Kitabın Adı: Veba Geceleri
Yazar: Orhan Pamuk
Sayfa Sayısı: 537
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Türü: Üst kurgu tarihi roman
Veba Geceleri, basılmadan yıllar önce kitapseverler tarafından ilgi, merak ve özlemle beklenen piyasaya arz edildiği tarihten itibaren de hakkında nice değerlendirmeler yapılan farklı bir roman. Nobel Edebiyat ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un son kitabı Veba Geceleri, kendi ifadesiyle otuz beş yıldır yazmayı düşündüğü ve son beş yıldır büyük emek harcayıp birçok kitap, resim ve muhtelif kaynaklardan yararlanmak suretiyle ortaya koyduğu bir eser. Ünlü yazar ve kitabı Veba Geceleri hakkında olumlu ya da olumsuz pek çok eleştiri yapılmış ancak ben bunlar hakkında bilgi sahibi olmadan önce ve önyargısız kitabı okuyup bitirdim. Daha sonra kitabın tanıtımlarıyla ilgili röportajlara, film ve eleştiri yazılarına yoğunlaştım. Romanın tamamını okumamla birlikte hafızamda yer eden düşünceleri, başkalarının kitap hakkındaki değerlendirmeleriyle mukayese etme konusunda şaşırtıcı bir isteğe kapıldım. Epey zaman harcadığım bu yolculuğum esnasında Veba Geceleri hakkındaki incelemelerin, olumlu ve olumsuz eleştirilerin bazılarına katılırken aralarında katılmadıklarım da az değildi.
Öncelikle romanda diğer önemli yazarların da eserlerinde tercih ettiği üzere yenilik ve üslûp arayışı adına birtakım sıra dışı özellikler görüyoruz. Belki de bu, onları önemli yapan bir özellik. Dikkatimi çeken ilk husus, tarihsel gerçeklerle kurguyu mekân ve karakter ayırt etmeksizin harmanlamış olması sebebiyle okuduğum her cümleye gerçek mi yoksa kurgu mu diye bakmam ve bunun sonucunda romana kendimi yeterince adapte edemeyişim oldu. Evet, tarihi romanlar bir takım olaylar yazıldığı dönemin sosyoekonomik ve kültürel öğelerine bağlı kalarak kurgulanabilir ancak Orhan Pamuk Minger Adası gibi var olmayan bir adaya sokakları, dükkânları ve insanlarıyla hayat veriyor ve bu ada Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminde bağımsızlığını yedi düvele ilan ediyor! Resme olan ilgisi sayesinde yazar, önce hayalindeki Minger Adasını sokak sokak plânını çizmiş, çizdiği bu plan üzerinde cami ve kiliseleri, resmi kurumları, kaleyi, limanı ve saat kulesini göstermiş. Bu tarz bir çalışma, sonuçta, yazarın romanı yazarken ayağını yere basarak yol almasına, adanın doğru bir şekilde tasvir ve betimlemesine yardımcı olmuş.
Romanın anlatım bozukluklarını Nobel ödüllü bir yazara yakıştıramadım. Onu da geçtim, kitabın editörü ve YKY Orhan Pamuk'tan çekindikleri için midir bilinmez bu konuda yeterince hassas davranmamışlar. Bu hataların aşağıda açıklayacağım Tarih profesörü Mina Mingerli'ye yapışacağını düşünmek mi gerek yoksa yazarın "bu benim tarzım" deyip çevresindekileri susturma ihtimali üzerinde durmak mı lâzım bilemiyorum. Daha da önemlisi akıcı bir özelliği yok romanın, aynı yer ve karakter tasvirlerini bezdirecek seviyede tekrar etmesi okuru sıkıp bunaltıyor, kitabın bir an önce bitirmek için aşırı çaba göstermek zorunda kalıyor insan. Bir yandan tekrarlar lüzumsuz yere (ticari kaygıların etkisi altında) kitabın sayfa sayısını arttırırken diğer yandan bazı olayları ve karakterleri derinlemesine işlemediği için bir türlü romanın içine giremiyor, duyguları alamıyor, adeta tarihi bir belgesel izlermiş hissine kapılıyor okur.
