KATEGORİLER

30 Ağustos 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 210

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyor. Uzun bir aradan sonra sohbetlere geri döndüğüm için mutluyum. Bu arada yılmaz bir savaşçı olarak etkinliği devam ettiren sevgili Deep, kararlı tutumundan dolayı bir kez daha takdirimi kazandı. Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Listeyi bugün güncelleştireceğim. Evet, Ağaç Ev Sohbetleri beşinci yılında ve bu haftanın konusu, yine sevgili DeepTone'dan. 

"Kendimize benzeyen arkadaş mı benzemeyen arkadaş mı seçmek daha keyifli?"

Öncelikle arkadaş seçimini ele almak istiyorum. Elbette arkadaş seçimi pazarda sebze meyve seçmekten farklı bir şey olmalı. Sözgelimi bir partiye gidiyorsunuz, orada bir sürü arkadaş namzedi var, ve siz kendinize uygun gelen arkadaşı seçiyorsunuz. Tipini, görünüşünü, tavırlarını beğendiniz diyelim, peki nasıl bir karaktere sahip? Hadi seçtik diyelim; peki o arkadaş sizin arkadaşlığınızı kabul edecek mi? Bence arkadaş seçilmez, tesadüfler insanları bir araya getirir ve kafası birbirine uyan kişilerle arkadaşlık tesis edilir. Oturduğunuz mahalleden, okuldan, iş yerinden, katıldığınız bir davetten ya da gittiğiniz, gezdiğiniz yerlerden kendinize bir arkadaş bulabilirsiniz. Yani tesadüfen bir araya gelmek işin ilk adımıdır.

Arkadaş seçimi ancak karşımızdaki namzetin bizi arkadaş olarak uygun görmesinden sonra başlar. O zaman o kişi ile arkadaş olma ya da olmama yönünde tercihimizi yapabiliriz. Kendimize benzeyen arkadaştan söz ederken fiziksel görünüşün kastedildiğini sanmıyorum. Buradan anlayacağımız, karakter yapısı, sahip olduğu ideoloji, hobileri, zevkleri vs. kriterler olmalı. Söz konusu kriterlerde birbirleriyle azami ölçüde uyum sağlayan kişiler daha keyifli bir arkadaşlığa yelken açabilirler. Pek çok kişi futbol maçlarını izlemeyi sever. İki arkadaştan biri futboldan hoşlanmıyorsa hiç keyifli bir manzara çıkmaz ortaya. Bilimsellikten uzak, dogmatik fikirlere dayanan inanca sahip biriyle sohbet edebilirim, yeter ki zihni açık olsun. Fakat beyni örümcek bağlamış, sabit fikirli bir insanın bana ne faydası olabilir, aramızdaki sohbet beni keyiflendireceği yerde sinirlerimi yorar. Saçının bir teli görünürse bunu ahlâk sorunu yapan ve cehennemde yanacağına inanan bir hatun ne kadar iyi özelliğe sahip olursa olsun asla arkadaşım olamaz. 

Hayat arkadaşı dediğimiz ve evlilikle sonuçlanan eş seçiminde durumun biraz farklı olduğunu düşünüyorum. Zira normal arkadaşlıklarda istediğin zaman arkanı dönüp gidebiliyorsun. Evliliklerde eşler biraz daha tahammül etmek zorunda birbirlerine. Güvene, saygı ve sevgiye dayalı evliliklerde, eşler birbirlerine benzemese de ilişki keyif verici olabilir. Elbette benzemezlikler bazen yıpratıcı, can sıkıcı olabilir. O zaman sabır ve hoşgörü ile sıkıntıların üstesinden gelinebilir. Zaman zaman söz konusu benzemez özellikler olumlu sonuçlar da verebilir. Eşimle ideolojik görüş ve diğer temel konularda birbirimize benzeriz fakat benzemeyen pek çok özelliğimiz de mevcut. O, olaylar karşısında ani tepki gösterirken ben daha sakinim. Tatlısından tuzlusuna, mezesinden, etine, sebzesine çok güzel yemek yapar. Genellikle sarımsak kullanmayı sever yemeklerde. Benimse kokusuna dahi tahammül edemediğim bir şey şu sarımsak. Dışarıda yiyorsun evde neden yemiyorsun deyip tartıştığımız çoktur. Bilmiyorum, gerçekten dışarıda yediğim zaman belki fark etmiyorum, haklı olabilir. Şimdi bu tür benzemeyen yönlerimizden dolayı ortaya çıkan tartışmaların keyifli olduğu söylenebilir mi? Sözgelimi eşimle oturup midye dolma ve bira içmeyi ne kadar isterdim. Ne büyük keyif olurdu! Lâkin eşim hijyen bakımından midyeyi ağzına koymadığı gibi bira içmeyi de sevmez. Yine de her türlü benzemez yönümüzle ben ondan çok memnunum, kırk yıla yaklaşan ilişkimizin benim açımdan son derece keyifli olduğunu düşünüyorum.

