KATEGORİLER

18 Ağustos 2016 Perşembe

ÖZLEM


28/07/2016 Perşembe, Tire

Biri çıkar da sağlığını neye borçlusun diye sorarsa, "Yoğurda, ev yapımı yoğurda borçluyum." derim. Sabah ve akşam birer kâse yoğurt yemeden rahat etmem. Superonline yetkilisi aradığında yoğurdumu yeni bitirmiştim. Torbalı’daymış. Gönderilen mesajda 48 saat içinde modem bağlantısını yapacakları yazılıydı. Bir terslik çıkacak diye başından beri huzursuzdum. Hiçbir şeyim kolay olmamıştı.

İlk olarak orta yaylaya gidip su gelirine baktım. Yukarı yaylaya çıksam yetkiliyi bekletmiş olacaktım. Nitekim bir müddet sonra arayıp Kaplan köy meydanına geldiğini söyledi.

Yolu tarif ettim. Daha telefonu kapatmadan beyaz bir otomobille karşımda belirmişti. Bahçe içi yol boyunca Taş Ev’in önüne geldik. Şakacı bir çocuk. Verandada oturduk. Kablonun yerini sordu. “Ne kablosu, kablo falan yok burada.” dedim. Telekom’un kablo çekmesi lazım önce dedi. “O zaman uzun iş.” dedim. “Eğer abonelik müracaatı yapılırsa birkaç gün içinde kablo çekmek zorundalar” dedi. Hemen bugün müracaat yapmamı önerdi. Yakın alakasını karşılıksız bırakmamak için eşim ona mevcut meyvelerden bir yolluk hazırladı.

Servis elemanı gider gitmez ben de arkasından çıktım yola. Telekom’a müracaat etmek üzere PTT nin arkasındaki binalarına uğradım. Kadın memur köy dışında kablo çekilmemiş bir yer olduğu için telefon talebimi biraz zor yerine getirebileceklerini, bu konuda kararı amirinin vereceğini, ancak onun saat beşten sonra geleceğini söyleyip “Saat beşten sonra gelip görüşebilirsiniz.” dedi.

Aşağı inmişken bir arkadaşın yanına uğrayıp biraz sohbet ettim. Daha sonra evden birkaç parça eşya aldım. Burak Beyi arayıp işe ne zaman başlayabileceklerini sordum. Hafta sonuna, cumartesi olmazsa Pazar günü makineyi getireceğini söyledi. İşlerimi bitirip yaylaya dönüyorum. Eşim kızılcıkları süzgeçten geçiriyor. Neredeyse işi bitmek üzere. Kaldığı yerden ona yardımcı oluyorum.

Akşam yemeğinden sonra verandaya kurulup sohbet ediyoruz. Hazırladığım menüyü gösteriyorum. Yıllarca hep bu anları özlemiştim. Onca yıl eşiminkinden daha çok genel müdürümün yüzünü gördüm. Oğlumuzla konuşuyoruz. Yarın cuma olduğu için onların tatil günü.  

İnternet bağlantısı kurulmadığından blogları takip edemiyorum. Ancak her günün sonunda günlüğümü yazmayı ihmal etmiyorum. Bilgisayarda yazdığım yazıları ilk fırsatta yayınlamayı düşünüyorum. Geç vakit kızım arıyor. İzmir yanıyormuş. Biz ise burada yaylanın keyfini sürüyoruz.

