KATEGORİLER

1 Haziran 2023 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 197

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sevdadan Karakalem Yazılar tarafından belirlendi.

"Televizyon izliyor musunuz? İzliyorsanız veya izlemiyorsanız sebebi nedir?"

Eskiden haber programlarını izliyordum fakat yaklaşık bir yıldır haber alma konusunda tamamen youtube bağımlısı oldum diyebilirim. Özellikle Nevşin Mengü'nün günlük yayınlarını izlemeden günüm bitmiyor bu aralar. 

TV izlemiyorum çünkü, tamamına yakını, yaptıkları yayınlarda taraf olduğu kesimin siparişi üzerine yanlı ve toplumda algı oluşturacak programlar yapıyor. Sadece haber değil, film olsun, dizi olsun insanın bilinç altını etkileyip düşünce dünyasına şekil veriyorlar. Bu programların çoğu gerçeği yansıtmıyor. Bir de insanları uyutmaya onların yaşadığı sorunları unutturmayı hedefleyen eğlence programları, din ve kutsal değer içerikli yayınlar var ki, bunların tek amacı, toplumun adaletsizlik, ekonomik çöküş, fırsat ve cinsiyet eşitsizliği gibi esas problemlerini göz ardı ederek dikkatleri başka yöne çekmek. 

Ülkenin kaderinin belirleneceği dillendirilen son seçimlerden sonra bir şeyi daha anlamış bulunuyorum. Mesele ülkenin kurtuluşu değil, tamamen koltuk savaşıymış! Ahlâkın bu derece dibe vurduğu bu topraklarda yaşama bahtsızlığına sahip gençler yeni ülke arayışında. Eğer yaşım daha genç olsaydı, bir dakika düşünmeden kararımı verir ben de onlara katılırdım. Vatanı bunlara mı bırakacağız, diye sorabilirsiniz. Evet, bırakırım; tepe tepe içine etsinler. Benim için çocuklarım ve torunlarım vatanımdan önce gelir. Ülkede hangi kesimden olursa olsun, siyaset yapanların canı cehenneme. İçlerinde gerçekten makam ve parayı düşünmeyen birinin çıkacağını hiç sanmıyorum. Dolayısıyla siyasetçilerin ve sermayenin borusu konumundaki TV'leri izleyen koyunlardan biri olmayacağım. Netflix ve benzeri platformlarda yayınlanan kaliteli programlar dışında TV kumandasına elimi sürmüyorum. 

TV özellikle gençler arasında demode oldu. Bildiğim kadarıyla günümüz gençleri sosyal medya üzerinden gündemi takip ediyor. Sosyal medyanın da çok sağlıklı bir mecra olduğunu düşünmüyorum. Bütün yazdıklarım bizim ülkemize ait düşüncelerim. Eğer ülkemizde yargı bağımsızlığı ve özgür bir basın olsaydı, muhtemelen fikrim farklı olurdu. Hem yargısı hem de basını satılmış ülkenin vatandaşı olarak TV benim nazarımda eskilerin deyimiyle tam bir aptal kutusu. Başka söze ne hacet...  

Yaklaşık dört yıl önce yazdıklarımı okurken gülümsedim...

27 Mayıs 2023 Cumartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 196

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Kendi kendine öğrenmek mi yoksa bir öğretmenle öğrenmek mi daha iyidir?"

