Havanın değişip durduğu bu günlerde Deep durmadan değişen hava durumuna güzel bir yakıştırma yapmıştı. Aynı İzmir'in kızları gibi... Bugün de aynı. Sağanak yağış beklerken sabah inanılmaz bir bahar havası karşılıyor bizi. Öyle ki henüz temizlik bitmeden gelen misafirler terasta oturmayı tercih ediyor. Güneş bu mevsimde bile ısıtıyor.
Güzel havalar çiçek özüne uçan bal arıları gibi misafirleri Taş Ev'e çekiyor. Dün yine müzik listemi oluşturamamıştım. İlk yaptığım işlerden biri olmalı şimdi. Hemen bilgisayarımı açıyorum. Biri yabancı biri de yerli olmak üzere iki liste hazırlıyorum. Bu arada üyesi olduğum Spotify'dan Müzeyyen Senar ve Zeki Müren parçalarından oluşan uzun iki listeyi de repertuvarıma ekliyorum. İşlem tamam.
O güzelim hava fazla kalıcı olmuyor. Biz meteoroloji ile dalga geçerken hava birden kapanıyor, yağmur atıştırmaya başlıyor. Derken güneş bulutların arkasına gizlenince hava kararıyor ve tek tük atıştıran yağmur sağanağa dönüyor. Neyse ki fazla uzun sürmüyor bu durum ama güneş saklandığı yerden çıkmıyor bir daha. Zeytin'e yemek vermek üzere kulübesine gidiyorum. Bir de ne göreyim, tasmasından kafasını sıyırıp sırra kadem basmış. Ekipten arkadaşlar dalga geçiyor, "Senin Zeytin kocaya kaçtı." diye. Döneceğinden emin olmak istiyorum, nereden bulacak böyle yağlı kapıyı.
Akşam rezervasyonlarından misafirlerimizden biri beklediğimizden erken geliyor. Yanında tanınmış bir üniversitenin dekanı var. Taş Ev'i görmek istemişler. Salona çıkıp oturuyor, program değişikliği nedeniyle akşam gelemeyeceklerini söylüyorlar. "Madem yemek yemeyeceksiniz size tatlı ikram edelim." diyorum. Birer porsiyon trileçe, dondurmalı kestane tatlısı ve karadutlu lor tatlısı alıyorlar. Hesap ödemeden memnun bir şekilde ayrılıyorlar. "Adnan Şef sen de hesabı almadın mı?" "Hayır" diyor "Kimse hesap sormadı bana." Belki unuttular belki de ikram kabul ettiler. Ne yapalım olur böyle şeyler.
Acilen aşağı inmem, eksik malzemeleri tamamlamam lazım. Kasap alışverişini de yapıyorum bu arada. Yolda eşim arıyor. O da dışarıda bir yerde güne gittikten sonra eve dönüp kendine has tatlılar mezeler hazırlıyor. Yolda telefon ediyor. Şu da lazım, bunu da al gelirken.
Akşam Müzeyyen dinletiyorum misafirlere. Arkasından çaldığım Türkçe müzik beni eskilere götürüyor. Misafirlerin yaş grubuna bakınca eminim onlar da hoşlanarak dinliyor olmalılar.
Salondan şehrin gece manzarası harika görünüyor. Dün geceki konularımızdan biri yanındaki arkadaşıyla tablo gibi bir fotoğraf çekip instagramda paylaşmış. Mekan gerçekten harika görünüyor. Onu izinsiz paylaşamıyorum. Camdan manzarayı çekiyorum. Gölgeler yansımalarla ilginç görüntüler dökülüyor. Acemi Demirci'nin objektifinden ne kadar güzel görünür acaba?
İnsanların beğenileri, damak tatları çok farklı. Aynı yemeği ya da mezeyi yan yana iki masadan biri eleştirirken diğeri göklere çıkarıyor. Bu durumda misafir her zaman haklı diyoruz ama ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Aynı durum eşimle benim aramda da var. Örneğin makarnayı ben Al Dente pilavı biraz geçkince severken eşim makarnayı geçkince pilavı tane tane sever. Her ikimiz de birbirimizin yediklerini eleştiririz.
Bugün yarınki tarihi görmeden günlüğümü yazmak şerefine nail oluyorum. Gecemi ara verdiğim blog dostlarımın bloglarını okumaya ayıracağım. Facebook'tan gördüğüm kadarıyla Evde Yazar hanımefendi de yazmış uzun bir aradan sonra. Yine sadık takipçilerimden Acemi Demirci'nin ve diğer dostların okuyacağım bir sürü yazısı olmalı.