23 Ağustos 2023 Çarşamba

ZİNCİRLERİ KIRMAK

Zincirleri kırmak, şu atalet çemberinin içinden çıkabilmek ne zormuş! Ağaç Ev Sohbetleri dışında tam 199 gündür yazı yazmadığım gibi artık istediğim kadar blog ziyareti de yapmıyordum. Ağaç Evleri Sohbetlerine bile iki ayı aşkın bir süredir katılamadım. Aslında her an kendimi yazacakmışım gibi hazır hissediyorum ama o takati kendimde bulamıyordum şimdiye kadar. Neden bu böyle oldu, heyecanımın ateşine kimler su püskürttü, bilmiyorum. Bu süre zarfında okuduğum kaliteli kitapların değerlendirme yazılarını yazma arzusunu yitirdim. Yazmaya ve okumaya hiçbir şeyin engel olamayacağını zanneden ben, üreteceğim bahanelerin arkasına sığınmaktan kendimi alamadım. Önce deprem daha sonra seçim gerilimi yazmaktan alıkoyan gerekçeler olamazdı beni. Öyle güzel yazılmış kitaplar okudum ki, bazen aşağılık duygusuyla içime kapanıp sen kim, yazmak kim düşüncesine teslim oldum. Bazen de hayatın anlamını sorgularken güzel yazsan ne olacak ki, hepsi bir gün yok olacak diyerek teselli avuntusuyla teskin ettim kendimi. Ve gün geldi, yeniden yazıya dönmek için bahaneler aramaya başladım. Yazmanın bahanesi mi olur, aldım elime kızılcık sopasını vurdum kaba etlerime, haydi yaz artık, yazıklar olsun sana, torunun dünyaya gelmiş, ondan bile bahsetmemişsin diye üstüme yürüdüm. Torunuma, dünyanın en tatlı varlığına geleceğim ama daha önce biraz daha içimi dökmek istiyorum.

Belirli bir dünya görüşüm var fakat şimdiye kadar hiçbir siyasi faaliyetin neferi olmadığım gibi, hiçbir partiye de üye yazılmadım. Son seçim döneminde bir yol ayrımına gelmiştik. Ya mevcut siyasi iktidar yerini perçinleyip ülke olarak karanlığa sürüklenecektik ya da en azından eskiden olduğu gibi yarım yamalak bir demokrasi getireceğini, adaletin sağlanacağını vaat eden muhalefete destek verecektik. İktidar lideri ve yöneticilerinin yalan, hakaret içeren söylemleri karşısında ılımlı bir dil kullanan muhalefet bileşenleri az da olsa bir umut ışığı yakmıştı. En önemlisi, dini ve milli duyguları sömüren, halkı saçma sapan politikalarla ekonomik bunalıma sürükleyen, cehaletin temsilcisi, yirmi yıldan bu yana özgürlükleri ortadan kaldıran, ülkeyi tarikatlara teslim eden bir ideolojinin sonunu getirecektik!

