Kayıp Fısıltı / Kedi Mırıltısı tarafından organize edilen ve uzun soluklu bir etkinlik olarak devam eden Ağaç Ev Sohbetleri 43. Bölümü'nün konusu tarafımdan belirlenmiş bulunuluyor. Bu benim Ağaç Ev Sohbetlerine ikinci konu önerim. Bu kez önerimi uygun bulan Kedi Mırıltısı arkadaşımıza teşekkür ederim.
Aşağı yukarı on aydır farklı konular hakkında düşüncelerimizi saygı çerçevesinde ve büyük bir içtenlikle sürdürdüğümüz bu platformun sizlerin de katılımıyla büyüyeceğinden eminim. Ağaç Ev Sohbetleri, birbirimizin farklı fikirlerini öğrenmemize imkan vermesinin yanı sıra kendi düşüncelerimizi gözden geçirebildiğimiz, hatta kendimizi tanımaya vesile olan bir etkinlik. Bu bakımdan şimdiye kadar katkısı olan herkese bir kez daha teşekkür ederim. Evet, bu hafta, muhtemelen çok geniş bir perspektifte ele alınacağını düşündüğüm bir konuyu tartışacağız ve farklı düşüncelerimiz olacak. İşte haftanın konusu:
Toplumsal yaşamımızı olumsuz etkileyen en önemli üç sorun,
önem sırasına göre hangileridir?
Bu sorunların üstesinden gelmek için sizce neler yapılmalıdır?
Kanaatimce toplumumuzun en önemli sorunu, mevcut yönetim sistemimizdir. Sonsuz saygı ve sevgilerime mazhar olan eski Yunan filozofları tarafından ilk kez gündeme getirilen yönetim şekli olan demokrasi, yüzyıllar boyunca, bilinen rejimlerin en iyisi denilmek suretiyle baş tacı edilmiş. Oysa, Platon/Eflatun (M.Ö: 428-348), neredeyse 2.400 yıl önce demokrasinin bir eğitim işi olduğunu söylemiş ve eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam ederse demagoglar türer, demagoglardan da diktatörler çıkar demişti. Yani bana göre toplumun en büyük sorunu yere göre sığdırılamayan yönetim şeklimiz, demokrasidir.
Nitekim Adolf Hitler, binlerce yıl sonra Eflatun'un ne kadar ileri görüşlü bir insan olduğunu kanıtlamış, demokrasinin kurallarına uygun bir seçimle iktidara gelmiş ve sonra faşist bir diktatöre dönüşmüştü. Hitler'in Almanya'sı buna tek örnek değil elbette. Bugün, ABD başta olmak üzere diğer ülkelere bakıldığında, onların pek çoğunun da demokrasi görünümü altında diktatörlükle yönetilmekte olduğunu görebiliriz. Ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre bazı diktatörler doğrudan, bazıları kapitalist sermayenin kuklaları olarak karşımıza çıkarlar ve toplumları demokrasi yalanıyla kandırmaya devam ederler.
Benim böylesine önemli bir konuda sizlere alternatif yönetim sistemi önermem çılgın bir fikir olarak gelebilir. Filozofların, siyasetçilerin, hukukçuların, anlı şanlı ekonomist ve sosyal bilimcilerin yıllarca çözemediği bir problemi çözmek sana mı düştü diyebilirsiniz. İnanın bana, eğer böyle düşünüyorsanız, size hiç gönül koymam! Yazımı fazla uzatmamak için sorunun çözümüne ilişkin önerimi başka sayfaya taşımak zorunda kaldım, zira iki problem ve iki de çözüm önerim daha var sırasını bekleyen. Eğer merak ettiyseniz, biraz zaman ayırıp ŞURADA yazdıklarıma bir göz atmanızı öneririm.
İşte böylece ülkenin en önemli sorununu halletmiş bulunuyoruz. Gelelim ikinci büyük sorunumuza:
Bana ülkemizde amacına uygun olarak kullanılmayan ve hem kendine hem de topluma zarar veren ilk şey nedir diye sorsanız, düşünmeden "din" derdim. Herkesin inancı kendine elbette. Her koyun kendi bacağından asılır. Asılır, asılır diyoruz da öyle olmuyor işte! Diğer taraftan herkes onu kendi işine geldiği gibi kullanıyor diye dini yasaklamak da çözüm değil elbette. Yasakçılık benim anlayışıma ters. Fakat, Diyanet İşleri Başkanlığını kaldırır, onun devasa bütçesini eğitim ve sağlık bakanlıkları arasında bölüştürürdüm meselâ. Dinini yaşam biçimi olarak seçmek isteyen vatandaşlarımıza tolerans kapılarını sonuna kadar açardım. Camiler, kiliseler, havralar, cem evleri ve dahi sinagoglar gibi külli ibadethaneler, tekke ve zaviyeler hepsi sizin derdim. İstediğiniz gibi giyinin, istediğiniz şekilde orucunuzu tutun, gönlünüz ne zaman namaz kılmak ya da ayine katılmak isterse buyurun gidin, kılın, katılın derdim.
