"Size, ailenize, akrabalarınıza özel davranışlar, sözler, espriler, aktiviteler var mı? Aile içi gelenekleşmiş hareketler?"
İster istemez insanın aklı eskilere gidiyor. Çocukluk ve gençlik yıllarım Girit göçmenlerinin arasında geçti. Komşularımız, mahalle esnafının neredeyse tamamı, "Macır" dediğimiz Girit ve Balkan muhacirlerinden oluşuyordu. Yaşlıların çoğu Türkçe konuşmasını beceremezken benim yaşıtlarım doğru dürüst Giritçe öğrenemeyen ilk kuşak olmuştu. Eskiden evlerimizde yaygın olarak konuşulan Giritçe zaman içinde önemini kaybetti. Fakat annemizin biz çocuklarına yemek yedirirken "anikse bukasu-aç ağzını" deyişi hâlâ kulaklarımdan silinmedi.
On yaşıma kadar dedemin radyo başına geçip 19.00 ajansını dinlemesini, akşamları ailecek radyodan arkası yarın adıyla radyo tiyatrosunu kaçırmadığımızı hatırlıyorum. Uzun yaz gecelerinde kapılarımızın önüne çıkıp büyük bir keyifle çiğdem çitlerken derin sohbetlere dalardık.
Evlenip çoluk çocuğa karışınca tamamen farklı bir hayatım oldu. Yoğun iş hayatımda fırsat buldukça ailecek arabaya binip bir yerlere giderdik. Genellikle plânsız olurdu gezmelerimiz. Çocuklarımızın her ikisi de küçükken yerlerinde duramazlardı ama arabaya biner binmez sesleri kesilir ve uyuklamaya başlarlardı. Bu tür kısa gezmelerde kafamızı dinliyorduk biraz. Nadir de olsa uyumadıkları da olurdu çocukların. Onlarla yolculuk esnasında türlü oyunlar üretirdik. Radyoda daha önce duymadığımız bir müzik parçası çaldığında ona remix yapar, yeni sözler uydurur hep bir ağızdan söylerdik. Mesela onlardan biri "U-çak, Uu-çak" parçasıydı. Elbette kimse bunun bizlere ne anlam ifade ettiğini bilemez. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen o güzel anları hatırlarız. Arabayla gezmelerimiz bir yere gitme amacı taşımazdı bazen. Çocuklar önümüzde giden bir arabayı gözüne kestirir, o arabayı takip edelim derdi. Takip ettiğimiz araç bir yerde durup park ettiğinde ya da olmadık bir yola girdiğinde sonlandırırdık oyunu.
Kdz. Ereğli'sindeydik. Kızım henüz üç-beş yaşlarında. Oltalarımızı aldık, sahilde balık tutacağız. Annesi ısrarla arabanın arka koltuğuna oturmasını tembihlediği için kızım da arkada oturmak istiyordu. Ben hem mesafe yakın olduğu için hem de bana daha yakın olmasını istediğimden yanımdaki koltuğa oturttum. Kızım annesinin sözünü düşünerek biraz huzursuz olmasına rağmen sesini çıkartmadı. Sahilde balıkçı teknelerinin arasında ağır ağır ilerliyorduk. Elli metre kadar yolumuz kalmıştı. Yerdeki hız kesici kasisi gördüm ve hızımı düşürdüm. Zaten ağır gidiyordum ama kasis nedeniyle arabanın sallanması, kızımın ağzını torpidoya hafifçe çarpmasına neden oldu. Dudağını ısırmış olmalıydı, elindeki kanı görünce ağlamaya başladı. Bana öyle bir sitem ediyor ki anlatamam. Senin yüzünden oldu, annem arkaya oturmamı istemişti diye sızlanıp duruyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen o anı unutmadı.
Oğlum özgürlüğüne düşkün bir çocuktu. Fırsatını buldukça kaçardı evden. Haliyle nereye gitti, aman başına bir şey gelmesin diye korkardık. Bir keresinde Irak, Erbil çarşısında alışverişe dalmışken yine bizi uyutarak başını alıp gitmiş ve bize hayatımızın dramını yaşatmıştı. Kdz. Ereğli'sinde eşim de çalıştığı için evde çocuklara bakan yatılı bir ablamız vardı. Bazen o bile boşta bulunup kaçmasına engel olamazdı çocuğun. Eşim okuldan döner dönmez durumu öğrenince panikle bana telefon eder (cep telefonu henüz icat edilmemişti o zamanlar), yirmi kilometre mesafeden gelip yakalar eve teslim ederdim haylazı.