Sonradan ah vah demeyelim, üzerimize düşen görevi lâyıkıyla yerine getirelim diye, her iki seçimde, eşimle birlikte sandık görevlisi olduk, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde % 92 oranında muhalefet adayına oy çıkan sandığımızı ilçe seçim kuruluna teslim edene kadar koruyup başından ayrılmadık. Sonuç hepinizin bildiği üzere büyük hayal kırıklığı, hüsran... 

Seçimi kaybetmemizden daha fazla beni üzüntüye boğan, ana muhalefet partisi başkanının bu yenilgiyi insanlara bir başarı olarak gösterme çabası oldu. Özellikle emekleyen demokrasilerde halk, siyasal partilerin başında karizmatik liderler bekler. İktidarın karşısına çöp tenekesini koysan yüzde altmış çöp tenekesi kazanır atmosferi varken ana muhalefet liderinin hezimete uğradığı halde koltuğuna yapışmasının ne anlamı olabilir. Şu anki düşüncem, bu lider, ağzıyla kuş tutsa artık benim oyumu alamaz. Halen piyasada olan hiçbir muhalefet siyasetçisine de güvenmiyorum. İstedikleri kadar darbeci desinler, halkımızın demokrasiden bir şey anlamadığının bilinciyle bundan sonra seçimle iktidarın değişeceğine inanmıyorum. Bu ülkede ayrımcılık, din ve milli duyguların sömürülmesi prim yaparken muhalefet en olumsuz koşullarda bile bir varlık gösteremiyorsa tek yol devrim... 

20 Haziran 2023 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 200

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. 200. haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Boş zamanları dışarıda, açık havada, doğada geçirmeyi mi yoksa evde veya kapalı ortamlarda geçirmeyi mi yeğlersiniz?"

Boş zaman fikrine kavramsal olarak mesafeliyim. Hiçbir fiziki aktivite yapmaksızın oturup düşünmek ya da yorgun düştüğümde koltuğa yaslanarak şekerleme yapmak dahi zamanı dolduran eylemlerdir benim nazarımda. Bırakın boş zamanı, zamanın yetersizliğine karşı büyük öfke duyuyorum. Zaman kazanmak için uykumdan bile fedakârlık etmişliğim çoktur. 

Açık havada spor ya da yürüyüş yapmak da bir iş bence. Eskiden boş vakitlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz sorusuna sinir olurdum. Boş vakitlerimi kitap okuyarak, müzik dinleyerek değerlendiriyorum şeklinde verilen cevap da bir o kadar saçma gelirdi bana. Peki zamanı açık havada mı yoksa kapalı ortamlarda mı geçirmeyi tercih edersin diye soracak olursanız, ben evimi her türlü mekândan üstün tutarım. Tatil dönüşlerinde ya da yorucu bir günün ardından eve girdiğimde "evim, evim güzel evim" diyerek sevgilisine kavuşan bir aşık misali mutlu olurum. Evim dışında diğer kapalı mekânlarda bulunmak istemem. Sinema, tiyatro, konser gibi etkinliklerin süresi kısa olduğu için sorun değil fakat saatlerce AVM lerde vakit tüketmekten nefret ederim. Bence AVM lerde geçirilen zaman boşa harcanmıştır. 

Eşimle taban tabana ters düşüyoruz bu konuda. O hep kendini evin dışına atmak ister. Doğal olarak ona eşlik etmek durumunda kalıyorum. Elbette zorunlu bir eşlik değil bu. Fakat dışarı çıktığımızda odaklandığımız noktalar tamamen farklı; eşimin gözü mağazalardayken ben çoğu zaman karnımızı nerede doyurup ne yiyeceğiz telâşına kapılırım. 

Arada bir doğa yürüyüşleri yapmak isterdim ama eşimin uzun yürüyüşlerde zorluk çekmesi buna imkân vermiyor. Sahil boyunca birkaç km yi aşmayan kısa yürüyüşler yapmakla yetiniyoruz ve bu, her ikimizin de zevk aldığı bir şey. 

