KATEGORİLER

15 Ocak 2017 Pazar

EĞLENCELİ BİR GECE

14/01/2017 Cumartesi, Tire

Bugün kahvaltı günümüz. Sabaha kadar bölük pörçük bir uykudan sonra alelacele evden çıkıyoruz. Ekibi topladıktan sonra doğru yayla yollarına koyuluyoruz. Tahmin raporlarının aksine hava kapalı, neredeyse yağmur yağacak. Bahçeye vardığımızda soğuk esen bir rüzgar karşılıyor bizi. İşin doğrusu bugün havanın güneşli olmasını ve çok sayıda misafir bekliyorum.

Havanın düzelmesi yönündeki beklentim boşa çıkıyor. Şiddetini arttıran rüzgar fırtınaya dönüşürken yağmur bulutlarını da bize doğru sürüklüyor. Hafiften yağmur çiseliyor. Hazır kimse gelmemişken şehre inip alışveriş yapmayı düşünüyorum.

Bugün yerlerimizin yarısı rezerve edilmiş durumda. Uzun yıllar görüşmediğimiz bir lise arkadaşım eşi ile birlikte gelecek. Yaylaya dönüyorum. Yağmur yağmaya devam ediyor. Ben yokken sadece bir masa gelmiş kahvaltıya. Pazar gününü tercih ediyor halkımız daha ziyade. Bir de güneşli havaları tabii.

Yukarı yayladan bir araba odun getiriyorum. Sabahtan itibaren yanan şömine sobası salonu güzel ısıtmış. Gündüz saatlerinde kafe olarak gelen gidenler oluyor. Taş Ev'in gözdesi trileçe masaların olmazsa olmazı.

Akşama doğru arkadaşım arıyor. Yağmur nedeniyle gelmekten vaz geçmişler. Daha güzel bir havada geleceklerini söylüyor.

Gece oldukça hareketli geçiyor. Taş Ev, Taş Ev olalı en eğlenceli gruplarını ağırlıyor. Vur patlasın, çal oynasın tarzında gecenin geç saatlerine kadar eğlence devam ediyor. 

Dışarıda yağmur başlamış. Herkes yorgun ama görevini yapmanın huzuru içinde pazar gününü karşılamak üzere evlerine bırakılıyor.  

14 Ocak 2017 Cumartesi

AJVAR

13/01/2017 Cuma, Tire

Uzun bir aradan sonra güneşi gördük nihayet. Hava sıcaklığı da arttı. Yağışlarının etkisi ile demir kapının yanındaki duvar oturmuş bir miktar. Dün gece zor bela kilitlediğim kapı sabah bir türlü açılmıyor. Şeflerin ikisi birden yüklendikten sonra anahtarı döndürebildik. 

Temizlik işleri bittikten sonra havuz başında bir yandan güneşlenirken bir yandan cevizler kırılıyor. Depodan aldığım budama makasıyla Taş Ev'in yanı başındaki ortancayı budadıktan sonra ben de ekibe katılıyorum. Eşim telefon ediyor. Kendisine eşlik etmemi istiyor. Evden çarşıya az mesafe yok tabii. Üstelik ayağından da rahatsız. Önümdeki son cevizleri ayıklayıp yola çıkıyorum.

Son yağmurlar yolu tahrip etmiş. Aşağı inerken sık sık arabadan inip yolun durumunu fotoğraflıyorum. En kısa zamanda çukurların doldurulması lazım. Eğer belediye bu işe el atmazsa ben yapacağım sanırım. Belediye'de gelsin Taş Ev'i işletsin o zaman. Eskiden Köy Hizmetleri diye bir kurum vardı. Ondan öncesini de hatırlıyorum. Kısaltması YSE olan  Yol Su Elektrik. Bütün bu kurumları yap boz tahtasına çevirdiler. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün her devirde siyaset ile iç içe  olduğunu gayet iyi biliyorum. Seçim zamanı bu kurum aracılığıyla muhtarlara çimento yardımı adı altında rüşvet dağıtırdı iktidar partileri. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü kaldırdıklarında sevinmiştim bu yüzden. Daha sonra kuruma ait bina, ekipman ve ekiplerine vilayete bağlı il özel idareleri sahip oldu. Şimdi ise köy işleriyle sözüm ona büyükşehir belediyelerinin mahalli idareler müdürlükleri ilgileniyor. İt ite it kuyruğuna hesabı. Belediyelerin fen işlerine Muhtarlık İşleri Müdürlüğü adı altında garip bir teşekkül bağlandı, ellerinde ne teknik eleman ne de ekipman var. Onlar belediyenin fen işlerine bağlı bir kaç araçla kar yağdığında cenaze için köy yollarını açıyorlar (!) Kim daha fazla yalakalık yaparsa onun işi görülüyor. Memleketin ta içine ettiler sonuç olarak.

Yolun durumu benim için önemli. Çetin geçen kış koşullarında kar temizliği, buzlanmaya karşı tuzlama ve genel yol bakımı yapılması gerekiyor. Yol dediysem öyle yirmi otuz kilometre gelmesin aklınıza, topu topu bir kilometrelik bir kesim bu. Üstelik şehre en yakın ve turistik bir bölge Kaplan Köyü.

Aşağıda epey oyalanıyoruz. Biyometrik fotoğraf, muhtardan belge alınması vs. Bu arada zincirini değiştirmek üzere bıraktığım ağaç motorunu ve demir korkuluklar için gerekli asma kilitleri alıyorum.

Eşimle birlikte çıkıyoruz yaylaya. Şömine soba yanıyor. Misafirler arasında evlilik yıl dönümünü kutlamak için gelen bir çift var yine. Böyle özel gün kutlamaları için Taş Ev'in tercih edilmesi bir kez daha sevindiriyor beni. Ne var ki rezerve etme alışkanlığı olmadığından her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Hoş geldiniz demek üzere masaya gittiğimizde öğreniyoruz evlilik yıl dönümleri olduğunu. Hemen mumlar yakılıyor, çiçek kurularıyla masa süsleniyor.

Başka bir masada mezelerin tazeliğine, tatlıların güzelliğine methiyeler düzülüyor. Özellikle eşimin menüye yeni dahil ettiği Balkan mezesi "ajvar" ve "trileçe" bu konuda başı çekiyor. Daha ziyade sos olarak bilinen ajvara yapılan ufak dokunuşlar ile servis edilirken üzerine domates kurusunda olduğu gibi tereyağlı ceviz kullanılması bu mezeyi vazgeçilmez kılıyor.      

13 Ocak 2017 Cuma

ŞEHİR YIKANDI

12/01/2017 Perşembe, Tire

Yağmurla başladık güne. Havalar da bana benzedi. Bekliyorsun hiç yağmıyor, sonra bir başlıyor yağmaya hiç durmuyor. Neyse ki öğlene doğru kesildi. Yayla yollarında kardan eser kalmamış. Sadece yollar mı? Bahçedeki kar örtüsünü bile yıkayıp almış yağmur.

Aşkın Şef bugün havasında. Adeta şov yapıyor. Bir biri ardına yaptığı meze çeşitlerini teşhir dolabı almıyor. Eşimin yaptıkları var bir de. İnsan işini severek yapınca böyle oluyor demek. Şehir tertemiz görünüyor. Yağmur yolları, evlerin çatılarını hatta havayı bile yıkamış sanki. Görüş mesafesi oldukça fazla. Dağların çevrelediği her yer rahatlıkla görünüyor.

Genel tuvaletlerin dışındaki lavaboların muslukları donarak çatlamış. Her iki musluk da boydan boya yarılmış. Suyu açınca armatür gövdesinin her tarafından su fışkırıyor. İlk defa görüyorum bunu hayatımda.

Gecenin misafirleri geç vakte kadar oturuyorlar. Dünkü kar küreme işinden dolayı belim ağrıyor. Eğilip kalkarken daha da artıyor ağrılarım. Eve döndüğümde koltuk kollarına alıyor beni. Hemen sızıyorum. Bugün çok yorgunum.

12 Ocak 2017 Perşembe

BATI YAKASINDA YENİ BİR ŞEY YOK

11/01/2017 Çarşamba, Tire

Batı yakasında yeni bir şey yok. Defalarca kulaklarımda çınladı bu ses.

Güle oynaya çıktım evden. Hava güzel mi güzel, pırıl pırıl güneş. Öyle heyecanlıyım ki ekibi bir çeyrek saat önceden başlıyorum toplamaya. İyimserliğim zirve yapıyor. Dün konuşmuştum ya belediyenin ilgili elemanıyla. Hani bana söz vermişlerdi ya yolu açacaklarına. Sonra bir kez daha aramıştı da, yolun durumunu sormuştu ya. Tamam demiştim. Bu sefer beni üzmeyecekler. Gün boyu yağan yağmur, yukarıda kara dönmemişse, yoldaki karı önüne katmış ve ekibe pek iş bırakmamış bile olabilirdi.

Köye gelene kadar yol durumu gayet iyi. Köyün içinde de durum fena değil. Arabayı sapaktan ilk yokuşa vurduğumda yola hiçbir iş makinesinin değmediğini anlıyorum. Sadece bir vasıta geçmiş görünüyor benden önce. Artık işi biliyorum ya. Otomatikten manuele alıyorum vitesi. İkiye takıp ilk yokuşu tırmanıyorum. Bir iki ufak titremeyi saymazsak ilk kritik yokuşu çıkıyoruz. Yolun ilerleyen kısımlarında eğim azaldığı için daha rahat ilerliyoruz. Fatih Beyin damadının evinin önü ikinci kritik nokta. Burada görüş sıfır. Yol dar, üstelik yamaçtan kopan toprak yolun üzerine akmış. Şaşılacak bir durum ama gölgede kaldığı halde karlar neredeyse erimiş. Yolun üzerinden kar suları akıyor.

Nihat Efendinin virajına yaklaşıyoruz. Burası kritik yerler arasında bir numara. Gündüz saatlerinde yolun üzerinden akan sular gecenin soğuğunu yediğinde bir buz tabakası oluşur. Üstelik 300 derecelik bir viraj var burada. Bundan sonra geriye arabayı geçen gün kaydırdığım son düzlük kalıyor.

O da ne, araba patinaj yapmaya başlıyor birden. Kaderin verdiği izin buraya kadar. Zorlamaya gerek yok. Yer buz tamamen. Aşkın Şef, "Cambaz Ali'nin önündeki genişçe alana bırakalım arabayı." diyor. Arabanın içindeki erzakı alıp Taş Ev'e doğru yürümeye başlıyoruz. Yol üzerindeki kar iyice buz halini almış. Yürümek bile zor. Elli altmış metre sonra bahçe kapısına ulaşıyoruz. Dün yaptığım telefon görüşmeleri, yolu açacaklarına dair yetkililerin verdiği sözler geliyor aklıma. Falanca köyde cenaze varmış da bütün iş makineleri oraya sevk edilmiş. Ne cenazeymiş bu anlayamıyorum. Telefon ediyorum yetkiliye. "Hani bizim yolu açtıracaktınız dün akşam?"

