KATEGORİLER

28 Nisan 2023 Cuma

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 192

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"İnsan ömrü gittikçe uzuyor. Bunun nedenleri ne olabilir?"

İnsan ömrünün uzadığı bir gerçek. Son yıllarda kafamı kurcalayan sorulardan biri de bu. GDO'lu besinler, hava kirliliği, kanserojen maddeler, sigara ve uyuşturucu madde tüketimi gibi etkenler sürekli artarken nasıl oluyor da insanın yaşam süresi uzayabiliyor? Tıp alanındaki gelişmeler, hijyen koşullarının eskiye kıyasla iyileşmesi, savaş, salgın hastalık ve benzeri felâketlerin etkisini yitirmesi sebebiyle insanların daha uzun süre yaşama imkânına kavuşması ömrü uzatan başlıca nedenler arasında sayılabilir. Diğer taraftan gelir adaletsizliği sebebiyle yoksulluğun artması ve bu nedenle halkın büyük bir kesiminde sağlıklı beslenme imkânının kalmaması, hızlı yaşam ve zor çalışma koşulları sonucunda stres ve psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkması ise, görünürde yaşam süresinin kısalmasına sebep olan faktörler olarak karşımızda duruyor. Teraziye vurduğumuzda insan ömrünün uzaması lehine olan etkenlerin daha ağır çektiğini görüyoruz. 

Canlılar aleminde en uzun ömürlü türlerin tamamı suda yaşıyor. Bildiğim kadarıyla sadece kaplumbağaların ortalama yaşam süresi insanlarınkinden fazla. İster istemez uzun bir ömre sahip olmanın nasıl bir fayda sağlayacağı düşüncesi geliyor insanın aklına. Ömür ve yaşam! Birbirinden farklı iki kelime... Pil uzun ömürlü olabilir ama pilin yaşam süresi uzun diyemeyiz meselâ. Yaşam süresi sadece canlılar için özellikle de insanlar için geçerli bir kullanım olabilir. Sözgelimi makineye bağlı bitkisel hayat süren bir insana yaşıyor diyebilir miyiz? Yani asıl önemli olan kaliteli bir yaşamdır. Yaşam süresinin uzamasına ne kadar hazırız? Böyle giderse az sayıda çalışan, çok sayıda emekliye bakmak için büyük çaba sarf etmek zorunda kalacak. Sağlık harcamalarına büyük paralar harcanacak. Bu durumun faturasını ödemek de çalışan kesim üzerinde büyük bir yük.

Bana göre en iyisi, akıl ve beden sağlığı kendini idare edebilecek seviyeye kadar yaşamak. Global sağlık sektörü ölüyü diriltecek seviyede insanları birer canlı cenaze düzeyinde yaşatmaya ve kendi kasalarını doldurmaya çalışıyorlar. Evet, neredeyse her hastalık, tıbbi cihazlarla tetkik edilip doğru teşhis konulabiliyor. Uygulanan tedavi ve önerilen ilâçlar problemi çözerken yan etkileriyle başka problemlere kapı açıyor. Belki de insan ömrünün uzamasının başlıca nedeni bu küresel ilâç firmaları. Ömürleri uzatıyorlar sadece, insana yaşamlarını geri vermiyorlar. Peki ne yapmak lâzım? İnsanları belli bir yaşa gelince öldürmek mi çözüm?  Bir canlının bilerek ölümüne sebep olmak caniliktir. Diğer taraftan, insan yaşamı içgüdüsel bir mücadeledir. Ötenazi hakkı talep edenler dışında ölmek istemez hiçbir insan. 

Bu açıdan bakınca soru son derece ilginç bir duruma geldi. İnsan ömrünün gittikçe uzamasının nedenlerini tartışıyorduk. Uzun yaşam süresi, insanın hem kendi açısından hem de toplum nazarında bazı olumsuzluklara yol açacağı hesaba katıldığında, yaşam süresini uzattığını düşündüğümüz nedenleri ortadan kaldırmak mı yoksa onları o kadar önemsememek mi gerekir? Sözgelimi teflon tavada yemek pişirmek ya da GDO'lu besin tüketimi konusunda titizliğimizden taviz vermemeli miyiz? Acil durumlar dışında her hastalandığımızda doktora, hastaneye koşmanın faydası mı zararı mı var acaba? Uzun yaşamak için düzenli bir şekilde check-up yaptırmak gerçekten faydalı bir şey mi? 

