştiri en çok istediğim şey. Benim de bugüne kadar kırıldığım bir arkadaş oldu hatırlarsınız. Kelime Oyunu etkinliğini sırf bu yüzden bırakmama neden oldu. Kelime oyununda bir eser ortaya çıkıyor, deneme, makale, şiir gibi türler. Bu tür yazıların eleştirilmesinin yazarına verdiği katkı muhteşem olur diye düşündüm. Yazılan bir esere ilişkin sıradan bir övgü almak yerine kıyasıya eleştirilmeyi tercih ederim.

      Mert konusunda size hak veriyorum. Şık olmuyor elbette ama gençliğin verdiği bir heyecan işte. Çok hırslı bir genç, onun bu hırsıyla bir yerlere geleceğini düşünüyorum ama fazla hırsın ona zarar getirmesinden de korkuyorum ayrıca. Ben bana yapılan "güzel bir post" ya da "bloguma beklerim" türünden yorumları siliyorum artık. Fakat geçenlerde bir gencin yaptığı kısa yorumun üzerine bloguna bakınca inanamadım. Son yazısında uyuşturucuyu bırakalı on gün oldu diye yazıyordu. Gittim ben de bir yorum yazdım, destek mahiyetine.

      Sil
    10. Anladım zaten Mr. Kaplan espri olduğunu :) Ben de yazımı okuyup yorum bırakan herkesin bloguna mutlaka göz atıyorum. Yorum bırakıyorum, hatta bir çoğunu da okuma listeme ekliyorum bloglarını sevince ve düzenli okuyucusu oluyorum. Ama işte gelip yazıyı hiç okumadan direk "bloguma beklerim" minvalinde bir şey yazdıkları zaman çok gıcık oluyorum. Demese zaten gideceğim ama öyle dediği zaman algıladığım buram buram egoistlik, narsistlik beni rahatsız ediyor. Bir de her blogda aynı copy paste yorumu görünce çileden çıkıyorum. Aslında gereksiz, takılmamak lazım :)

      Sil
    11. :) Bu aralar ben maalesef tembellik ediyor, takip ettiğim ve okuma listeme düşen bloglara ait son derece değerli yazılara yeterince vakit ayıramıyorum. Bazen yaptığım blog ziyaretlerinde kaçırdığım üç beş yazıyı peş peşe okuyup yorum yazdığım oluyor. Mrs. Kedi, sizin bazı blog sahiplerine karşı takındığınız haklı tavrın farkındayım:) Neyse ki canımızı sıkan sayıda değiller. Umarım blog dünyası bu seviyeyi korumasını bilir:)

      Sil
  6. "Kaderini Sev" güzel motto :)

    Kader karmaşık ve gizemli bir konu.Bilinmezliğı çok.Bu böyledir diye net tarif sunmak da mümkün değil gibi.En doğrusunu sahibi bilir :)

    O kadar çok şeyin etkisi ve tesiri altındayız ki özgür irade kavramının neresindeyiz bilemiyorum.Misal sevdiğimiz renk irademizin ürünü mü sahiden şüpheli:) Tüm bu şüpheye rağmen eylemlerimizden sorumlu olduğumuz konusunda şaşmaz bir inancım var.Aksi bir düşünce yaşam denilen şeyin anlamını yitirmesi demek bana göre.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de:)

      Kesinlikle size katılıyorum, burada yazdıklarım sadece şahsi fikirlerim. Doğrusu nedir? Doğru nedir? Kime göre, neye göre? Her sözcük tartışmaya açık:)

      O zaman Kaderiyye görüşüne yakın bir duruşunuz var. Buna ilişkin Mutezile mezhebi inanç dünyasında bana en yakın gelen kabulleri içeriyor. İslâm dünyasında refahın en üst düzeye çıktığı ve adaletin hüküm sürdüğü tek dönem Mutezile mezhebinin yönettiği dönem. Bu konuda çok önce yazdığım bir yazı var. Sizin de buna ilişkin bilgi sahibi olduğunuzu düşünüyorum.
      https://kaplandiary.blogspot.com/2018/06/mutezile.html#comment-form

      Sil
  7. Yine agnostik bir düşünceyle kaderin var olup olmadığını bilemeyeceğimiz düşüncesindeyim :D Ama sanırım birazcık daha Ma'bed el-Cühenî'nin düşüncesine yatkınım.

    www.kayipfisilti.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Agnostisizm aslına bakarsanız son derece makul bir felsefi görüş. Benim bu görüşe ısınamamamın sebebi fikren arada kalmaya yatkın olmayan karakterim:) Sözün özü, siyah ve beyaz dışında gri bölgede kalmak bana göre değil. Tanrı'ya bakış açım bu şekilde. Kaderden siz ne anlıyorsunuz? Kader geleceğimiz, gelecekte iyi ya da kötü karşılaşacağımız şeylerin tümü. Eğer bu tanıma itirazınız yoksa kaderin var ya da yok olması söz konusu olamaz değil mi? Yani kader vardır. Bilemediğimiz onun önceden bilinip bilinemeyeceği. Kaderimiz üzerinde Tanrısal bir gücün, özgür irademizin ya da her ikisinin ne derece etkili olduğu.