Karşımdaki pişkin. "Dün akşam kepçeyi gönderdik oraya, yol açık olmalı" Siyaset böyle bir şey. Yalan, dolan. Kepçenin k si geçmemiş bu yoldan. Bozacı şıracıya veriyor telefonu. "Sizin oraya dün baktık, yol açık." Geriyorlar beni. Aptal yerine koyulmak en sinir olduğum şey. "Bahse konu yol aynı yol ise ben nasıl gidemiyorum 4x4 le?" Ağzıma geleni söylüyorum. Ve anlıyorum ki "Batı yakasında yeni bir şey yok."

"Arabam kaydı kenara çektim, hareket edemiyorum." diyorum. "Aman aman, arabayı siz bırakın gidin, iki saate kadar oraya ekibi yönlendireceğim." diyor. İnanayım mı? "Arabanın yanında bekliyorum." diyorum. "Yok yok, arabanın yanında beklemenize gerek yok, siz işinize bakın." Ne demek bu şimdi? Ben biliyorum, boşuna beklemeyin, size kepçe mepçe göndermeyeceğim.  

Elimi cebime atıyorum. Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. "Anahtar, anahtarlarım yok!" İhtimallerin iyisi arabada cebimden kayıp koltuğun arasına düşmesi. Kötüsü evde bırakmış olmam. Daha da kötüsü bir yerde düşürmüş ya da bırakmış olmam. Aşkın Şef "Ben gidip alayım." diyor. Peşinden gidiyorum. Ekip kapıda kalıyor. Arabada bulamıyoruz anahtarı. Evi arıyorum. Eşim kapının üzerinde bıraktığımı söylüyor. Yapacak bir şey yok. O buzlu yolda geri dönüp anahtarı alacağım. Köy Muhtarını arıyorum. Köyümüzün en büyük mülki amiri. Hani sonra bana haber vermedin demesin. Telefona cevap vermiyor önce. Birkaç dakika sonra dönüyor. Durumu anlatıyorum. İlgileneceğini söylüyor.

Arabama binip birinci vitese takıyorum. Ağır ağır, biraz ürkek karlı buzlu yoldan köye doğru inmeye başlıyorum. Hani karşıdan bir araba gelse yandığımın resmidir. Birkaç yüz metre sonra yolun kenarındaki düzlüklerden birine park ettikleri arabalarının önünde kar topu oynayan iki hanım ve çocukları çıkıyor karşıma. Herkesin derdi başka diyorum içimden. Yanlarından geçip köye bağlanan son viraja doğru yaklaşıyorum. Virajda bir minibüs görünüyor. Bana yol vermek için mi duruyor yoksa park mı etmiş anlamaya çalışıyorum. Minibüsün yanından geçebileceğim kadar yer yok. Asfalt tabakasının altı oyulmuş. Tekeri oraya indirirsem devrilebilirim. Hafifçe frene dokunuyorum.

Park halindeki aracın içinde hiç kimse yok. İki kişi arabanın etrafında dolanıyor. Durmak istiyorum ama kaymaya başlıyorum virajın başında. Kontrolü kaybettiğim anda kafamda alternatifler uçuşuyor. Ya arabaya vuracağım ya da sağ tarafta suların derinleştirdiği hendeğe düşeceğim. İkinci alternatif daha sıcak geliyor gözüme. Minibüsün etrafındaki adamalar kaydığımı görünce kaçışıyorlar. Ayağımı frenden hafif çekip ufak hareketlerle kısa kısa frene basıyorum. Minibüsle aramdaki mesafe gittikçe azalıyor. Artık son çırpınışlarım. Üzerimde paniğin zerresi yok. Kaderine razı büyük bir tevekkül içinde kaymaya devam ediyorum. Belki beş saniyeyi geçmeyen süre önümde uzadıkça uzuyor. Fren pedalından ayağımı çekip hafifçe dokunmalarım bazen yolu kavramamı sağlıyor. An kadar kısa süren bu kavramaların arkasından kısa süreli kızaklamalar ümidimi kırıyor. Geçen gün yukarıda geri geri kaydığım o birkaç saniye şimdiki duruma göre çok daha korkunçtu. Şimdi en fazla arabamın hasar göreceğini düşünüyorum. Ama bu durum bile bütün işi alt üst etmeye yeter görünüyor. Arabasız nasıl idare ederim onca zaman?

Yine de Allah'ın sevgili kuluyum. Bu kaçıncı oluyor bilmiyorum artık. Bu satırları okuyan ne düşünür acaba? Kurgu değil bu yazdıklarım. Ama adeta bir filmin içinde oynuyorum. Her zaman bu kadar şanslı olamam. Sadece iki metre kalmıştı aramda zınk diye durduğumda. Neydi beni orada durduran kuvvet? Tam da kaderime razı olduğum anda... Şans mı, kader mi bu yaşadıklarım? El freni kullanmadığım halde hazır durmuşken el frenini sonuna kadar kaldırıyorum. Tekerlekler kayınca el freninin işe yaramayacağını bildiğim halde.

Aşağı iniyorum. Biraz da korku var içimde. Geçen sefer arabadan indikten sonra kendiliğinden kaymıştı araba. Bu dik yokuşta aynı durum olabilir yine. Minibüsün başında duran adamların yanına gidiyorum. Benim gelişimi görünce kendilerini yana attıklarını söylüyorlar. Biraz geri çıkabilseler zor da olsa yanlarından geçebilirim. Ama onlar araçlarını yerinden oynatamadıklarını söylüyorlar. Arabadan çıkardıkları zincirleri arka tekerleklere takmaya başlıyorlar. Niyetleri zincirleri taktıktan sonra geri geri gidip yokuşun altında bana yol vermek. Fikir güzel de benim araba bulunduğu yerde o kadar sabredecek mi?

Bir ses duyar gibi oluyorum. Yukarıda kar topu oynayan hatunlar Allah vere oyunlarını bitirip dönmeye karar vermiş olmasınlar. Sese kulak veriyorum. İyi, gelen giden yok şimdilik. Ama kim gelirse gelsin beni son anda fark ederse kesin bindirir bana. Yolun en buzlu olduğu yer burası.

Korktuğum başıma gelmiyor. Minibüsün zincirlerini kısa sürede takıp aracı geri geri aşağı indiriyorlar. Ağır ağır virajı alıp kaymadan yokuşu iniyorum. Köyün altı açık. Evden anahtarı alıp geri dönüyorum. Fazlasıyla zaman kaybettim. Ekip kapıda beni bekliyor.

Dönüş yolu sorunsuz olmakla birlikte az önce takıldığım yerden ileri gitmeyi gözüm kesmiyor. Nihat Efendi'nin kapsının önündeki genişlikte arabamı park ediyor, yürüyerek bahçe kapısına geliyorum. Ekip kapıda beni bekliyor. Demir kapıyı açıp giriyoruz içeri. Her taraf bembeyaz. Bahçe içi yolumuz karla örtülmüş yine. Depodan kürekleri çıkarıp kar temizliğine başlıyoruz. Bugün böyle geçecek. Pazar alışverişleri dolaplara yerleştiriliyor. Bugün açığız ama yolumuz kapalı. Geçit vermez yola hangi misafir gelir ki.

Kızım arıyor. "Baba sen şeker hastasısın bak, hocama veriyorum seninle konuşmak istiyor." Bir anda karşımda kızımın hocası doktor hanımı buluyorum. Telefonda uzun uzadıya sohbet ediyoruz. Her gün bir kase yediğim dondurmanın bana zarar vereceğini söylüyor. Dondurmadan vaz geçemediğim için kızım taktik değiştirip hocasını aratıyor bu kez. Bana sigarayı bıraktırmak için yaptığı olağanüstü mücadele geliyor aklıma. "Tamam" diyorum "Bundan sonra dondurma sürmeyeceğim ağzıma. Sigarayı bıraktığım gibi dondurmayı da bırakacağım." Yerine bir şey koymak lazım bunun. Bir şeyi tutturduğum zaman suyunu çıkarmak gibi bir huyum var. Şimdi de ayva yiyorum. Sürekli elimde bir ayva var. Pazardan en kocamanlarından almıştım. Selçuk ayvaları ayva gibi sert değil. Yumuşak, sulu ve lezzetli. Ayva kötüyse, boğazıma takılır, hıçkırık tutar, sinir olurum. Bunlar öyle değil. Hiç ayva yerken görmediğim eşim bile "Bana da, bana da." deyip durmaya başladı.  

Muhtar arıyor. Kepçe göndereceklermiş yolu açmak için. "Bekliyoruz ama inanmıyorum artık bu sözlere." diyorum. Biri yine fısıldıyor kulağıma hafiften. "Batı yakasında yeni bir şey yok"

Aşkın ve Adnan Şefler ile birlikte bahçe yolunun üzerinde biriken karları temizlemeye başlıyoruz. Garip bir durum. İzmir'de bu işi yapacağımı rüyamda görsem inanmazdım. Yorucu bir iş bu. Bugün yolu açmamız şart. Bir müddet sonra avluya geçiyorum. Akşama kadar yüzlerce kürek kar atıyoruz. Yine de şaşırtmalarını bekliyorum, kulağım kepçenin sesinde...

Yolumuz kapalı. Muhtarı arıyorum. "Muhtar senin kepçe hala yok ortalarda." diyorum. Söylenip duruyorum. Burası şehrin içi sayılır. Ona da cenaze kaldırıyorlar, makineler o köye sevk edilmiş demişler. Ne cenazesiymiş bu, bütün belediye seferber...  Muhtar çaresiz.

Bahçe yolu ile avlumuz kardan temizlendi. Yoldan gelebilseler en az beş araç park edecek yerimiz hazır. Kapıları kapatıp çıkıyoruz. Hava henüz aydınlık. Belediye çalışanlarının mesaisi bitmiş olmalı. Daha kimse gelmez artık buralara.

Eve dönüyorum. Gün boyu kar küremekten her tarafım ağrıyor. Ayaklarım da bileklerime kadar ıslanmış. Gecenin saat on buçuğu. Telefonum çalıyor. Arayan belediyeden bir yetkili. "Nasıl" diyor "Yolunuz açıldı mı?" Kendi kendine açılmaz ki yol. "Gazetenin web sitesine yazdığınız eleştiriden sonra artık bir teşekkür yazısı yazarsınız herhalde."  diyor telefondaki ses. Az önce açmışlar yolu güya. Erken erken. Teşekkür mü? Teşekkür etmem diyorum. Dün söz verdiğiniz gibi kar henüz tazeyken açsaydınız elli metrelik yolu o zaman hakkederdiniz teşekkürü. O zaman don yapmaz yolumuz açık olurdu. Şimdi açmışsınız ne yazar. Bugün bahçe içinde yüz metrelik bir yol açtık üç kişi. Yarın altmış metrelik köy yolunu da açardık, ne olacak. Belki de siz bize teşekkür ederdiniz o zaman.

"Batı yakasında yeni bir şey yok." Kulaklarımdan gitmedi bugün bu ses. Aynı tas aynı hamam. Buradaki sözler bizim bildiğimiz sözlerden değil.

