Yazar: Virginia WOOLF
Sayfa Sayısı: 215
Yayınevi: Türkiye İş bankası Kültür Yayınları
Çeviren: Sevda Çalışkan
Virginia Woolf bağımlılık yapan bir yazar. Bu kez onun Deniz Feneri romanını okuduktan sonra bir an ne yazacağımı bilemedim. Kitabın ilk sayfalarını çevirmeye başladıktan sonra karşıma çıkan kim olduğu belirsiz çok sayıda karakterin iç monologları, her biri en az yarım sayfa süren ve öznesini aramaktan bitap düştüğüm uzun cümleler, olayı kavramaya çalışırken yapılan derin betimlemeler içinde boğulup kaldım. Bir şey kaçırmamak için her cümleyi baştan alıp en az iki kez okuyordum. Bununla birlikte uzun cümleler son derece sağlamdı, en ufak bir hata bulamadım. O zaman hata bendeydi, iyice konsantre olmadan kitabı anlamam mümkün görünmüyordu. Yaklaşık otuz sayfa ilerledikten sonra olayların içine girmeye başladım. Sonrası su gibi aktı, bazılarının yaşadığı kitabın bittiğine üzüldüm duygusunu sanırım ilk kez ben de yaşadım.
Deniz Feneri, İş Bankası Modern Klasikler Dizisinden sıra dışı bir roman. Her zaman olduğu gibi kitabı okuduktan sonra yorumlara baktım. Dünyada okunması en zor on roman arasında yer alıyormuş. Bazı okurlar bir şey anlamadıklarını söyleyip henüz yarısına gelmeden ellerinden bırakmışlar kitabı. Woolf'un ortaya koyduğu bu eser bilinç akışı tekniğine verilecek en güzel örneklerden biri. Ayrıca kendi yaşamından kesitler sunması bakımından biyografik özelliğe sahip. Bir yorumda romanın neredeyse tamamını oluşturan duygu ve düşüncelerin hem birinci kişi ağzından hem de anlatıcı tarafından dile getirilmesinin bilinç akışı tekniğine aykırı olduğu, bu durumun romanı daha da anlaşılmaz kıldığı ileri sürülmüş. Gerçekten de yazar karakterler arasında ani geçişler yaparak iç monolog, iç diyalogların yanı sıra kendi duygu ve düşüncelerini sıkıcı bir tekdüzelikle okura aktarmaya çalışıyor. Akıştan kopmamak için nefes alacak bir kapı bırakmamış. Özellikle ilk bölümde geçen olayları, kişileri algılamak zor. Bu yüzden son derece ağır ilerleniyor. Kesin olan bir şey var ki, kitabı anlayabilmek için boş bir kafa şart. Hatta kitabın yarısına geldikten sonra yüksek sesle okumaya başladım, bu tarz işimi epey kolaylaştırdı. Ağzımdan dökülen kelimeler daha şiirsel, sanki daha kolay kavranır bir hâl aldı. Virginia Woolf aslında tam bir kelime cambazı. Ona olan büyük hayranlığım kurmuş olduğu cümlelerde gizli.
"Oturma odasında, yemek odasında veya merdivenlerde tek bir kıpırtı yoktu. Yalnızca paslı menteşelerin ve rutubetli şişmiş ahşap kaplamaların arasından, rüzgârdan kopup gelen bazı esintiler, (ne de olsa ev harap haldeydi) gizlice köşeleri dönüp içeri girmeyi göze almışlardı. Oturma odasına girdiklerinde, sanki merakla etrafına bakınıyor, duvardan ayrılmış aşağı sarkan duvar kâğıdıyla oynayıp daha ne kadar böyle asılı kalacağını ne zaman düşeceğini soruyor gibiydiler. Sonra yavaşça duvarları yalayarak, düşünceli düşünceli geçtiler, sanki duvar kâğıdındaki kırmızı sarı güllere solup solmayacaklarını sorar, çöp sepetindeki yırtılmış mektupları, çiçekleri, şimdi hepsi onlar için açık duran kitapları sorgular (yavaşça, çünkü önlerinde bol zaman vardı) ve onlara dost musunuz, düşman mı, daha ne kadar dayanacaksınız, diye sorar gibiydiler."
Bakar mısınız "bazı esintiler" ne haltlar karıştırmış? İnanılmaz bir şölen bu. Hayır, esintilerin macerası burada bitmiyor. Yukarıda alıntıladığım paragrafın iki katı uzunluğunda devam eden yeni bir paragrafta aynı "esinti" hız kesmeden yoluna devam ediyor. Bu romanın en anlaşılır paragraflarından biri. Çevirmen Sevda Çalışkan hanımefendiyi sabrından ötürü özellikle kutlamak gerek. Unutmadan çeviriyi gayet başarılı bulduğumu söylemeliyim.
İnsan ilişkileri, kadının aile içinde ve toplumdaki yerinin ele alındığı romanın aslında son derece basit bir konusu var. İskoçya açıklarında, küçük bir adadaki yazlık evlerinde misafirleriyle birlikte ikamet eden sekiz çocuklu Ramsay ailesinin bir günlük yaşam kesiti (Pencere), kitabın birinci bölümde anlatılıyor. Ardından gelen ikinci bölümde (Zaman Geçer) on yılın özeti ve son bölümde (Fener) de Deniz Fenerine yelkenliyle yapılan yolculuktan bahsediliyor. Mr. ve Mrs. Ramsay, ufak çocukları James ve Mrs. Ramsay'in evlendirmek için baskılarına inatla direnen, bir bakıma Virginia Wolf'un kendi kişiliğini canlandırmış olduğu, ressam Lily Briscoe, romanın başlıca karakterleri. İlk bölümde evin iç mekanları ve çevresinde ev sahipleri ile misafirlerin iç monologları yer alıyor. İkinci bölümde on yıl boyunca meydana gelen evlilikler, ayrılıklar ve ölümlerden bahsedilirken, ilgisizlikten dolayı harap olmuş evin onarılarak hayata tutunmuş bazılarının geçmiş günlere dönme arzusu işleniyor. Son bölümde ise maziyi düşünen ve artık her şeyin değiştiğinin bilincine varan Lily ve diğer kahramanlar kendilerini sorgulayıp hüzne kapılıyorlar. Yazlık evlerinin salon penceresinden annesiyle birlikte önlerinde uzanan koyu seyrederken tam karşılarında görünen Deniz Fenerine gitmek için can atan küçük James, babası Mrs. Ramsay tarafından kabaca geri çevriliyor. Annesi, o dönemin aile yapısı gereği saygısızlık olmasın diye kocasına karşı gelecek gücü kendinde bulamıyor. Aradan on yıl geçtikten sonra Mr. Ramsay, artık bir delikanlı olan oğlunun arzusunu yerine getirmek istese de derenin altından çok sular geçmiştir. Derinden bağlı olduğu annesinin ölümünden sonra James'in hevesi kaçmıştır artık.
Virginia Woolf okumaya bu kitapla başlamak bazıları için riskli görülebilir. Bununla birlikte onun tarzını seven kişiler için "Deniz Feneri" unutulmayacak, tekrar tekrar büyük bir keyifle okunacak lezzette bir roman.