      Ma'bed el-Cühenî teolojide büyük bir devrim, onun önünde saygıyla eğiliyorum:)

      Sil
    2. Öncelikle agnostiğe bakış açınızın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu bir arada kalış, karar verememe gibi bir düşünce yapısı değil. Sadece insanoğlunun bu tarz şeyleri bilemeyeceğini öne sürüyor. Yani var da olabilir yok da olabilir diye sürekli yineleyip duran benim. Agnostisizm var olup olmama değil aynı zamanda belki de var olup olmanın, öyle ya da böyle olmanın dışında başka seçeneklerin de var olacağını düşünür. Yani arada kalmadan ziyade ne kadar düşünürsek düşünelim bu konular hakkında söylediğimiz her şeyin yanlış olabileceği görüşünde. Yani arada kalan benim çünkü agnostik olsam da her zaman bir düşünceye kafam daha da yatıyor. Mesela agnostik olmasam ne olurdum? Muhtemelen ateist gibi.

      Kaderi kader yapan kader kelimesinin var oluşu :D Yani kader kelimesi bence siz "gelecek" kelimesi ile karıştırıyorsunuz. Gelecek'tir gelecekte olacak tüm iyi ve kötü şeylerin tümü. Mesela siz şöyle tanımlamışsınız:

      "Bana göre kader; önceden kesin olarak bilinemeyen, özgür irademiz dışında meydana gelen ve kökleri geçmişe dayalı sonsuz sayıda tesadüfün bir araya gelip geleceğimizi belirleyen olaylar silsilesidir."

      Yani siz yine bir şeylerin sonuç olarak geleceğimizi etkilediğine inanıyorsunuz. Ben buna inanmıyorum. Bu da kaderin olamayacağını göstermez mi?

      Sil
    3. Düzeltme yapayım. Bir şeyler geleceği etkileyebilir. Mesela benim kontrolüm dışındaki her şey beni etkileyebilir. Mesela Türkiye'nin durumu. Hepimizin geleceğini etkiliyor tabi. Ama ben bunu "kader" kelimesine uygun olarak görmüyorum. Belki bu sizin kader kelimesine verdiğiniz anlamdan dolayı. Normalde kader cnnturk sitesinde tanımı yapıldığı gibi:

      "Tüm olayların daha önce ve değişmeyecek şekilde düzenlediğine inanılmış olan ezeli takdiri ifade eder. Alın yazısı, yazgı ya da mukadderat şeklinde de anılır" tanımına daha uygun düşer. Bence sizin verdiğiniz tanım "gelecek" kelimesine daha uygun.

      Sil
    4. Agnostisizm de budur işte. Siz mesela kader hakkında böyle bir sonuca ulaşmışsınız bense bunun tam tersi bir düşüncedeyim. Size göre doğru benim için yanlış. O zaman nasıl birbirimize kesin bir kanıt sunacağız? Sunamayacağız. Büyük bir bilinmezlik olarak kalacak. İşte agnostisizm de budur.

      Sil
    5. Ya da "gelecek" kelimesinden ziyade (çünkü önceden, çok önceden başlayan, bizi etkilemeye devam eden ve gelecekte de etkileyecek şeyler silsilesi demişsiniz, var böyle şeyler) "tesadüfler silsilesi, tesadüf" kelimesi daha uygun düşer benim düşünceme göre.

      Sil
    6. Sanırım kendimi iyi ifade edemedim:) Agnostisizm konusunda birçok tanım ve ayrı farklı düşünce mevcut. Bu yüzden hangisi doğru, hangi bakış açısının yanlış ya da doğru olduğuna ilişkin bir tartışma anlamsız. Söz gelimi agnostik teist, yaratıcının varlığının bilinmesinin hiçbir yolunun olmadığını ama yaratıcının var olduğunu söyler ki bilmediğim bir varlığın olduğunu şahsen ben kabul edemem. Agnostik ateist ise, bir yaratıcının var olmadığına inanan ama yaratıcının yokluğunun kesin olarak bilinemeyeceğini savunur. Bir şeyin yok olduğunu göstermek için herhangi bir kanıt gerekmediğini düşünüyorum. Zayıf agnostisizm, herhangi bir yaratıcının varlığının ya da yokluğunun şu anda bilinmediğini ancak tümüyle bilinmez olmadığını savunur; bu nedenle kişi herhangi bir kanıt öne sürülene kadar bir yargıda bulunmaz. Bu benim düşünceme en çok yaklaşan görüş. Buna karşın herhangi bir konuda yargıda bulunamama, arafta kalma durumu bana yine de huzur vermiyor.

      Bir şeylerin geleceğimizi etkilediğini düşünüyor, bunların irademiz dışında ve öngörülemez olduğunu savunuyorum. Bir şeyler bizim dışımızdaki canlı, cansız her şey, doğa, evren ne aklınıza gelirse. Bazıları buna Tanrı diyor, panteizme yakın bir görüş. Siz kader yok derken doğuştan itibaren bizi kuşatan çevremizin geleceğimizi etkilemediğini dile getiriyor, geleceğinizde söz sahibi olan şeyin sadece özgür iradeniz olduğunu savunuyorsunuz ki bu fikre katılmıyorum:)

