KATEGORİLER

19 Ocak 2017 Perşembe

YANSIMALAR

19/01/2017 Perşembe, Tire

Havanın değişip durduğu bu günlerde Deep durmadan değişen hava durumuna güzel bir yakıştırma yapmıştı. Aynı İzmir'in kızları gibi... Bugün de aynı. Sağanak yağış beklerken sabah inanılmaz bir bahar havası karşılıyor bizi. Öyle ki henüz temizlik bitmeden gelen misafirler terasta oturmayı tercih ediyor. Güneş bu mevsimde bile ısıtıyor.

Güzel havalar çiçek özüne uçan bal arıları gibi misafirleri Taş Ev'e çekiyor. Dün yine müzik listemi oluşturamamıştım. İlk yaptığım işlerden biri olmalı şimdi. Hemen bilgisayarımı açıyorum. Biri yabancı biri de yerli olmak üzere iki liste hazırlıyorum. Bu arada üyesi olduğum Spotify'dan Müzeyyen Senar ve Zeki Müren parçalarından oluşan uzun iki listeyi de repertuvarıma ekliyorum. İşlem tamam.

O güzelim hava fazla kalıcı olmuyor. Biz meteoroloji ile dalga geçerken hava birden kapanıyor, yağmur atıştırmaya başlıyor. Derken güneş bulutların arkasına gizlenince hava kararıyor ve tek tük atıştıran yağmur sağanağa dönüyor. Neyse ki fazla uzun sürmüyor bu durum ama güneş saklandığı yerden çıkmıyor bir daha.  Zeytin'e yemek vermek üzere kulübesine gidiyorum. Bir de ne göreyim, tasmasından kafasını sıyırıp sırra kadem basmış. Ekipten arkadaşlar dalga geçiyor, "Senin Zeytin kocaya kaçtı." diye. Döneceğinden emin olmak istiyorum, nereden bulacak böyle yağlı kapıyı.

Akşam rezervasyonlarından misafirlerimizden biri beklediğimizden erken geliyor. Yanında tanınmış bir üniversitenin dekanı var. Taş Ev'i görmek istemişler. Salona çıkıp oturuyor, program değişikliği nedeniyle akşam gelemeyeceklerini söylüyorlar. "Madem yemek yemeyeceksiniz size tatlı ikram edelim." diyorum. Birer porsiyon trileçe, dondurmalı kestane tatlısı ve karadutlu lor tatlısı alıyorlar. Hesap ödemeden memnun bir şekilde ayrılıyorlar. "Adnan Şef sen de hesabı almadın mı?" "Hayır" diyor "Kimse hesap sormadı bana." Belki unuttular belki de ikram kabul ettiler. Ne yapalım olur böyle şeyler.

Acilen aşağı inmem, eksik malzemeleri tamamlamam lazım. Kasap alışverişini de yapıyorum bu arada. Yolda eşim arıyor. O da dışarıda bir yerde güne gittikten sonra eve dönüp kendine has tatlılar mezeler hazırlıyor. Yolda telefon ediyor. Şu da lazım, bunu da al gelirken.

Akşam Müzeyyen dinletiyorum misafirlere. Arkasından çaldığım Türkçe müzik beni eskilere götürüyor. Misafirlerin yaş grubuna bakınca eminim onlar da hoşlanarak dinliyor olmalılar.

Salondan şehrin gece manzarası harika görünüyor. Dün geceki konularımızdan biri yanındaki arkadaşıyla tablo gibi bir fotoğraf çekip instagramda paylaşmış. Mekan gerçekten harika görünüyor. Onu izinsiz paylaşamıyorum. Camdan manzarayı çekiyorum. Gölgeler yansımalarla ilginç görüntüler dökülüyor. Acemi Demirci'nin objektifinden ne kadar güzel görünür acaba? 

İnsanların beğenileri, damak tatları çok farklı. Aynı yemeği ya da mezeyi yan yana iki masadan biri eleştirirken diğeri göklere çıkarıyor. Bu durumda misafir her zaman haklı diyoruz ama ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Aynı durum eşimle benim aramda da var. Örneğin makarnayı ben Al Dente pilavı biraz geçkince severken eşim makarnayı geçkince pilavı tane tane sever. Her ikimiz de birbirimizin yediklerini eleştiririz.