Emekli olduktan sonra yayladaki Taş Ev'de açık havayı, kırsal yaşamı deneyimledik. Kestane, ceviz ve türlü meyvelerin bulunduğu geniş bir bahçede yaşadık bir süre. Çiftçiliğin sefasını da cefasını da gördük. Yaklaşık bir buçuk sene sonra yok, bu hayat bize göre değil diyerek şehir hayatına geri döndük.

Velhasıl, benim gibi ev kuşu sayısının fazla olduğunu beklemiyorum. Sanırım blog arkadaşlarının çoğu açık havaya ve doğaya olan düşkünlüklerini anlatacaklar. Bu konuda yazılacakları şimdiden merak ediyorum.    

13 Haziran 2023 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 199

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Kurgu kitaplar okumak film veya dizi izlemekten daha keyifli midir?"

Kurgu kitap okumayı film ya da dizi izlemekten daha keyifli bulanlardanım. Özellikle yazım hatası yapılmamış, düzgün bir şekilde dilimize çevrilmiş ve aşırıya kaçmadan edebi bir dilin kullanıldığı kitapları okumaktan çok hoşlanıyorum. 

Ağaç Ev Sohbetlerinin 57. Haftasında benzer bir soru, "roman okumak mı daha keyifli yoksa film izlemek mi?" şeklinde  yine sevgili DeepTone tarafından sorulmuştu. Aradan geçen yaklaşık üç yıllık bir zaman dilimi düşüncemi değiştirmedi. Konuya ilişkin önceden vermiş olduğum örnekleri hatırladım. Söz konusu yazımda "... bir olay anında kapının çalındığı gösterilmek istendiğinde, film izlerken kapının rengini, büyüklüğünü, ahşap mı yoksa demirden mi imal edildiğini, kapıyı çalan kişiyi, kişinin kapıyı yumrukladığına ya da parmağıyla hafifçe tıklattığına dair yüzlerce detayı birkaç saniye içinde görebiliriz. Ancak bu detayları olduğu gibi yazıya aktarmak sayfalar alır. Yine de eksik kalan okurun hayaline bırakılan bazı şeyler olacaktır mutlaka. İşte bana göre yazının sihri ve büyüklüğü burada. Usta bir yazar, mükemmel ifadelerle sizi hayal kurmaya ve düşünmeye zorlar. Edebiyatın en güzel yönüdür bu..." şeklinde kitapla film arasındaki farklılıkları anlatmaya çalışmıştım.

Bu tercihimi daha ileri boyuta taşıyarak birkaç filmi romanlaştırdım. Genellikle romanlar filme ya da dizilere uyarlanır fakat yurdumuzda fazla bilinmese de filmler de romanlaştırılabiliyor. Hatta ünlü bazı filmlerin ilk önce senaryosundan yola çıkılarak romanlaştırıldığını ve romanın çok satmasının üzerine film çekimine başlandığını yani romanın film için bir pazarlama tekniği olarak kullanıldığını okumuştum. Kurgu kitapların filmlere kıyasla çok daha detaylı tasvir ve kişisel analiz etme olanakları mevcut. Filmlerde aynı duygu ve düşünceleri yaklaşık iki saate sığdırmak hayli zor. Film veya dizi izlerken görsellik ön plânda, bir sahne ya da diyalog hızla geçtiğinde geriye dönüş kitaba göre daha güç. Kitap okurken bazı cümleleri defalarca okuyup özümseme olanağımız var. Film izlerken kendimi daha edilgen hissediyorum. Zira filmde olayların akışına teslim olma hali söz konusu. Oysa kitap okurken kontrol elimizde. Bazı insanlar hızlı okuyup verilmek istenen bilgi, duygu ve düşünceyi kolayca hazmedebilirler. Bazıları ise daha yavaş okuyarak hedefe ulaşır. Film izlerken herkesin eşit olarak konu hakkında duygu ve düşünce sahibi olması beklenemez. Çünkü kişisel algılama hızlarımız birbirinden farklıdır. Kurgu kitapları filmlere tercih etmemdeki sebeplerden biri de bu olmalı. Filmin hızlı akışı içinde aslında pek çoğumuz pek çok ayrıntıyı kaçırmış oluyoruz. Herhangi bir filmi izledikten sonra üzerinde yapılan eleştirileri okurken dehşete düşüyorum bazen.