      İkinci yorumunuzda geleceğimizi sadece özgür irademizin şekillendirmediği fark ettiğinizi düşünüyorum. Ülkemizde ve İbrahimi dinlerin egemen olduğu toplumlarda kültürümüze işlemiş kader tanımını yanlış bulduğumu yazımda açıkça belirtmiş ve bunun İngilizce "fate" sözcüğüne karşılık geldiğini ifade etmiştim. Sizin diğer pek çok insan gibi kader olarak algıladığınız Cnn Türk sitesinde olsun TDK da ve diğer Türkçe sözlüklerde olsun hep aynı. Oysa benim kader anlayışım İngilizce "destiny" sözcüğünde yerini bulan kader, geleceğin önceden belirlenen bir senaryoya göre değil tamamen bilinmezliğin akışında önceden belirlenmemiş bir durum. Sizin tanımını verdiğiniz klasik kader anlayışını önüme koyarsanız, ben de öyle bir kader yok derim:)

      Üçüncü yorumunuza ilişkin düşüncem şudur. Birbirimizi ikna etmek zorunda değiliz. Her fikrin karşı bir fikri olabilir. Bu nedenle her fikir ayrılığını bilinmez kabul edip bunu agnostisizm olarak görmek kanımca zorlama olur.

      Son yorumunuza itirazım yok. Tesadüfler zinciri, ya da basitçe tesadüf bana göre kaderin ta kendisi:) Teşekkürler:)

      Sil
    7. Yoo ben sizi gayet iyi anladım. Ama sabah sabah yazdığım için yorumu asıl ben ifade edemedim ki bu yüzden birçok kez üzerine yorum ekledim :D Rahatsız edici bir düşünce olsa da gerçek bu. Hatta bence tek gerçek bu. Bilmiyoruz, bu yüzden ortaya birçok farklı düşünce çıkıyor. Kanıt sunmak zorunda olmadığımız gibi, kanıt sunacak bir şey de yok zaten ortada düşüncelerimizden başka, ona da kanıt denirse.

      Bizi kuşatan çevremiz kesinlikle etkiliyor bizi, geleceğimizi. Bunun tersini iddia etmiyorum. Ama bu da benim için tesadüften başka bir şey değil. Tesadüf benim için daha uygun diyelim.

      Sil
    8. Bu yazdıklarınız konusunda tamamen hemfikirim:) Teşekkürler:)

      Sil
  8. şimdi, deneme deyince üç büyük eser var, montaigne, voltaire, francis bacon'un denemeleri. bu üçü arasında bacon'ınki çok etkileyici, bu üç kitaptaki denemeler düşünsel. ülkemizde ise edebi deneme deyince salah birsel. şimdi, teknik, yapısal olarak bakınca bu üstteki yazı bir deneme olarak başlayıp bir makale olarak bitiyor. ilk paragraflar denemeye yakın, son paragraflar ise makale. şu yüzden. ilk paragraflarda kişisellik yok, yazan kişi kendini saklamış. bu çok önemli yazmak eyleminde. bir yazıda, bilimsel yazıda veya sanat yazısında, yazar kendini belli etmemeli. okurken bu yazının kişisellikten uzak olduğunu düşünmeli okur. sinemada da böyledir. yönetmen bir filmi kendisinin yaptığını belli etmemeli. bunun için kişisellikten çıkıp, hatta kişi, olay, durumdan soyutlanıp kavramlara bakmak gerekiyor. yazan kişi, somuttan soyuta geçmeli. soyut derken yani hayal filan demiyorum tabi. öyle ki, sanki kendi değil de bir ortak bilinç konuşuyor olmalı. yazıda kendisi olmayacak. yazan kişi yansıtıcıdır. kendi yoktur.

    şimdi bu yazının redaksiyonu gelse önüme;

    Dilimizde "Destiny" sözcüğünün yerini tutacak bir sözcüğe henüz rastlamış değilim (yerini tutacak bir sözcük bulunmamaktadır)

    Ben geleceğin bir güç tarafından kesin olarak belirlendiği ya da önceden bilindiği inancında değilim (yukarıda tarafsız bir şekilde konu anlatılırken yazar burada kendi düşüncesine geçti. bu düşünce çok öznel, su götürür, inancında değilim yerine, geleceğin bir güç tarafından kesin olarak belirlendiği ya da önceden bilindiği inancı tartışmaya açık bir konudur, denilebilir, yani kesin olarak bilinen bir gerçeklik değil, inancında değilim, burda günlük halk dili olmuş)

    Kişisel gelişim uzmanları verdikleri saçma sapan telkinlerle insanların hayatlarını değiştirebilecekleri iddiasındalar. ( bu da bir gerçeklik, kanıtlanmış bir veri değil, çok öznel, ayrıca bu cümlede bir saldırı da var, burda yazar yine gündelik halk diliyle yazmış, sohbette olur bu tabii, şöyle olsa tamam, kişisel gelişim uzmanları insanların hayatlarını değiştirebileceklerini söylüyorlar, belirtiyorlar, olabilirdi, ilk paragraflardaki tarafsız gerçeklerden sonra bu uygun durmuyor, bu cümle gerçekçi de değil, rasyonel de değil, bilimsel de değil, saçma sapan telkinler olduğunu nasıl kanıtlayacağız ki bu yazıda)