11 Ocak 2017 Çarşamba

YAYLADAN KAR MANZARALARI

10/01/2017 Salı, Tire

Sabah randevusuna gecikmemek için saati kurmuştum. Telefonu odada şarja bıraktığımdan dolayı alarm sesini duymasam da on beş dakika sonra kendiliğimden uyandım. Panjurları aceleyle açarken havanın durumunu merak ediyordum aslında. Mutfak penceresinden dışarı baktım. Karşımızdaki yeşil alandaki atlar yoktu bugün. Su birikintileri ve yerlerin ıslaklığı gece yağmur yağdığının işareti... Biraz daha dikkatli bakınca yağmurun çiselemeye devam ettiğini fark ediyorum.


Hemen hazırlanıp evden çıktım. Şehrin merkezinde meşhur pazarın kurulduğu gün bugün. Park yeri bulmak neredeyse imkansız. Ticaret Odasının yakınlarında boş bir yer bulabilsem iyi olacak. Büyük Şehir Belediyesinin mahalli işlere bakan müdürlüğü Ticaret Odasının hemen yanında. Tam girebileceğim kadar bir yer görüyorum yolun kenarında. İleriden dönüp yanaşıyorum. Arabayı park edip tam kapıdan aşağı adım atarken biri geliyor yanıma. Kamyon yanaşacakmış arabayı koyduğum yere. Yurt İçi Kargo servisinin önüymüş park ettiğim yer. Tartışmaya mahal yok. Arabama binip yeni yer arıyorum.

Her hafta aynı dert. Pazar alışverişi yapacağız bir de. Herkes halinden memnun, bir bana mı batıyor bu durum? Epey gittikten sonra yüksek bir kaldırımın üzerine çıkıyorum. Normal bir araba bunu yapamaz. Büyük Şehir Belediyesine ait binaya girip müdürü soruyorum danışmaya. İleride bir grup adamı işaret ederek, "İşte orada." diyor görevli. Grup kendi aralarında bir şey tartışıyor. Yanlarına yaklaştığımı görünce susup bakışlar birden bana dönüyor. Aradığım kişinin adını söyler söylemez içlerinden en uzun boylu olanı bir adım öne atılıp "Evet, benim." diyor. Kendimi tanıtıyor, Belediye Başkan Yardımcısının dünkü telefonunu hatırlatıyorum. "Evet, hatırladım. Buyrun yukarı çıkalım." diyor. Odasına geçiyoruz. Genç bir arkadaş. Güven veriyor. Yolların durumundan bahsediyorum. Uzun sayılabilecek bir sohbet ortamı doğuyor. Saygıyla dinliyor beni. İlgileneceğini söylüyor. Not alıyor. Teşekkür ediyor ve yanından ayrılıyorum.

Saate bakıyorum. Daha buluşma saatine on beş dakika var. Yağmur şiddetini arttırmaya başlıyor. Aşkın ortalarda gözükmüyor. Kasabın önünde bir on beş dakika daha bekliyorum. Yağmur dinecek gibi durmuyor. Kasap yaylanın durumunu soruyor. "Çok kar var mı yukarıda?" Yine mi kar. İnşallah yağmamıştır diyorum içimden. Şehirdeki sağanaktan medet umuyorum. "Belki yukarıda da yağmur vardır. Henüz çıkmadım yukarı."  

Aşkın Şef karşıdan görünüyor nihayet. Birer çay içiyoruz karşı kahvede, bir ihtimal yağışın biraz olsun hafifleme umudunu taşıyarak. Yağmur hiç oralı olmuyor bekleyişimizden. Bardaktan boşanırcasına yağıyor. Caddeler, sokaklar dere olmuş akıyor. Birer çay daha içtikten sonra çaresiz çıkıyoruz dışarı. Pazarcıların kurduğu branda ve naylon tentelerin altına gizlenerek ilerlemeye çalışıyoruz. İki kişi olunca daha çabuk bitiyor işimiz. Köşedeki Aygaz bayiine koyuyoruz eşyaları. Gidip arabayı getiriyorum.

Yayla yoluna çıkıyoruz. Kaplan Köyüne yaklaşırken beyaz örtü başlıyor. Henüz köye varmadan yollar kar tutmuş. Köyü ilk kez bu kadar yoğun kar altında görüyorum. Kızım arıyor telefonla. İzmir'de lapa lapa kar yağıyormuş. İnanılacak şey değil. Köyü geçtikten sonra bir kilometre kadar daha yolumuz var. Şu son yağmurlardan sonra delik deşik olan yol işte. Sapaktan yokuş yukarı çıkacakken bir an tereddüt ediyorum. Sadece bir araba geçmiş sanki yoldan. En az yirmi santim kar var yolda. Şansımı denemek istiyorum. Bu sefer vitesi manuele alıyor, üzerinde "winter" yazan düğmeye bastıktan sonra ikinci vitesle hareket ediyorum. Aracın göstergelerinde "winter" ışığı yanıyor. Bu düğmenin ne işe yaradığını tam bilmesem de zararı olmadığından emin gibiyim.   

Çukurlar karın altında kaybolmuş. Hava sıcaklığı sıfırın üzerinde olduğu için henüz kar yumuşak. Bu yol temizlenmezse gece ne olur, düşünmek dahi istemiyorum. Dün konuştuğum belediye yetkilisini arıyorum yine. Yolun durumu hakkında bilgi veriyor ve ilgilenmesini rica ediyorum. Yarın restoranımız yeniden faaliyette olacak. Hiçbir şey onu bu kararımızsan alıkoyamaz artık. Eski patronlarımdan birinin lafı geliyor aklıma. "Kar değil başınıza taş yağsa o iş devam edecek."

Yaylada bahçe kapısına kadar sorunsuz geliyoruz. Kapının önü karla kaplı. İçeri girmeyi gözüm yemiyor. Kapıyı açıp pazardan aldıklarımızı içeri taşıyoruz. Her taraf bembeyaz. Güzel bir görüntü ama beni esas düşündüren Taş Ev'e giden yolun kardan temizlenmesi. Gece don yaparsa işimiz daha da zorlaşacak.

Zeytin'e ve tavuklara yiyecek veriyor Aşkın Şef. Malzemeleri yerleştirdikten sonra kapıları kilitleyip ayrılıyoruz. Tek dileğimiz aşağıda yağan yağmurun gece yaylada da yağması ve yollarda biriken karı süpürmesi.

Eşimin MR çekimi var bugün. Tam zamanında arıyor. Pazardan aldığım balığı eve bırakıyorum. Sonra onu evden alıp birlikte hastaneye gidiyoruz. Yağmur durmaksızın devam ediyor. Akşama yine ziyafet var. İnsanın sevdiği yemeği hazırlayıp keyifle yemesi ne güzel. Balık işleri bende ama eşim boş durmuyor. Yeni mezeler, tatlılar deniyor. Ayva tatlısı süper olmuş. Bu işi biliyor bilmesine ama kendini yormaması lazım.  Doktor "Ayakta fazla kalmayın, dinlenmeniz lazım." dedi ya, o tam tersini yapıyor. Off, ne dik kafalı karım var. 

9 Ocak 2017 Pazartesi

VEBAL: VİCDANİ YÜK

09/01/2017 Pazartesi, Tire

Bugün resmi kurumlar çalışıyor. Devlet memurlarının şansından mı yoksa bizim şanssızlığımızdan mı bilinmez ne zaman ki onlara ihtiyaç var o gün ya hafta sonudur ya da bayram tatili. Çoğu zaman bayramın ilk günü hastalandığımı hatırlarım. Acilde vurulan iğne o an için acıları dindirse de bayramın bitmesi beklenir tedavi için. Bekleyecek durumu olmayanların vay haline.

Belediyeye gittim, önce Fen İşleri Müdürü ile görüştüm. Belediyenin internet sitesine Kaplan yolunun durumunu anlatan bir dilekçe yazdığımı söyledim. Gençten bir çocuk. Bu işlere Muhtarlık İşleri Müdürlüğünün baktığını, dilekçemin de oraya gitmiş olabileceğini söyledi. Koridorun sonundaki odaya yönlendirdi. Teşekkür edip ayrıldım yanından.

Koridorun sonunda iki oda var. Kapısının açık ancak içinin boş olduğu odanın kapısında Muhtarlık İşleri Müdürlüğü yazıyor. Hemen yanında diğer bir odada yedi sekiz kişi var. Kapısında muhasebe yazıyor. Köşedeki masada oturan hanımefendi ilgili. Telefon edip müdürü arıyor. Müdire dersem daha doğru sanırım. Aradığı üç dört yerden sonuç alamıyor. İçeri buyur ederek oturmamı istiyor. Karşı masalardan birisi merakını yenemeyip konuyu soruyor. Kendimi tanıttıktan sonra Kaplan yollarının şiddetli yağıştan sonra tehlikeli bir duruma geldiğini, görüşme konusunun bu olduğunu anlatıyorum. Taş Ev lafını duyunca genç kızın yüzünde bir gülümseme beliriyor. "Şimdi hatırladım, biz gelmiştik Taş Ev'e" diyor.

Beş dakika sonra geliyor müdire hanım. Yolun durumu nedeniyle restoranı  kapatmak zorunda kaldığımızı söylüyorum. O da bana dağ köylerinde karla mücadele kapsamında bütün araçların seferber olduğunu anlatıyor. Belediyenin internet sayfasına yazdığım dilekçenin eline henüz geçmediğini, birkaç güne kadar kendisine ulaşabileceğini söylüyor. Şaşırıyorum. Şehir merkezine en yakın köylerden biri Kaplan. Dağ köylerine ihtimam gösterilmesine diyeceğim yok ama şehir merkezi sayılabilecek bir noktada hayati önem arz eden yol kusurlarını kulak arkası etmek de kabul edilemez. Çukurköy' deki ekibi arıyor. Dönüş yolunda Kaplan üzerinden gelip yolun fotoğraflarını çekmelerini istiyor. Ekip Başı "Dönüş yolumuz üstünde değil." diyor. En geç yarın konuya el atacağına söz verirken Belediye Başkan Yardımcısı ile konuşmamı öneriyor bir de.

Bir kat yukarı çıkıyorum. Beyefendi odasında yalnız. Kendimi tanıtıyorum. Hatırlıyor beni hemen. Konuşmayı seviyor ama ben çözüm için yanındayım. Büyükşehir Belediyesine bağlı Mahalli İdareler Müdürü ile görüşürsem daha kolay çözüm bulunabileceğini söylüyor. Telefon edip benden bahsedecek. Bir türlü olmuyor. Telefon geliyor. Bilmem ne köyünün yolu bozulmuş. Telefon biter bitmez kapıdan içeri doğu şiveli iki adam giriyor. Onların yolu da bozulmuş bu son yağışlarda. Yolları dere yatağına dönmüş. Karayollarının bir menfezi yola açılıyormuş. "Karayollarına müracaat edeceksiniz." diyor. "Sizin işe ancak onlar bakar." Adamlar "Başkanım müracaat etmez miyiz? Tam iki yıldır ha bugün, ha yarın geleceklerini söylüyorlar ama ne gelen var ne giden." Tam bana sıra gelecek diyorum, telefonu çalıyor yine. Falanca köyün elektrik direkleri devrilmiş, iki gündür köyün elektriği yokmuş. Neredeyse yanından kalkıp gidesim geliyor. Telefonda konuyu uzattıkça uzatıyor.