Bugün yarınki tarihi görmeden günlüğümü yazmak şerefine nail oluyorum. Gecemi ara verdiğim blog dostlarımın bloglarını okumaya ayıracağım. Facebook'tan gördüğüm kadarıyla Evde Yazar hanımefendi de yazmış uzun bir aradan sonra. Yine sadık takipçilerimden Acemi Demirci'nin ve diğer dostların okuyacağım bir sürü yazısı olmalı.

AĞRI DAĞININ ETEĞİ

18/01/2017 Çarşamba, Tire

Meteorolojinin aksine güneşli bir gün. Ekibi alıp geldikten sonra herkes görevinin başına koyuldu. Küçük bilgisayarda yüklü müzik listelerinin tamamı silinmiş. Son haftalarda diğer bilgisayarımı yanımda taşımıyorum. Müzik olmazsa olmaz burada.

Hemen şehre inip bir şeyler yapmam lazım. Daha önce bazı müzik listelerinin bilgisayarımda yüklü olduğunu biliyorum ama onları ayıklamam gerek. Alelacele hazır bir liste buluyorum. Bu geceyi atlatırsam yarına daha iyisini düşünürüm.

Eve girer girmez eşimin istediği malzemeleri bırakıyorum. O kadar insan varken bazı spesiyal çeşitleri kimseye bırakmıyor, yoruyor kendini.

Yaylaya dönüyorum. Ekip güneşi arkasına almış ceviz kırıyorlar. Ne var ki ilerleyen saatlerde hava birden soğuyor. Adnan Şef şömine sobayı yakarken Aşkın Şefle birlikte yukarı yayladan bir araba odun getiriyoruz.  

Yanımda getirdiğim bilgisayardan müzik yayınına başlıyoruz. Yabancı müzik yerli müzik birbirine karışıyor. Arada sevmediğim müzikler de olsa yapacak bir şey yok. Tam otuz dokuz saat kesintisiz çalabileceğini düşünüp en azından bu geceyi kurtardım diyorum. Mutfakta Aşkın Şef ile konuşurken panik halinde Aydın Şef geliyor yanıma. "Müzik, müzik" diyor. Diğer müziklerin arasında garip bir müzik parçası başlamış çalmaya. "Ağrı dağının eteğinde..." Karizmayı çizdik şimdi işte. Koşup durduruyorum. Birkaç dakika sonra yeniden başlıyor müzik yayını. Yukarıdakiler anlamıyorlar bu durumu. Gece misafirleri geç saatlere kadar oturuyorlar.

18 Ocak 2017 Çarşamba

TUVALET ADABI

17/01/2017 Salı, İzmir

Bugün yaşadığım olağan dışı durum sebebiyle pazar alışverişini Aşkın Şef yapıyor. Son zamanlarda hayatı daha fazla sorgular oldum. Çok okumak, çok yazmak istiyorum. Nedenini bilemediğim bir güç alıkoyuyor beni. Bilgisayarımı yanıma alsaydım yazardım belki de. Sanki onu açmaya fırsatım olmayacakmış gibi geldi. Oysa o kadar çok zamanım varmış ki.

Saçma sapan, bölük pörçük şeyler takılıyor kafama. Mesela üniversiteye ilk başladığım yıllar... Henüz hazırlık sınıfındayım. Yurda güç bela atmışım kapağı. Ne kadar konforlu gelmişti gözüme, çeşmelerden hem sıcak hem de soğuk suyun akması. Çamaşır odalarında çamaşır makinesi, Hoover miydi neydi markası. Bir gözünde bir o yana bir bu yana dans ederek yıkanan çamaşırlar daha sonra yanındaki silindirik hazneye alınır yüksek hızla döndürülerek kurutulurdu. Oyun gibi gelirdi bana bu işler o zaman. Her perşembe akşamı çamaşır günümdü. Bilmezdim o zamanlar renklilerle beyazların birbirinden ayrı yıkanacağını. Bütün beyaz iç çamaşırlarım lacivert eşofmanımdan bir ton daha hafif mavi renge bürünmüştü.