Nedense kitap okumayı ciddi bir iş olarak değerlendirirken film ya da dizi izlemeyi eğlencelik olarak görüyor gibiyim. Aslında çok güzel, sarsıcı ve yaptığı işin hakkını veren filmler ve diziler de yok değil. Bu tür eserler ortak bir çalışmanın ürünü. Senaryo işin en kolay kısmı sanırım. Zaman zaman yönetmenin ve oyuncuların ustalığı devasa bir yapıt ortaya koyabiliyor. Kitaplar daha dar kadrolu ve az maliyetli. Yazarı ve bir o kadar çevirmeni önemli buluyorum. Editör de en az onlar kadar değerli elbette. Basım işini saymazsak sonuçta üç kişilik bir kadro! Ne stüdyoya, ışığa, müziğe, dekora, kostüme, ne de bir sürü oyuncuya ve bunlar için dünya kadar paraya ihtiyaç var. Buna rağmen kitabı filmlere ve dizilere tercih etmem, onu daha keyif verici bulmam ilginç. Bu durum, bir bakıma sanatın parayla bir ilişkisi olmadığının ve sanatta başarının bireysel olduğunun kanıtı.  
 

6 Haziran 2023 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 198

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Bazı insanlar iş yaparken veya bir yere giderken daima hızlıdırlar, diğer bazı insanlar ise her şeyi daha yavaş yaparlar. Hangisini tercih edersiniz?"

İnsanların yavaş veya hızlı hareket etmesi karakter yapılarına bağlıdır. Ben, yapım gereği daha sakin ve genellikle yavaş hareket eden biriyim. İstisnai olarak yemek yerken ve sakal tıraşında hızlı olduğum söylenebilir. Yavaş hareket ederim derken normal sınırlar içindeyim yani. Hiçbir zaman ağır aksak olarak görmem kendimi. Çok eskiden bir aile büyüğümüz vardı, adamcağız sabahın erken saatlerinde sakal tıraşına başlar, öğlen vaktine kadar tıraşı ancak bitirirdi. Bu esnada tasa koyduğu su defalarca soğur, her seferinde kalkar, ocakta yeniden su ısıtırdı. Bu tür hımbıl insanlarla bir arada yaşamak çok zor olsa gerek. 

Bir de hızlı olacağım derken kendini paniğe sürükleyen insanlar vardır. Acele hareket edeceğim derken bir sürü sakarlık yaparlar. Bir işi ele aldıklarında yaptım dedikleri işten bir sürü hata ve eksiklik çıkar ortaya. Herhangi bir yere gitmeye karar verdiklerinde, acelecilikleri yüzünden ya yanlarına almaları gereken kimliklerini ya da anahtarlarını evde unutup dışarı çıkarlar. Elbette hızlı hareket etmenin bu tür olumsuz sonuçları olur. 

Tercihimi sorarsanız, ne fazla hızlı ne de fazla yavaş olmaktan yanayım. Her şeyden önce panik yapmak yerine sakinliğimi korurum. İş yaparken ya da bir yere giderken erken davranıp zamanından önce hedefe varmak istemem. Her şeyin kafamda plânladığım bir süresi vardır. Kendimi bu plâna göre ayarlarım. Eğer hızlı davranıp bir işi zamanından önce bitirdiğinizde ya boş kalıp zaman öldüreceksiniz ya da daha büyük bir ihtimalle o boşluğu yeni bir işle doldurmak zorunda kalacaksınız. Diyelim ki havayoluyla bir yere seyahat edeceğim. Saatler önceden gidip uçağın hareket saatini beklemek yerine makul bir süre önceden havaalanında bulunmayı tercih ederim. 

