KATEGORİLER

31 Ağustos 2021 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 106

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm canlılığıyla devam ediyor. Önceki haftaların sohbet konularını ve konuları öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusunu sevgili Sade ve Derin / DeepTone belirledi. Gelecek hafta, konuyu sevgili Makbule Abalı belirleyecek. Bütün arkadaşların farklı tartışma konuları önererek etkinliğe katılmasını, birbirimizi tanımak, dünyaya başka gözlerden bakabilmek, yaşama dair bilgi, görgü ve tecrübelerimizi artırmak açısından önemsiyorum. Geçtiğimiz hafta sonu kızımın düğün telâşı vardı. Bu yüzden birkaç gün blog dünyasından uzak kaldım. Geçen hafta Ağaç Ev Sohbetlerine yazılarıyla katkı veren bazı arkadaşların yazdıklarını okumak, geç de olsa yorum yapmak için sevgili Deeptone'un sayfasına gittim ancak ne yazık ki sayfanın silinmiş olduğunu gördüm! Bu nedenle sadece yazıma yorum yapan ve benim henüz okuyup yorum yapmadığım son birkaç arkadaşın yazılarına ulaşabildim. Geçen haftadan okuyup yorum yazmadığım Ağaç Ev Sohbetleri yazısı kalmadığını umuyorum. Bu haftanın konusu ise şöyle:

"Yaşamadığınız bir duygu veya bir an için nostaljik hisseder misiniz?"

Nostalji, geçmişte "mutlu" bir ana duyulan özlem olarak tanımlanıyor! Soru biraz kafa karıştırıcı. Bu sebeple sevgili Deeptone konu dışına çıkmamak için sınırları iyice belirgin hale getirmiş yazısında. Öncelikle yaşamadığım bir duyguya nasıl özlem duyabilirim diye sordum kendime. Yazısını okuduktan sonra konuyu sadece mutlu anlarla sınırlamadığını gördüm. Derinlemesine düşünmeden sevgili Deeptone'nun yazısına yaptığım yorumda hem mutlu hem de acı anlara dair örnekler vermiş olsam da bu yazımda "nostalji" tanımına uygun olarak yaşamadığım mutlu anlardan bahsetmeye çalışacağım.

Çocukluğum beni dinozorların (bu sözcüğü dinazor şeklinde yanlış kullanıyormuşum meğer) üzerine göktaşı düşüp yok olmalarından hemen sonraki çağa getiriyor. İlkokula gidiyorum. Sabit telefonlar bile lüks. Televizyonun ne olduğunu bilmiyoruz. İnternet hak getire. Lambalı radyomuzun düğmesini çeviriyoruz, birkaç dakika ısınıp ondan sonra çalışmaya başlıyor. Mahallemize henüz apartman girmemiş, sağımız solumuz tek katlı, arka tarafında küçük birer avlusu olan, iki oda ve adına hayat dediğimiz dar bir koridordan oluşan evlerle dolu. Sokağın köşesine beyaz renkli kıçı kırık bir Peugeot 504 yanaşıyor. Arabadan beyaz takım elbise ve siyah dar kravatlı genç bir adam iniyor ve James Bond çantasından proje paftalarını çıkartıyor. Yanındaki adamlarla bir şeyler konuşuyor ama ne dediklerini anlamıyorum. Sonra diyorlar ki, herkesin hayranlıkla izlediği beyaz elbiseli genç, yakışıklı adam inşaat mühendisi. Adamı dikkatle izliyorum. Keşke diyorum keşke, büyüyünce onun gibi olabilsem ben de. Bir elinde kalem, projelere  bakıp sakin sakin bir şeyler söylüyor arkadaşlarına. Belli ki kat karşılığı ilk apartmanı dikecek mahallemize. Ama o zamanlar bu işlere aklım ermiyor. Üniversite sınavı için tercih listesini dolduruyorum. İlk tercihim, annemin hatırına Ege Tıp, diğerlerinin tamamı inşaat mühendisliği ve mimarlık. Tercih sayısı kadar mühendislik fakültesi yok o yıllarda. Boş kalan yerleri boşta kalmayayım diye hukuk fakülteleri ile dolduruyorum. Evet, hayalini kurduğu mesleğe kavuşan nadir insanlardan biri oluyorum. Ancak iş hayatının çocukluk hayalimdeki kadar masum, sadece elinde kalem, önünde projeden ibaret olmadığını, ideallerimin aksine sadece paranın egemen olduğu bir çalışma ortamı içine düştüğümü anlıyorum zaman içinde.  