YAYLA TOSTU


27/07/2016 Çarşamba, Tire

Sabah kahvaltısını yine tostla yapacağız ama bu sefer peynirleri eritip tost makinesini batırmadan. Cihaz istenen sıcaklık derecesine gelene kadar sucuk, kaşar ve domatesi itinayla dilimliyorum. Nohut ekmeklerini makineye yerleştirdikten sonra bastırıyorum. Hemen kızarmaya başlıyor. Ekmeklerin üzerine tereyağı sürüyorum. Sucuklar piştikten sonra kaşar ve domates dilimlerini yerleştiriyorum. Ekmeğin sıcaklığıyla içine koyduğum kaşar dilimleri erise de servis tabağına aldığımdan artık tost makinesine akmıyor.
Kahvaltıdan kalkmak üzereydik Kadir aradığında. Askere gidene kadar yayla işlerinde hemen her gün yevmiyeli çalıştırmıştım Yakup Ustanın yanında. Yakup Ustayla birlikte dedesi Cambaz Ali’nin bahçelerindeymiş. Çağırdım her ikisini de. Acemi birliğini Tokat’ta tamamladıktan sonra şansına bu sefer Mardin çıkmış. Bayağı kilo verdirmiş askerlik. Verandada oturduk, kahve içtik. Yakup Usta benden haber bekliyordu yol ve depo binalarına başlamak için. Her ikisini de hallettiğimi söyledim. Yukarı yayladan gelen su azalmıştı. Birlikte çıkalım yukarı bir bakalım dedim. Yakup Usta ne yapsak gibisinden yüzüme bakarken Kadir daha gönüllü davrandı. “Hadi çıkalım bakalım o zaman” deyip çıktık yola.
Önce orta yaylayı kontrol ettik. Su az geliyordu buraya. Ana boru yer altında gömülü olduğundan takip etmek çok zor. Orta yaylanın orman ile sınır olduğu noktada boru görünüyor. Hemen devamında patika bir yola girdik. İlk kez görüyordum bu patikayı. Boruyu gözden kaybettik. Yolun sonlandığı yer yaylanın giriş tarafındaki en alt kesim. Geçen sene diktiğim şeftali fidanlarının olduğu yer. Dün gece boyunca sulamaya verdiğimden havuz boşalmıştı. Ancak havuza gelen su iyice azalmış. Kaynakları biraz eşeleyip kaçan suları toplamak şart. Havuzun alt kısmındaki boru ek yerine baktık. Bu noktadan gayet güzel geliyordu su. Büyük bir olasılıkla orman içi patika yolda bir tıkanma olmalı.
Aşağı inip Yakup Usta ve asker Kadir’le vedalaşıyoruz. Çocukluk arkadaşım iki gün aradan sonra cevaben arıyor. Uzun uzun konuşuyoruz. O kadar uzun ki neredeyse arabamın muayene randevusunu kaçıracağım. Telefonu kapattıktan sonra tesadüfen saate bakıyorum. Yarım saat zaman kalmış randevuya. Yetişiyorum. Egzoz muayenesi de eş zamanlı olarak yapılıyormuş. Sağ stop lambasının ampulü yandığı için ağır kusur yazıyor teknisyen. Bir sonraki randevu en az on gün atar. Yine bir günümü bağlamak istemiyorum. Teknisyenin tavsiyesi üzerine sanayiye gidip ampulü beş dakikada değiştirtiyorum. Kısa zamanda TÜV istasyonuna gelip tekrar randevusu alıyorum. Sondan bir önceki araç olarak olumlu neticeyi alıyorum sonunda. Eşim iyi ki yukarıda kalmış. Bütün günüm anlamsız bir şekilde beklemekle geçti.
Eve uğrayıp bazı eşyalarla birlikte ev yapımı yoğurt yapmak için süt alıyorum. Daha sonra çarşıdan katran satan bir yer buluyorum. Evin etrafına dökersem kokusuna yılan, çıyan gelmezmiş. Buranın belki en sevdiğim yanlarından birisi de şarküterilerde bile taze süt bulunabilmesi. Ankara’da bir litre taze süt bulabilmek için köy köy dolaşırdık.
Yaylaya dönüp Taş Ev’e geldiğimde demir kapıyı kilitliyorum. Pazarcı Ahmet arıyor. Eşiyle birlikte çay içmeye geleceklermiş. Buyur ediyoruz. Hemen çıkıp demir kapıyı yeniden açıyorum. Verandada hoşça vakit geçirirken aniden biri çıkıyor avludan karşımıza. Tabelayı görmüş önce. Arkasından kapıyı da açık bulunca dalmış içeri açıldık diye. Çukurköy’de oturuyormuş ama bizim bahçede yevmiye usulü çok çalışmış. “Bütün kestane ve cevizlerin yerini bilirim ben.” diyor. Buyur ediyoruz, sohbete o da katılıyor. Elinin başparmağını dudağına değdirerek “İçki olacak mı?” diye soruyor. Anlıyorum ne demek istediğini. Onun anlayacağı şekilde cevap veriyorum. “Olacak amma, eşinle birlikte gelirsen.” Burada garipsediğim bir olaydır bu. Gece vaktine kadar kadınlar ev gezmesi yapar, erkekler de arkadaşlarıyla kafayı çeker. Ne adamlar ne de eşleri şikâyet etmez bu durumdan.
Verandaya elektrikli sivrisinek cızbız cihazını koymayınca daha az kanatlı böcek çıktı bu gece. Hava oldukça sıcak. Şehirde klimasız yerde durmak çok zor.