Değişen ve iletişim imkânları gelişen dünyamızda, insanın kendi kendine öğrenmesini artık mümkün. Özellikle internetin yaygınlaşmasından sonra her türlü bilgi kaynağına ulaşabiliyoruz. Ne yazık ki faydalı her icadın kötü yönde kullanımı söz konusu. Bilgiye ulaşım kolaylaşırken bilginin doğru olup olmadığına dair kuşkular işin can sıkıcı yönü. Bence teknoloji yönünden internete yüklenen bütün bilgilerin filtreden geçirilip yanlış bilgilerin sistem dışına çıkartılması mümkün olsa bile doğru/yanlış kavramı üzerinde fikir birliği sağlanamayacağından bir sonuç elde edilemez. Kendi kendine öğrenmenin diğer bir yolu da kitap ve diğer basılı yayınlardır. Yine aynı şekilde bilgi kirliliği, gerçek hilâfına okura sunulanlar söz konusu mecrada da sorun teşkil ediyor. Dolayısıyla kendi kendine öğrenebilmek dikensiz bir gül bahçesi değil. Ancak gülü dikenden ayırmasını bilenler yani, araştırıp sorgulayanlar için kendi kendine öğrenmenin internet, kitaplar, dergiler, sinema, tiyatro gibi alternatif yolları var.

Öğretmenin öğretebilmesi için hem donanımlı hem de kabiliyetli olması gerektiğine inanıyorum. Öğretmen, kendisini sürekli geliştirmeli, topluma önderlik edebilecek,  öğreteceği konulara son derece vakıf, örnek alınacak, çağdaş bir insan olmalı. Öğretmenlik herkesin yapabileceği türden, sıradan bir iş değildir. Özellikle bizim gibi geri kalmış toplumlarda eğitim sisteminin temelini oluşturan ezbercilik, milli ve kültürel kodlara bağlı kalarak siyasetin oyuncağı haline getirilen müfredat programları, öğrencileri geliştireceği yerde onları düşüncesiz birer robot haline getirmekte. Bu ortamda öğretmenler, zorunlu olarak mevcut sistemin askerleri konumunda görev yapmak zorunda kalıyor. İstisnai olarak düzene karşı çıkıp görevlerinin hakkını veren öğretmenler ne yazık ki hak ettikleri değeri görmüyorlar. 

Ülkemizde öğrenme işi yukarıda bahsettiğim gibi son derece çetrefilli. Bu bakımdan insanlar doğru bilgi sahibi olmanın yolunu kendileri bulmak zorunda. Bilgi kaynaklarını eleştirel gözle, sorgulayarak ve araştırarak doğru yolu seçmemiz gerekir. Özellikle son yıllarda eğitim ve öğretim, özellikle kırsal kesimde ve büyük kentlerin varoşlarında, dinci kesimin, yobazların, cami imamlarının eline düşmüş durumda. Cumhuriyetimizin ilkelerinden uzaklaşılarak Atatürk'ün bilime ve sanata dayalı eğitim sistemi terk edilmiş ve bu şekilde çocuklarımızın geleceği karartılmış. Öğretmene gösterilmesi gereken saygı, kuran kursu hocalarına ve cami imamlarının cemaat ve tarikat liderlerine geçmiş. Ülkemizin en kısa zamanda ve bilimin ışığında, vicdanı hür öğretmenlerimiz sayesinde yaşadığımız akıl tutulmasını aşacağını umut etmekten başka çaremiz yok ne yazık ki. Bu dönemde çocuklarımıza düşen görev, kafalarını çalıştırmaları, araştırıp sorgulayarak doğru bilgiye ulaşmaları...

18 Mayıs 2023 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 195

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"İnsanlar farklı giysiler giydiklerinde farklı davranırlar mı?"

Bu soru kişiye ve kişinin cinsiyetine göre değişir sanırım. Aslında böyle bir sorunun ve sevgili DeepTone'un yazısında anlattıklarının bana oldukça ilginç geldiğini söylemek isterim. Nasıl yani, siyah takım elbise, beyaz gömlek ve kravat takınca kendimi başka mı hissedeceğim? Ha, dışarından farklı görünebilirim, bu adam saygın bir kişi deyip farklı gözle bakabilir insanlar. Güzel giyinen kişiler toplumda daha fazla itibar görürler. "Ye kürküm ye"  sözünün bir gerçekliği vardır ama bana göre önemli olan insanın üzerindeki kıyafet değil özünde nasıl biri olduğu. Mafya elemanları da takım elbise giyer, o zaman ben elbise giydiğimde onlardan biri gibi mi hissetmeliyim kendimi? Yani, tuhaf bir durum.