Nihayet benim telefonuma geliyor sıra. Mahalli İdareler Müdürünü arıyor. Benden ve yolun probleminden bahsediyor. Yanına gelip kendisine ayrıntılı bilgi vereceğimi söylüyor. İzmir yolundaymış müdür. Yarın saat dokuz için randevu veriyor. 

Kaplan yoluna çıkıyorum. Bu sefer birkaç fotoğraf çeksem iyi olacak. Yolun kenarındaki ilk çukurda duruyorum. Telefonum çalıyor. Arayan belediyenin Muhtarlık İşleri Müdürlüğünden bir yetkili. Taş Ev'in önündeymiş. Bekleyin hemen geliyorum diyorum. Bu ekip "Yolumuzun üstünde değil, gelemeyiz." diyen ekip olmalı. İsteyince geliniyor, yeter ki niyet olsun.

Birkaç dakika sonra ekibin yanına varıyorum. Dağ köylerindeki sıkıntılı durumları anlatıyor ekibin başındaki arkadaş. Belediye meclisi üyesi görevinde bulunduğunu söylüyor. İşin içine siyaset girince bazı işler daha kolay halloluyormuş. Ama ben siyaseti daha farklı biliyorum. Çok söz az icraat. Dağ köylerinin birinden çektiği fotoğrafı gösteriyor telefonundan. "Yani sizin bu yol da bir şey mi?" dercesine. Gelin size göstereyim riskli yerleri diyor, önlerine geçiyorum. Yamaçlardaki hendeklerin greyderle açılması lazım. Yoksa yolu ne kadar onarırsan onar ilk yağışta yine aynı tahribat olacaktır. Menfez dolgularının yarısı açılmış. Korkuluk diye bir şey yok. Vatandaş cılız çalılarla işaret koymuş geçen vasıtalar düşmesin diye. Öyle bir yer ki burası eğer buradan bir araç düşerse kaç metre aşağı yuvarlanacağı bilinmez. "Büyük iş bu" diyor baş yetkili. "İhale edilmesi lazım burasının. Mevsim de müsait değil. Bak iki gün sonra kar geliyor yine."

"Şimdi siz bu tehlikeleri gördünüz ya, artık vebali üzerinizde." diyorum. "Ben görevimi yaptım. Hemen mi harekete geçersiniz sıraya mı koyarsınız size kalmış." Onlar bir yere yetişmek peşinde diğer çukurları görmüyorlar bile. Yanımdan geçip uzaklaşıyor arabaları. Bense geri dönüp bahçeye giriyorum. Zeytine yemeğini veriyorum. Taş Ev'i kapatalı beri o da kuru ekmeğe talim. Su kabı buz tutmuş. Buzu kırıyorum. Kana kana su içiyor. Genel tuvaletlerin dışarıda kalan lavabo çeşmeleri donmuş. İçeridekiler çalışıyor neyse ki.

Rezervasyon telefonlarından ve onlara verdiğim cevaplardan bahsetmeyeyim bugün. Yazımı okuyan eşim yine başlamasın söylenmeye.  

KÖTÜ ve GÜZEL

08/01/2017 Pazar, Kuşadası
İlk bakışta ne düşünür insan? Pazar günü, Kuşadası... Kışın ortasında bir kaçamak? Yok, yok durum hiç de sandığınız gibi değil. Gökyüzü pırıl pırıl, hava güneşli. Hava sıcaklığı fazla yüksek olmasa da güneşin değdiği yer ısıtıyor insanı. Böylesine harika bir gün benim kabusum oluyor. Meteorolojinin kurbanı oluyorum hayatımda ilk kez... 

Sabahtan beri eşimle "Nasıl olur da hafta sonu kapatırsın restoranı?" muhabbeti yapıyoruz.  Hiç bir gün hava sıcaklığının düşmesini, güneşin çekilip kara bulutların gelmesini, karın yolları kapatmasını bu kadar istememiştim. Tam aksine her geçen saat hava daha da güzelleşiyor. Birbiri ardına gelen telefonlar aramızdaki tartışmayı daha da alevlendiriyor.
"Taş Ev Restoran mı?"
"Evet, buyurun."
"Biz İzmir'den kahvaltı için gelmiştik. Şu anda kapınızın önündeyiz ama kapı kapalı (!)"
Canım sıkkın. Sen kalk yüz kilometre yol gel. Ve kapı duvar. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Dün gece facebook sayfamızda bir duyuru yapmıştım yapmasına ama herkes onu okumak zorunda değil. Durumu fark eden eşim söylenip duruyor, "Gördün mü bak?" dercesine. Ne demeli, ne demeli.
"Çok üzgünüz, kusura bakmayın, cuma günü aşırı yağış yolları tahrip etti. Kocaman kocaman çukurlar oluştu. Meteoroloji don olur gece deyince... "
"Kapalısınız yani, peki kahvaltı edebileceğimiz başka yer var mı yakınlarda?"
Bir kaç yer söylüyoruz. Dün gördüğümüz kadarıyla yollar gerçekten büyük tehlike arz ediyordu. Dayanamayıp soruyorum.
"Yol durumu nasıl, kötüydü değil mi?"
Verilen cevap bir kez daha yaralıyor yüreğimi.
"Yok canım, o kadar da kötü değil."

Derken bir telefon daha. Bu sefer arayan Tire'den. Açık olup olmadığımızı soruyor telefondaki ses. Güneş dışarıda ortalığı aydınlatıyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum." Kusura bakmayın." sözcükleri dökülüyor dudaklarımdan, kapalı olmamızın nedenini anlatmaya çalışıyorum. "Hiç mekan kapatılır mı? Hem de pazar günü." diyor eşim. Ben de aynı fikirdeyim. Ama kapattık işte. Allah kahretsin. İnsanlar kapıdan dönüyor. İnsanların çoğu rezervasyon yaptırmıyor burada. Bir kişi rezervasyon yaptırırsa on kişi rezervasyonsuz. Kim bilir kaç kişi döndü kapıdan.

Aşkın Şef arıyor. Yukarı çıkacaksam tavuklara bakmak için onu da alayım diye. Eşim dayanamıyor, "Topla personeli, gidelim açalım." Facebook sayfasında duyuru yapmıştım diyorum. Sakinleşecek gibi değil. "Ne olursa olsun, kaldırırsın duyuruyu, insanların kapıdan dönmesi hiç hoş değil."

Personeli arıyorum. Ekibin yeni elemanı hazır olduğunu söylüyor. "Aşkın Şef de beni evden alırsınız." diyor. Adnan Şef'in telefonu çalıyor ama cevap vermiyor. Ben hala kararsızım. Aslında kararlıyım. Verilen karar yanlış bile olsa kararsız kalmamak konusunda kararlıyım. Neden hava bu kadar güzel? Adnan Şef'ten haber yok. Belki de eşini alıp güzel havanın tadını çıkarmaya gitmiştir. Boşuna bekliyorum dönüşünü. Hala verdiğim kararın peşindeyim, hatalı olsa da. "Hava karardıktan sonra misafirler çukurları göremeyecek, başlarına iş açacaklar." diyorum. Eşim "Peki, o zaman ne halin varsa gör." diyor. Tekrar personeli arıyor, ilk karara döndüğümüzü söylüyorum.

Eşimle birlikte evden çıkıp Aşkın Şefi alıyoruz. Kaplan yokuşunda trafik yoğun. Kış aylarında güneş yüzünü göstermesin hele. Bütün şehir ayaklanır burada. Bahçe kapısından giriyoruz. Zeytin'i serbest bırakıyor, ona yemek hazırlamaya başlıyorum. İçeri bir araba giriyor. Sonra bir tane daha. Kapalıyız demenin hiç bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Gelenlere kahve ikram ediyoruz. Bir an önce kapıları kapatıp çıkmak istiyoruz. Bir kaçış sanki bu. Ama olmuyor. Bir araba daha giriyor içeri ben Taş Ev'in kapısını kilitlerken. Aşkın Şef söylüyor kapalı olduğumuzu bu kez.

Bundan sonra biz Taş Ev'e gidebiliyorsak eğer, asla kapatmayacağız iş yerini. Kızımı arıyorum birlikte bir yerlere gidelim diye. Yolda olduğunu söylüyor. Kısa bir süre sonra o arıyor. Eşim alıyor telefonu. "Bu vakitten sonra İzmir'e gidecek halim yok." diyor. Konu aynı. Beni kızıma şikayet ediyor. Canım sıkılıyor artık bu muhabbetten. Kızım "Eğer gittiğim yeri kapalı görürsem bir daha hiç gitmem." demiş. Bu tahrik edici cümle konuyu yeniden alevlendiriyor. Sadece eve gitmemek için Selçuk yönünde ağır ağır ilerliyoruz. "Tamam" diyorum. "Hata yaptım, ama yapacak bir şey yok." Konuşmuyoruz artık bu konu üzerinde.

Kuşadası'na çeviriyoruz yönümüzü. Orada karnımızı doyurup hemen dönüş yolculuğuna başlıyoruz. Hava güneşli. Bu saatlerde hava sıcaklığı sıfırın altında üç dört olmalıydı. Saat akşam beşe doğru arabanın dış hava sıcaklık göstergesi artı dört dereceyi gösteriyor. Dönüş yolunda Belevi pazarında alışveriş yapıyoruz. Oradan çıkıp yol üzerindeki Belevi Gölünün fotoğrafını çekiyorum. Hayatımda ilk kez böylesine güzel bir gün benim için kabir azabına dönüyor.
 

7 Ocak 2017 Cumartesi

KARARSIZ BİR DURUM

07/01/2016 Cumartesi, Tire

Her zamanki gibi yola çıkıyoruz. Kafamda bir sürü senaryo. Aşırı yağıştan sonra yollarda ve yaylada bizi bekleyen olası hasarlar, Taş Ev'in durumu. Köyden yukarı doğru ilerliyoruz. Dün derelerin aktığı yolun üzerinde selin getirdiği taş, toprak birikintileri üzerinden geçiyoruz. İlk yokuşu tırmandıktan sonra yol kenarlarındaki hendeklerin yamaçlardan akan malzemeyle dolduğu görülüyor. 

Hava sıcaklığı sıfırın üzerinde. Gece iyice düşmesi bekleniyor. Dağ köylerinde kar yolları kapatmış. Dün gecenin çılgın sel suları yol kenarlarında derin çukurlar açmış. Bu çukurlar çok büyük tehlike. Gece bunları fark etmek neredeyse imkansız. Hele yağmur suları ile dolduğunda derinliğini tahmin etmek oldukça güç. Menfez geçişlerinde dolguların yarısı göçmüş, zaten dar olan yol daha da daralmış. Taş Ev'e yaklaşırken durum daha da kötüleşiyor. Keskin virajın bulunduğu evin önünde heyelan meydana gelmiş. Yolun yarısı malzemeyle kapanmış. Yol sathı üzerinde hızla akan sel sularının meydana getirdiği çukurlar artıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse daha fazlasına hazırlıklıydım. Dün geceki yağmuru gördükten sonra azgın suların geçtiği yolun bazı bölümlerinde çok daha ciddi hasarların olabileceğini, hatta yer yer ulaşım imkanının ortadan kalkacağını bekliyordum.