SİNEK KIZARTMA MAKİNESİ


26/07/2016 Salı, Tire

Kapalı pencerelerin ardında geçen önceki gecenin sıcağından sonra dün gece kanatları açtık. Ne kadar kanatlı arkadaş varsa odanın ve televizyonun ışığına üşüştüler. En ufağından en büyüğüne uçangiller faunası adeta resmigeçit yapıyorlardı.
İçinde mor renkli flüoresan ampullerle uçan haşereyi cezp edip üzerine çeken daha sonra elektrik vererek onları imha eden cihazı kurduk pencerenin önüne. Fişini takmamla birlikte çat çat sesleriyle sırası gelen düştü alttaki tablaya. Bütün yaylanın böcekleri pencereye üşüştüğünde anladık bunun bir çözüm yolu olmadığını…
İnsanoğlu nelere alışmıyor ki? İlk günkü gibi tepki vermiyorum börtü böceğe artık. Onları tanımaya başladım. Zamanla bütün huylarını da öğreneceğime inanıyorum. Öğrenmek zorundayım. Aslına bakarsanız asıl yer sahipleri onlar. Bizim varlığımıza da onlar alışmaya çalışacaklar. Şansımıza sinek, sivrisinek yok. Uçan böcekler arasında bir belalım var benim. İsmini bilmiyorum. Koyu kahve hatta siyaha yakın sert bir kabuğu var. Cızbız sinek öldürücü de kar etmedi ona. Beş milimetreden otuz milimetreye kadar değişen boya sahipler. Bir anda üzerinizde yürümeye başlıyorlar, kulağınıza girmeye çalışıyorlar. Hemen üzerimizden atıp yere düşürüyor ayağımızla üzerine basıyoruz. Çıt diye bir ses çıkıyor. Tamam, hallettik derken beş on santim yukarı fırlatıyor kendini. Yine yakalayıp ezmeye çalışıyoruz. Yine bir çıt sesi, yine sıçrama… Bu sefer ayağımızla basıp sürüklüyoruz. Bu daha etkili oluyor. Ama birini yok edince on tane arkadaşı geliyor.
Dün gecemiz böyle başlamıştı. Sinek kızartma makinesine takılan böceklerden çıkan duman ve yanık kokusuna bile razıydık ama sonunda teslim olduk. Pencerenin kanatlarını kapatıp cızbız makinesini içeri aldık. İçeride kalan böcekleri nasıl olsa hallederdi. Hiç olmazsa yeni gelen olmayacaktı artık. Yine de önceki gün kadar sıcak hissetmedik.
Bu sabahki kahvaltı tecrübe amaçlı. Endüstriyel tost makinesini ilk kez deneyeceğiz. Eşim müşteri oldu. “Tostunuzu nasıl istersiniz hanımefendi? Sucuklu, kaşarlı, karışık?”
Sucuk, kaşar karışık öneriyorum. Ekmeğimiz özel, nohut mayalı. Herkesin margarin sürdüğü ekmeğe biz tereyağı sürüyoruz. Böyle yaparsak batar mıyız ki? Olsun varsın, fiyata ekleriz. Halkımız üç kuruşun hesabını yapıyor. Yapacak bir şey yok, kaliteden taviz veremeyiz.
Sucuklar pişiyor, kaşarlar eriyor. İşte bak bu kötü. O kadar erimese iyiydi. Ekmeği arasından tost makinesinin döküm tablalarına dökülüyor. Peyniri çok mu koydum acaba? O neyse de döküm tablanın üzerine dökülen peyniri temizlemek en az yarım saatimi alıyor.
İlk iş olarak mermerciyi arıyorum. Dün gelip montaj yapacaktı "İnşallah". Bir işte “İnşallah” varsa o iş yattı demektir. Tahminimde yanılmadım. Dün montaja gelmediği gibi sabah telefonuma da cevap vermiyor. Alışık olmadığım bir diğer özelliği bu bölgenin. Söyleyecek lafı yoksa karşınızdakinin özellikle açmıyor telefonu. Ben de onu taciz edeceğim her saat başı aramak suretiyle.
Yukarı yaylaya kızılcık toplamaya çıkıyorum. Havuzun üzerinde iki büyük kızılcık ağacı var. Aşağı yaylaya gelen su da azalmış. Çıkmışken ona da bakarım. Artık hızlı adımlarla, hiç dinlenmeden yukarı yaylanın havuzuna kadar çıkabiliyorum. Yukarı çıkmak gözümde büyümüyor şimdi. Oysa yeni geldiğimde çok kiloluydum. Üstelik sigara da içiyordum. Bir ölümdü yukarı çıkmak benim için. Havuz tam dolmamış. Akşama yine çıkar meyve fidanlarına veririm suyu. Hemen yukarıda sepete doldurmaya başlıyorum kızılcıkları. Çok yüksek dalların yanı sıra yerlere kadar yatan dallar var. Her yıl güzel bir şekilde budanması lazım ağaçların. Ancak birkaç tane olsa neyse. Gelişi güzel büyüyen ağaçların altında gezmek ayrı bir hüner. Ya kuru dallardan biri gözüne girer kör eder, ya kulağına girer sağır olursun. Şükürler olsun ne gözüme ne kulağıma girdi şimdiye kadar ama başımdan çok yaralandım. Ağaçların üzerinde kızarmayı bekleyen çok meyve var. Olanları topladıktan sonra tam ayrılmak üzereydim ki başımı yine bir budağa çarptım. Elimi dokununca kanadığını anladım. Bayağı şiddetli vurmuştum aslında. Bir an dengemi kaybeder gibi oldum. Topladığım yeter deyip aşağı indim. Eşim başımın halini görünce telaşlandı. Gülümseyerek “İş kazası” dedim.
Taşeronun yolu yapamayacağını söylemesinden sonra tek ümidim Burak Bey’di. Yola beton dökmek yerine kilit parke yapılmasına karar verdik. İşin tamamı için anahtar teslimi güzel bir fiyat verdi. Burak Bey benim meslektaşım. Verandada oturup uzun uzadıya sohbet ettik. Eşim misafire kahve ikram etti. Taş Evi gezdirdim. Çok beğendi. Böyle bir işletmeye Tire’de ihtiyaç olduğunu söyledi. Bir hafta, on gün içinde yolumuzun tamamlanacağı sözünü aldık. Bu işin hallolmasına çok sevindim. İnşallah son anda bir aksilik çıkmaz.
Eşim elma reçeline ayırdı bütün zamanını. O bir ara dinlenirken ben de aşağı yaylayı dolaşmak istedim. Kümesin yanındaki ağaçlarda iki çeşit (mor ve sarı) erik toplanmayı bekliyor. Kızılcıkları kuşlar yemiş ya da yere dökülmüş. Ağaçların etrafını dikenler ve kuru otlarlar sarmış olduğundan yanaşamadım. Güzel pembe bir yabani çiçek takılıyor gözüme. Adeta gel benim fotoğrafımı çek diyor. Kırmıyorum onu. Asmalarda üzüm görmem mümkün olmayacak. Kuşlar üzümlerin saplarını bırakıyor sadece. Bağcılık yapanlar üzümlerini kuşlardan nasıl korurlar merak ettim şimdi. Dallardaki korukları topluyorum ben de. Nasıl olsa üzümü bize kalmayacak (!)
Taş Ev’e döndüğümde eşim de geliyor yanıma. Ben korukların tanelerini ayırırken o da son kalan elmaları soyuyor. Hava kararmadan yukarı yaylaya çıkmam gerek. Hemen fırlıyorum. Havuzun çıkış vanasını açıp suyu fidanların damlama borularına veriyorum. Aşağı yayladaki havuza çok az su geliyor. Yukarıda bir problem yok görülüyor. Bir yer tıkanmış olmalı, ama neresi? Vakit kaybetmeden aşağı iniyorum.
Akşam yemek yerken sohbet ediyoruz. Konu Taş Ev. Eleman konusu şans işi. Dışarıdan bir aile bulmak lazım bir an önce. Şöyle incir zamanı, kestane zamanı, ceviz zamanı bizi zorda bırakıp gitmeyecek…

SICAK GECELER


Bugünden itibaren yayımlayamadığım günlüklere başlıyorum. 25/07/2016 - 16/08/2016 tarihleri arasında yaylada geçen yaşam kesitimin ilk günü.

25/07/2016 Pazartesi, Tire



Dün gece yayladık. Sivrisinek çok fazla yok ancak geceleri uçucu böcekler rahat vermiyor. Gece yatarken sineklik olmadığından pencereleri kapatmak zorunda kaldık. Yattığımız odanın üzerindeki teras gün boyu aldığı ısıyı geceleri tepemize kusuyor. Sabaha kadar sıcaktan bunaldık.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra şehre indik. Prefabrik binalar için havale çıkardık.