Bir de uzun yaşam süresinde genetik faktörleri de unutmamak lâzım. Gereksiz yere insan ömrünün uzatılması fikri bana tuhaf geliyor. Yüksek enflasyon ortamında bir tacirin ya da imalatçının kredi kullandığı için hiçbir kazanç elde edemeyip sadece bankaları zengin etmesi gibi, gezmeden, okumadan, eğlenmeden, istediğini yiyip içmeden sürülecek bir hayatın kimseye bir faydası yok, yaşımız ilerleyip böyle bir duruma geldiğimizde sadece sağlık kurumları ihya olacaktır. Bütün bunlardan şu sonucu çıkarabiliriz. İnsanın gittikçe daha uzun yıllar yaşaması, kapitalist sistemin getirdiği bir sonuçtur. Bu çoğu kişiye hoş gelebilir fakat gelecekte nasıl bir sonla karşılaşacağımız hususu gerçekten tartışılmaya değer. Zira eskiden kırk kırk beş yaşında emekli olup ölene kadar on beş yirmi yıl daha yaşanırdı. Şimdi altmış beş yaşına kadar çalışmak zorundasın. Daha uzun çalışılsın ki bir avuç zengin daha zenginleşsin, halkın emeğinin karşılığı daha da ucuzlaşsın. Gariban insanların uzun yaşaması demek daha uzun süreli eziyet çekmeleri demek. Herkese hayırlı ömürler dilemek en iyisi.  

19 Nisan 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 191

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Borç para almak veya vermek arkadaşlığa zarar verebilir mi?"

Borç vermenin iyilik ya da yardım aktivitesi olarak görülmesi düşüncesine karşıyım. İyilik yapmak isteniyorsa verilecek paranın geri dönüşünün hesaplanmaması gerekir. Aksi takdirde arkadaşlık büyük ihtimalle bozulur. Özellikle TL cinsinden borç verildiğinde eğer borç tutarı dövize ya da altına bağlanmaksızın yapılırsa bu enflasyon ortamında borç veren her zaman haksızlığa uğrar. 

Yıllar önce bir arkadaşıma senetsiz sepetsiz 1.000 USD borç vermiştim. Aradan geçen onca zamana rağmen geri ödemedi. Israrlı arayışlarım karşısında sürekli mazeret uyduruyordu ve sonunda telefona çıkmaz oldu. Arkadaşlığımız tamamen sona erdi. Böylece alacağım paranın üzerine bir bardak soğuk su içtim. Bu olaydan sonra prensip kararı alıp kimseye borç vermedim ve kimseden borç istemedim. Şimdi kafam dinç ve huzurluyum.

İnsan gelirini giderini hesaplayıp ayağını yorganına göre uzatmalı. Çaresiz durumda olan arkadaşlarına gerekirse elinden gelen yardımı esirgememeli. Bu ayrı bir şey, o zaman yaptığın yardımın geri dönüşünü beklemeyeceksin. Eğer durumunu düzeltir sana olan borcunu öderse ne âlâ, ödemezse de beklenti içinde olmayacaksın. Devir değişti artık, toplumda birbirlerine güven duygusu kalmadı. Kendine en yakın gördüğün kişiler senden bir şekilde faydalanmaya bakıyorlar. Bu bakımdan herhangi bir yakınım ya da arkadaşım benden borç istediğinde dahi ilişkimizin bozulacağını göze alması gerekir. Para işleri tehlikeli işler. Yakın arkadaşlar, akrabalar en ufak para meselelerinde birbirlerine girebiliyorlar. En iyisi uzak durmak gerekir bu alacak verecek işlerinden. 

Arkadaşlıklar güvene dayanmalıdır. Dileğim şu ki kimse kimseden borç isteyecek duruma düşmesin. Zaman kötü. İyi bir insan dahi olsa alacaklı borçluyu rüyasında görebilir, acaba günü geldiğinde bana borcunu ödeyebilecek mi diye sıkıntı çekebilir. Hele büyük miktarda paralar borç olarak verilmemeli. Zira belki karşına bir fırsat çıkacak, yatırım yapacaksın. O zaman borcunu talep ettiğinde karşı taraf sana peki mi diyecek? Bana biraz daha zaman ver diye rica edecek. Ne oldu şimdi? Bu adaletli bir durum mu? Git o zaman bankadan kredi çek. Eskiden bu borç alma hikayesi daha yaygındı ama o zaman insanların birbirine karşı duyduğu güven vardı. Şimdi yok, borç verdiğinde eğer kendini sağlama almadıysan geçmiş olsun. İstisnalar kaideyi bozmaz elbette ama istisnalara erişim hayli zordur. Herkese borçsuz günler diliyorum.