    Ortaokula giderken sokağımızda, beyaz Peugeot'sundan inen beyaz takım elbiseli o yakışıklı mühendisi görmeseydim mühendis olmayı aklıma koyar mıydım? O beyefendinin orada olma olasılığı, benim ona hangi duygular içinde hayranlık beslemem, yıllar sonra atacağım adımları belirleyen nedenlerden sadece birkaçı değil mi? (konu nerden nereye geldi, TDK, Kaderilik, Latince, kişisel olmayan bilgilerden güm diye öznelliğin içine girdi. bu noktada, yazı ilginçliğini, bilgilendiriciliğini kaybediyor, burda yazar bunu okura değil de kendine kanıtlıyor, kendi yaşamından örnekle bizi ikna etmeye çalışıyor, aslında kendini ikna ediyor)

    son paragrafta hiçbir sorun yok. yazar bize ben böyle düşünüyorum bak bana inanın dememiş.

    yine dediğim gibi, günlük veya blog başka, deneme başka, blog dışında yazmak başka, bu yazıdaki öznel sözcükleri ayıklayıp bir de öyle yaz bak sen kendi kendine, yani ben sözcüğünü kaldırıp bir dene yani. bir yazı kişisellikten ne kadar uzaklaşırsa o kadar iyi veya değerli oluyor, bir yazıda denemede hatta romanda öyküde okuyan kişi, yazarın kendinden uzaklaştığını, kendini ortaya koymadığını görünce, kendini değil de yazıyı öne çıkardığını görünce ilgiyle okuyor o metni. yazan kişi değil o metin iletişime geçiyor, yazanı unutuyoruz. yazanın başarısı oluyor bu.

    :)




    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Deep, ben yazımı yazarken deneme, makale ya da söyleşi yazayım diye yola çıkmadım. Yazdığın eleştirilerin tümünde sana hak veriyorum, hepsi çok değerli ve doğru bilgiler. Detaylı açıklamaların için teşekkür ederim. Bu çerçevede yazdığım yazı Maneme ya da Dekale türüne girmiş oluyor:)) Bak bu akımın öncüsü olabilirim:)))

      Sil
  9. Merlin dizisinde çok duyardım "destiny". Orada sürekli kaderden bahsederlerdi ve kaderinde kral olmak var derlerdi Arthur'a.
    Bende kadere pek takılmam. Sağdan yürüsen ayrı bir hayat soldan yürüsen ayrı bir hayat bekliyor seni. Bazen ise yaptığın ufacıl bir hamle tüm hayatını değiştirebiliyor. Ben seçimlerimize göre geleceğin şekillendiğini düşünüyorum. Sonsuz olasılık var çünkü.
    Bazı insanlar bağnazca kadere takıntılılar. Belki de başlarına gelen kötü olayları kader diye yorumlayarak kendilerini rahatlatıyorlar.
    Ama her şey seçimlerden ibaret.

    Güzel bir yazı olmuş, severek okudum. Emeğine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bahsettiğiniz diziyi izlemedim. "Kaderinde kral olmak var" sözünü söyleyenler, kaderin önceden belirlenmiş olduğuna inanıyorlarmış demek.

      Kaderin insanın yaşamını şekillendirdiği tartışmasız bir gerçek. Tartışılması gereken konu kaderi etkileyen şeyin ne olduğu ve önceden bilinip bilinemeyeceği. Anladığım kadarıyla siz özgür iradenin geleceğimizi şekillendirdiğini düşünüyorsunuz. Eğer durum böyleyse her istediğimize ulaşabilirdik, öyle değil mi? Fakat bu mümkün olmuyor. Seçimi biz yapsak bile önümüze hangi seçeneklerin konulacağı irademiz dışında sanırım.

      Teşekkür ederim, beyin fırtınasına katılmanıza sevindim:)

      Sil
  10. Yazının kendisi kadar altındaki yorumlar da değerliydi. Takıldığım birkaç hususa dilim döndüğünce yorum yazayım. Yazıya katkım olsun. :)

    Yazıda bahsettiğiniz iki dinî görüşün aksine üçüncü bir görüşü benimsiyorum ben. Allah'ın mutlak iradesi vardır. Ama bu, insanın elinden iradeyi tamamıyla almaz. Zaten insanın iradesi devreden çıkarsa imtihan sırrı kaybolur. İnsan yaptıklarından elbette sorumludur, çünkü ona akıl verilmiş. İyiye kullanırsan iyi, kötüye kullanırsan karşılığı kötü olacaktır. En basit şekliyle yaşadığımız hayatta bile öyle değil midir?

    Her şeyin bir yaratıcı tarafından biliniyor olması, insanın iradesinin elinden alındığı anlamına gelmez. Şöyle ki, yaratıcının ezelî ve ebedî ilmi vardır ve bu ilimle geçmiş ve gelecekte olan her şeyi bilir. Yani bir insanın kendi iradesine bağlı olarak yarın bir suç işleyeceğini bilir ve bunu onun kaderine yazar. İnsan benim kaderimde bu vardı onun için yaptım diyemez. Bizzat aklını kullanarak yapmıştır ve sonuçlarından sorumludur. Burası insanın iradesine dâhil olan kısmıdır.

    Bunun yanında insanın iradesinin dışında kader gerçekleşmez mi? Gerçekleşir tabi. Bunu zaten çevrenin etkisi diyerek yazının içinde belirtmişsiniz. Yani burada aslında başkalarının kaderini yaşarken bizim kaderimize dâhil olmaları söz konusudur. Kendi kaderine insanın müdahalesinin olmadığı durumlar için çocukların yaşadıklarını gösterebiliriz. Ailenin çizdiği bir yol vardır orada daha çok. Ama aile de çizmiş olsa bu, yaşananları çocuğun kaderi olmaktan çıkarmaz.