Ne sıcak su, ne çamaşır makinesi... Haftanın belli günü annemiz tarafından büyük tencerelere su doldurulup kaynatılıyor, sıcak su kovaya boşaltılıp soğuk su ilavesiyle yıkanma suyu hazırlanıyor. Banyoya girdiğimizde o bir kova suyu sabunlu kalmadan idare etmek zorundayız! Seneler sonra üniversite yurtlarına yerleştiğimde musluğu çevirince akan sıcak su pek konforlu geliyor bana. Dilediğim zaman, ister gündüz, istersem gece yarısı duşa girer tadını çıkarıyorum. Evde annemin teneke, daha sonraları plastik leğenler içinde bin bir güçlükle yıkadığı kirli çamaşırları, merdaneli makinelerde yıkıyorum. Sınıf atladığımı düşünmeye başlamıştım o zamanlar ilk kez.

Ortaokula gidiyorum. Yakın arkadaşlarımdan biri bana pergelini gösterdiğinde vay be pergelin güzelliğine bak! demiştim. Onun ailesinin gelir düzeyi bize göre daha iyiydi. Bana alınan pergel adi tenekeden yapılma, ucunu merkeze dayadığımda, kısa kurşun kalem takılan diğer ucu asla çemberi tamamlayamayan basit, eften püften bir aletti. Bir ucunda iğne, diğer ucunda kalem ucu bulunan ve milim şaşmadan çemberi tamamlayan arkadaşımın pergeline hayran kalmıştım. Bir kereliğine kullanayım diye yalvarmama rağmen arkadaşım bozarsın diye vermemişti. Aynı pergele ancak lise yıllarında kavuşmuş, geometri en sevdiğim derslerden biri olmuştu.    

Liseyi bitirene kadar ailemle birlikte yaşıyordum. Deep'e yazdığım yorumda konudan bahsettim biraz. Arkadaşlarımın babaları çocuklarına iyi davranıyor, onları arkadaşlarıymış gibi görüyor ve sıcak bir aile görüntüsü veriyorlardı. Oysa benim babam sertti, her an maraza çıkaracak bir neden bulurdu. O günleri hatırlıyorum, akşamları azarlanmadan ya da şiddet görmeden geçirmek için kardeşlerimle ne yapacağımızı bilmez haldeydik. En basitinden şu örneği vereyim. Babam akşam eve geldiğinde eğer elimizde ders kitabı yoksa niye dersimize çalışmıyoruz diye azar işitirdik. Oysa çoğu zaman dersimizi gündüzden bitirmiş olurduk. Ertesi gün babamı yine kızdırmayalım diye bir köşeye çekilir elimize birer ders kitabı alır, ona okur gözükürdük. Fakat bu kez yine söylenir, dersimizi bu vakte kadar niye bırakmışız diye kızardı. Baba deyince benim aklıma ilk gelen şey korkuydu o zamanlar. Kararımı vermiştim, ben babamın tam aksi bir baba olacak, çocuklarımla arkadaş olacaktım. Evet, kararımı uyguladım ama kantarın topuzunu biraz fazla kaçırdım sanırım. Arkadaşlarımın babaları, çocuklarını bir masa etrafında toplayıp neşeyle sohbet ettiklerini gördüğümde bir burukluk çökerdi üstüme.

23 yorum:

  1. Konuyu çok güzel anlatmışsın. Samimi ve dikkat çekici. Eskiden günümüze çok şey değişti. Her şey hızla akıp gidiyor ve biz de önünde sürükleniyoruz sanki.
    Anne baba açısından şanslıyım. Babamla güreş, boks falan yapardık. İkisi de hala bana çok fazla bağlı. Ben küçükken akrabaların yanında ise bsbam değişirdi. Ayıp diye yanına bile oturtmazdı. Gelenekler bizde biraz abartılırdı. Büyüklerin yanında çocuğunu sevemezsin, sigara içemezsin, büyüklere su ikram ettiğinde arkanı dönmeden geri geri odadan çıkmak zorundasın, hareketlerine dikkat etmelisin vs. Eskisi gibi bunlara dikkat edilmiyor neyse ki. Akrabaların yanında babamla aramda hissettiğim mesafe sinirimi bozardı kısaca. Çok uzattım kusura bakma. :) Herkesin anne ve babası ile güzel bir hayat yaşamış olmasını isterdim. Benim sıkıntım daha çok her şeyime karışan ve hep kavga ettiğim kardeşimleydi. Büyüdükçe kavgalar da bitti çok şükür. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler:) Haklısın hiçbir şey eskisi gibi değil. Eşimin babası çok sevdiği halde kızını kucağına almazmış kalabalık yerlerde. Ne zamanki kimsenin olmadığı bir sokaktan geçiyorlar, o zaman alırmış kızını kucağına. Mahalle baskısına bir örnek işte! O büyükler yok mu o büyükler. Az çektirmediler bize çocukluğumuzda. Doğru otur, köpek oturuşu seninki. Ya çocuğun oturuşuna karışılır mı? Bir ara favori boyları uzamıştı. Favori modası işte. Kısa bırakırsan uzaylı ya da ihtiyar muamelesi görüyorduk. Eh, gençlik işte. Dedeler çok kızardı bu işe. Ne zaman görseler, kısalt şunları diye söyleniyorlardı. Belki de bu yüzden şimdiki gençlerin dövme yaptırmasına, saçlarını maviye yeşile boyamasına, burunlarına ve vücudunun her bir köşesine piercing yaptırmasına toleranslıyım. Kardeşinle durumu düzeltmene sevindim bu arada:)