Dün gece bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında bahçe kapısının kilidine soktuğum anahtarı bir türlü döndürememiştim. Bu yüzden gece boyu açık kaldı demir kapı. Bu afatta kim gelirdi ki kapıya. Hem içeride kahraman Zeytin'imiz var nasıl olsa. Sabah kapıyı açarken gündüz gözüyle biraz daha zorladım. Anahtar bütün çabama rağmen yine dönmedi. Taş duvarın alt kısmı dünkü yoğun yağışa dayanamamış bir miktar oturmuş olmalı.

Bahçe girişinin kapısını güçlükle sürdüm. Rayın üzeri akan toprak ve mille yer yer kapanmış. Taş Ev'in kapısını açtım. İlk bakışta ciddi bir hasar görünmüyor. Sadece teras ile salon arasındaki derzden bir miktar su akmış vitrin dolabının üstüne. Depo olarak kullandığımız konteynırlardan birinin anahtarı dönmüyor. Altındaki dolgu oturmuş onca yağmurdan sonra. Sanayiden bir kriko bulup altını desteklemeli.

Hayatımın hiç bir döneminde bu kadar sık hava durumuna baktığımı hatırlamıyorum. Hafta sonu ve haftanın ilk günleri aşırı soğuk, kar, yağmur ne ararsan var görünüyor. Muazzam bir kararsızlık... Bu soğukta, bu yolları aşıp kim gelir Taş Ev'e. Hiç kimse gelmese de açık tutmak mı gerekir yoksa? Ya gelen misafirlerden biri bize gelirken arabasının tekerleği o koca çukurlardan birine düşse daha mı iyi? Ya da gece akan sular donar da yollar buzlanırsa... Onca insanın vebali az mı? Beş günlük hava tahminleri saat başı değişiyor. Halen hava sıcaklığı iki derece. Her saat süratle düşüp sıfırın altına gireceği tahmin ediliyor. Hele pazar gecesi sıfırın altında on bir derece olacağını bildirenler var. Her geçen saat en düşük hava sıcaklığı değişiyor. Gece sıcaklığın sıfırın altında sekiz olması sıfırın altında on bir olmasına göre ne kadar daha iyi?

Bahçede hava tertemiz. Üşümüyorum. Hafif kar atıştırıyor. Tamam artık kararımız kesin. Kapatıyoruz. Vitrin dolapları temizlensin. Eve alacaklarımızı alalım. Çarşamba gününden sonra yağmurlu görünse de sıcaklık artmaya başlıyor. O zamana kadar yollar da onarılır belki.

Eşim odamızdaki fazla eşyaları topluyor. Aşkın Şef vitrin dolabını boşaltıyor. Zeytin bu işten en kazançlı çıkanı. Ona güzel bir ziyafet sofrası hazırlanıyor. Şef, yanına bir de otuz beşlik koyalım mı? diye espri yapıyor. İçimde kapatmanın verdiği huzursuzluk ile doğru olduğunu düşündüğüm karar çarpışıyor.

Bu arada ben de yanıma bir keser ve ahşap kamalar alıp ana kapıya gidiyorum. Kapıyı çerçeveleyen profil ile taş duvar arasını beslersem kilit çalışmaya başlayacak sanırım. İki tane kamayı araya çakıyorum. Kilit içinde anahtar rahatlıkla dönmeye başlıyor.

Alacağımızı alıyor, yola çıkıyoruz. Eşimi eve bıraktıktan sonra Aşkın Şefle birlikte sanayiden bir kriko temin ediyoruz. Vakit kaybetmeden yaylaya dönüyoruz yine. Konteynırı altına yerleştirdiğimiz krikoyla kaldırıp altını besliyoruz. Kapının kilidi çalışmaya başlıyor.

Bir ara güneş çıkıyor. Eşim telefon ediyor, "Kapatmakla hata ediyoruz." diyor. Şüphesiz haklı olabilir. Ama biz hava durumu gibi karar değiştiremeyiz. Birazdan kar yağmaya başladığında "Keşke kapatsaydık." mı diyeceğiz? Mayıs ayına geliyor Ramazan. Buraların en güzel ayı. Bu soğuk havalarda kapatıp Mayıs ayında açmak daha iyi sanki.

Velhasıl bu yıl tecrübe yılı. Öğleden sonra misafirlerden biri telefon ediyor. "Kapıya kadar geldik, kapalıydı kapınız." Üzülüyoruz. Henüz duyuru bile yapmadık Facebook sayfamızdan. Eve döndüğümde hemen bir duyuru hazırlıyorum. Çarşamba gününe kadar hava ve yol şartlarından dolayı misafirlerimizin emniyetini düşünerek kapalı olacağımızı belirtiyorum.  

Böyle iç karartıcı, kararsız durumlarda derin bir nefes alıyorum. Doğru karar verdiğimizi umuyorum. Eşim hala "Yarın kahvaltı için misafir gelirse ne yaparız? diye soruyor. Haksız değil bir yönden. Ta kalkıp İzmir'den geliyorlar. Ben meteorolojinin yalancısıyım. Eksi beş derecede hem de bu yollardan gelen olur mu ki? Kapatmasa mıydık? 

HAVA ve YOL HARCI BİTİRDİ

06/01/2017 Cuma, Tire
Hava tahmin raporları bugünü de yağmurlu gösteriyor. Sabahtan ağaç motorunun çalışmasını öğrendim satıcısından. Diğer elemanları da alıp çıktım yukarı. Sert esen rüzgar önüne gelen ne varsa süpürüyor. Taş fırının saçtan kapağını da bir tarafa fırlatmış. Terastaki sandalyeler rüzgardan nasibini almış, İlk iş olarak yağmura yakalanmadan odun stokunu arttırıyoruz. Şefler bahçenin yukarı tarafından kesilmiş odunları depoya çekerken ben hızar makinesi ile Taş Ev'in arka tarafındaki odunları küçük parçalar halinde kesmeye gidiyorum.


Yerler yine cevizle dolmuş.
Kilolarca ceviz ağaç diplerine yayılmış. Zeytin fırtınadan rahatsız. Yan taraftaki çam ormanından gelen uğultu insanı korkutuyor. Zeytin'e doğru yaklaşıyorum. Kulübesinin etrafındaki bütün naylonları parçalamış. Ona daha geniş dolaşma imkanı versin diye eklediğim zincir sayesinde yanındaki tavuk kümesinin naylonlarını da lime lime etmiş.

Birkaç parça odun kestikten sonra ara veriyorum. Motorlu testere ağacı keserken zorlanıyor. Eğe ile zincirin baklalarını törpülüyorum. Biraz fark etse de ilk fırsatta zinciri değiştirmemin zamanının geldiğini düşünüyorum. Biraz sonra motor birden susuyor. Benzini bitmiş olmalı. Depoyu dolduruyorum. Her benzin koyduğumda zincirlerin yağlanması için 2T bıçkı yağı koymak gerekliymiş. Ambara baktığımda yağın neredeyse kalmadığını görüyorum. Dibinde kalan birkaç damla yağı motorun küçük haznesine boşaltıyorum. Motora benzin geldiğini görebilmek için şeffaf görünümlü memeyi sıkıyorum. Anahtarın konumunu iyice aşağı indirip motordan hır sesi gelinceye kadar motorun çekme ipine asılıyorum. Motor hırladıktan sonra anahtarı bir üst kademeye alıp ipine asılıyorum. Birkaç denemeden sonra çalışmaya başlıyor. Çok değil beş altı ağaç kesiminden sonra yeter bu kadar diyorum. Amacım bıçkı yağı fazla olmadığı için motora zarar vermemek. Anahtarın konumun yukarı getirir getirmez motorun sesi kesiliyor.

Beş altı araba dolusu kuru odunu ambara taşıyoruz. Hava iyice kapandı. Ceviz kütüklerinin üzerini naylonla örtüyorum. İçeriden aldığım naylon poşeti ağzına kadar fırtınanın etkisiyle yerlere saçılmış cevizle dolduruyorum. Gökten ilk damlalar düşmeye başlıyor.

Kuvvetli bir sağanak yağmur saatlerce devam ediyor. Mutfakta Aşkın Şefin kırdığı cevizleri bütün ekip birlikte ayıklıyoruz.  Zaman zaman çıkan fırtına tenekeleri, sandalyeleri ve plastik kovaları sürüklüyor. Ekiple birlikte yarından itibaren beklenen hava sıcaklığındaki ani değişimini tartışıyoruz. On dereceden fazla sıcaklık düşüşü bekleniyormuş. Yollarımız yine kapanacak mı? Biz bu konuyu tartışa duralım, telefonumun çalıyor bir yandan. Akşam rezervasyon yapmak isteyen misafirimiz yol durumunu soruyor. "Bu akşam yollarda problem yok ama yarın ne olur bilemeyiz." diyorum.

Akşama doğru şömine sobayı yakıyoruz. Fırtına ara sıra bacadan dumanı geri teptiriyor.  Sağanak şiddetini arttırarak devam ediyor. Şehri ilk defa bu kadar karanlık görüyorum. Sanki elektrikler kesik büyük bir kesimde. Çakan şimşekler ortalığı aydınlatırken ardından patlayan gök gürültüleri yeri göğü inletiyor. Bu havada kimse yola çıkmaz. Rezervasyonumuz olmasa kapatıp çıkacağız. 

Nihayet geliyor misafirlerimiz. Onlar geldikten kısa bir süre sonra telefonum çalıyor. Eşim, heyecanla balkonda giderin tıkandığını, biriken suların evi basmak üzere olduğunu söylüyor. Onlarca kez elindeki kaplarla suyu boşaltmaya çalışsa da su devamlı artıyormuş. "Hemen bir tesisatçı bulup gel." diyor. Bu saatte, bu yağmurda, hem de bu şehirde tesisatçı bulmak milli piyango biletine büyük ikramiye vurmasından daha küçük olasılık. "Tamam, ben geliyorum hemen." derken ekibe durumu anlatıyor ve zaman kaybetmeden Taş Ev'den çıkıyorum. Arabama gidene kadar sırılsıklam ıslanıyorum. Dikiz aynaları buğulanmış, göz gözü görmüyor. Zor bela bahçe içi dar yoldan köy yoluna çıkıyorum. Yamaçlardan akan suları hendekler taşımıyor. Yer yer yolun üzerinde dereler akıyor. Yolun bazı bölümlerini yamaçtan inen enkaz doldurmuş. Suya kapılan irice kayalar yüksek hızla akan suların içinde fark edilmiyor.