12 Nisan 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 190

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"İnsanlar dünyaya zarar mı veriyor yoksa daha yaşanır hale mi getiriyor?"

Bu soru karşısında kafamda ilk canlanan şey, insanların dünyaya nasıl zarar verebilecekleri oldu. Aslında içinde bulunduğumuz ekosistemde canlı ve cansız bütün varlıklar birbirlerine hem fayda hem zarar vermekteler. Henüz anlamını çözemediğimiz varoluşun nihayetinde meydana gelen birtakım olaylar her zaman güçsüz olanı güçlüye mahkûm edegelmiştir. Yaşamlarını devam ettirebilmek için bütün varlıklar bir şekilde kendilerini çevre şartlarına adapte etmek zorundadır ki bunu evrim teorisi gayet iyi açıklamakta. 

İnsanlar dünyaya zarar verebilirler mi? İnsan evrenin çok küçük bir parçasını oluşturduğu için yakacağı yer cürmü kadar olabilir ancak. Gözümüzde abarttığımız insan türünün dünyanın sonunu getireceği bence absürd bir yaklaşımdır. Çünkü öyle kibirliyiz ki, kendimizi dünyanın tek sahibi sanıyoruz. Türümüzün sona ermesi sanki dünyanın sonunu getirecek. Yok böyle bir şey. Milyarlarca yılı arkada bırakmışız, ne kadar çok canlı türü yaşamış dünyamızda, birçokları yaşamaya ayak uydurmuş, içinde bulunduğumuz bir kısmımız ise şekilden şekile girerek bugünleri görmüş. Yani demek istediğim şu ki insan ne kadar çabalarsa çabalasın dünyaya zarar verme gücüne haiz değildir. Çevre kirliliği, ozon tabakası, kuraklık, salgın hastalıklar, gdo'lu ürünlerden gelecek zararlardan başta insanlar olmak üzere tüm canlılar etkilenebilir, ama dünyaya bir şey olmaz!

Dünyanın insanlar için yaşanılabilir hale getirilmesi, insanların elinde olan bir şey. Yaşanılabilir bir dünya, kişiye göre değişen göreceli bir kavram. Güzel yaşamak için ne lâzım diye sorsak her birimiz ayrı cevap veririz. Bence güzel yaşamak için gerekli şartları oluşturmak birey olarak altından kalkabileceğimiz bir husus değil. İnsanın doğuştan gelen bir takım olumsuz özellikleri, söz gelimi bencilliği, toplumda güzel bir yaşam kurulmasına en büyük engellerden biri. Herkes bireysel olarak kendi yaşamını kendine göre güzelleştirmenin peşinde. Elbette para yaşamı güzelleştirmenin başlıca yollarından biri. Para olunca istenilen pek çok şeye kavuşmak mümkün. Gelgelelim insanın diğer kötü bir özelliği ise, sınırsız hırsa sahip olması. Bir şeyi elde ettiği zaman, daha iyisini, daha başkasını istiyor ve bu isteklerin doyurulması son derece zor. Bu bakımdan güzel bir yaşam için para da her zaman tek çare değil.  

Güzel yaşamın sırrı, bana göre, insanın bencilliğini, hırslarını, gösteriş merakını bir kenara atıp elindekilerle yetinebilme becerisine sahip olmaktır. Kabul etmeliyiz ki, bu beceriye hiçbirimiz lâyıkıyla sahip değiliz. Kötü insan olmamızdan değil, mevcut sistemde yarınımıza güvenle bakmak, çevreye karşı konumumuzu koruyabilmek için böyle yapmak zorundayız. Ne yazık ki kısa dönemde bireysel çabalarla değiştirmemiz mümkün değil bu düzeni. Bu düzenden yararlananlar çok daha güçlü çünkü. Yaşamı toplum için değil sadece kendi ve yakın çevresi için güzelleştirmeye çaba gösterenler, hatta bunun için arkadaşlarının, en yakın dostlarının bile hakkını yiyenlere şahit oluyoruz günümüzde.    

6 Nisan 2023 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 189

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Yemek yemek, hazırlamak iyice kolaylaştı. Bu, bizim daha iyi yaşamamızı sağladı mı?"