Mermercinin yanına uğradım. Tezgâhın mermerleri kesilmiş. Yetiştirebilirse bugün akşama kadar montajını yapmaya çalışacağını söylüyor Ahmet Bey. Ünal Ustayı arıyorum. Ödemiş’te olduğunu söylüyor. Geçen hafta bana dönecekti. Sözünde durmayınca biz de gidip başkasına yaptırdık içecek grubu dolaplarını. Ara sıra alternatifsiz olmadığını anlatmalı bazılarına. Geçen hafta rahatsız olduğundan yattığını söyledi. İnsan kendisini kandırır sadece, başkalarını değil. Dolapları başkasına yaptırdığımdan hiç bahsetmedim. Uzun zaman önce ana giriş ve mutfak servis kapısı için sundurma teklifi istemiştim. Her sorduğumda bir bahaneyle öteliyorlardı. Aslında arama nedenim de yine tekliflerini öğrenmekti. Eğer Ali Ustanın teklifinden daha yüksek bir rakam çıkarsa yine kaybeden onlar olacaktı. Ortakları ile görüşüp döneceğini, beni yarım saat sonra arayacağını söyledi.

Yarım saat sonra arayan Selim Usta oldu. Ali Usta’nın son teklifinden yüzde otuz daha düşüktü teklifi. Hemen kabul ettim. Bir an önce başlamalarını söyledim. Tabelacıya uğradım. Profil ayakları daha büyük kesitli profilden yapmasını istemiştim. Yön levhalarının yerine dikmeyeceğiz belediye ile konuşmadan önce.

Geçen gün İzmir dönüşü İŞKUR’a uğrayacak vakit kalmamıştı. Telefon edip bilgi aldık. Üyelik için SGK ve vergi kaydı gerekiyormuş. Biz işlemlere başladık ama henüz tamamlanmadığı için işyeri numarası elimizde yok. Meşrubat bölge bayisini arıyorum soğutucu dolaplar için. O da önce vergi kaydı diyor. Anlaşılan her şey ruhsat ve vergi kaydına kilitlendi. Bana göre geriye tek problem kaldı; o da uygun personeli bulmak…

Eşim evde ben dışarıda koşturuyoruz. Hazır beton için bayi ile görüşüyorum. Bana güncel fiyatı vermek için şirketi arıyor. Konuştuğu kişi beton dökülecek yeri sorunca benim işim olduğunu anlıyor. Geçen hafta taşeron İhsan Bey bana yapacağı işten bahsetmiş hazır betoncuya. Halbuki “Beton işine sen karışma, ben halledebilirim.” demiştim. Onun kafasında yatan başka tabii, beton fiyatını bana fazla söyleyip oradan da kendine pay çıkarmak (!)

Akşama doğru bana İhsan Beyi tavsiye eden arkadaş arıyor. İhsan Bey’in ekibi trafik kazası geçirmiş. Ekibi hastanede tedavi görüyormuş. İşi yapamayacağını başka birini bulmamı istiyor. Yersek. Muhtemel odur ki, hazır beton şirketinden onu arayıp fiyat aldığımı öğrenince oyununun bozulacağını tahmin etti.

Sonradan bana bu işleri yapan biri öneriliyor. Genç bir mühendismiş. Yarın gelip işin yapılacağı yeri görecek. Yerini hazırlamadan prefabrik ambar ve evi de getiremeyiz. Bu bakımdan acilen yolun yapılması ve bina yerlerini de düzenlemem gerekiyor.

Eşimi evden alıp baba dostlarından birini ziyaret ettik. Bazı gıda ürünlerini buradan temin edebileceğiz. Yarın Salı Pazarı olmasına rağmen aşağı inmeyebiliriz düşüncesiyle pazartesi günleri evimizin yanında kurulan pazardan alışveriş yaptık.

Taş Ev’imize döndük. Tost makinesini denemek için nohut mayalı ekmek almıştık. Güzel bir tost günün yorgunluğunu giderdi.

Geç vakte kadar verandada oturduk. Odamıza girmeye, yeniden dünkü sıcakla karşılaşmaya çekiniyorduk. Sinekleri toplayıp cızır cızır yakan bir alet almıştık. Hemen kurduk. Çevrede ne kadar uçan böcek varsa cihaza takıldı. Çıtır çıtır sesleri gece boyu kesilmedi.

YENİDEN MERHABA

17/08/2016 Çarşamba, Tire

Uzun bir aradan sonra geri dönüş heyecanı. Yayımladığım son günlüğün tarihi 24 Temmuz 2016. Yani dolu dolu üç hafta geçmiş. Ortam tamamen farklı. Artık evden yazmıyorum. O gün bugündür yayladaki Taş Ev'de geçiyor günlerimiz. Bu üç haftada neler yaşadığım gün sektirmeden tuttuğum günlüklerde. Yayımlama imkanım olmadı sadece internet bağlantısını sağlayamamaktan dolayı. Bu kadar uzun sürmesi oldukça trajikomik. Sözün özü onca bekleyiş ve uğraştan sonra başa dönüş...

Üç haftalık günlük birikti. Gözden geçirip sırasıyla yayınlayacağım hepsini.  Zamanı geri getirmek mümkün olmadığı için güncelliğini yitirmiş olsalar da hepsi yaşanmış birer öykü tadında. Bu dönemde takip ettiğim blokları okumak da sekteye uğradı. Geçmiş dönemde inşaat ustalarıyla uğraşmalarım günlerimi ve günlüklerimi doldurdu. Bundan sonra yazacaklarımın teması değişecek. Değişikliklerin en önemlisi ailemize yeni katılan üç aylık bir köpek yavrusu. Adını renginden dolayı "Zeytin" koyduk. Bu yaştan sonra yeniden bir evlat sahibi olmak gerçekten heyecan verici.