Derdim demesine amma, bundan böyle artık imamın, papazın, hahamın ve dedelerin maaşına devlet olarak karışmam, yeni ibadethaneler, kuran kursları açmam, açık olanlarının elektrik, su ve ısıtma bedellerini karşılamam derdim. Siz her ibadethane girişine birer kumbara koyun, hizmet ettiğiniz kişiler versin bu masrafların bedelini derdim. Hatta isterseniz matbaalar kurun, inançlarınızı yaymak için kitaplar basın ve ibadethanelerinizin altında, yanında, girişinde bastırdığınız kitaplarınızı, isterseniz mumlarınızı, haçlarınızı ya da diğer hediyelik kutsal eşyalarınızı satın derdim. Ancak son bir şartım olurdu, hangi inanç sahibi olursa olsun ülke yönetimine karışan ya da inancını ticari amaçlarla kullanan cümle sahtekârları tez elden en ağır cezalara çarptırır, hesaplarını öbür dünyaya bırakmazdım.
Gelelim üçüncü ve son büyük probleme:
Eflatun'la başlamıştım. Adam sonuna kadar haklıydı, önce eğitim. Eğitim ama nasıl eğitim? Dogmatik fikirlerden uzak, bilimsel, sorgulayan ve her alanda fırsat eşitliğini, hukukun üstünlüğünü ve gelirde adaletin önemini yücelten bir eğitimden bahsediyorum.
Evet, toplumun en büyük problemlerinden biri de eğitim. Gerçekten çok kötüyüz. Bakmayın siz söylenenlere. Şöyle bir bakın kaç tane makale yayınlamış üniversitelerimiz. Ar-Ge'ye ne pay ayırmışız, teknolojiden geçtim, üretim imkanlarımızı da yerle bir etmişiz. O canım Köy Enstitülerini kapatıp bütün okulları imam hatiplere çevirmişiz. Ve geldiğimiz nokta bu. Siz hâlâ ihalarımızla dünya liderliğine oynuyoruz, Avrupa, ABD bizi kıskanıyor diyenlerdenseniz ve Atatürk'ün ilk on yılda üretime dönük hamlelerini küçümseyip özel sektöre devlet imkânlarını peşkeş çekmekten öte hiçbir amacı olmayan, garantili bir şekilde halkı sömürmeye devam eden yol, köprü, hastane, hava alanı gibi BOT projelerinden övgüyle bahsedenlerdenseniz biliyorum ki sözlerim size işlemeyecektir. Nedir çözüm yolu peki?
İlk iki problem çözülünce eğitim de büyük ölçüde düzene girecektir zaten. Ancak tahribat o kadar büyük ki eğitimin beklenen düzeye çıkarılması için birkaç nesil geçmesi gerekir. Köy Enstitüleri modelini geliştirerek hem göç sorununun, çarpık kentleşmenin önü alınabilir, hem de üretim ve sanata gereken önemin verilmesi sağlanabilir. Eğitim sadece okulda verilen bir şey değildir. Yasakçı bir zihniyetle değil, teşvik ederek ve özendirmek suretiyle medya organlarında toplumun bilinçlenmesini sağlayacak, onlara sanatı aşılayacak programların yer alması mümkündür. Öğretmenlik meslekler arasında en önemli yere sahiptir. Öğretmenlerimizin gerekli donanıma sahip olması için müfettişlik gibi garabet bir sistem yerine daha aklı başında teşvik edici ve ödüllendirici sistemlere ihtiyaç vardır. Esasen benzer şekilde diğer bütün meslek gruplarında köklü bir eğitim revizyonuna gidilmelidir.
Eğer baştan itibaren okuyup buraya kadar geldiyseniz, size sonsuz teşekkürlerimi sunmamın yanı sıra gelecek adına hâlâ ümitlenmem için bir sebep var derim. Sizce toplumumuzun en büyük sorunları ne peki? Sizin çözüm önerileriniz neler? Sabırsızlıkla bekliyorum.