Yukarıda değindiğim üzere durum cinsi lâtiflerde belki farklı olabilir, bilemem. Muhtemelen onlar rengârenk giyindiklerinde kendilerini daha mutlu, döpiyes giydiklerinde daha otoriter hissediyordur. Erkekler bu konuda nasıl farklı davranabilir benim açımdan bilinmeyen bir durum. 

İşim gereği yıllarca takım elbise giymek zorunda kaldım. Toplumun kabulleri çerçevesinde insanların saygı göstermesi için, belki de başkalarına duyduğun saygının gereği olarak bunu yapmam kaçınılmaz oldu. Emekli olduğumdan bu yana nikâh, düğün gibi törenler ve bazı özel durumlar dışında kravat takmıyorum. İnsanların bana kıyafetimden dolayı saygı gösterip göstermemesini umurumda değil. Benim açımdan önemli olan, giydiğim kıyafet içinde rahat hareket edebileyim. Genellikle, yaşımın gereği cafcaflı renkleri tercih etmem, gençken de tercih etmezdim aslında. Kıyafet, hayatımda ön sıralarda önemi olan bir konu değil. Öyle ki hangi kıyafete, ne zaman ihtiyacım var eşim karar verir ve bu tür alışverişler, prova aşamaları dahil en sıkıcı bulduğum anlardır. Mağazalarda vitrinlere bakmayı AVM lerde vakit geçirmeyi hiç sevmem. Bir şey alınması gerekiyorsa en kestirme yoldan alıp çıkmayı isterim, iş uzarsa tansiyonum düşer, gözlerim kararır.

Kadınlar, gençler ve bazı erkekler için durum farklı olabilir, farklıdır da. Benim gibi kıyafet konusunu bu kadar önemsemeyen başka biri var mı bilmiyorum. Bu sebeple giydiğim kıyafet ruh halimi ve davranışlarımı etkilemez diyebiliyorum. Eğer bu meziyete sahip olsaydım, 14 Mayıs'tan sonra üzerime siyah dışında başka bir renge sahip kıyafet giymezdim zaten. En sevdiğim kıyafet kot ve tişört, evde de eşofman. Daha ne olsun, en azından bu konuyu dert etmiyorum.  

11 Mayıs 2023 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 194

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Çocukların kırsalda mı büyük şehirde mi büyümesi daha iyidir?"

Ülkemizin ortamı hem kırsalda hem de büyük şehirlerde büyüyen çocuklar için pek çok yönden sıkıntılı bir durum arz etmektedir. Durum böyleyken hangisinin daha iyi olduğuna dair bir şey söylemek bana göre anlamsız. Çocuklar sağlıklı koşullarda yani iyi beslenerek, huzurlu ve güven ortamında, fırsat eşitliği temelinde bilimsel eğitim alarak büyümeli. Ne yazık ki ülkemizin içinden geçmekte olduğu bu karanlık dönemde, mevcut yönetimin sebep olduğu ekonomik çöküşle birlikte, adaletsiz ve eşit olmayan böylesine olumsuz koşullarda çocukların sağlıklı büyümesini olası görmüyorum. 

Bu sebeple soruyu ülkemiz özelinde değil de gelişmiş ülkelerin sahip olduğu imkânlar dahilinde cevaplamaya çalışayım. O zaman kırsal yaşam çocukların büyümesi için daha cazip gibi görünüyor. Her şeyden önce büyük kent yaşantısındaki hava kirliliği, gürültü, trafik sıkışıklığı gibi dertler kırsal yaşamda yok. Üniversite aşamasına gelinceye kadar küçük yerleşim yerlerinde kaliteli eğitim kurumları mevcut ise, çocuklar sosyal ve bilimsel her türlü eğitimi bu merkezlerden alabilirler. Tam da bu noktada aklıma yine köy enstitüleri modeli geliyor. Bu okullarda yetiştirilen öğrenciler tarımdan hayvancılığa, bilimden sanata kadar bütün konularda bilgi sahibi olurken ülkenin kalkınmasına büyük katkıda bulunuyorlardı.

