Reinhardt, annesini krematoryumda yaktırmıştı. Keşke yapmasaydı.
Belki bunu söylemem kulağa hoş gelmeyecek ama onun kemiklerine dokunmak ve son
bir kez, onlarla birlikte yatmak isterdim. Ölümle eskisinden daha farklı bir ilişkim
vardı. Son yedi yılımı, dokunduğum son kadının, karım olmayan biri olduğunu
düşünerek geçirdim. Keşke bunu değiştirebilme imkânım olabilseydi.
Bana içinde Tieresse'nin küllerinin bulunduğu özel bir kutu gönderdi.
Elimi kutunun iyice içine daldırdım. Kaya kumu gibi nemli ve serindi. Bir avuç kül aldım
ve onu, üstü tozla kaplanmış granit ada mutfak tezgahının altındaki kristal vazoya boşalttım. Daha sonra, Tieresse'nin kurutup tezgaha serdiği bir düzine gülü içine bıraktım. Ayrıca boşalttığım kibrit kutusunu bir miktar külle doldurdum. Geri kalanını da alıp bahçemize serptim.
"Aşkım, yarın, burayı senin için çimlendireceğim." dedikten sonra küllerden arınmak için ellerimi silkeledim.
Yemyeşil otlarla kaplı tarlayı geçip ormana girdim ve
nehrin kıvrımları boyunca yürüdüm. Hurda tellerden yaptığımız bir aşk koltuğu
ve büyük meşe ağacında, hala asılı duran traktör lastiğinden bir salıncak... Botlarımı ve çoraplarımı çıkardım, nehrin kıyısına oturdum. Su berrak ve
soğuktu. Dev bir mersin balığı ile bir alabalık sürüsü gördüm.
Hapishanede bir kez olsun ziyaretime gelmemişti
ama orada varlığını hep hissediyordum. Onu koklayıp içime çektim. Uzandım ve mendilimle
gözlerimi kapattım. Buraya ilk geldiğimizdeki duruşunu, gülüşünü, elleriyle
kaburga yemesini, dudağımın köşesinde kalmış sos damlasını yalamasını hayal
ettim. Onun tekrar, tekrar güldüğünü işittim ve gülümsedim. Kansas'taki ilk gecemizi hatırladım,
dışarıda oturuyorduk ve bir şişe dolusu şarabı paylaşırken yıldızları seyrediyorduk. Onu
hissettim, kokladım, tattım ve işittim. Tekrar tekrar, ağlayana kadar gülümsedim.
Ertesi sabah şafak vakti kahvaltımı yaptıktan sonra, onun uçağını koyduğumuz hangara doğru ilerledim. Motor yağını boşaltıp yenisiyle değiştirdim ve yakıtını kontrol ettim. Motoru incelemeye ve uçağın genel durumuna
bakmaya bir saatten fazla zaman harcadım. Motoru çalıştırabilmek için harici bir
güç kaynağı kullandım, çünkü akünün şarj edilmesi gerekiyordu. Gökyüzü
bulutsuzdu ve görüş mesafesi sınırsızdı. Rüzgâr tulumlarını kontrol ettim ve daha sonra batıya
doğru havalanarak yaklaşık bir saat boyunca uçtum.
Lisansımı güncellemek ve pasımı atmak için, eyaletin
güneybatı ucunda, kimsenin adımı bilmediği bir uçuş okulunda, üç günlük bir pekiştirme
kursuna kaydoldum. Yakıt deponuzu doldurup yağınızı kontrol ettikleri bir benzin
istasyonunun arkasındaki kafede köfteli sandviç ve kök biradan oluşan akşam
yemeği menüsüyle serbest kalışımın üçüncü haftasını kutladım. Ertesi sabah,
Colby şehri üzerinden, doğuya doğru giderken, kendimle ilgili önemli bir
gerçeği keşfettim.
Serbest bırakılmadan önce yıllarını hapishanede geçiren suçsuz
insanların röportajlarını okumuştum, onlar her zaman oldukça sakin ve olgun
görünüyorlardı. İntikam veya öfke, semtlerine uğramamıştı. Televizyon
kanallarına çıkıyorlar, hiçbir kimseye kin ve nefret beslemediklerini söylüyorlardı.
Hatalı kararlar verilmesine rağmen büyük bir umursamazlık içindeydiler. Daima “Olur böyle
şeyler!” mantığıyla hareket ediyorlardı. Onlara göre insan, felaketten sakınmak için edilgen durumda olmak zorundaydı. Acı çekmenin hiçbir anlamı yok diyorlar ve çekilen acıların
unutulacağını söylüyorlardı. Hayır vakıfları kurdular ve hukuk sisteminde
reform yapılmasını teşvik etmek adına muhtelif yerlerde konuşmacı oldular. Kitap yazdılar, elde
ettikleri kazancı dağıttılar. Onların problemleriyle hiç ilgilenmeyen, onurlarını kıran bir
sistem tarafından yıllarca iğrenç bir muameleyle karşılaşmalarına rağmen, saygınlıklarını
ve iyi insan olma özelliklerini korudular.
O gün, Colby’den geçerken fark ettim ki, ben onlardan biri
değildim.