      Sil
  2. Öncelikle hayırlı olsun.

    Yazınız nostalji kelimesinin hakkını vermiş.

    YanıtlaSil
  3. sadece beş senede devrialemi okumamıştın, okudun onu da ama :) kızına mutluluklar dilerim :) proje paftası, bunu anlatmıştın değil mi, yeni bir hayatta, neyse daha sonra ulaşmışsın istediğin şeylere :) bu yazının son cümlesi uygun düşmüş bu sohbet konusuna. belki bir filmde, şarkıda, romanda, baba ve çocuklarını bir masa etrafında tatlı tatlı sohbet ederken görürsen, bu işte yaşamadığın bir duruma nostalji olabilir, hıhıms :) ama o durumu o dönemde yaşamış gibi hissetseydin tam olacaktı, ya da şimdi o durumu o zaman yaşamış gibi hissetseydin :) sen tabii, siyah beyaz gördüğün için dünyayı bunu hissetmen zor olsa gerek :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, son olarak Makbule Abalı'nın yazısını okudum ve eksik bıraktığım olmadı sanırım:) Çok teşekkür ederim Deep:) Evet, anlatmıştım, hafızanın iyi olduğunu biliyorum. Bazen bahsettiğim arkadaşlar aralarına beni de çağırırlardı. Aslına bakarsan o anları yaşamıştım ama ben kendi ailemde aynı muhabbeti göremedim. Bu konu "keşke" sözcüğüyle de yakından ilgili. Keşke ben de onlar gibi olabilseydim. Keşke benim de falanca şeyim olsaydı vs. Yok yok, hissediyorum ama senin kadar hayalperest değilim:))

      Sil
  4. Benzer şeyler yaşayarak geçmiş çocukluklarımız bay Kaplan, yazsak roman olur kabilinde. Gerçi siz biraz yazmıştınız, çok da hoştu okuması. O yayınları okuduğum için burada yazdıklarınız daha da anlamlı geldi bana. Okumamış olanlar geri dönüp okusunlar. Yaşanmamışa özlemi en iyi anlayıp tarif edebilecek kuşaklarız biz bay Kaplan, konu karşılıklı konuşulsa daha da derinleşecek bir konu. Kızınıza mutluluklar diliyorum 🧿. Çok selamlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğrusu nostalji deyince aklıma hep yaşanmış günlerin özlemi gelirdi. Geçmişte var olup da bizlerin ulaşamadığı nice şeyler var aslında. O yıllarda belki bunun farkında bile değildik. Fakat şöyle bir bakıyorum, bugün refah düzeyimiz kat be kat artmasına rağmen o eski günleri arıyoruz yine. Turfanda domatesin, salatalığın kokusu, insanların birbirine güven duygusu, yardımlaşma ve komşuluk ilişkileri daha neler neler. İnternet, sanal dünya ne ölçüde doldurabilir bu boşluğu. Yeni bir kitap bitirdim Sevda Hanım. Bugün ondan bahsedeceğim. Çocukluk ve gençlik yıllarımızı, Ankara'yı o kadar güzel anlatıyor ki, gözlerim dolarak okudum. Haklısınız eski günleri yaşayanlar birlikte büyük haz alırlar, nostalji tam olarak karşılığını bulur. Çok teşekkür ederim:)

      Sil
  5. Kızınıza mutluluklar :) Deep'in bu haftaki yaşamadığım andan nostaljiye varma konusunu tam kavrayamadım ben :D Ama sizin anılarınızı okumayı her zaman çok seviyorum Mr. Kaplan :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Mrs. Kedi:) Ben de tam kavradığımdan emin değilim ama kavradığım kadarıyla yazdım işte:) Sizler için ikinci baskı oldu bazıları:)