Büyük şehirlerde yaşamak büyük zaman kaybına sebep ve insanı tüketen bir koşuşturma gerektirir. Çocuklar da bu durumdan büyük ölçüde olumsuz olarak etkilenirler. Sabahın erken saatlerinde kreşlere bırakılan çocukların sağlıklı büyüyebilmesi anne ve babalarının maddi gücüne bağlıdır. Şehir yaşamı çocukları apartman dairelerinde duvarlar arasına hapsettiği için kırsal yaşam onlara sağlık bakımından olduğu kadar çevreyi tanımada büyük avantaj sağlayacaktır. Eskiden hayvan sırtında şehre ulaşım sağlanırken hem ulaşım hem de iletişim imkânlarındaki gelişme kent ve kırsal arasındaki mesafeyi kaldırmış olup sağlık, alışveriş ve sanatsal etkinliklerde kırsalda yaşamak, çocuklar için olası dezavantajlı durumları büyük ölçüde azaltmıştır. Ancak üniversite seviyesine gelmiş gençler için büyük şehirde yaşamak bir zorunluluk olarak önümüze çıkmaktadır. 

Liseyi bitirene kadar kırsalda büyüyen çocuklar daha sağlıklı beslenirler. Sütünü, yumurtasını ve sebze meyvesini yerken içeriğinde pek çok zararlı katkı bulunan paketlenmiş gıdalardan uzak, temiz havada güzel bir yaşam sürebilirler. Eğer olumsuz bir durumdan bahsetmek gerekirse ufak yerleşim yerlerinde dedikodu, çekememezlik nedeniyle birtakım huzur bozucu olaylar yaşanabilir. Bunun yanı sıra, herkes birbirini iyi tanıma imkânına sahip olduğu için kırsal bölgeler, görece daha güvenli olarak değerlendirilebilir. 

Kırsalda geçim daha kolaydır. Büyük şehirlerde kreş, beslenme, ulaşım vs. giderleri düşününce çocuk büyütmenin maliyeti oldukça yüksektir. Köy enstitülerine benzer kurumlarla eğitim ve sanat kırsal bölgelere indirilmeli, böylelikle köyde yaşayanlar cehaletten kurtulmalıdır. Günümüzde kırsal bölgelerde gerek eğitim gerekse ekonomik bakımdan geri kalmışlığın önemli bir nedeni de taşımalı eğitim sistemiyle köy okullarının kapatılarak çocukların dolayısıyla ülke geleceğinin siyaset güdümlü yobaz imamların eline verilmesidir. Eğer kırsal kesimde gerekli reformlar yapılarak kaliteli eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşımın çözülebilirse üniversite seviyesine kadar çocukların kırsal bölgelerde büyümesinin daha iyi olacağını düşünüyorum.     

4 Mayıs 2023 Perşembe

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 193

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Filmler, diziler neden çok popüler?"

Film ve dizilere duyulan ilgi, toplumun değişik kesimleri için farklılık göstermekte. Genç kuşak fantastik, bilim kurgu türündeki dizi ve filmleri izlemeyi tercih ederken, daha ileri yaşlarda ve özellikle de çalışmayan kadın nüfusa bakıldığında, tv lerde gösterilen yerli diziler öne çıkıyor.

Bizim kuşağımız, televizyonun ülkemize girdiği ilk yılların siyah beyaz ekranlarında gösterilen yabancı dizilerin müptelâsıydı. Dallas, Kaçak, Charlie'nin Melekleri, Küçük Ev, Arsen Lüpen gibi dizi filmlerin yayınlandığı saatlerde sokaklar boşalır, işler söz konusu dizilerin yayınlandığı saate göre ayarlanırdı. Doğrusunu söylemek gerekirse günümüzde böylesine bir popülerliğin tanığı değilim. 