Yıllar önce, ilişkimizin başlarında,
Tieresse'ye ailemden ve onun da bana kendi ailesinden bahsettiği gün, anneme
kötü niyet besleyen adamın, babamın devreye girmesinden sonra ortadan kaybolduğu
geceyi anlatmıştım. O ana kadar herkese gururla anlattığım bu olayı, babamın öç alma duygusuna
teslim olduğunu ileri sürerek ilkel bulmuştu. Ona şaşırdığımı söyledim.
Üniversitede Aeschylus'u okuduğumda, intikam duygusunun, eğitimli
insanların üstesinden gelebilecekleri temel bir dürtü olduğuna inanmıştım.
Tieresse'ye sordum;
“Yani, genel
inanışa karşı çıkarak göze göz dişe diş prensibinin herkesi kör edeceğini mi düşünüyorsun?”
Tieresse yanıtladı,
“Tabii ki öyle olduğunu düşünüyorum Rafa, bütün cezalandırma eylemleri şiddet döngülerini tetiklememeli. Bazen, iyi adama zarar gelmeden kötü adamdan kurtulmak mümkün ve zaman içinde bu döngü kapanabilir.
Buna benzer örnekler belki sayıca az, nadiren karşına çıkabilir ama hiç
olmadığı söylenemez. Bence, baban bunlardan birine denk gelmişti.”
Tieresse’nin söylediği bu üç cümle, intikamın
iyi bir şey olduğuna dair bütün inancımı sarsmıştı. Utanç hissetmemem gerekiyordu.
Babamın yaptıklarıyla gurur duymak benim için iyi bir şeydi. Eve döndüğüm güne
kadar, “adaletin yerini bulması” kavramı, zihnimde soyut bir
fikir olarak kalmıştı. Hapishanede sürekli olarak, kimin bana zarar verdiğini ve
onların hangi cezayı hak ettiklerini düşünüyor ve bunun için hayata tutunmaya
çalışıyordum. Artık, Fransız muhabirin sinsice hafızamın derinliklerinde kalan son
kırıntıları ortaya çıkarmasına yardımcı olmak dışında, zamanımı dolduran başka hiçbir
şey yoktu. Bilinçaltım, bilinçli zihnimin planlarından önce kendi planlarının
ayrıntılarını formüle ediyordu.
Gücü elinde tutan insanlar ahlaki kuralları ihlal
etmişti. Üzüntümü, canımı acıtarak çoğalttılar. Bunun bedelini ödemeyi hak etmişlerdi. Eğer Tieresse
sağ olsaydı, o da bunun öcünü almak istediğini söylerdi. Bunu
isteyeceğine gerçekten inanıyordum.
Birkaç gün sonra Oklahoma, Enid'e uçtum ve orada bir araba kiraladım. New York'taki izlenimlerim beni biraz daha kendime
getirmeye başlamıştı. Beş yüz dakika konuşma ve yüz SMS mesaj hakkı olan
paketle birlikte Motorola marka bir telefon aldım. Ödemeyi nakit yaptım. Aynı
hafta, Emporia'da, ikinci el olmasına rağmen kutusu açılmamış, yepyeni bir Dell
dizüstü bilgisayar buldum. Topeka'daki büyük bir mağazaya uğrayıp bir Apple
iPad mini aldım ve parasını ödedim. 75 No.lu Karayolu üzerindeki kamyon park
sahasında durup umumi tuvaletten bir dolara üç paket kondom aldım.
Verilerin uzaktan silinmesini önlemek için
telefonlarımı polislerin kullandığı özel folyo paketlerine koydum. Paketleri,
bilgisayar, tablet ve taşınabilir GPS ile birlikte suni deriden bir sırt
çantasına yerleştirdim. Gelecek yedi ay boyunca sırt çantasını Tieresse'nin
uçağının bagaj bölmesinde saklayacaktım.
Yapmam gereken ilk şey kendime yeni bir yaşam
şekli kurmaktı. Bunu ölüm hücresinde edindiğim tecrübelere dayanarak tesis
edebilirdim. Bununla birlikte özgür yaşamanın vermiş olduğu rahatlık inkâr edilmezdi.
Ana Cadde Lokantası, on beş kilometre aşağıda, Noel,
Paskalya ve Yılbaşı hariç her, sabah saat beşten başlayarak öğleden sonra saat ikiye kadar kahvaltı
ve öğle yemeği veren, yetmiş beş yıllık bir işletmeydi. Haftada üç gün sabahları,
saat sekiz ile dokuz arasında oraya takılmaya başlamıştım. Eğer yağmur yoksa çiftçiler, genellikle o
saatlerde işlerine gitmek için lokantadan çıkmış olurlardı. Yine de tulum giymiş birkaç adamı, hala yumurtalarını ve domuz pastırmalarını bitirmeye çalışırken ya da bir
fincan kahve daha isterken görmek mümkündü. Küçük bir kasabada haberler yıldırım hızıyla yayılır. Bu söz herkesin diline doladığı bir söz ve doğru
olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Ziyaretimin dördüncü günü yolda karşılaştığım herkes kim olduğumu
biliyordu. Üç vardiya garsonu, komilerin her ikisi ve iki aşçı artık adımı da öğrenmişlerdi. Her gün aynı bar taburesinde oturuyor, kahvenin yanında tahıl gevreği ve mutlaka ev yapımı tarçınlı rulo çörek ya da bir kâse meyve yiyordum.
(Devam edecek)