İş konusunda biraz fazla ince eler, sık dokurum. Bu nedenle başkalarının bir saatte yapacakları işi, daha uzun sürede, etraflıca araştırarak, her yönünü düşünerek ve lâyıkıyla tamamlamaya çalışırım. Doğrusunu söylemek gerekirse işe biraz daha yüzeysel bakıp hız kazanmak isterdim sanırım. Bir yere giderken etrafımda yürüyen gençlere baktığımda onlardan daha yavaş hareket ettiğimi fark ediyorum. Gençlerin bu hız performanslarına bakıp düşündüm. Bunda içlerindeki kaynayan kanın ne kadar payı olduğunu bilmiyorum ama bütün gençlerin acele işleri olduğundan mı yoksa, tam aksine, bu aralar benim acil bir işim olmamasının verdiği rahatlıktan mı kaynaklandığını henüz çözemedim. Yine de bu durumdan şikâyetçi olmadığımı belirteyim.

Bir iş yaparken ya da bir yere giderken gereğinden hızlı hareket etmek bazen sıkıntı yaratabilir. Yavaş hareket etmenin de mahsurlu tarafları vardır. Çünkü zaman da bir değer olarak düşünülmeli, ayrıca, bizleri bekleyen insanları da dikkate almamız gerekir. Sonuç olarak  hızlı ya da yavaş olmak hususunda her şeyde olduğu gibi aşırılığa kaçılmamalı, orta kararda kalınmalıdır. 

1 Haziran 2023 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 197

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sevdadan Karakalem Yazılar tarafından belirlendi.

"Televizyon izliyor musunuz? İzliyorsanız veya izlemiyorsanız sebebi nedir?"

Eskiden haber programlarını izliyordum fakat yaklaşık bir yıldır haber alma konusunda tamamen youtube bağımlısı oldum diyebilirim. Özellikle Nevşin Mengü'nün günlük yayınlarını izlemeden günüm bitmiyor bu aralar. 

TV izlemiyorum çünkü, tamamına yakını, yaptıkları yayınlarda taraf olduğu kesimin siparişi üzerine yanlı ve toplumda algı oluşturacak programlar yapıyor. Sadece haber değil, film olsun, dizi olsun insanın bilinç altını etkileyip düşünce dünyasına şekil veriyorlar. Bu programların çoğu gerçeği yansıtmıyor. Bir de insanları uyutmaya onların yaşadığı sorunları unutturmayı hedefleyen eğlence programları, din ve kutsal değer içerikli yayınlar var ki, bunların tek amacı, toplumun adaletsizlik, ekonomik çöküş, fırsat ve cinsiyet eşitsizliği gibi esas problemlerini göz ardı ederek dikkatleri başka yöne çekmek. 

Ülkenin kaderinin belirleneceği dillendirilen son seçimlerden sonra bir şeyi daha anlamış bulunuyorum. Mesele ülkenin kurtuluşu değil, tamamen koltuk savaşıymış! Ahlâkın bu derece dibe vurduğu bu topraklarda yaşama bahtsızlığına sahip gençler yeni ülke arayışında. Eğer yaşım daha genç olsaydı, bir dakika düşünmeden kararımı verir ben de onlara katılırdım. Vatanı bunlara mı bırakacağız, diye sorabilirsiniz. Evet, bırakırım; tepe tepe içine etsinler. Benim için çocuklarım ve torunlarım vatanımdan önce gelir. Ülkede hangi kesimden olursa olsun, siyaset yapanların canı cehenneme. İçlerinde gerçekten makam ve parayı düşünmeyen birinin çıkacağını hiç sanmıyorum. Dolayısıyla siyasetçilerin ve sermayenin borusu konumundaki TV'leri izleyen koyunlardan biri olmayacağım. Netflix ve benzeri platformlarda yayınlanan kaliteli programlar dışında TV kumandasına elimi sürmüyorum. 

TV özellikle gençler arasında demode oldu. Bildiğim kadarıyla günümüz gençleri sosyal medya üzerinden gündemi takip ediyor. Sosyal medyanın da çok sağlıklı bir mecra olduğunu düşünmüyorum. Bütün yazdıklarım bizim ülkemize ait düşüncelerim. Eğer ülkemizde yargı bağımsızlığı ve özgür bir basın olsaydı, muhtemelen fikrim farklı olurdu. Hem yargısı hem de basını satılmış ülkenin vatandaşı olarak TV benim nazarımda eskilerin deyimiyle tam bir aptal kutusu. Başka söze ne hacet...  