Çok kaliteli dizi ve film yapımlarının yanı sıra izledikten sonra zaman kaybı olarak gördüğümüz filmler de var. Üstelik yapılan değerlendirmeler çoğu zaman kişisel olduğu için popüler kabul edilen bazı filmler bir başkası tarafından beğenilmeyebiliyor. Özellikle ülkemizde üretilen bazı dizilerin, dikkatleri ülkenin gerçeklerinden uzaklaştırarak toplumu aldatmaya ya da algı oluşturmaya çalıştığını, buna zaten hazır durumda olan eğitim seviyesi düşük halkımızı ağına düşürerek popülerlik kazandığının altını çizmek gerekir. ABD başta olmak üzere yaptığı film ve dizilerle kendi ideolojisini yaymaya ve ne kadar demokratik ve refah düzeyi yüksek, adil bir toplum olduğunu göstermeye çalışan ülkeler de yok değil. 

Ne yazık ki film ve dizi konusu ilgi alanımın dışında. Dolayısıyla günümüzde dizi ve filmlerin neden çok popüler olduğunu soran DeepTone arkadaşımıza verilecek net bir cevabım yok aslında. Fikrimce ülke genelinde sıralamaya koyarsak film ve dizlerden daha popüler başka şeyler var. Sözgelimi yemek programları belki de ilk sırayı alır. Hemen arkasından Acun'un Survivor'ı gelebilir! Kitap okuma oranında olduğu gibi, kaliteli dizi ve film izlemede dünya genelinde alt sıralarda yer aldığımızı düşünüyorum. Özellikle sanat filmleri yurdumuzda fazla alıcı bulmuyor. Umuyorum ki ben yanılıyorum; dizi ve filmler gerçekten fark edemediğim ölçüde popülerdirler. Gözlemlediğim kadarıyla (tv de gösterilen Türk dizileri hariç) film ve dizi izleyenler genellikle kitap okuyan kişiler. Bu gerçek ise ve ülkemizde kitap okumanın çok popüler olduğundan bahsedebiliyorsak, ancak o zaman ülkemizde film ve dizi izlemenin popülerliğinden söz edebiliriz. 

Deep'in önerdiği Netflix dizisi Borgen'ı hayranlıkla izlemiş ve çok beğenmiştim. Elbette kendi ilgi alanlarımıza göre gerçekten emek harcanmış kaliteli yapımlar var. Bunların yanı sıra gişe yapsın diye her türlü hokkabazlığa prim verenlerin olduğu da bir gerçek. 

28 Nisan 2023 Cuma

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 192

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"İnsan ömrü gittikçe uzuyor. Bunun nedenleri ne olabilir?"

İnsan ömrünün uzadığı bir gerçek. Son yıllarda kafamı kurcalayan sorulardan biri de bu. GDO'lu besinler, hava kirliliği, kanserojen maddeler, sigara ve uyuşturucu madde tüketimi gibi etkenler sürekli artarken nasıl oluyor da insanın yaşam süresi uzayabiliyor? Tıp alanındaki gelişmeler, hijyen koşullarının eskiye kıyasla iyileşmesi, savaş, salgın hastalık ve benzeri felâketlerin etkisini yitirmesi sebebiyle insanların daha uzun süre yaşama imkânına kavuşması ömrü uzatan başlıca nedenler arasında sayılabilir. Diğer taraftan gelir adaletsizliği sebebiyle yoksulluğun artması ve bu nedenle halkın büyük bir kesiminde sağlıklı beslenme imkânının kalmaması, hızlı yaşam ve zor çalışma koşulları sonucunda stres ve psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkması ise, görünürde yaşam süresinin kısalmasına sebep olan faktörler olarak karşımızda duruyor. Teraziye vurduğumuzda insan ömrünün uzaması lehine olan etkenlerin daha ağır çektiğini görüyoruz. 