Ütüyü danışmaya kimlik bırakarak alırdık. Ütü masasında gömlekleri pantolonları ütülerdim. Çamaşır yıkamak gibi zevk vermezdi bu iş. Bir an önce bitsin isterdim. Yurdun tuvalet ve banyoları güzeldi. Bütün tuvaletler alafrangaydı. Akşamları eğitim veren abilerimiz bizi her konuda bilgi sahibi yaparlardı. Siyasi konularda hele siyaset felsefesinde beyin damarlarım henüz açılmamıştı. Yarı korkarak yarı ürkerek abileri dinler görünürdüm. Emekçiler, sömürü, kapitalizm konularında yine de bir şeyler kapmaya başlamıştım ama önerdikleri Marx, Engels gibi Rus yazarların  kitaplarını ne kadar okumaya çalışsam da anlayamazdım. Tam bir şeyler anlamaya başlamıştım ki 12 Eylül darbesi oldu. Aldığım bütün kitaplar sobalarda yakıldı yine korkudan.

En komiği de tuvaletlerin kullanılmasına yönelik eğitim çalışmalarıydı. "Arkadaşlar, gavurun bu icadı son derece sağlıklıdır. Oturduğunuz zaman bağırsaklarınız alaturka tuvalette olduğu gibi büzüşmez. Hacetinizi zorlanmadan çok daha sağlıklı ve konforlu bir şekilde görürsünüz." Yurdun muhtelif yerlerinden gelen gençler hayatında ilk kez gördüğü bu gavur icadı tuvaletlere alışmakta çok zorlanıyorlardı. Pek çoğu klozetin üzerine tavuk gibi tüner her tarafı berbat ederdi. Kimisi alt kapağını açar kimisi açmazdı. Abiler kırsaldan gelen bu gençleri hor görmezler alafranga tuvaletin nasıl kullanılması gerektiğini temsili olarak gösterirlerdi. Zaman içinde tuvalete tüneyenlerin sayısı hızla azaldı ve yurttan ayrılırken artık herkes usulünce kullanmayı öğrenmişti.

Şimdi umumi ve kurumlara ait tuvaletlerin tamamı alaturka. Pek çoğu pislikten geçilmiyor. Alafranga tuvaletin kullanılmasını günah olarak görüyorlar. Zaman ülkemizde geriye doğru işliyor.      

YAĞMUR

16/01/2017 Pazartesi, Tire

Yağmurun ardı arkası kesilmiyor. Ekibi yukarı bıraktıktan sonra eşimin MR neticesini almak üzere yeniden indim şehre. Bu arada ekibe ayrı ayrı sordum ve bütün ihtiyaçları bir kağıda yazdım.

Eşimi evden alıp hastaneye gittim. Ankara'daki doktorumuz ayağı için oldukça zor bir ameliyat önermişti. Adeta bir heykeltıraş gibi topuk kemiğini kesip ayağın bilmem kemiğinin yanına yapıştıracakmış (!)

Daha doktoru dinlerken tansiyonum düşmeye başlamıştı. Başarı oranının ne olduğunu sorduğumda ise yüzde seksen olduğunu söylemişti. Yani yüzde yirmi sakat kalacak öyle mi? Bu nedenle hiç taraftar olmadım bu ameliyat işine. Bu sefer ayağıyla ilgili ameliyattan bahsetmediler hiç. Ayakta kalmamasını söyleyip bir sürü ağrı kesici, kas gevşetici ilaç yazdılar. Eşim bütün bunların pansuman tedavi olduğunu söylüyor.

Eşimi eve bıraktıktan sonra günlerdir arabamda taşıdığım motorlu testereyi gösterdim aldığım yere. Şu yağmur bir dursa yakacak odun hazırlığı yapacağım. Yetkiliye motorun çalışmadığını söylüyorum. Meğer 2T yağı benzinle karıştırmak içinmiş. Oysa bana bıçkı yağı olarak verildiğini hatırlıyorum. Artık bu tür konularda çok ısrarcı olmamayı öğrendim. Zihnim fazlasıyla dağınık. Esas önemlisi elimdeki diğer bıçkı yağını benzine karıştırıp kullanmış olmammış. İşte bu hareketim çok vahim sonuçlar doğurabilirmiş motor için. Hemen benzin deposu tamamen boşaltıyorlar. Yeniden benzin ve uygun motor yağı karışımı ile depo dolduruluyor. Bir iki denemeden sonra alet homurdanarak çalışmaya başlıyor.

Yaylaya döndüğümde yağmur hala hız kesmeden devam ediyor. Ekip içeride ceviz kırıyor. Gündüz saatlerinde pek gelen giden yok, hele bir de hava yağmurlu ise. Böyle günler bizim ceviz kırma günümüz oluyor. Hem sohbet ediyoruz hem de hoşça vakit geçiriyoruz. Yemeklerde, mezelerde veya krokan olarak ya da kurabiye çeşitlerinde bolca ceviz kullanıyoruz. Yine de o kadar çok ki. İç ceviz olarak satmamız iyi olacak bir kısmını.