Yaklaşık dört yıl önce yazdıklarımı okurken gülümsedim...

27 Mayıs 2023 Cumartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 196

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Kendi kendine öğrenmek mi yoksa bir öğretmenle öğrenmek mi daha iyidir?"

Değişen ve iletişim imkânları gelişen dünyamızda, insanın kendi kendine öğrenmesini artık mümkün. Özellikle internetin yaygınlaşmasından sonra her türlü bilgi kaynağına ulaşabiliyoruz. Ne yazık ki faydalı her icadın kötü yönde kullanımı söz konusu. Bilgiye ulaşım kolaylaşırken bilginin doğru olup olmadığına dair kuşkular işin can sıkıcı yönü. Bence teknoloji yönünden internete yüklenen bütün bilgilerin filtreden geçirilip yanlış bilgilerin sistem dışına çıkartılması mümkün olsa bile doğru/yanlış kavramı üzerinde fikir birliği sağlanamayacağından bir sonuç elde edilemez. Kendi kendine öğrenmenin diğer bir yolu da kitap ve diğer basılı yayınlardır. Yine aynı şekilde bilgi kirliliği, gerçek hilâfına okura sunulanlar söz konusu mecrada da sorun teşkil ediyor. Dolayısıyla kendi kendine öğrenebilmek dikensiz bir gül bahçesi değil. Ancak gülü dikenden ayırmasını bilenler yani, araştırıp sorgulayanlar için kendi kendine öğrenmenin internet, kitaplar, dergiler, sinema, tiyatro gibi alternatif yolları var.

Öğretmenin öğretebilmesi için hem donanımlı hem de kabiliyetli olması gerektiğine inanıyorum. Öğretmen, kendisini sürekli geliştirmeli, topluma önderlik edebilecek,  öğreteceği konulara son derece vakıf, örnek alınacak, çağdaş bir insan olmalı. Öğretmenlik herkesin yapabileceği türden, sıradan bir iş değildir. Özellikle bizim gibi geri kalmış toplumlarda eğitim sisteminin temelini oluşturan ezbercilik, milli ve kültürel kodlara bağlı kalarak siyasetin oyuncağı haline getirilen müfredat programları, öğrencileri geliştireceği yerde onları düşüncesiz birer robot haline getirmekte. Bu ortamda öğretmenler, zorunlu olarak mevcut sistemin askerleri konumunda görev yapmak zorunda kalıyor. İstisnai olarak düzene karşı çıkıp görevlerinin hakkını veren öğretmenler ne yazık ki hak ettikleri değeri görmüyorlar. 

Ülkemizde öğrenme işi yukarıda bahsettiğim gibi son derece çetrefilli. Bu bakımdan insanlar doğru bilgi sahibi olmanın yolunu kendileri bulmak zorunda. Bilgi kaynaklarını eleştirel gözle, sorgulayarak ve araştırarak doğru yolu seçmemiz gerekir. Özellikle son yıllarda eğitim ve öğretim, özellikle kırsal kesimde ve büyük kentlerin varoşlarında, dinci kesimin, yobazların, cami imamlarının eline düşmüş durumda. Cumhuriyetimizin ilkelerinden uzaklaşılarak Atatürk'ün bilime ve sanata dayalı eğitim sistemi terk edilmiş ve bu şekilde çocuklarımızın geleceği karartılmış. Öğretmene gösterilmesi gereken saygı, kuran kursu hocalarına ve cami imamlarının cemaat ve tarikat liderlerine geçmiş. Ülkemizin en kısa zamanda ve bilimin ışığında, vicdanı hür öğretmenlerimiz sayesinde yaşadığımız akıl tutulmasını aşacağını umut etmekten başka çaremiz yok ne yazık ki. Bu dönemde çocuklarımıza düşen görev, kafalarını çalıştırmaları, araştırıp sorgulayarak doğru bilgiye ulaşmaları...