    Yukarıda anlatmaya çalıştığım sınırsız ilimle her şeyin bilinmesini akla uygun hâle getirmek için şöyle bir örnek verebilirim. Tam köşe başında bir dairede çalışıyorsunuz. Camdan dışarıya bakıyorsunuz. Sağ taraftan bir adam herhangi bir sebepten dolayı hızla koşuyor. Köşeye gelince sola dönecek ve koşmaya devam edecek. Sol taraftan da hızla bir araç geliyor. O da sağa dönüp yoluna devam edecek. Siz hem adamı hem arabayı görüyorsunuz. On saniye sonra adamla aracın çarpışacağı kesin. Bunu yukarıdan görüp bildiğiniz için diyorsunuz ki "Araba adama çarpacak." Şimdi soru şu: Siz araba adama çarpacak dediğiniz için mi çarptı, yoksa kaçınılmaz bir çarpışma mı söz konusuydu? Sanırım ikincisi. Kader sizin kurduğunuz cümledir. Ama sizin kurduğunuz cümlenin doğrudan kazaya müdahalesi yoktur. Allah'ın sınırsız ilmiyle yazdığı kader buna benzer. Yarın ne olacağını bildiği için önceden yazmıştır sadece. Yani biz yazılmış olanı yaşamayız, kendi seçimlerimizle yaptığımız ve yapacaklarımız kader olarak yazılmıştır. Umarım anlatabilmişimdir.

    Bir diğer husus, dünyanın adil olup olmadığı idi. Evet adil değil. Burada yaratıcının herkese adil bir pay verip vermediği sorgulanır genelde. En genel manada hayat en büyük nimettir ve herkese verilmiştir. Burada eşitlik var zaten. Ayrıntılar kısmına gelince mülk sahibi malında istediği gibi tasarrufta bulunuyor diyebilirim. Benim zengin, sizin fakir olmamız adaletsizlik gibi görünse bile değildir. Biz aslında eşitlik kavramına takılıyoruz. Her şey herkese niye eşit verilmemiş diye soruyoruz. Ortada taşınacak bir yük var. Biri çocuk, biri genç biri yaşlı üç kişi bunu taşıyacaksa bunun herkese eşit pay edilmesi asıl adaletsizlik olur. Herkese uygun olanı vermektir adalet.

    Ayrıca bu dünyanın bir imtihan dünyası olduğunu kabul ediyoruz (en azından ben öyle kabul ediyorum). Her şeyin sahibi olan yaratıcı istediğini istediği gibi sınayabilir mi? Evet. Bazısına verir imtihan eder, bazısına vermez imtihan eder. Ağzımıza aldığımız bir lokmada sadece ağzımıza alma kısmına kadar müdahale edebiliyor ve sonrasında hiçbir şekilde müdahale edemiyorken bize ne oluyor ki yaratıcının adaletini soruluyoruz? (Bu cümle birilerini yargılamak için kurulmuş değil. Yazının akışına öyle uygun düştü. Değiştirmedim.)

    (Tek yoruma sığdıramadım.)

    YanıtlaSil
  11. Bir de Deep'in yazıyla ilgili eleştirisine katılmadığımı söylemek istiyorum. Makale ile ilgili kısmında belki ama deneme kısmına gelince fazla kasmaya gerek yok bence. Günümüzde türler -hele ki deneme ve söyleşi- o kadar iç içe girmiş durumdayken cümlelerin kişisel olmasının hiçbir sakıncası yok. Bir önemli husus da ben niçin yazıyorum sorusuna verilecek cevaptır. Okuyucu beğenmeyecek diye üslup değiştirilmez. Bu, yazıya ihanet olur. İnsan sadece kitabım çok satsın diye yazıyorsa ona bir şey diyemem. Ama kitap çıkarmanın çok kolay olduğu günümüzde insanların satma kaygısı taşıdığını pek sanmıyorum. Eser sahibi olmak paha biçilemez bir haz. Bu hazzı tatmak için bile eser yayınlamak ister insanlar.

    Kötüden örnek vermek istemiyorum ama burada mecburum. Yukarıdaki yorumların birinde geçmişti, bugün ülkede kimler kitap çıkarıyor biliyorsunuz. İsim verip birileriyle adlî sıkıntı yaşamak istemem. Ya, iki cümle kuramayan insanlar kitap çıkardı bu ülkede. Bu insanların kitap çıkarmasından daha kötü olan ne biliyor musunuz? Çıkan bu saçmasapan kitapları okumak için bekleyen çılgın bir kitle var. Onun için üç beş yerini düzeltince çok güzel metinler çıkar bu bloglardan.

    Yazarken hep söylediğim temel felsefemi bir kez de burada tekrar etmiş olayım: Beğenmeyen okumasın!

    Yorumun başına koyacaktım ama en baştan büyüsü kaçmasın diye sona bıraktım. Ekleyeyim: Harika bir yazı. Bana da beklerim. 😂😂😂

    YanıtlaSil
  12. Öncelikle düzgün ve anlaşılır dilinizden dolayı sizi kutlarım. Ayrıca yazıma ve altındaki yorumlara değer verip okumanızdan ve yorum yazmanızdan ötürü teşekkür ederim.