Canlılar aleminde en uzun ömürlü türlerin tamamı suda yaşıyor. Bildiğim kadarıyla sadece kaplumbağaların ortalama yaşam süresi insanlarınkinden fazla. İster istemez uzun bir ömre sahip olmanın nasıl bir fayda sağlayacağı düşüncesi geliyor insanın aklına. Ömür ve yaşam! Birbirinden farklı iki kelime... Pil uzun ömürlü olabilir ama pilin yaşam süresi uzun diyemeyiz meselâ. Yaşam süresi sadece canlılar için özellikle de insanlar için geçerli bir kullanım olabilir. Sözgelimi makineye bağlı bitkisel hayat süren bir insana yaşıyor diyebilir miyiz? Yani asıl önemli olan kaliteli bir yaşamdır. Yaşam süresinin uzamasına ne kadar hazırız? Böyle giderse az sayıda çalışan, çok sayıda emekliye bakmak için büyük çaba sarf etmek zorunda kalacak. Sağlık harcamalarına büyük paralar harcanacak. Bu durumun faturasını ödemek de çalışan kesim üzerinde büyük bir yük.

Bana göre en iyisi, akıl ve beden sağlığı kendini idare edebilecek seviyeye kadar yaşamak. Global sağlık sektörü ölüyü diriltecek seviyede insanları birer canlı cenaze düzeyinde yaşatmaya ve kendi kasalarını doldurmaya çalışıyorlar. Evet, neredeyse her hastalık, tıbbi cihazlarla tetkik edilip doğru teşhis konulabiliyor. Uygulanan tedavi ve önerilen ilâçlar problemi çözerken yan etkileriyle başka problemlere kapı açıyor. Belki de insan ömrünün uzamasının başlıca nedeni bu küresel ilâç firmaları. Ömürleri uzatıyorlar sadece, insana yaşamlarını geri vermiyorlar. Peki ne yapmak lâzım? İnsanları belli bir yaşa gelince öldürmek mi çözüm?  Bir canlının bilerek ölümüne sebep olmak caniliktir. Diğer taraftan, insan yaşamı içgüdüsel bir mücadeledir. Ötenazi hakkı talep edenler dışında ölmek istemez hiçbir insan. 

Bu açıdan bakınca soru son derece ilginç bir duruma geldi. İnsan ömrünün gittikçe uzamasının nedenlerini tartışıyorduk. Uzun yaşam süresi, insanın hem kendi açısından hem de toplum nazarında bazı olumsuzluklara yol açacağı hesaba katıldığında, yaşam süresini uzattığını düşündüğümüz nedenleri ortadan kaldırmak mı yoksa onları o kadar önemsememek mi gerekir? Sözgelimi teflon tavada yemek pişirmek ya da GDO'lu besin tüketimi konusunda titizliğimizden taviz vermemeli miyiz? Acil durumlar dışında her hastalandığımızda doktora, hastaneye koşmanın faydası mı zararı mı var acaba? Uzun yaşamak için düzenli bir şekilde check-up yaptırmak gerçekten faydalı bir şey mi? 

Bir de uzun yaşam süresinde genetik faktörleri de unutmamak lâzım. Gereksiz yere insan ömrünün uzatılması fikri bana tuhaf geliyor. Yüksek enflasyon ortamında bir tacirin ya da imalatçının kredi kullandığı için hiçbir kazanç elde edemeyip sadece bankaları zengin etmesi gibi, gezmeden, okumadan, eğlenmeden, istediğini yiyip içmeden sürülecek bir hayatın kimseye bir faydası yok, yaşımız ilerleyip böyle bir duruma geldiğimizde sadece sağlık kurumları ihya olacaktır. Bütün bunlardan şu sonucu çıkarabiliriz. İnsanın gittikçe daha uzun yıllar yaşaması, kapitalist sistemin getirdiği bir sonuçtur. Bu çoğu kişiye hoş gelebilir fakat gelecekte nasıl bir sonla karşılaşacağımız hususu gerçekten tartışılmaya değer. Zira eskiden kırk kırk beş yaşında emekli olup ölene kadar on beş yirmi yıl daha yaşanırdı. Şimdi altmış beş yaşına kadar çalışmak zorundasın. Daha uzun çalışılsın ki bir avuç zengin daha zenginleşsin, halkın emeğinin karşılığı daha da ucuzlaşsın. Gariban insanların uzun yaşaması demek daha uzun süreli eziyet çekmeleri demek. Herkese hayırlı ömürler dilemek en iyisi.  