Bu sel manzaralarına alışkınım. Karadeniz bölgesinde yaşadığım heyelan tehlikeleri geliyor gözümün önüne. Bu havalarda bir de yoğun sis çıkardı orada karşıma. Buradaki tek fark sisin olmayışı. Suyun sathi kaplama yolun üzerinde açtığı oyuklar gittikçe derinleşiyor kimi yerde. Böyle giderse yolun yarısı kopup aşağı inecek. Benim eve gidip dönüşüm en az bir saat. Zorlukla indiğim Kaplan Köyünden eşimi arıyor, yolun durumunu anlatıyorum. Misafirlerimize durumu anlatıp bir an önce ayrılmalarını önereceğimi söylüyorum. Adnan Şefe durumu bildiriyorum. Kaplan Köyünden dönüp gerisin geriye Taş Ev'e çıkıyorum. Hemen toparlanıp restoranı kapatıyoruz. Misafirlerimiz yarım kalan yemeklerini paket yaptırıyorlar. Hiçbir ücret talep etmiyorum. Onlar yine de personele yüklü bahşiş bırakıyorlar.

Ben önde misafirlere kılavuzluk ederek ağır ağır ilerliyoruz. Yolda iri yağmur damlalarının arasına kar taneleri karışıyor. Aklımdan geçenleri personelle paylaşıyorum. Bu hava ve yol şartlarında bir hafta süreyle kapatmak belki de en iyisi olacak.  

6 Ocak 2017 Cuma

HAVA OLAYLARI

05/01/2017 Perşembe, Tire
Oldukça kararsız bir hava. Sabah yaylaya vardığımızda rüzgarı arkasına alan kara bulutlar hızla kuzeye doğru ilerliyordu. Uzun zamandır beklenen yağmur gece boyu devam etmiş, naylon örtü altında koruduğumuz ceviz ağaçları dışındaki bütün yakacak odunları ıslatmış. Sabah gelirken ağaç motorlu testeresini aldığım yere uğrayıp nasıl çalıştırılacağını öğrenmiştim. Bahçenin muhtelif yerlerinde istiflenmiş yakacak odun kümeleri bulunmakta. Adnan Şef sobayı tutuşturmak için kuru çalı çırpı bakarken gözüm havada yağmuru kesiyorum.

Çok geçmeden yağmur başlıyor. Odunluk ceviz ağaçlarının üzerine naylon örtüyü çekiyorum. Taş Ev'e geri döner dönmez telefonumdan hava durumuna bakıyorum. İki üç gün yağışlı olması bir tarafa hafta sonu en az on derece birden soğuyacak havalar yine. Yağmurla birlikte kuvvetli bir rüzgar çıkıyor. Bu rüzgarda sobanın yanıp yanmayacağını da düşündürüyor. Neyse ki hava sıcaklığı üşütecek kadar düşük değil henüz.

Öğlen misafirlerini ağırladıktan sonra bir fırsatını bulup personel yemeği yiyoruz ekiple birlikte. Aşkın Şefin elinden ne çıkarsa muazzam bir lezzete bürünüyor. Kereviz yemeğinin yanında teflon tavada güzel bir gözleme yapıyor. Aslında bu yörede katmer diye anılan gözlemeye de pek benzemiyor. Kendi usulüne göre yaptığı gözlemede tezgaha serdiği yufka içine bol miktarda maydanoz, peynir koyup yumurta ile karıştırıyor. Kereviz yemeğinin içine patates ve Adnan Şefin önerisiyle nohut koyuyor. Yemeğimi yerken bitmesin diye dua ettiğim bir lezzet çıkıyor ortaya.

Pencereden şehre bakarken her dakika görüntü değişiyor. Adeta bir film izliyorum. Her kare başka bir göz ziyafeti sunuyor. Yayla sağanak yağmur altındayken şehrin üzerinde güneşli havayı seyrediyoruz. Sonra yağmur kesiliyor, hava yükselip güneş görünüyor Taş Ev'in üzerinde. Bu sefer şehrin yarısını kara bulutlar sarmış. Diğer yarısı sisten görülmüyor. Güneş fazla kalmıyor bizimle, yeniden yağmur başlıyor. Bu sefer öyle böyle değil. Sağanak yağışa fırtına eşlik ediyor. Hemen arkasından şiddetli bir dolu başlıyor. Taş Ev'in salonunda an be an  hava olaylarının izlerken bir yandan da fotoğraflarını çekiyorum. Şimdi de güneş gösteriyor kendini şehir üzerinde. Karşımda yavaş yavaş bir gökkuşağı beliriyor. Bu sefer ilk kez sol kolu görünüyor kuşağın. Dışarıda deli yağan dolu fırtınayı kesiyor. Ardından yağmur damlalarının seyrekleşiyor.

Taş Evin altındaki erik ağacının dallarına sarı gagalı bir karatavuk konuyor. Telefon ayarından yakınlaştırabildiğim kadar yakınlaştırıyor, fotoğrafını çekiyorum. O sevimli yaratığın görüntüsü ile birlikte, her hava değişiminde çektiğim şehir manzaralarını instagramda paylaşıyorum. Daha pek çok özelliğine vakıf olmasam da instagrama fotoğraflar yüklemeyi başardığım için hayatında ilk kez acemi adımlarını atan miniklerin sevincini yaşıyorum. Gönderdiğim fotoğrafların dünyanın en uzak köşelerinde yaşayan birileri tarafından beğenilmesi hoşuma gidiyor.

Dışarıda gün boyu devam eden olumsuz hava koşulları,  odun hazırlamama imkan vermese de hep birlikte mutfakta ceviz kırmamıza engel değil.

Akşama doğru İzmir Adliyesi önünde bir patlama olduğu haberi geliyor. Hemen kızımı arıyorum. İşyerinden yeni çıkmış, eve dönüş yolunda olduğunu öğreniyorum. Yol üzerinde bir sürü ambulans ve çekici araca yol verdiğini ancak neler olduğunu sonradan öğrendiğini söylüyor. Teröristin hedefi daha büyükmüş. Bir polis memurunun kendini kahramanca ortaya atması sayesinde can kaybı az olmuş. Bir can da aynı bin can da. O hale geldik ki. İki kişi ölünce seviniyoruz. Daha Reina faciasının acısı soğumadan yeni bir saldırı daha.


Yağmur ve fırtına devam ediyor. Sabaha kadar süreceğe benzer.

5 Ocak 2017 Perşembe

EBEMKUŞAĞI

04/01/2017 Çarşamba, Tire

Artık yavaş yavaş işimiz rutine girdi. Sabah kalk, ekibi toparla yaylaya çık.

Meteoroloji havanın yağmurlu olacağını bildiriyor. Hava kararsız. Önce yüzünü gösteriyor güneş, hava tahminlerini açığa düşürmek istercesine. Çok uzun sürmüyor güneşin bu oyunu. Bahçede odun hazırlamaya başlar başlamaz yağmur atıştırmaya başlıyor. Ağaç kütüklerini yığdığımız alanın üzerini naylonla örtüp Taş Ev'e sığınıyorum.

Yağmur havanın soğuğunu kırıyor. Yukarıda sobayı yakmakta acele etmiyoruz bu yüzden. Kısa süren yağmurdan sonra güneş bir kez daha bulutların arasından sıyrılıyor. Taş Ev'in salonunda yağmur manzarasını seyretmeyi düşünürken tam karşımda bir gökkuşağı beliriyor. Bir kolu İtfaiye Meydanına saplanmış yarım halkanın diğer kolu süratle batı istikametine ilerliyor. Bir kaç fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşıyorum. Rengarenk kuşak uzadıkça solgunlaşıyor ve yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor. Tabiatın on dakikalık bu olağanüstü gösterisi güne iyi başlamam için güzel bir teşvik oluyor.

Temizlik tamamlandıktan sonra Zeytin'i serbest bırakıyorum. Akşam saatlerinde başlayan sağanak yağış önemli kısmı eriyen kar örtüsünü kısa zamanda süpürüp alıyor. İki gündür yanıma almadığım bilgisayarımdan uzak kalmaya alıştırıyorum kendimi. Instagram'a koyduğum gökkuşağı fotoğrafı büyük ilgi ve beğeni topluyor.

Tahmin raporları hafta sonunda hava sıcaklığının sıfırın altında on dereceye kadar düşeceğini bildiriyor. İzmir için hiç de alışık olmadığımız bir durum. Sularımız henüz çözülmüşken yine donacak olması şimdiden endişelendiriyor beni.

Aşkın Şef arızalı motosikletiyle yağmur altında yola çıktıktan beş dakika sonra şans eseri yağmur kesiliyor. Gecenin son misafirlerini uğurluyoruz.  

Haberlerde darbe komisyonunun çalışmasını tamamladığı açıklanıyor. Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının ifadelerine başvurmaya gerek görülmemiş (!) Bütün kurumlar Fetöcü'ler tarafından işgal edildiği halde darbenin siyaset kurumuyla bir bağlantısı saptanmamış. Ne güzel komisyon, ne güzel soruşturma. Yersen.

Kafamı meşgul eden diğer bir husus da önceden tertiplendiği gün gibi açık bir linç girişimine maruz kalan modacı Barbaros Şansal. Modayla ilgim olmadığı için adamın adını bile duymamışım. Söylediklerine bakıyorum. Türkiye'ye ve Türk halkına hakaret etmiş (!) Ne demiş? "Tutuklu gazetecilerden, çocuk tecavüzlerinden, rüşvetten, bağnazlıktan dem vurarak, bu kadar pisliğin rezaletin içinde neyi kutluyorsunuz yılbaşında diyerek, b... boğul Türkiye." demiş. İçinden geçenleri söylemiş. Ben şahsen şahsıma hakaret olarak algılamadım. Ülkenin durumuna bakıldığında ne kadar b.... battığımız aşikar iken mevcut durumu ifade edeni linç etmek ancak bizim ülkemizde görülebilir. Cinsel tercihi ne olursa olsun hiç tanımadığım ancak insanlık adına iyi şeyler yapmaya çalıştığını öğrendiğim bu insana yapılanlara üzüldüm. Onun maruz kaldığı durum ne kadar b... battığımızı açıkça gösteriyor ve ona haklılık kazandırıyor zaten. Bir zamanlar Aziz Nesin'i de linç etmeye çalışmışlardı bir zamanlar, "Türk halkının % 60'ı aptaldır." dediği için. Zaman onu ne kadar haklı çıkarıyor. Şimdi bu oranı az bulanlar bile var artık.

4 Ocak 2017 Çarşamba

2016-2017

Yeni yıl çoğu insan için yeni umutlar demektir. Henüz gerçekleştiremedikleri hayallerine doğan yeni bir fırsattır. Küçükler için büyüme, büyükler için sona bir adım daha yaklaşmadır.

Yarım asrı aşan yaşam serüvenimde bazı yıllara ailemle, bazılarına arkadaşlarla birlikte girdim. Ama içlerinde bir yıl var ki onu hiç unutmadım. 1977 yılıydı. Yani tam kırk yıl önce...

Yalnız başıma soğuk bir otel odasında karşılamıştım o yılı. Soğuk derken hava değil anlatmak istediğim. Odanın kendisiydi soğuk olan. Küçücük odada kare bir masa, eski bir ahşap sandalye ve ahşap bir dolap. O yılın ilk saatlerine saatler kala uykuya çoktan teslim olurken önceki yılın son saatlerini burada anlatmıştım geçen yıl.