    Fikirler tartışılabilir, doğru ya da yanlış olabilir, gerekirse düzeltilir. Bununla birlikte öne sürülen fikir, dayanağını tartışılmaz, mutlak bir güçten alıyorsa ve bu gücün akıldan üstün olduğuna inanılıyorsa karşıt fikirlerin kazanma şansı kalmaz. Neyse ki, bu ortam herkesin uygar bir şekilde fikirlerini özgürce ortaya koyabileceği ve birbirine karşı üstünlük taslamadan düşüncelerini dile getirebileceği bir platform. Karşı fikirlerimi size ve inandığınız değerlere saygısızlık olarak almayacağınıza inanıyorum. Hangimizin görüşleri doğruyu ve gerçeği yansıttığını ancak Allah bilir:)

    Elbette yazımda belirttiğim görüşün dışında geçmişten bugüne kadar dile getirilmiş binlerce dini görüş mevcut fakat burada hepsinden ayrı ayrı bahsetmem mümkün olmadığı gibi yazımın konusu da bu değil. Sizin de benimsediğiniz görüş hakkında bilgi sahibiyim. "Allah'ın mutlak iradesi vardır. Ama bu, insanın elinden iradeyi tamamıyla almaz." cümlelerinden şu çıkarsamayı yapabiliriz. Allah, iradesinin bir kısmını insana bırakır. O zaman şunların açıklanması gerekir. Hangi kısmı, hangi durumda, neden bir kısmı? İnsan sadece kendisine Allah tarafından verilmiş irade alanından sorumlu tutulabilir. Peki, insanın kendi iradesi dışında yaşamına etki eden kararlar onun iradesini, yani iyi/doğru ya da kötü/yanlış yönde karar vermesini hiç etkilemez mi? Benim bu konuda görüşüm yazımda belirttiğim üzere, insan iradesinin kendi kaderinde söz sahibi olmadığı ve mutlak bir güç tarafından kaderin önceden belirlenmediği ve kaderin hiçbir zaman bilinemez olduğu yönünde.

    "Ezelî ve ebedî ilmiyle her şeyi bilen Yaratıcı, insanın kendi iradesine bağlı olarak yarın bir suç işleyeceğini bilir." cümlesini akıl yoluyla kavramak benim açımdan mümkün değil. Benim bir suç işleyeceğimi bilen Yaratıcı, buna engel olmak, beni doğru yola sevk etmek dururken niye buna seyirci kalsın? Diyelim piyango bileti almaya karar veriyorsunuz, ülkenin lideri size ben büyük ikramiyenin kime çıkacağını biliyorum diyor. O zaman bu durum kuşku yaratmaz mı? Ben böyle bir durumda gidip bilet almam meselâ. İradenin Tanrı ve kul arasında bölüşülebileceğine, insan iradesine bırakılan kararların Tanrı tarafından önceden bilindiği görüşüne katılmıyorum maalesef.
    Bu cevap epey uzayacak sanırım. Devam edeceğim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kaderin tecellisi insanın iradesi dışındadır bence. Çevreyi sadece aile, eş ve dostla sınırlamıyorum. Benim "çevre" dediğim insanın kendisi dışında olan canlı, cansız her şey. Doğa, dünyanın hatta kaos ve düzen içinde hüküm süren kâinatın tamamı. Kelebek etkisini bilirsiniz. Amazon ormanlarındaki bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına koparabilecek bir sonuç doğurabilir. Ben buna yürekten inanıyorum. İnsanın iradesini kullanarak verdiği her türlü kararda ve bu kararlar doğrultusunda yaptığı her işte geçmiş zaman içinde çevresinden kaynaklanan sayısız sebep vardır. İrademiz bu sebeplere bağlıdır. Sebepler önceden bilinemeyen ve sonsuz sayıda tesadüflerden oluşur. Verdiğiniz örnekte çocuğun küçük yaşlarda iradesinin tam olmadığını ve ailesinin çizdiği yoldan giderek kaderini belirlediğini ifade etmişsiniz. Yukarıda ifade ettiğim üzere kader, ne çocuğun ne de ailesinin iradesiyle sınırlı tutulamaz. Çocuğun o ailenin bireyi olması da kaderdir. Ailenin çocuğun kaderi üzerinde etkisi ihmal edilecek kadar küçüktür. Aile ne yaparsa yapsın beş dakika sonra meydana gelecek bir deprem felâketinde çocuğun yaşamını yitirmesi ya da sakat kalarak hayatına devam etmesinde ailenin hiçbir etkisi olmaz. Bu nedenle çevrenin tanımı önem kazanmaktadır. Her türlü doğa olayı, felâketler, savaşlar, insanın kendisi dışında olan her şey çevre tanımı içindedir. Panteizm felsefesinde çevre dediğim varlık Tanrılaştırılmıştır. Ancak bu Tanrı işleyen düzene müdahale etmez, her şey, her olay birbiriyle etkileşim halinde, tesadüfen ve önceden bilinemez bir şekilde cereyan eder.