19 Nisan 2023 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 191

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu, sevgili Sade ve Derin / DeepTone tarafından belirlendi.

"Borç para almak veya vermek arkadaşlığa zarar verebilir mi?"

Borç vermenin iyilik ya da yardım aktivitesi olarak görülmesi düşüncesine karşıyım. İyilik yapmak isteniyorsa verilecek paranın geri dönüşünün hesaplanmaması gerekir. Aksi takdirde arkadaşlık büyük ihtimalle bozulur. Özellikle TL cinsinden borç verildiğinde eğer borç tutarı dövize ya da altına bağlanmaksızın yapılırsa bu enflasyon ortamında borç veren her zaman haksızlığa uğrar. 

Yıllar önce bir arkadaşıma senetsiz sepetsiz 1.000 USD borç vermiştim. Aradan geçen onca zamana rağmen geri ödemedi. Israrlı arayışlarım karşısında sürekli mazeret uyduruyordu ve sonunda telefona çıkmaz oldu. Arkadaşlığımız tamamen sona erdi. Böylece alacağım paranın üzerine bir bardak soğuk su içtim. Bu olaydan sonra prensip kararı alıp kimseye borç vermedim ve kimseden borç istemedim. Şimdi kafam dinç ve huzurluyum.

İnsan gelirini giderini hesaplayıp ayağını yorganına göre uzatmalı. Çaresiz durumda olan arkadaşlarına gerekirse elinden gelen yardımı esirgememeli. Bu ayrı bir şey, o zaman yaptığın yardımın geri dönüşünü beklemeyeceksin. Eğer durumunu düzeltir sana olan borcunu öderse ne âlâ, ödemezse de beklenti içinde olmayacaksın. Devir değişti artık, toplumda birbirlerine güven duygusu kalmadı. Kendine en yakın gördüğün kişiler senden bir şekilde faydalanmaya bakıyorlar. Bu bakımdan herhangi bir yakınım ya da arkadaşım benden borç istediğinde dahi ilişkimizin bozulacağını göze alması gerekir. Para işleri tehlikeli işler. Yakın arkadaşlar, akrabalar en ufak para meselelerinde birbirlerine girebiliyorlar. En iyisi uzak durmak gerekir bu alacak verecek işlerinden. 

Arkadaşlıklar güvene dayanmalıdır. Dileğim şu ki kimse kimseden borç isteyecek duruma düşmesin. Zaman kötü. İyi bir insan dahi olsa alacaklı borçluyu rüyasında görebilir, acaba günü geldiğinde bana borcunu ödeyebilecek mi diye sıkıntı çekebilir. Hele büyük miktarda paralar borç olarak verilmemeli. Zira belki karşına bir fırsat çıkacak, yatırım yapacaksın. O zaman borcunu talep ettiğinde karşı taraf sana peki mi diyecek? Bana biraz daha zaman ver diye rica edecek. Ne oldu şimdi? Bu adaletli bir durum mu? Git o zaman bankadan kredi çek. Eskiden bu borç alma hikayesi daha yaygındı ama o zaman insanların birbirine karşı duyduğu güven vardı. Şimdi yok, borç verdiğinde eğer kendini sağlama almadıysan geçmiş olsun. İstisnalar kaideyi bozmaz elbette ama istisnalara erişim hayli zordur. Herkese borçsuz günler diliyorum.