      Sil
  6. Çok teşekkürler:) Her mesleğin zor yanları var. Hele ülkemizde mesleğin ne olursa olsun tadına varamıyor insan. Düşün ki en sevdiğin meslek dalı hukuk. Adil bir kıdem, atama durumun yok. Baskılarla istediğin, doğru bulduğun kararı veremiyorsun. Vicdanının sesini dinlesen soluğu yurdun ücra bir köşesinde alıyorsun şansın varsa. Yoksa ya terörist ya fetöcü oluyorsun. Sorumlu olduğun ailenin hatırına adaletsizliklere göz göre göre seyirci kalıyorsun. Mühendislik, öğretmenlik, doktorluk da öyle. Hangi birini ele alsan kocaman birer kitap çıkar yaşananlardan. Teşekkür ederim:)

    YanıtlaSil
  7. Sizin planlı ve düzenli olarak her hafta Ağaç Ev Sohbetlerine katılımınıza hayranım. Hiç ihmal etmiyor ve düzenli olarak yazıyorsunuz. Yazmayı çok istediğim arkadaşlar olmasına rağmen bu yıl o düzeni sağlayamadım.
    Bu hafta size yazacaktım. Biliyorum ki her yoruma yanıt veriyorsunuz. Bence de adı sohbet konmuş bir uygulama öyle olmalı. Ancak düşündüm ki Deeptone uzun zamandır konuları fedakarca belirliyor, haksızlık etmeyim düşüncesiyle konuyu tam çözemesem de ona yorum bıraktım. (Varsın yanıt gelmesin.) Ama sizin düşüncenizi merak ediyorum. Lütfen yorumumu okuyup yanıtlamanız mümkün olur mu?
    Kızınıza yeni yuvasında eşiyle birlikte huzur ve mutluluk diliyorum.
    Esen kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim:) Ağaç Ev Sohbetleri benim en az bir kez blogta yazmamı sağladığı için başından beri hafta sektirmeden devam ediyorum. Herhangi bir blog yazısını okuduğumda o ana kadar yapılmış bütün yorum ve onlara verilen tüm cevapları okurum. Ağaç Ev Sohbetlerinde yaratılan tartışma ortamı, farklı görüşler, en içten duygu ve düşüncelerin özgürce yazıya dökülmesi çok hoşuma gidiyor. Aslında nitelik bakımından belki daha da iyi bir başka etkinlik Kelime Oyunu idi. Çünkü onda yazma becerilerimizi şiir, öykü, makale ve deneme gibi farklı edebiyat türlerinde göstermek durumundaydık. Dolayısıyla yazdığımız eserlerde yapılacak her türlü olumlu ve olumsuz eleştirinin söz konusu etkinliği taçlandıracağını düşünüyordum. Çünkü eleştiri bizi daha güzel yazmaya sevk edecek, hatalarımızı görme imkânı verecek, dahası bizleri her bakımdan geliştirecekti. Ne yazık ki, bir arkadaşımıza yaptığım eleştirel bir yorum yanlış anlaşıldı. Bunun üzerine Kelime Oyunlarından çekilme kararı aldım.

      Deep, prensip olarak bazı yorumlara cevap veriyor, bazılarına vermiyor. Bazı yazılarını belli bir süre sonra siliyor. Elbette kendi bileceği iş. Bildiğim kadarıyla yorum yapan arkadaşların sayfalarına mutlaka dönüş yapıyor ama. Bu haftanın konusuna ilişkin Deep'in sayfasında yaptığınız yorum benim çok hoşuma gitmişti. Şimdi dönüp tekrar okuyacak ve size aşağıda cevap yazacağım:)

      Güzel dilekleriniz için ayrıca teşekkür ederim, sağ olun:)

      Sil
    2. Makbule Abalı,
      Şimdi Deep'in de yorumunuza yanıt verdiğini gördüm:)
      "Yaşamadığınız bir duygu veya an için nostaljik hisseder misiniz?" sorusu gerçekten de çetrefilli, algılaması zor. Çünkü nostalji ile yaşanılmayan duygu ve an zihinde bir yere oturmuyor gibi. Eşimle de bu konuyu tartıştım. Yaşamadığımız duygu ve anı hissetmek nasıl mümkün olabilir ki? Bizzat yaşamasanız da şahit olmanız o olayı yaşamanız anlamına gelmez mi? Kendimizi hiç yaşamadığımız Mars'ta hayal edelim. Nostalji bunun neresinde? Yaşamadığımız, hiç görmediğimiz bir ortama nasıl özlem duyabilir bir insan? Deep filmler, romanlar, şarkılarda keşfettiğimiz ancak içinde bulunmadığımız dünyaları, duygu ve düşünceleri de ayrı bir konu olarak dışlamış.