      Peki kâinatın düzeni nasıl bu kadar kusursuz olabiliyor diye sorabilirsiniz. Bu yıllarca kafamı meşgul eden bir soruydu. Galaksiler, yıldızlar, gezegenler uzay boşluğunda nasıl oluyor da kusursuz bir yörüngeye oturmuşlar ve yıllarca aynı yolu bir milimetre sapmadan takip ediyorlar! Bu sorular bizi, insanın en büyük bilinmezi olan varoluşa kadar götürür. Ancak şu kadarını söylemek isterim. Önce kaos vardı. Bing Bang ya da (büyük patlama) kuramı bilimsel açıdan kısmen bu olayı açıklamış olsa da bunu doğuran neden henüz bilinmemekte. 13,8 miyar yıl önce genişleyen evrenle birlikte yaşanan kaos ve bunun sonucunda oluşan düzen. Güneş ve etrafında belli bir yörüngeyi sabit bir hızla takip eden gezegenler... Sürtünmeye sebep olacak bir ortam yok. Milyarlarca yıl boyunca başı bozuk gök cisimleri zaten birbiriyle çarpışmış artık hepsi düzen içinde yollarına devam ediyorlar. Ne zamana kadar? Güneşin hayatı devam ettirebilecek düzeyde enerjisi kalmayana dek. Canlı hayat sona erse de belki milyarlarca yıl daha dönmeye devam edecek güneşler, gezegenler. Sonra... Bilinmez. İşte bu nokta Tanrı fikrinin çıktığı nokta. Allah bilir:)

      Sınırsız ilimle her şeyin önceden bilinmesine dair verdiğiniz örneğe gelelim: Camdan bakıyoruz, yolun köşesinde birbirini görmeyen adam ve araç kazaya sebebiyet verecek. Siz adamı ve aracı görüyorsunuz ve kaza mukadder diyorsunuz. Araç adama çarpacağını görmeniz elbette kazanın nedeni değil. Fakat araba zaten kaçınılmaz olarak adama çarpacaktı demek de doğru değil. Yine birçok tesadüf o durumu yarattı. Araç o adama çarpmayabilirdi de. Adam tam yolun köşesine geldiğinde birden durdu ve telefonunu az önce sigara aldığı dükkanda unuttuğunun farkına vardı. Geri dönüp dükkâna girdi. Araç yoluna devam etti. Ya da araç köşeyi dönmeden balkondan bir çocuk aracın ön camına saksı fırlattı. Sürücü birden frene bastı, aracından indi ve saksıyı kim attı diye başını yukarı kaldırıp balkonlara baktı. Adam yürüyüp yoluna devam etti. Yani neredeyse kesin olarak olması beklenen kaza olmadı. Sınırsız ilim sahibi zaten bunu önceden biliyordu derseniz, size söyleyecek bir sözüm kalmaz tabiatıyla:)
      (Devam edeceğim)

      Sil
    2. Adil olmak, herkese eşit davranmak değil, herkese hak ettiğini vermektir. Dünyanın adil olmadığını kabul ederken sınırsız ilim sahibi, verdiği yaşamla her insana eşit davrandığını dile getiriyorsunuz. Oysa adalet hak edene hakkını vermektir. Adil olmayan bir dünyada hak edenin hakkını almadığını düşünüyorsunuz ki böyle bir davranış sınırsız ilim sahibine atfedilemez sanırım. Zenginlik, fakirlik bir tarafa sakat olarak dünyaya gelen bir çocuk ne yapmış olabilir ki buna müstahak görülsün, türlü sıkıntılara maruz kalsın. Dünyada olan biten haksızlıklara sınırsız ilim sahibi nasıl oluyor da seyirci kalabiliyor?

      Evet, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu siz kabul ediyorsunuz:) Ben şahsen ağzımıza aldığımız lokmaya bile başkalarının müdahale ettiğini düşünüyorum. Yaratıcı, sınırsız ilim ve gerçek adalet sahibi, her şeye gücü yeten, sonsuz merhamet sahibi Tanrı, dünyada bunca haksızlık, kötülük devam ederken neden hemen müdahil olmuyor da yargılamayı mahşer gününe bırakıyor. Orhan Gazi'nin söylediği şu söz aklıma daha fazla yatıyor:
      "Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa da, geciken adalet zulümdür"
      Cümlelerimde hiç kimseyi yargılamak niyetinde değilim. Herkes düşüncesinde ve inancında özgürdür:)

      Sil
    3. Deep'in eleştirisine ilişkin yazdıklarınızın önemli bir kısmına katılıyorum. Ancak yukarıda Deep'le yaptığımız tartışamadan görüleceği üzere bizimki özel bir durum. Pek çok insan eleştirilmekten hoşlanmaz, övülmek herkesin hoşuna gider. Ben eleştirinin insanı geliştirdiğini ve bir nevi kendini kontrol etme imkânı verdiğini düşünenlerdenim. Eleştirinin olumlu ya da olumsuz olmasının benim açımdan önemi yok. Deep zekâsı, eğitimi ve yaşama bakış açısıyla genç yaşına rağmen önerilerinden, eleştirilerinden yararlandığım bir insan. Çoğu zaman farklı düşünsek de fikirleri benim için değerli. Yaptığı eleştirilerden bazılarına katılmasam bile onlardan yararlanmaya çalışırım. Çoğu zaman ufkumu açıcı önerileri ve uyarıları olmuştur. En önemlisi eleştirilmeyi bizzat ben istediğim için kıymetli zamanını bana ayırıyor, hakkını ödeyemem.