Neyse lafı uzatmadan bugünüm nasıl geçti ondan bahsedeyim. Bu hafta zamanımın çoğu aşağıda geçiyor. Kahvaltı saatimiz değişmedi sayılır. Yayla kahvaltısı evdekinden daha zevkli oluyor. Sabah güneşinden dolayı havuz başındaki masaya geçiyoruz. Önce bir servis elemanı titizliğinde masayı donatıyorum. Sabah kahvaltısını hazırlamak önceden olduğu gibi yine bende. Çay olana kadar her şey masaya geliyor. Eşimin el emeği göz nuru döküp hazırladığı envai çeşit ev yapımı katkısız reçellere uzaktan bakıyoruz. Hani şeker başlangıcı demişti ya doktorun biri. Eşim bu konuyu bayağı ciddiye aldı. Hele kızım, "Kör olursun, sana bakmam." diyor. Bir de kilo almamak için uzak duruyoruz elbette. Hani önüme koysalar hiç acımam ama neyse.

Kahvaltı faslından sonra Zeytin'in bağını çözüyor, onun mamasını hazırlıyorum. Bugün yapılacaklar listesi hazırlamadım. Hafızama güveniyorum nasılsa. Öncelik eşimin istediklerinde. Tahmisten taze kahve ve yeni çekilmiş karabiber alınacak. Muhasebeciye uğruyorum. İmza sirküleri istiyor noterden. Ufak yerin avantajı. Ne yolda zaman kaybı ne de sıra kuyruğunda. Beş dakikada gidip sirküleri alıyor muhasebeciye götürüyorum. Önceden doldurulmuş bir sürü forma imza atıyorum. Bir tomar belgeyi naylon poşete koyup bana uzatıyor. SGK ya giriş yapılacakmış. Yerini soruyorum. "İzmir'den geliş yolu üzerinde solda birinci kat." diyor. Şifre vereceklermiş.

SGK binası da sakin. Genç bir çocuk hemen yapıyor işlemi. Cuma gününe kadar e-devletime göndereceklermiş şifreyi. Artık zarf içinde verilmiyormuş. Teşekkür edip ayrılıyorum yanından. Onca zamandır hep kaçtım şu e-devlet olayından. Başımda beni gözetleyen ve her şeyimi bilen bir müfettiş gibi gördüm onu. Ama kaçışım buraya kadarmış. Eşimden kulak dolgunluğum var, "PTT den beş dakikada veriyorlar." demişti bir zamanlar. O zaman hiç oralı olmamıştım.

PTT ye gidiyorum. HGS kartım da arabamın ön camı değişince zarar görmüştü. Hem yeni kart çıkarır hem de e-devlet şifremi alırım diye düşünüyorum. Sıra numarası aldım. Daha yerime oturmadan sıram geldi. Büyük şehirde olsa bütün günün gider beş kuruşluk iş için. İyice keyifleniyorum.

Ozan'a uğruyorum. Yine interneti ve yazar kasayı soruyorum. Müzik düzenini de kuracaktı ama öncelik diğerlerinde. Kamera sistemini çoktan unuttuk zaten. Bekçi tutsam daha ucuza gelecek (!) Yazar kasayı oğlumdan devir alacağım. Ruhsat vs. soruyorlar. Ne ruhsatı? Taşınırken kim bilir nereye sıkıştı? O zaman zayi ilanı vereceğiz. Hay hay. Hamama giren terler. Oradan yerel gazetelerden birine koşuyorum. İki kardeşmiş sahibi. İkisi de faal. Onun için kapıları kapalı, telefonları cevap vermiyor (!) "Çalışkan çocuklar." diyor sorduklarım. "Mutlaka haber peşindeler." Ama kapıları kapalı, telefonlara cevap vermiyorlar. Bu da ufak yerlere mahsus bir özellik olsa gerek. 

İkinci gazeteye gidiyorum. Şükürler olsun ki açık. Yazar kasa ruhsatı için kayıp ilanı veriyorum. Bir de eleman aranıyor ilanı versem diyor, fiyat soruyorum. Günlüğü şu kadar diyor. O kadar komik bir fiyat ki söylediği, şaşkınlığım devam ederken hemen oturup bir ilan metni hazırlıyorum. "Kaystros Taş Ev Restaurant mutfakta çalışacak yardımcı eleman ve garsonlar arıyor."

İnternet olayına gelince; tam üç hafta önceydi Ozan'a ilk gittiğimde. Birkaç yere telefon ettikten sonra en iyi çözümün çoklu vınn olduğunu söylemişti. Karşıdaki Turkcell bayiine yönlendirdi. İçeri girer girmez genç bir hanım müşteri temsilcisi ilgilendi benimle. "Size 200 TL ye bir cihaz kutusu vereceğiz, internet hızı ve kapasitesine göre farklı aylık ödemeleri olacak aldığınız hizmetin." Sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi, "Ya da Süperonline olursa hem cebinizi hem evinizi birleştiren ekonomik bir paketimiz var." Sisteme giriyor ve bulunduğum yerde alt yapının mevcut olduğunun görüldüğünü söylüyor. Fiyatı öğrenince gayet cazip geliyor bana. "Peki, ben bunu çoklu kullanabilir miyim?" soruma "Elbette" cevabını veriyor.

Hemen cep telefonuma mesaj geliyor. İşlem kaydım alınmış, üç güne kadar modemi bağlamak üzere birini gönderecekler. İlk üç günüm böyle gidiyor. Üçüncü günün sonunda aranıyorum. Telefonun ucundaki hanım Superonline dan aradığını, bir yanlışlık yapıldığını, bulunduğum bölgede alt yapı bulunmadığını söylüyor. Moralim bozuluyor tabi. E, yapacak bir şey yok vınn alacağız mecburen diyorum. İki gün fırsat bulup Turkcell e gidemiyorum. Ertesi gün artık niyetleniyorum internete kavuşmaya. Ancak sabahleyin Superonline yeniden arıyor beni. Problemin altyapıdan kaynaklanmadığını, Superonline kaydım olmadığı için işlem yapılmadığını söylüyor. Kabul ediyorsanız Turkcell hesabınızı Superonline a aktaralım diyor. Kabul ediyorum. İyi ki vınn almamışım diyor, yine ümitleniyorum. Telefonuma mesajlar geliyor. Paketten yararlanana kadar internetsiz kalmayım diye telefonuma haftalık 2 GB internet yüklediklerine, üç güne kadar modem kurmak üzere birini göndereceklerine dair bir sürü mesaj. "Ne kadar ilgililer, helal olsun" diye geçiriyorum içimden. Üç günün sonunda geliyor biri. Gelen kişi son derece neşeli ve esprili. Adını soruyor ve bey diye hitap ediyorum. "Abi, dur ben daha bey olmadım." diyor. İzmir'den yola çıkmış, arada yol sorarak geliyor yaylaya. Otuz yaşlarında bir delikanlı. "Kablo nerede?" diye soruyor, adeta beş dakikada bağlayıp gideyim edasında. Ne kablosu? "Kablo falan yok burada." diyorum. 