Bazıları ise 2017 yılının ilk saatlerini hiç unutmayacak. Her yılbaşı eğlence değil bir matem gecesi olacak onlara. Her yılbaşı gecesinde göz yaşı dökecekler, bir gece kulübünde yitirdikleri sevdikleri gelecek akıllarına. Hayatını kaybeden şanssız insanların hepsi de genç. İhtiyarın ne işi var Reina'da. Onlar yoklar şimdi. Hangi alemde oldukları bilinmez. Cehennem ateşi sarmış yakınlarını, annelerini, babalarını... Çocukları varsa eğer, bundan sonra her yılbaşı gecesi onlar için de buruk geçecek.   

2016 yılı ülkemiz için kötü bir yıl oldu. Bir değil, iki değil bir sürü bombalar patlatıldı, masum insanlar neyin uğruna olduğunu bilmeden canını verdi. Hep kanları yerde kalmayacak denilen kanları yerde kaldı. Şehit dediler hatalarının vebali genç insanlara. "Terör kanlı yüzünü gösterdi." türünden saçma sapan beyanlar bulandırdı midemizi. 

Ülke yönetimine doldurdukları yandaşlarını terörist ilan ettiler, yetmedi, onlara darbe  yaptırdılar. Milyonlarca insanımız inandı buna. Ülkem adına içinde bulunduğum duruma üzüldüm 2016'da.  

İnsanın umut mu kalır hiç bu ahval içinde. Atatürk gibi bir önder hafızalardan silinmeye çalışıldı. Her türlü pisliğin cirit attığı, ne idüğü belirsiz hanedan hortlatılmaya çalışıldı onun yerine.

2016 yılı benim için nasıl geçti onu anlatacaktım size. Hedeflerimden belki de sonuncusunu gerçekleştirdim. Bir sene geçtikten sonra çıkacak ortaya, doğru karar verip vermediğim. Ama bir sene sonra ülkemin sınırları nasıl olacak bilmiyorum. Sorgulayan nesil yok edildi. Yeni neslin gençleri öyle Atatürk'ün gençleri gibi vatanın emanet edileceği türden değil. Onlar yabancı devletlerin dünyayı yeniden şekillendirebilmeleri için kendi topraklarında darbe yapıyor, elçi öldürüyorlar.

2017 yılına umutlu mu giriyorum? Çok fazla değil. Siyasilere kızmıyorum. Onlar bir şekilde üstlendikleri misyonun neferleri. Para ve makam uğruna satıyorlar ülkeyi. Umutsuzluğum halktan yana. Güvenmiyorum halkıma. Ayıp bir şey mi bu? Eskiden tencere, tavayı kapan dökülürdü sokaklara. Yurdu yanarken sorumlu aramıyor halk şimdi. Terörist diyorlar, yasa dışı örgüt mensubu diyorlar artık bu ülkede sorumlu arayana. Ülkemizin birliğine kastetmiş oluyor geldiğimiz bu noktanın sorumlusunu arayan insanlar.  Halkımızın kahir ekseriyeti kaderine razı. Bu yüzden umudum yok 2017 yılından.

2017 yılı için öyle büyük hedef koymak da gelmiyor içimden. Yazarken "bile, de, da, dahi" edatlarını gereksiz yerde kullanmamaya çalışacağım sadece. Bir de eşime daha fazla vakit ayırsam hiç de fena olmayacak şu fani dünyada...      

3 Ocak 2017 Salı

TATİL TEMBELLİĞİ

03/01/2017 Salı, Tire

Yeni yıla tatillerle başlamış oluyoruz. Yılbaşı gecesinden bir gün sonra salı tatil günümüzün gelmesi bize iki gün üst üste dinlenme imkanı vermiş oldu. Uzun süredir alışık olmadığım bu durum iyice tembelleştirdi beni. Dünkü günlüğümü yazmak bile bugüne kaldı. Oysa en sıkışık günümde bile gecenin üçü de olsa sabaha bırakmazdım bu işi.

Haber Tire gazetesinin web sayfasından öğrendiğime göre pazartesi günleri yanı başımızda kurulan toplu konut pazarına artık belediye izin vermeyecekmiş. On üç senedir kurulan pazar site yönetiminin rant sağladığı gerekçesiyle belediyece yasaklanmış. Belediye "Pazarları ben kurar ben kaldırırım." diyormuş. Küçük ölçüde yine bir iktidar ve rant kavgası.

Salı pazarından alacak fazla bir şeyim yok. İki gün sonra küçük pazar kurulacak nasıl olsa. Her zamankinden kısa sürüyor alışveriş. Eşimle birlikte yaylaya çıkıp aldıklarımızı yerleştiriyoruz. Bahçe kapısında Zeytin bize sevgi gösterisinde bulunuyor.

Hava düne göre hayli ısınmış. Karlar hızla eriyor. Gece yol üzerindeki su geçişleri donacak yine. Zeytini besledim, çarşıdan aldığım zincir kelepçesini takarak kulübesine bağladım.

Fazla zaman kaybetmeden şehre dönüyoruz. Bugünü kendimize ayırmayı düşünmüştüm. Eşimi uzun zamandır görüşmediği arkadaşına bırakıp eve dönüyorum. Akşama güzel bir balık sofrası hazırlıyorum. Çok istediğim halde balık yememiz bir türlü mümkün olmuyordu. Eşim dönüp eve geldiğinde her şey hazırdı. Balığın yanında buz gibi bir bira açıyorum. Basit bir hazırlık ama senenin ilk mutlu anı oluyor bu bizim için.

SOĞUK

02/01/2017 Pazartesi, Tire

Eğer söylenenler doğruysa son yirmi yılın en sert kışını yaşıyoruz. Ekiple birlikte bahçe kapısına vardık. Zincirini kopartıp demir parmaklıklara tırmanan Zeytin'in sevinci görülmeye değerdi. İyice irileştiğinden artık zincir kelepçesi dayandıramıyorum. Kapıyı açar açmaz süratle oradan oraya koşmaya başladı. Son sürat üzerime gelirken ani bir hareketle yanımdan geçiyor. Bazen çarpışmamak için aynı yöne kaçıyoruz. Bütün gücüyle ayaklarıma bindiriyor. Eğer ayaklarım sağlam basıyorsa düşen o oluyor, aksi takdirde beni düşürüyor. İlk olarak kontrol ettiğim su kabının içindeki su tamamen donmuş. Onun için getirdiğim taze suyu ağzını şapırdatarak içiyor.

Sabah elbirliğiyle işe girişiyoruz. Yılbaşı gecesinden kalan süsleri ve çam ağacını kaldırılıp depoya koyuyoruz. Tuvaletlerdeki lavabolar donmuş. Neyse ki çeşmeler akıyor. Alt taraftaki helezon şeklindeki plastik gideri kıvırarak sifon yapmışlar. Bu güzel düşünce sayesinde lavaboya kaynar su döktükten sonra donu çözmem kolaylaşıyor. Kadınlara ait tuvaletlerin birinin vana ve boruları tam da yılbaşı gecesi donmuştu. Bugün diğeri de donuyor. Bütün gün don çözmeye çalışıyoruz.

Öğleden sonra ilk misafirlerimiz geliyor. Tepemizdeki güneş havanın biraz olsun ısınacağını gösterir gibi. Öyle ki gelen konuklar yanan şömineyi bırakıp çaylarını terasta içmeyi tercih ediyorlar. Yerdeki buzlar henüz duruyor. Masaların üzerinde pasta şeklinde kar kalıpları ağır ağır kaymaya başlamış. 

Güneşin etkisi çabuk geçiyor. Dışarıda durulacak gibi değil. Şömine sobamız koca ceviz kütüklerini yutuyor. Depodan baltayı alıp odun hazırlamayı düşünüyorum. Hüseyin kütükleri çok uzun kesmiş. Bu yüzden baltayla parçalamak oldukça zor. Alışkın olmadığım bu iş belimin ağrımasına yol açıyor. Yine de bir araba odun hazırlıyorum. Çalışmanın etkisi ile hava sıcaklığı birden artmış gibi geliyor.

Yazacak çok şey var ama istek yok bu aralar. Televizyon haber kanallarında hükümet yalakaları ve hükümet düşmanlarının söz düellolarını izliyorum. Terörü konuşuyorlar...

2 Ocak 2017 Pazartesi

KRALİÇE VURULDU

01/01/2017 Pazar, Tire

2017 nin ilk tarihini atıyorum. Her yılın başında zorlukla alışırım yeni yıla. Eskiden bir önceki yıl yapışırdı aklıma. Bu kez nedense 2017 yerine 2007 yılına takılıyor elim. Yılların geriye akmasına bilinç altından duyulan bir özlem mi bu?

Oğlum ve kızımı yolcu ettikten sonra bir süre daha yatıyorum. Bilgisayar önümde ama değil bugünkü, dünkü yazımı dahi yazmaya takatim yok. Televizyonu açıyorum. İstanbul Reina'da katliam haberleri veriliyor.

Reina İspanyolca kraliçe demek. Yurdumuzda terör her nasılsa krala kraliçeye dokunmaz, kurbanlarını maiyetten seçerdi. Haberlerde CB "Her kim ki sosyal medyada terörü öven yazılar yaza, başı kesile." demiş. Kim terörü över ki? Aklıma 17 Ağustos depremi geldi. O zaman da yobaz takımı, depremin içki içilen yerleri vurmasını ilahi bir ikaz olarak yorumlamıştı.
 
Zeytin benden yemek bekler. Yukarı çıkmam suyuna bakmam lazım. Sular donuyor artık. Geçen gün kar yiyordu. Üşütür mü midesini acaba?

Öğleden sonra çıkıyorum yaylaya. Kaplan yokuşunda karşıdan gelen çok sayıda araçla karşılaşıyorum. Belli ki kar merakı insanları dağlara çekiyor. Dün yukarı yaylaya çıkıp biraz odun toplamak istedim. Kar üzerinde oldukça yorucu bir yürüyüş oldu. Yorgunluğumun bir sebebi de bu olmalı.  

Yayla kapısını arabalar kapatmış. Neyse ki araç sahipleri yakındalar. İçeri girebilmem için önümü açıyorlar. Demir kapıdan geçip Taş Evin önüne yanaşıyorum. Mutfaktan yiyecek torbasını alıyor, Zeytin'e götürüyorum. Bahçenin önünden geçen yol oldukça hareketli. Kapıları kapatıp çıkıyorum. Yolda giderken birbiri ardına telefonum çalıyor. Kimi açık olup olmadığımızı soruyor, kimiyse yol tarifi istiyor. Bugün iş olmaz düşüncemizin ne kadar yersiz olduğunu anlıyorum.