Kasvetli bir hava. Artık bir an önce yazın gelmesini istiyor, avluya yayılıp taş fırınımızı yakmayı hayal ediyorum.

Çoktandır yukarı bilgisayar taşımıyorum. Bazen o kadar çok istememe rağmen blog yazmaya ve okumaya fırsatım olmuyor. Günlük gecikince tadı kaçıyor. Aynı gün yazabilirsem yaşadıklarımı daha canlı aktarma imkanım oluyor.  Akşam rezervasyonlu misafirlerimizi beklerken bir haber geliyor. Haber endişelendiriyor beni. İlk kez Taş Ev'i bırakmak durumundayım. Şeflere durumu anlatıyorum. Kısa süre içinde ayrılıyorum. Acilen İzmir'e gitmem gerekiyor. Aşağı inerken arabanın ikaz ışıklarından biri yanıyor. Bu tür sıkıntılar en olmadık zamanda çıkar zaten. 

Neyse ki İzmir'de beklediğim kadar sıkıntılı değil durum. Gecenin geç saatlerinde Adnan Şef arayıp durumu rapor ediyor.  


17 Ocak 2017 Salı

CEP DIARY

15/01/2017 Pazar, Tire

Yağmurlu günlerden biri daha. Kışa girerken geciken yağış biraz korkutmuştu ama son bir aydır yağan kar ve yağmur toprağa yaradı. Yaz ayları gibi olmasa da hafta sonları hava şartlarına bakmaksızın kahvaltı için gelen misafirlerimiz oluyor yine.

Havanın kasvetli hali gün boyunca devam etti. Yağış kah arttı kah kesildi. Gelen giden çok oldu. Neyse ki öyle geç vakitlere kadar kalmadık. Eve vardığımızda iki günün yorgunluğuna dayanamayan vücudum uykuya yenik düştüm. Bu satırlar büyük bir mücadelenin sonunda döküldi kalemimden. Cep telefonumdan günlük yazmanın zorluğunu yaşıyorum.

15 Ocak 2017 Pazar

EĞLENCELİ BİR GECE

14/01/2017 Cumartesi, Tire

Bugün kahvaltı günümüz. Sabaha kadar bölük pörçük bir uykudan sonra alelacele evden çıkıyoruz. Ekibi topladıktan sonra doğru yayla yollarına koyuluyoruz. Tahmin raporlarının aksine hava kapalı, neredeyse yağmur yağacak. Bahçeye vardığımızda soğuk esen bir rüzgar karşılıyor bizi. İşin doğrusu bugün havanın güneşli olmasını ve çok sayıda misafir bekliyorum.

Havanın düzelmesi yönündeki beklentim boşa çıkıyor. Şiddetini arttıran rüzgar fırtınaya dönüşürken yağmur bulutlarını da bize doğru sürüklüyor. Hafiften yağmur çiseliyor. Hazır kimse gelmemişken şehre inip alışveriş yapmayı düşünüyorum.

Bugün yerlerimizin yarısı rezerve edilmiş durumda. Uzun yıllar görüşmediğimiz bir lise arkadaşım eşi ile birlikte gelecek. Yaylaya dönüyorum. Yağmur yağmaya devam ediyor. Ben yokken sadece bir masa gelmiş kahvaltıya. Pazar gününü tercih ediyor halkımız daha ziyade. Bir de güneşli havaları tabii.

Yukarı yayladan bir araba odun getiriyorum. Sabahtan itibaren yanan şömine sobası salonu güzel ısıtmış. Gündüz saatlerinde kafe olarak gelen gidenler oluyor. Taş Ev'in gözdesi trileçe masaların olmazsa olmazı.

Akşama doğru arkadaşım arıyor. Yağmur nedeniyle gelmekten vaz geçmişler. Daha güzel bir havada geleceklerini söylüyor.

Gece oldukça hareketli geçiyor. Taş Ev, Taş Ev olalı en eğlenceli gruplarını ağırlıyor. Vur patlasın, çal oynasın tarzında gecenin geç saatlerine kadar eğlence devam ediyor. 

Dışarıda yağmur başlamış. Herkes yorgun ama görevini yapmanın huzuru içinde pazar gününü karşılamak üzere evlerine bırakılıyor.  