      Bunun dışında sizin yazı türüne ilişkin yorumunuza kısmen katılıyorum. Evet, her yazarın kendine has bir üslûbu, ifade tarzı olabilir. Ben blog yazılarımı yazarken herhangi bir türe sadık kalacağım diye bir çaba içine girmediğimi belirttim. Deep, yazılarımı olduğu gibi kitaba aktaracağımı düşünmüş, bu yüzden ikaz ettiği söyledi. Bunun dışında, edebi bir yazının türüne sadık kalması gerektiğini düşünüyorum. Zaman zaman okuduğum kitaplar arasında türünü bir yere koyamadığımız durumlar olabiliyor. Bu durum biraz sıkıntılı geliyor bana da.

      Yazar özgür olmalı, okura göre tarzını belirlememeli. Bu konuda hemfikiriz.
      Yazdığı anlaşılmayan, dilbilgisi kurallarından habersiz, okura bir şey kazandırmayan yazarlar ve bu tür yazarların kitaplarını okuyup onlara methiyeler düzen okurlar hakkındaki sözlerinize aynen katılıyorum.

      Yorumunuz ve katkılarınız için bir kez daha teşekkür ederim. En kısa zamanda blogunuzu ziyaret edeceğim:) Esenlikler diliyorum.

      Sil
    4. Aslında birçok noktada aynı şeyleri düşünüyor ve söylüyoruz. Ben Allah (veya yaratıcı) diyorum, siz bunun yerine genel manada tesadüf diyorsunuz. Yani siz de Allah deseniz tamam olacak. :))
      Uzun bir cevap yazmak istemedim çünkü birbirimizi ikna etmek değil derdimiz. Sadece fikirlerinizi söylemek ki bunu da yukarıdaki yorumlarda fazlasıyla yaptık zaten.
      Diğer konuda Deep ile ilgili aranızdaki hukuka karışmak değil amcacım. Elbette eleştiri olmalı ve bundan faydalanmalıyız. Zaten Deep'in söylediklerinde art niyet aramış da değilim. Sadece fazla katı davranıyor gibi geldi bana. Hele ki doğrudan yayıncılık gibi bir kavramın hızla yaygınlaştığı gününüzde -paranız varsa- kitap çıkarmak iki tuşa dokunmaktan ibaret. Ki pek çok insan da yayınevlerinin farklı ve yeni yazarlara tutumu nedeniyle bu yolu tercih etmek durumunda kalıyor.
      Saygılar sunuyorum.

      Sil
    5. Ben de aynısını düşünmüştüm bir an:) Aslında benim tesadüf dediğim yaratıcı değil, kader. Kendimi bir dine, inanışa ya da tam olarak felsefi bir ekole adamış değilim. 10 yaşında dedemi kaybettiğimde Kur'anı hatmetmiş, inançlı bir kişiydim. Dinlere olan ilgim aralıksız devam etti. Hâlâ devam ediyor, binlerce yıldır insanlar bir yaratıcı olduğuna inanmaya devam ediyor! Bilimin, teknolojinin geldiği bu noktada azımsanmayacak bir kitle farklı inanç sistemlerinde bir şeye/şeylere inanıyor ve farklı ritüellerle inandıkları ve kutsal addettikleri o şeye saygılarını sunuyorlar. İnsanlar dini inançlarındaki şekilsel, sembolik öğelere aşırı şekilde önem verirken (esas olması gereken) ahlâki yönünü umursamıyorlar. Bunun yanı sıra kutsal kitaplarda ve diğer dini konularda yazılanları okuyunca dinden uzaklaştım.
      Cennet, cehennem gibi ödül ceza sistemlerini rasyonel bulmadım.

      İslâm dini akla önem verir, aklın kabul etmediğini asla savunmaz. Hangi din ve inanç sistemi olursa olsun saf düşüncelerle aklını bir kenara bırakmaksızın iman edenlere saygı duyarım. Onlardan biri de Prof. Dr. Mustafa Öztürk. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeyken Cübbeli Ahmet'in baskısıyla kovulan bana göre değerli bir zat. Youtube kanalından yaptığı yayınları kaçırmam. Kendisine büyük saygı beslerim.

      Yaratıcı deyince insanların aklına nasıl bir şey geliyor hep merak ederim. Sanırım herkesin kafasında yarattığı kendi Tanrısı var. Eskiden bu yaratıcı ağaçtı, kuştu, kendi ellerinden çıkan heykellerdi. Sonra güneş, yıldızlar, fırtına, ateş oldu. Ve İbrahimi dinlerde tek Tanrılı sisteme dönüldü. İşte ben o her şeye kadir, sınırsız ilim sahibi, her şeyi önceden bilen Tanrı'nın doğa ya da evrenin kendisi mi, bir enerji mi, ya da insanın tasavvur sınırını aşan tanımlanamaz bir güç mü olduğunu bilmiyor, tanımlayamıyorum. Tanımlayamadığım, tasavvur edemediğim bir güce inanmam bana mantıklı gelmiyor. İnanmaya kalksam inancımın yapmacık ve eksik kalacağını düşünürüm.

      Haklısınız, derdimiz birbirimizi ikna etmek değil. Sadece düşüncelerimizi paylaşıyoruz. Teşekkür ederim:)

      Sil