Yoldan geçen araçların üzerinde kardan heykeller var. Bazıları kardan gelin yapmış. Buzun üzerinde durmak zor iken hareket halindeki araçların ön kaputları üzerinde bu heykelleri  nasıl tutuyorlar anlamıyorum. Şehre varınca hepsinin eriyeceği belli ama o kadar eğlence yetiyor insanlara işte. Hayat bu işte. Bir taraftan yeni yılın ilk saatlerindeki terör saldırısı sonucu sevdiklerini kaybeden, içi yanan insanlar, diğer taraftan karın keyfini çıkaranlar...

Eve dönünce bir türlü başlayamadığın yılın son gününe ait günlüğümü yazıyorum. Sanki üzerimde yılların yorgunluğu var. Televizyonda hamasi nutukların ardı arkası kesilmiyor. Cani sırra kadem basmış. Yıla terörle başlamak iyi değil. Ölenlerin çoğu yabancıymış. Devletin itibarı yerle bir. Sosyal medyada bazıları terörü destekler mahiyette yorumlar için hükümet göz dağı vermeye devam ediyor.

Yeni yılın ilk günü yılın yorgunluğunun yanı sıra TV'den üzücü haberleri izlemekle geçiyor.

YILBAŞI

31/12/2016 Cumartesi, Tire

Yılın son gününde yılbaşı programına hazırlanıyoruz. Senenin en soğuk günlerinden biri. Mutfakta hummalı bir çalışma var.Yılbaşı için süslemeler tamamlanmak üzere. Öğleden sonra müzisyenler geliyor, salonda oturma düzenini değiştiriyoruz. Masalardan birkaç tanesini yan tarafa alarak ortada pist olarak kullanılabilecek bir alan yaratılıyor.

Bahçeye çok kişi gelip resim çektiriyor. Kar bir mıknatıs gibi buraya çekiyor insanları. Gelenleri görenler de akın akın koşuyor, demir bahçe kapısının önüne park ediyorlar arabalarını. Yapraklarını döktükten sonra çırılçıplak kalmış ağaçlardan dolayı Taş Ev artık yoldan rahatlıkla görünüyor. Taş Ev'in bahçesine resim çektiren, kar topu oynayan, çoluk çocuk kardan adam yapanlar dolmuş. İçlerinden sadece biri soruyor bana bir sakıncası var mı diye. "Yok canım ne sakıncası olabilir." diyorum. Kocaman çocuklar bin bir emekle temizlediğimiz yola karla dolduruyorlar. Ben ise onların yeniden donup araçları kaydırmasından endişe ediyorum. Gelenlerin gitmeye hiç niyetleri yok, telefon edip diğer arkadaşlarını çağırmaya başlıyorlar. Bahçemiz bir anda milli park havasına giriyor. Kapının tam önüne park etmeye çalışan araç artık yeter dedirtiyor. Kocaman restoran levhası, etrafı çitle çevirmemiz, demir kapı yetmemiş olacak ki soruyor arabadaki sürücü "Burası özel mülk mü?" Soruya şaşırsam da sükûnetle cevap veriyorum. "Evet, burası bir restoran." İkna olmuyor arabanın içindeki sürücü beyefendi. "Ama içeride bizim arkadaşlar var." Bu konuşmadan habersiz kardan adam yapmaya kalkışan bir aileyi baktıktan sonra iç çekip adama dönüyor "Onlar da çıkmak üzereler zaten." diyorum.

Orkestra nihayet geliyor, cihazlar salona birer birer taşınıyor. Amfilerin büyüklüğü korkutuyor. Çalışan gençlere "Buradan çıkacak sesin titreşimi bile Taş Ev'i çöktürür." diyorum yarı şaka yarı ciddi. Şaşkınlığım kocaman bir davulun salona getirilmesiyle tavan yapıyor. Bütün aletler yerleşince provalar başlıyor. Şarkı provasına başlayan birine sesin çok yüksek olduğunu söylüyorum. Seslerini açmak için çalıştıklarını, ses düzeyinin istenilen seviyeye düşürmenin ellerinde olduğunu söylüyor.

Mutfağı kontrol ediyorum. Şef her şeyin hazır olduğunu söylüyor. İlk gelen grup İzmir'den. Neşeli bir grup. Telefon numaraları bile yoktu. Bu yüzden geleceklerinden emin olamıyordum. Facebook üzerinden yaptığımız bir rezervasyondu. Facebook sayfasında görüp beğenmişler Taş Ev'i. Öğretmen Ev'inden yer ayırmışlar.

Ağaçların arasındaki kar örtüsü erimedi hala. Kendi arabamla birlikte orkestracıların minibüsünü kar üzerinde olabildiğince geriye yanaştırıyorum. Araçları park ettiğimiz yerin hafifçe aşağı doğru eğimli olması sayesinde çıkışta sorun yaşanmayacağını düşünüyorum.

Misafirler yavaş yavaş gelmeye başlıyor. Hava oldukça soğuk. Gündüz saatlerinde yumuşayan kar, üzerinde gezildikçe buzlaşmış. İlk gelen misafirlerden biri her zaman park ettiğimiz ağaçların arasındaki alanda sorun yaşıyor. Uzun uzun uğraştıktan sonra zor bela üzerini temizlediğimiz parke döşeli yola atıyor kendini. Havuzun kenarında bugün karları temizlenen avluya park ettiriyorum. Daha sonra gelen araçları da mümkün olduğunca ağaçların altına park ettirmiyorum.

Gelen misafirler eğlenmeye hazır. Müzikle birlikte bütün masalar coşuyor. Ortada bıraktığımız alan dans edenler, oynayanlardan boş kalmıyor. Ordövr tabağı ile başlatılan servis kusursuz. Ekip görevini kusursuz yapıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde program gereği çekiliş yapıyoruz. Önce her misafire birer numara dağıtıyoruz. Aslında kafamda bu numaraları sandalyelerin altına yapıştırmak vardı. Yıllar önce Ankara Hilton otelinde ülke temalı bir eğlence esnasında görmüştüm. Önce kura çekilmiş daha sonra "Şimdi herkes oturduğu sandalyenin altına yapıştırılmış kağıt üzerindeki numaraya baksın." demişlerdi. İzmir'den rezervasyon yaptıran misafirlerimiz erken gelince düşündüğüm olmadı. İlginç bir şekilde iki büyük hediye aynı masada oturan iki kişiye çıkıyor. İlk şanslı misafirlerimiz onlar oluyor.

Yeni yıla girmeden az önce tombala oynuyoruz. Büyük mekanlarda uygulaması pek mümkün olmayan bu aktivite burada çok prim yapıyor. Bu sefer şanslı masa İzmirlilerin masası oluyor. Birinci ve ikinci çinkolarla birlikte tombalayı yapınca otel parasını bedavaya getirmiş oluyorlar. Tombala oyunu misafirleri çok mutlu etse ve ikinci kez oynamak isteseler de saatler on ikiye epey yaklaşmış olduğundan tekrarlamak mümkün değil.

Sessizce aşağıya, dışarıdaki elektrik panosunun yanına iniyorum. Geriye sayım başlıyor. 6,5,4... Tam sıfır denirken şalteri aşağı indiriyorum. Her taraf kararıyor. Müzik kesiliyor. Birkaç saniye sonra tekrar elektrik veriyor ve yukarı çıkıyorum. Herkes birbirini kutluyor.

Eğlence devam ediyor. Biri gelip haber veriyor. Yeni gelen araçlardan biri kaymış. Hemen çıkıyorum dışarı. İki genç ağaçların arasında patinaj yapıp çıkmaya çalışıyor. Araba otomatik vitesli olduğu için boşuna uğraşıyorlar. Manuele alıp ikinci vitesle çıkmaya çalışmalarını öğütlüyorum. Tekerleklerin altına çuval, paspas gibi şeyler atıyoruz. Kısa bir süre sonra aracı kurtarıyoruz.

Bu yılbaşı Adnan Şef hepimize misafir muamelesi yapıyor. Gönlümüzce bir gece geçiriyoruz. Orkestranın Ferdi Özbeğen'i bir ara beni ve eşimi dansa davet edince utanıyorum. Misafirler hep birlikte alkışlayınca kalkıyoruz piste. Daha sonra kızımla dans ediyorum. Oğlum gürültüden rahatsız, yemeğini yedikten sonra odamıza atıyor kendini.

Misafirlerden biri sesleniyor. "Jandarma, iki minibüs jandarma geldi." Hemen iniyorum aşağı. Araçlardan inen bir sürü asker durmadan fotoğraf çektiriyorlar. İki üç rütbeli içeri görmek istiyor. Merdiveni çıkar çıkmaz aile ortamını görünce hemen geri dönüyorlar. Onlara çay ikram edip gönderiyoruz.

Son misafir ayrılana kadar canlı müzik devam ediyor. Bedenen olmasa da zihnen yoruluyoruz. Herkes mutlu ayrılıyor. Bu teşebbüsten de alnımız ak çıkıyoruz. Madalyonun diğer yüzü var bir de. On beş kişilik yerimizin boş kalıyor. Neyse ki çoluk çocuk bu boşluğu dolduruyor,  hiç olmazsa kendimizi eğlenceye dahil etmiş oluyoruz. Yılbaşı organizasyonumuz bize iki şey öğretiyor: Bunlardan ilki, ilave oturma gruplarıyla elli kişiye tamamladığımız kapasitemiz bu geceki yerleşim düzeni sayesinde ortada misafirlerin dans edebileceği bir pisti dahi mümkün kılıyor. Diğeri bir konu Kaplan'daki diğer restoranlarda yapılmayan yılbaşı eğlencesinin Taş Ev için de beklediğim düzeyde ilgi uyandırmadığı... Kendi kendime bunun nedenlerini sorguladığımda bazı tahminler yürütüyorum. Nedenlerden biri hava şartları: Kaplan dağlarına kar yağması ve yolda buzlanma olması zaten en olumsuz yanımız olan yol şartlarına tuz biber ekiyor. Yolun emniyete alınması ancak dün yapılan tuzlamadan sonra mümkün oluyor. Diğer bir neden ise farklı beklentiler. Oldukça kaliteli bir menü ile Taş Ev kendini göstermesini istediğim halde, telefon edip menüde tavuk şiş olup olmadığını soranlar oluyor. Fiyatın yüksek bulunması menüde sunulanların yanı sıra canlı müzik bedelinin kişi sayısına bölünmesi. Bazı misafirler, yemeğimizi evde yedikten sonra içki içmeye gelelim teklifinde bulunuyor. "O zaman diğer misafirlerin menü içinde ödediği canlı müzik bedelini siz içkinizle ödersiniz diyorum." Velhasıl ya istediğim hedef kitleme ulaşamadım ya da öyle bir kitleyi boşuna bekliyorum burada. Bazen insanlar arıyor rezervasyon yaptırmak için. Misafirlerimiz gelecek diyorlar. Kendileri yemek yemek için başka yere gidiyor ama misafir ağırlamak için bize geliyorlar. Bu yönden bakınca gurur verici.

Sabahın dördünde müzisyenlerle birlikte çıkıyoruz Taş Ev'den. Yarın pazar ama personele izin verdik. Eve geliyor birkaç saat uyuduktan sonra çocuklarla birlikte kahvaltı ediyor, onları işlerine uğurluyoruz.