Dostça akıl veriyor. "Telekom buraya kablo çekmek zorunda. Ama ayak sürüyorlar. Yapmak istemiyorlar. Genel Müdürlüklerine şikayet edin birkaç güne kadar çekerler kabloyu." Şaşkın vaziyette dinliyorum. Çocuk hızını alamamış gibi devam ediyor. Sevdim ben sizi, eğer bir problem yaşarsanız bizimkilerini de devreye sokarım, bir haftaya kalmaz kesin hallederiz bu işi." Siz gidin müracaatınızı yapın, ben önümüzdeki hafta başka yerde görevliyim. Olmazsa bir hafta sonra döndüğümde görüşürüz." Cep telefonunu veriyor, her zaman kendisini arayabileceğimizi söylüyor ve gidiyor.

Telekom'a gidiyor, müdürle konuşuyorum. Adam rahat, oraya kablo çekemeyiz, çekersek bakımını yapamayız, dilerseniz gidin şikayet edin diyor. Yine de bir keşif yapar size kesin sonucu bildiririz diyor. Araya hafta sonu girince pazartesi günü ilk iş olarak yanlarına gidiyorum. Keşif yapılmış bile. Sonuç olumsuz. Superonline temsilcisinin verdiği gazla kabloyu çekmek zorunda olduklarını yoksa şikâyet edeceğimi söylüyorum. "Elbette, şikayet edebilirsiniz diyor."  Sürekli yaylada kaldığımızdan cep telefonumdan giriyorum genel müdürlüklerine. Şikayet bölümünü buluyor, efendi bir dille beş yüz karakterlik şikayet etme hakkımı son harfine kadar kullanıyorum.

Üç beş güne kadar dönerler, hatta buradaki müdürlerine fırça atar ve bizim kablo işine başlarlar diye boşuna bir ümit kaplıyor içimi. Ama zaman geçmeye devam ediyor. İki hafta oldu hala bir netice alamadık. Bir telefon geliyor. O da Superonline yetkilisi, İzmir'den. Gelip modem bağlantısı yapacakmış. "Dur, aman boşu boşuna gelme" diyorum. "Geçen gün arkadaşın geldi kabloyu bulamadı burada. Sen de bulamazsın. Çünkü Telekom çekmemiş, çekmeye de niyeti yokmuş."

Yine Ozan'ın yanına gidiyorum. "Abi ben sana söylemiştim." diyor. Neyi söylemiştin Ozan? "Superonline ile olmayacağını, kablo çekilemeyeceğini." İyi de beni Superonline a yönlendiren senin gönderdiğin Turkcell ciler değil mi? "Hepsi geri zekalı, kafaları çalışmıyor onların." diyor. Sonuçta internetsiz kalan benim. Size önereceğim uydu bağlantısı diyor bu sefer. "Onun maliyeti ne? "Sizin ihtiyacınızı görecek düzeyde bir bağlantı için ayda yüz lira civarında. "Tamam o zaman diyorum, hemen başlatalım.

Ertesi gün İzmir'deyiz. Ozan beni arayıp konum bilgisi göndermemi istiyor, uyduculara göndermek için. İzmir'den nasıl gönderirim? Yarın diyorum. Geç dönüyoruz. Ama gecenin üç buçuğunda gönderiyorum konum bilgisini. Ondan sonraki günler ama telefonla ama şahsen yanına giderek soruyorum ne oldu bizim internet diye. "Konumu gönderdim, çalışma yapıyorlar." diyor sürekli. Canım sıkılıyor. Ne çalışması bu böyle? Sanki Cebelitarık boğazına köprü yapıyorlar (!)

Yine ısrarla ara şu adamları diyorum. Biraz zaman geçtikten sonra dönüyor bana. Cihaz ücreti bin beş yüz TL, kurulum için İzmir'den gelecekler km si için şu kadar, 12 GB aylık fiyatı bu, 25 olursa bu... Dur dur bakalım, nedir şu cihaz ücreti dediğin bin beş yüz lira. Efendim kredi kartına taksit yapılabiliyormuş, okyanusta gemilere kurulan sistemmiş, yukarıda rüzgar santrali kuran firma da bundan bağlatmış, mış, mış. Kalsın, kardeşim internet minternet istemiyorum. Bir vınn alır işime bakarım. Arkamdan sesleniyor. "Onda limit aşarsanız daha fazlaya mal olur size." Duymak istemiyorum artık hiçbir şeyi. Soluğu karşıdaki Turkcell bayiinde alıyorum. Beni üç hafta önce Superonline a yönlendiren kız yok ortada. Olsaydı bir iki çift lafım da ona olurdu muhtemelen. Çoklu vınn alıyorum. İki kibrit kutusu büyüklüğünde, kibrit kutusunun yarı kalınlığında bir cihaz veriyorlar. Ayrıca ücret almıyorlar bunun için, faturaya yansıtıyorlar. Niye kaybettim bunca zamanı?