14 Ocak 2017 Cumartesi

AJVAR

13/01/2017 Cuma, Tire

Uzun bir aradan sonra güneşi gördük nihayet. Hava sıcaklığı da arttı. Yağışlarının etkisi ile demir kapının yanındaki duvar oturmuş bir miktar. Dün gece zor bela kilitlediğim kapı sabah bir türlü açılmıyor. Şeflerin ikisi birden yüklendikten sonra anahtarı döndürebildik. 

Temizlik işleri bittikten sonra havuz başında bir yandan güneşlenirken bir yandan cevizler kırılıyor. Depodan aldığım budama makasıyla Taş Ev'in yanı başındaki ortancayı budadıktan sonra ben de ekibe katılıyorum. Eşim telefon ediyor. Kendisine eşlik etmemi istiyor. Evden çarşıya az mesafe yok tabii. Üstelik ayağından da rahatsız. Önümdeki son cevizleri ayıklayıp yola çıkıyorum.

Son yağmurlar yolu tahrip etmiş. Aşağı inerken sık sık arabadan inip yolun durumunu fotoğraflıyorum. En kısa zamanda çukurların doldurulması lazım. Eğer belediye bu işe el atmazsa ben yapacağım sanırım. Belediye'de gelsin Taş Ev'i işletsin o zaman. Eskiden Köy Hizmetleri diye bir kurum vardı. Ondan öncesini de hatırlıyorum. Kısaltması YSE olan  Yol Su Elektrik. Bütün bu kurumları yap boz tahtasına çevirdiler. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün her devirde siyaset ile iç içe  olduğunu gayet iyi biliyorum. Seçim zamanı bu kurum aracılığıyla muhtarlara çimento yardımı adı altında rüşvet dağıtırdı iktidar partileri. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü kaldırdıklarında sevinmiştim bu yüzden. Daha sonra kuruma ait bina, ekipman ve ekiplerine vilayete bağlı il özel idareleri sahip oldu. Şimdi ise köy işleriyle sözüm ona büyükşehir belediyelerinin mahalli idareler müdürlükleri ilgileniyor. İt ite it kuyruğuna hesabı. Belediyelerin fen işlerine Muhtarlık İşleri Müdürlüğü adı altında garip bir teşekkül bağlandı, ellerinde ne teknik eleman ne de ekipman var. Onlar belediyenin fen işlerine bağlı bir kaç araçla kar yağdığında cenaze için köy yollarını açıyorlar (!) Kim daha fazla yalakalık yaparsa onun işi görülüyor. Memleketin ta içine ettiler sonuç olarak.

Yolun durumu benim için önemli. Çetin geçen kış koşullarında kar temizliği, buzlanmaya karşı tuzlama ve genel yol bakımı yapılması gerekiyor. Yol dediysem öyle yirmi otuz kilometre gelmesin aklınıza, topu topu bir kilometrelik bir kesim bu. Üstelik şehre en yakın ve turistik bir bölge Kaplan Köyü.

Aşağıda epey oyalanıyoruz. Biyometrik fotoğraf, muhtardan belge alınması vs. Bu arada zincirini değiştirmek üzere bıraktığım ağaç motorunu ve demir korkuluklar için gerekli asma kilitleri alıyorum.

Eşimle birlikte çıkıyoruz yaylaya. Şömine soba yanıyor. Misafirler arasında evlilik yıl dönümünü kutlamak için gelen bir çift var yine. Böyle özel gün kutlamaları için Taş Ev'in tercih edilmesi bir kez daha sevindiriyor beni. Ne var ki rezerve etme alışkanlığı olmadığından her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Hoş geldiniz demek üzere masaya gittiğimizde öğreniyoruz evlilik yıl dönümleri olduğunu. Hemen mumlar yakılıyor, çiçek kurularıyla masa süsleniyor.

Başka bir masada mezelerin tazeliğine, tatlıların güzelliğine methiyeler düzülüyor. Özellikle eşimin menüye yeni dahil ettiği Balkan mezesi "ajvar" ve "trileçe" bu konuda başı çekiyor. Daha ziyade sos olarak bilinen ajvara yapılan ufak dokunuşlar ile servis edilirken üzerine domates kurusunda olduğu gibi tereyağlı ceviz kullanılması bu mezeyi vazgeçilmez kılıyor.