Çağımızda yemek yemenin, yemek hazırlamanın iyice kolaylaştığını söylemek mümkün. Ancak bundan dolayı daha iyi yaşadığımızı söyleyebilir miyiz, bence bu mümkün değil. Çocukluğumda hazır çorbalar yeni yeni çıkmaya başlamıştı ama evimize girdiğini hatırlamıyorum. Çorba deyince başta tarhana olmak üzere, tel, arpa şehriye, pirinç çorbaları pişerdi evimizde. Hazır çorbaları hazırlamak daha kolay olsa da lezzeti evde pişirilen çorbaların yerini tutmadığı gibi içindeki koruyucu katkıların zararlı etkileri kafamızı kurcalamaya devam ediyor.

Yemek hazırlamak pek çok insana göre keyifli bir iş. Ancak çalışan çiftler ne yazık ki karınlarını doyurabilmek için alelacele pratik yemek yapmak zorunda kalıyorlar. Şimdi manav tezgâhlarına bakıyorum, sebzeler bir güzel ayıklanıp doğranmış, pişirilmeye hazır, üzerleri streçlenmiş olarak, gayet alımlı bir şekilde satışa sunuluyor. Elbette fireleri düşülüp el emeği eklendikten sonra fiyat iki katına çıkıyor o başka. Evet, bu bir kolaylık ama her kolaylığın bir bedeli var. 

Günümüzde yemek yemek ve hazırlamanın işleri kolaylaştırdığı aşikâr ancak bize daha iyi bir yaşam sağladığını düşünmüyorum. Keşke insanların yeteri kadar zamanları olabilse ve kullanacakları malzemeleri satın alabilecek ekonomik durumları elverse de istedikleri yemekleri zevkle hazırlayabilseler... Evde hazırlanan yemeğin tadı başka oluyor. İnternet sayesinde hem her türlü yemek tarifine ulaşmak mümkün hem de temizliğinden emin olduğumuz sofralar kurmuş oluruz kendimize.

Eşlerden en az birinin yemek yapma işini sevmeli. Bizde eşim de ben de yemek yapmayı severiz. Eşim yemek yapma konusuna tutkuyla bağlı olduğu için ondan bana pek sıra gelmez. Sadece menemen yapılacaksa ancak o zaman söz sahibi olabiliyorum.  Bir de otların ayıklama ve doğrama işleri üzerimde. Radika, turp otu, cibez, sarmaşık gibi ot işleri benden sorulur, zevkle yaparım. 

Sonuç olarak daha iyi yaşamak için kendi yemeğimizi kendimiz yapalım ve zevkle yiyelim. Yemek sanatını mümkün olduğunca yaşamın hızına feda etmeyelim. Arada bir dışarıda rakı balığın keyfine de itirazım yok elbette. 

29 Mart 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 188

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.

"Avrupa'da artık babalar kariyerlerine ara verip evde kalıyor ve eşleri çalışırken çocuklarına bakıyorlar. Bu durum aynı anda iki ebeveynin tam zamanlı çalışmasından daha iyi. Katılıyor musunuz?"

Çağdaş toplumun kadın ve erkekleri, ezelden beri süregelen ataerkil aile yapısı içinde kendilerine biçilen görev ve sorumluluklara karşı çıkıyorlar ki, olması gereken de budur. Madem çocuk sahibi olmak kadın ve erkeğin ortak kararı, bakımı da ortaklaşa üstlenilmelidir. Eskiden kadına biçilen görev, kocasına ve çocuklarına bakmak, ev işleriyle uğraşmaktı. Kadın ekonomik özgürlüğünü elde etmek için çalışmaya başlayalı beri çocukların bakımı anneannelere, babaannelere ya da kreşlere kalmış görünüyor. 

Gençken içinde yaşadığımız toplumun da etkisiyle çocuk bakımında eşime fazla yardımcı olduğumu söyleyemem. Doğrusu işimin ağırlığı da buna imkân vermiyordu. Ayrıca geleneğimizin bir sonucu olarak çoğu kadın farkında olmadan çocukların bakımında esas sorumluluğu kendi üzerlerine alırlar. Erkek genellikle çocuk bakımında seyirci konumundadır. 