Spoiler *** 1901 yılında Osmanlı İmparatorluğuna bağlı Minger Adasında ortaya çıkan veba salgınında padişah II. Abdülhamit tarafından adaya gönderilen Sağlık Müfettişi Bonkowski Paşa esrarengiz bir şekilde cinayete kurban gider. Bunun üzerine padişahın yeğeni Pakize Sultanın eşi Dr. Nuri Minger Adasındaki salgını kontrol altına almak ve cinayeti aydınlatmak amacıyla padişahın emriyle görevlendirilir. Minger Adasını yöneten Vali Sami Paşa ve Pakize Sultanın koruması, Kolağası Kamil, romandaki diğer önemli figürler. Adanın yarısı Müslüman Türkler, diğer yarısı, ağırlığını Rumların oluşturduğu Ortodoks Hristiyanlardan oluşmakta. Salgınla mücadele genellikle din eksenli hurafeleri savunan tekke şeyhleri ve bilimsel yollardan karantina kurallarını benimseyen Dr. Nuri arasında geçer. Romanda yüzeysel olarak konu edilen Mingerli Zeynep ile Kolağası Kamil'in aşkından ve Vali Sami Paşa'nın metresi Marika'dan bahsetmemek olmaz. Kısa süre içinde akıl almaz bir şekilde Minger Adasının yönetimi kanlı kansız darbelerle elden ele dolaşır ve sonunda Minger Adası milliyetçilik rüzgârını arkasına alıp bağımsızlığını ilân eder. Karantina nedeniyle etrafı yedi düvel ve Osmanlı savaş gemileriyle kuşatılmış adada "Minger Mingerlilerindir" sloganıyla başlatılan istiklâl mücadelesinin kime karşı yapıldığı belirsiz! Önce Kolağası Kamil cumhurbaşkanlığına, daha sonra Dr. Nuri başbakanlığa getirilir. İkisinin arasında yönetim kısa bir süre Şeyh Hamdullah ve taraftarlarının eline geçip Vali Sami Paşa darağacına gönderilse de Şeyhin vebaya yakalanması ve salgını kontrol etmedeki başarısızlığı sebebiyle yobaz takımı iktidarda fazla kalıcı olmaz. Kolağası Kâmil'in vebadan ölmesinden sonra Dr. Nuri'nin yönetiminde Pakize Sultan adanın kraliçesi olur ve ilerleyen zaman içerisinde kendi istekleriyle İngilizler tarafından sömürge ülkesi, Hindistan'a kaçırılır. Kitabın başından sonuna dek Abdülhamit'in acımasız idare tarzına, muhafazakarlığına ve iktidardan indirilip canına kastedileceği düşüncesiyle kapıldığı vehimlere değinilir. Çünkü kendisi de Pakize Sultan'ın babası, batı yanlısı ilerici düşüncelere sahip V. Murat'ı devirerek iktidara gelmiştir. Pakize Sultan ve Doktor Nuri'nin İstanbul'a dönme hayalleri iyice suya düşmüş olduğundan hayatlarını Avrupa kentlerinde sürdürürler. ***
Diğer bir husus da, Veba Geceleri romanının, Pakize Sultan'ın torunu tarih profesörü Mina Mingerli tarafından ve özellikle Pakize Sultan'ın büyük ablası Hatice Sultan'a göndermiş olduğu çok sayıda mektuptan faydalanmak suretiyle yazıldığına dikkat çekilmesidir. Orhan Pamuk bu şekilde yazarlıktan sıyrılarak kendini izleyici konumuna getirmiş ve belki de romanın yazımına ilişkin olumsuz eleştirileri savuşturacağını hayal etmiş olabilir. Ne var ki bu tür anlatım tarzı, yer yer anlatıcının devreye girip geleceğe dair bilgiler vermesi, falanca olayın diğer tarihi kaynaklar veya gazetelerden alındığının belirtilmesi, daha da önemlisi anlatıcının aşırıya kaçan yorumlarda bulunması okurun okuma zevkinin azalmasına sebep olmakta.
Sonuç olarak gerek pazarlama kampanyaları bakımından gerekse yazarının Nobel ödüllü olması sebebiyle büyük tartışmalara konu olan Veba Geceleri romanı bir başka yazarın kaleminden çıkmış olsa lâfı dahi edilmez, sıradan bir roman olarak rafları süslerdi. Fakat yazarı Orhan Pamuk olunca yok efendim, Kolağası Kamil bey Mustafa Kemal'le ilişkilendirilmiş (ismindeki sessiz harfleri bile aynı!), yok efendim Şeyh Hamdullah Fetö'yü çağrıştırıyormuş, Abdülhamit'i seven bir kesimi karşısına almış gibi bir sürü bağlantının peşine düşülüyor. Bu gözle bakıldığında gerçekten de hem tarihe hem de günümüze çok sayıda göndermelerde bulunulduğu doğru. Ama yine de ben Veba Gecelerini gerek kurgu gerekse yazarın denediği farklı anlatım tarzı olarak vasat bulduğumu söyleyebilirim. Edebiyat dünyasında bu kadar ses getirmesi bir yana, romanın sonunu gördüğüm için kendimi mutlu hissettiğimi söyleyebilirim. Tavsiye eder miyim? Herkesin farklı gözle baktığı bu eseri merak ediyor, bir de sonuna kadar okumaya çalışırken sıkılmayı göze alıyorsanız okuyun elbette ki sizin de bu konuda bir fikriniz olsun. Lâkin iyi bir edebi eser okumak istiyorum diyorsanız emin olun çok daha iyileri var.