      Verdiğiniz örneklerden yola çıkarsam, Avusturya Lisesi'nin mezuniyet törenlerinde yapılan vals gösterisine muhtemelen şahit olmuş, bir bakıma o anı yaşamışsınızdır. Ben öyle bir törende bulunmadım meselâ. Dolayısıyla sizin için nostaljik olan o olay o anı yaşamayan benim aklımın ucundan geçmez. Ancak filmlerde gördüğüm vals ve diğer dans türlerini izlemekten keyif alırım. Bu benim için nostaljik değildir. Aynı sizin atlara olan sevginiz gibi. Eğer o beyaz atlarla haşır neşir olsaydınız, üzerine binip rüzgârla yarıştığınız günleriniz olsaydı, bu sizin için bir nostalji denebilirdi. Atları ben de severim, bir çiftliğim olsa onlarla güzel dostluklar kurabilirim. Ancak daha önce ne bu anları yaşadım ne de iz bırakacak şekilde yakın oldum. Dolayısıyla atlarla ilgili hadise hayranlıktan ibarettir bana göre, nostalji tanımına pek uyacağını sanmıyorum.

      Déjà Vu farklı bir olay. Belki beynimizin bir oyunu! Birini ya da bir yeri, bir olayı gördüğünüzde, sanki daha önceden tanıdığınız hissine kapılırsınız. Nostalji çok daha basit eski mutlu günleri yad etmedir bencileyin. Bu konuyu yazarken ben de zorlandım ve yazımın konunun içinde kalıp kalmadığından emin değilim. Önümüzdeki hafta sizden daha somut bir konu bekliyoruz o zaman:) Teşekkürler:)

      Sil
    3. heey, bütün yorumlara cevap veririm mutlaka. özgün yazılarıma yapılmış yorumlara cevap vermediğim hiç olmadı daha :) sadece bloglardan seçmeler yazıma gelenlere cevap vermem, o yazılarım bir tür reklam olduğu için, yoruma gelene giderim, bazen de ağaç ev yazılarımda cevap vermediğim olabiliyor, o da yorumlarda arkadaşlarımız birbiriyle sohbet ettiği zaman, bu bir sohbet etkinliği olduğu için yazıda görüşümü yazıyor sohbeti arkadaşlara bırakıyorum. ağaç ev, bloglardan seçmeler, duyuru türü yazıları da bir süre sonra siliyorum. özgün yazılarımı silmem. yani öykü deneme şiir kitap müzik sinema dizi yazılarım silinmez, duyuru sohbet türü yazılar genelde anlık, gündem olduğu için kalıcı olmuyorlar işte :) yoksa yorumlara yanıt vermemem söz konusu olamaz :) bu yüzden herkes rahat yorum yapıyor bloguma :) yanii en çok yorum alan ve yorum yapan olarak hassas ve sistemli, çok da dikkatliyim :)

      Sil
    4. heyooo, bir dee, sevgili makbule abalı nın daaa sevgili kaplan diary nin de bütün yazılarına yorum yapan tek okurum :) belki bikaç yazı gözünden kaçmış olabilir arada, sonuçta şu anda beş etkinlikte birden aktifim yaneee :)

      Sil
    5. Tamam tamam, kızma farklı bir şey demedim:) Sen her şeye yetişirsin. Bu açıklamaların da olayı netleştirmiş oldu. Blogların kraliçesisin sen:) Prensesi mi demem daha doğru bilmiyorum:)))

      Sil
    6. :) piremses tabisideki :)

      Sil
    7. OK piremsess:) Tahmin ediyordum ama emin değildim:)

      Sil
  8. Kaplan Diary
    Yorumuma hemen yanıt verdiğiniz için teşekkür ederim. Benim düşündüğüm anlamda bir sohbet oldu bu. Ne güzel. Deeptone'u ben de "ECE" olarak düşünüyordum. Ece daha kapsamlı sanki. Nostaljik düşüncelere de daha yakın.
    Şaka bir yana; "Yaşamadığınız bir duygu veya an için" dendiğinden ötürü ben valsleri, atları örnek vermiştim. Orman yangınlarını, madencileri de düşündüm. Oralarda da bulunmadım. Ama okuduklarımdan, izlediklerimden zihnimde derin izleri kalmıştır.
    Bloglara katkınızdan ötürü Derin'e ve size gönülden teşekkürler.
    Selam ve sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biz teşekkür ederiz okuyup değer verdiğiniz için:)

      Sil