Gittiğim her yerde ustalık belgesi soruyorum. Berberime sormak için gittim bir de tıraş oldum. Sabahtan beri çabalarım sonuç verdi. Üç ayrı yerden cevap geldi. Bu sorunu da aştık sanırım. Geriye mutfak için eleman bulmamız kaldı sadece

Şu anda bu satırların döküldüğü yerdeki ortam için kimler neler vermez. Solumda Tire'nin gece manzarası, hafif esen bir rüzgar, ideal bir hava sıcaklığı, tertemiz hava, gece kuşlarının aralıksız ötüşleri, uzaklardan gelen düğün sesleri... Düğün sesleri enteresan bir şekilde dört beş km mesafe olmasına rağmen buralara kadar ulaşıyor. Bazı geceler Kürtçe türküler çalınıyor, bazen Ankara havaları. Bugünkü düğün sahipleri ise Rumeli taraflarından olmalılar.

Bütün günüm çarşıda geçti bugün. Matbaadan fatura, sipariş fişi, gider pusulasını alıyorum. Üzerine telefon numaramı eklemeyi unuttukları ve yeniden basacakları kartvizitim henüz hazırlanmamış. Kaşe yaptırmak için önerilen yere gidiyor, siparişimi verdikten sonra yaylaya çıkıyorum. Verandada çay içen eşime eşlik etmek için bir akşam çayı hazırlıyor Hüseyin. "Hadi" diyorum ona "Yukarı yaylaya çıkıp bir bakalım." 

"Ben bütün bu araziyi Sezai'nin sanıyordum. Onun yanında çok çalıştım. Eskiden su çok boldu burada, şimdi azalmış." diyor. Sezai dediği bizim kiracı. Biz memleketi dolaşırken bizim Sezai kiracı olduğu toprakları benim diye hava atmış. Doğru dürüst kira da vermiyordu zaten. Dediklerine göre bizim sayemizde köyün en zengin adamı olmuş.

Aşağı iniyoruz. Bir iki adam bulup su kaynaklarını kazacak, kaçak suları yeniden kazanacaklar. Elektrikçi Ali gelecekti bugün. Yine gelmedi. Yarın sabah geleceğim diyor. Kapıdan Taş Ev'e kadar on üç aydınlatma direği diktim. Direklerin elektrik kablolarını çekecek. Konteynerlerin elektrik bağlantıları, İtfaiyecilerin istediği ikaz ve acil aydınlatmalar vs. işler var daha yapılacak.


25 Temmuz 2016 Pazartesi

TAŞ EVDE İLK GECE


24/07/2016 Pazar, Tire

Taş Ev’imizde ilk kez kaldık dün gece. Hala ufak tefek eksiklikler çıkıyor doğal olarak. Oda ve mutfağın pencerelerine çıkarılabilir sineklik, banyoya dolap yaptırmamız gerek. İnternet bağlantısı olmadığından dünkü yazımı bilgisayara yazdım ama yayınlayamadım. Pazartesi günü interneti bağlamaya geleceklerini umuyorum.

Sabah kalktığımda ağacın yeşili gözüme daha canlı, kuşların sesi daha sevimli geldi. İlk kez kahvaltı hazırladım Taş Ev’in mutfağında. Mutfak gereçleri evde alıştıklarımdan farklı. Kocaman bir demlikte tek kişiye çay yapmanın zorluğunu yaşıyorum. Ben çay sevmiyorum. Bu yüzden sadece eşim için çay yapıyorum. Ancak menemen evde yaptığımdan daha güzel oldu. Servis tabaklarımız yeniydi. Masa sandalyeyi dışarıda bıraktık. Veranda ona kadar sabah güneşini alıyor ama daha sonra hep gölgede kalıyor.

Taş Ev’in önüne aldık masayı. Sabah serinliğinde kuşların ve cırcır böceği seslerini dinleyerek yaptık kahvaltımızı. Eşim o kadar karşı çıkmama rağmen yine yordu kendini ve zor bir gece geçirdi. Yine sabah benden önce kalkmış reçel hazırlıklarına başlamıştı bile.

Öğlene doğru yanıma bir sepet ve sırık alıp yukarı yaylaya çıktım. Niyetim kuşlardan geri kalan armutları ve erikleri toplamaktı. Alt dallardaki armutları toplamıştım önceden. Hepsini kuşlar yemiş hiç armut kalmamış olabilirdi de. Ağacının yanına geldiğimde kuşların henüz dokunmadığı epey armut gördüm dalların ucunda. Hepsini sırıkla düşürdüm yere önce. Yerden toplamak belimi ağrıttı. Sepet dolduğunda kara kara düşünmeye başladım. Nasıl inecek bu aşağı? Üstelik ikinci bir sepet var dolacak. Bugün bunları indirebilsem erik toplama işini başka güne bırakmalıyım.

Sepeti sırtıma alamadım. Ağrı sağ yanımda olduğu için sağ elimle taşımak biraz daha sıkıntı veriyordu. Sonunda sık sık dinlenerek indirdim aşağı. Eşim eriklerin yarısının çekirdeklerini çıkarmış ve küçük parçalara ayırmıştı. Bir yorgunluk kahvesi yapıp içtik karşılıklı. Verandaya çıkarttığımız büyük televizyonu izliyoruz. Bütün kanallar demokrasinin zaferi diyor başka bir şey demiyor. Taksim CHP’nin mitingine hazırlanıyor. AKP de mitinge temsilci gönderecekmiş.