Doğal olarak çocuğun doğumundan itibaren ilk bir iki yılında kadının üzerine daha fazla yük biner. En azından erkekler emzirme kabiliyetinden mahrum olduğu için bu vazife tamamen kadına kalmaktadır. Bu durum, çok sayıda çocuk sahibi olmak isteyen ailelerde kadının kariyer yapmasına engel oluşturabilir. Kadın erkek arasında eşitliğe tamamen inanan bir insan olarak sorunun eşler arasında uygun bir şekilde çözülebileceği kanaatindeyim. Zira her ailenin yakın çevresiyle ilişkisi, çalışma koşulları, ekonomik durumu farklılık arz eder. 

Pek dile getirilmese de toplumumuzda erkeğin kadından daha fazla geliri olması beklenir. Erkek eşinden daha az kazanıyorsa hem kadın hem erkek tarafından pek hoş görülmez. Öncelikle bu durumun hazmedilmesi, aşılması lazım gelir. Eğer kadının geliri kocasından fazlaysa ve çocuklarını baktıracak başka çözüm yolları yoksa erkeğin evde oturup çocuklara bakması, yemek, temizlik ve diğer ev işlerini yapması mantıklıdır. Aksi durumda kadının evde kalması ve çocukların bakımını üstlenmesi normal karşılanabilir. 

Batı toplumlarında kültürel farklılıklardan dolayı aynı işe kadın erkek ayırmaksızın eşit ücret verilmektedir. Oysa ülkemizde Arap kültürünün etkisiyle kadının evde oturması, erkeğin çalışması, kadın çalışsa bile evi geçindirme görevi erkeğe verildiği için erkeğin kadından daha fazla para kazanması gerektiği inancı yaygındır. Dolayısıyla babanın daha fazla gelir elde etmesi, çocuk bakım işinin anneye kalması üzerinde önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde bu durumun kısa vadede kolay kolay değişmesini beklemiyorum.    

22 Mart 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 187

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.

"Gittikçe daha çok sayıda insan ana ulaşım aracı olarak özel arabalarını görüyorlar. Özel araba merakı zam, kriz dinlemiyor. Özel arabalara fazla güvenmenin sakıncası olabilir mi? Sakınca varsa çözümü olabilir mi?"

İnsanların özel arabalarını ana ulaşım aracı olarak görmelerinin nedenini sadece bir tercih olarak görmüyorum. Bir yandan trafik keşmekeşine katlanırken diğer yandan park yeri aramakla ömrünü tüketen araba meraklısı küçük bir grup dışında ülkemizde araba kullanmak çoğu zaman bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette bu zamanda normal bir çalışan için araba sahibi olmak, hadi aracı bir şekilde aldı diyelim yakıtını ve diğer masraflarını karşılayabilmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu, insanlar arasında adaletsiz bir durum yaratsa da daha fazla aracın trafiğe çıkmasına bir engel oluşturmaktadır. Avrupa ve Amerika'da gerek araba fiyatı, vergiler, yakıt giderleri halkın gelir seviyesine göre gayet makul olup isteyen hemen herkes araba sahibi olabilir. 

AB ülkelerinde ortalama her bin kişiye 560, ABD'de 797, ülkemizde her bin kişiye 160 otomobil düşüyormuş! Bu sayı 2002 yılında her bin kişi için sadece 69 imiş. Yani demem o ki, Allah muhafaza eğer araç sahibi olma gücümüz AB ülkeleri ya da ABD kadar olsaymış memleketin trafik sorununu hayal dahi edemiyorum.  

Medeniyet, gelişmişlik böyle bir şey işte. Adamlarda toplu taşıma sistemleri gelişmiş, nüfus bazında araç sayıları bizden dört beş kat fazla olmasına rağmen trafikte büyük sıkıntı yaşanmıyor. Yani orada insanlar özel araçlarını gerektiği yerde, gerektiği zaman kullanıyorlar. Cumhurbaşkanları bizimki gibi seksen araçlık konvoylarıyla trafiği aksatmıyor, yakıt israfı yapmıyor, çevreyi kirletmiyor.  Ne demiş Temmuz 2022'de pek muhterem cumhurbaşkanımız; memlekette araç sayısı yirmi yılda üç katına çıktı, "bir de ekonomik sıkıntıdan bahsediyorsunuz, yüzünüze dizinize dursun." 

Özel arabam var ama mümkün olduğunca kullanmamayı tercih ediyorum. Bunun birinci nedeni park sorunu. Gittiğiniz yerlerde araç park yeri bulamıyorsunuz genelde. Bulsanız da on dakikalık iş için verdiğin paraya acıyorsunuz. İkinci neden yakıt, bakım, sigorta, trafik cezaları, vergi masrafları. Eskiden o kadar koymazdı ama şimdi gelirin önemli bir kısmını aracınıza ayırmak zorundasınız. Ha çocuk büyütüyorsunuz, ha arabanız var, üç aşağı beş yukarı aynı masraf. 

Eğer işimi metro ve diğer toplu ulaşım araçlarını kullanarak görebiliyorsam ne âlâ. Sözgelimi oturduğumuz yere yakın tramvay hattı o kadar çok işimize yarıyor ki. Ancak bir yerden bir yere eşya taşımak zorunda kaldığımızda, ki bu son zamanlarda hayli fazla oluyor, o zaman özel aracımızı kullanıyoruz. Bazen iş yerleri ile ev arasında toplu taşıma hatları mevcut değil, işyerlerinin de servisleri olmayabiliyor, o zaman mecburen özel araçlarını kullanmak zorunda kalıyor insanlar. Bir de küçük çocukları olup onları ana okuluna, kreşe bırakmak zorunda kalanlar var tabii. 

İşin doğrusunu söylemek gerekirse hava kirliliği pek aklımıza gelmiyor. Özel araç kullanımını asgari düzeye indirmenin yollarını aramalıyız elbette. Bu hususta devletin raylı sistemlere, deniz taşımacılığına ve bunların alt yapısına önem vermesi gerekir.  Bir sonraki aşamada toplu taşıma ucuzlatılarak cazip hale getirilmelidir. Hatta şehir içi toplu taşıma ücretsiz bile olsa ülkeye maliyeti daha az olabilir. Başta Lüksemburg olmak üzere Avrupa'nın pek çok ülkesi trafik sorununa çözüm olarak şehir içi toplu taşımayı tamamen ücretsiz  hale getirmişler. 

16 Mart 2023 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 186

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili Sade ve Derin / DeepTone'dan.

"Fosil yakıtlarda olan alternatiflerin keşfi ve gelişimi günümüzde en önemli global öncelik olmalı mı?"

Demokrasi başta olmak üzere hak ve adalet gibi temel sorunlarını halletmiş batılı ülkeler için fosil yakıtlara alternatif olacak enerji kaynaklarının araştırılması öncelikli bir iştir. Zira medeni kabul ettiğimiz gelişmiş ülkelerdeki toplum bilinci, gelecek nesillere iyi bir dünya bırakma olgunluğuna erişmiştir. 

Fosil yakıtlar doğaya ve dolayısıyla insan yaşamına zarar vermesine rağmen niçin yoğun bir şekilde kullanılmaktadır? Bunun en önemli nedeni sektörden büyük paralar kazanan global şirketlerin bu pastayı başkasına kaptırmamak niyetidir. Elbette söz konusu sermaye şirketlerinin dünya siyaseti ile yakın ilişkide olması kendilerine zarar getirecek ulusal ya da uluslararası kararlar alınmasının büyük ölçüde önüne geçecektir. Fosil yakıtlara alternatif olabilecek yenilenebilir enerji kaynakları (hidroelektrik santraller, rüzgar ve güneş enerjisi vb.) ilk yatırım bedelleri yüksek olduğu için, yatırım teşvikleri verilmesine rağmen fosil yakıtların yerini almakta zorlanırlar. Nükleer enerji, bizim gibi eğitim seviyesi düşük dolayısıyla liyakatli kadroları iş başına getirme erdeminden uzak ülkeler için ciddi bir risktir. Nükleer santralin başına yandaş bir imamın getirilmesi durumunda, ki bu ülkemiz için hiç de şaşırtıcı değildir, güvenlikten söz edilemeyeceği aşikardır. 

Fosil yakıtlarının yerini alabilecek yeni enerji kaynaklarının keşfi ve geliştirilmesi bizim gibi az gelişmiş ülkelerde son derece zordur. Bu tür çalışmalar bizde lüks sınıfına girer. Zira önceliğimiz, adalet ve eğitim ve yoksullukla mücadele, gelirde adaletin sağlanması olmalıdır. Bu sorunları hallettikten sonra çevre bilinci ve yeni doğayla uyumlu yeni kaynakların keşfi ve geliştirilmesi hususunda dünyanın diğer ülkeleri seviyesine gelebiliriz.