Bir kez daha çıkıyorum yukarı yaylaya. İkinci sepeti doldurup iniyorum. Reçel hazırlığı için yardım ediyorum eşime. Güncel olayları tartışıyoruz. Adını söylemekten aciz kadınlar tankları nasıl dize getirip demokrasi yolunda gazi olduğunu anlatıyor televizyonlarda. Gezi olaylarında kapanan Taksim Meydanı, cumhurbaşkanı ve hükümete prim veren CHP’ye bile açıyor kapılarını. Kılıçdaroğlu’nu dinliyorum. “Kimdir bu FETÖ?” diye sormuyor. “Ne istediler de vermediniz?” diye sormuyor. Ordunun içine yuvalanırken bu FETÖ cü darbeciler siz Ergenekon, Balyoz davalarının savcısı değil miydiniz? diye sormuyor. Çok daha önceden deşifre edilip etkisiz hale getireceğiniz darbecilere harekete geçecek zamanı niye verdiniz? diye sormuyor. "Haberimiz yoktu eniştem söyledi."lafına inanıyorsa, MİT müsteşarını niye görevden almadınız? diye sormuyor. Bugün müsteşarı görevden almamasına neden olarak “Dere geçerken at değiştirilmez.” demiş. Elli bin kişiyi gözaltına aldınız. Ordunun, yargının ve diğer önemli devlet kurumunun önemli kısmı gözaltında. Hapishanelerde yer kalmadı. “Bu atlar sizin değiştirilebilir sınıfında mıydı?” diye sormuyorsunuz. Böyle düşünen tek kişi dahi kalsam yaratılan algıya karşı duracağım. Nasıl durmam; Bir tank ve yedi asker ile stadyumu teslim almaya gidiyor darbeciler. Televizyonlarda darbe karşıtı yayınlar, politikacının darbecilere karşı yürüttüğü propagandalar tam gaz devam ettiği bir sırada. Çoluk çocuk tankları esir alıyor. Ne demokrasi kültürü varmış bu milletin… AKP ile FETÖ nün ortaklıklarının hala devam ettiği bile şaşırtmaz beni. Belki tamamen yanlış düşünüyorum. Ancak bize anlatılanların ve toplumda yaratılan algının da gerçeklerle hiçbir alakasının olmayacağından da eminim…

ÇOK ÇALIŞMAM LAZIM ÇOK


23/07/2016 Cumartesi, Tire


Evvelsi gün kızımın daveti üzerine Yukarı Kızılca köyüne gitmiştik. Orada yedik, içtik hoşça vakit geçirdik. Kızımın arkadaş grubundan geceyi hoş sohbetiyle renklendiren bir doktor hanım vardı ki onu unutmak mümkün değil. En sonunda ona tiyatro ile ilgisinin olup olmadığını sormuştum. Verdiği cevap tahminimde hiç de yanılmadığımı göstermişti. Ben de doktor hanımın anlattığı yaşanmış olaylardan birini öyküleştirip günlüğüme koymuştum.  Yeniden o geceyi hatırlatmama sebep öyküye ait aldığım olumsuz yorumlardı.



O gecenin sabahında kızım yazımı okumuş, olayı tam olarak aktaramadığımı ve açıkça öykümü beğenmediğini söylemişti. Haklı olabilirdi. Nedenlerini düşündüm. Her şeyden önce öyküyü anlatan komedi unsurlarını ön plana çıkarmış, almış olduğu tiyatro eğitimini sayesinde sözün yanı sıra taklit ve mimiklerle anlatımını güçlendirmişti. Anlattığı karakter kocasıydı ama daha çok annesiydi. O gece adeta güzel bir komedi gösterisi izlemiştik. Öyle ki, annesiyle ilgili birkaç hikâye daha anlatsaydı kesinlikle yeni bir “Sürahi Hanım” karakteri çıkardı. Bu yüzden ben uzun süre yayınlanan bir dizinin başrol oyuncusunun yerine görevlendirilen sanatçı durumuna düşmüş oldum.



Diğer bir konu öyküyü anlatan kişi kadar rahat değildi durumum. Yazdıklarımı okuma olasılıkları vardı. Bizi esas güldüren sözcükleri yumuşatarak kullandım. Dinlerken kahkahaya boğulurken okurken aynı etki ortaya çıkmadı bu zorunluluk nedeniyle.


Sabah kahvaltısından sonra eşim “Irmak haklı” dedi. Önce neden bahsettiğini anlamadım. “Kızım tabii ki her zaman haklı.” dedim. “Yazını okudum, ben de beğenmedim, olmamış.” dedi. Bazı düzeltmeler yapıp güncelledim. Sonra bu performans kaybına birçok bahane uydurdum. “Siz hikâyeyi biliyorsunuz, bu yüzden etkilenmediniz.” dedim yemedi. “Gece yazdım, uykusuzdum, ne yazdığımı biliyor muyum ben?” dedim olmadı. Yazıyı yazdığım bilgisayar kızımındı, “Mouse kullanmadan zihnim dağılıyor.” dedim yine değişen bir şey olmadı. “Güzel yazıyorsun ama bu olmamış, konuya girmemişsin işte” deyip son noktayı koydu. Bana da önümüzdeki maçlara bakmak kaldı…



Sabah her ikimizin de kafası karışık. Eşim kah benimle yaylaya çıkmak istiyor kah aşağıda kalıp evi temizlemek. Benim durumum daha vahim. Pazartesi sanıyorum bugünü. Hem ödemeler yapılacak hem dolapların montajı, tabelacı da gelip tabelaları takacak diye kıvranıyorum. “Hadi geleceksen çıkalım artık daha bankadan havale yapacağız.” diyorum. Eşim şaşırarak bakıyor yüzüme. “Cumartesi günleri kapalı olur bankalar” diyor. Bende jeton düşüyor, rahatlıyorum.



Saat onda bekliyorduk Ali Ustayı. Yarım saat önce arıyor telefonumdan. “Biz yayla kapısındayız.” diyor. Panik içinde hazırlanıyorum. Eşime seslenerek  “Ben çıkıyorum, sen de gelmeye karar verdiysen hemen çıkmamız lazım. Dolapçılar bahçe kapısında.”


Birlikte çıkıyoruz yaylaya. Marangozlar çalışmaya başlıyor. Onlara nezaret ediyorum. “Eşim elma toplayacağım.” diyor. “Otur dinlen, sonra birlikte toplarız.” diyorum. Dinlemiyor. “Boş boş oturmaya mı geldim ben buraya.” diyor. Boş bir sepet alıp elma topluyor. Fazla sürmüyor bu iş. Bir yerleri temizlemezse içi rahat etmeyecek. Tuvaletlerdeki malzemeleri dışarı alıyorum. Tuvaletleri temizlemeye başlıyor. Benim daha önce temizlediklerimi beğenmiyor. “Sen temizlik mi diyorsun buna? Yerlerde boya lekeleri bile duruyor hala…”