KATEGORİLER

23 Ağustos 2016 Salı

RÜZGAR ÇANI

22/08/2016 Pazartesi, Tire
Pazar gününün yorgunluğunu atmış olarak başlıyoruz haftanın ilk gününe. Bugünün nispeten sakin geçeceğini bekliyorum. Kahvaltı, üstelik yöresel tatlarla zenginleştirilmiş serpme kahvaltı bu bölgede ilgi topluyor toplamasına ama Taş Ev tam manasıyla keyif yeri. Öyle ayaküstü tıkınılacak bir yer değil. Şehrin sıcağından kaçmak, ağaçların gölgesinde eşsiz manzaraya karşı tadına vara vara kahvaltı etmek isteyenlerin yeri.

Gün içinde yaşananları gecenin geç vakitlerinde yazıyorum. Singapur'dan aldığımız "Rüzgar Çanı" (Adını merak ediyordum, internetten buldum.) veranda kapı kasasında şıngırdıyor zaman zaman. Bu sesi her zaman duymak istiyorum. Rüzgar olmasa da şehre göre ağaçların verdiği serinlik var ama deniz tarafından esen rüzgar pek güzel oluyor.  

Her zamanki gibi kahvaltımızı bu sabah da aynı saatte yaptık. Ruhsat için ne gerekliyse tamamladık sanıyorum. Eksik olan itfaiye raporu ama o da hazır sayılır. İtfaiyeden gelen yetkililerin tutanağa döktükleri eksiklikleri harfiyen yerine getirdik. Bir yangın söndürme tüpümüz vardı, ikincisini aldık, alt ve üst katlarda çıkışları gösteren ışıklı bilgilendirme levhalarını, elektrikler kesilince çıkışları aydınlatan ışıldakları yerlerine taktırdık. Bize manasız gelse de taş duvarda bıraktığımız boru içinden geçirdiğimiz bakır tüp borusunu cânım ahşap pencere doğramasında matkapla açılan deliğin içine aldık. Dışarıdaki tüpleri dolap içine sokup, içeriye gaz detektörü koyduk. Aşağı inip kontrol için itfaiyeyi davet edeceğim ev ödevlerini yapmış bir öğrenci misali.

Misafire nohut mayalı ekmeğin yanı sıra beyaz ekmek sunuyoruz. Halkımızın temel gıdası olan ekmek taze olmalı. Bir sonraki güne kalan ekmek Zeytin'in oluyor. Garibim tazesine bayatına bakmıyor. Kızımın aldığı hazır mama vitamin içeriyormuş, kemikleri güçlenmesi gerekirmiş. Ama ondan da bıktı. Ekmek en sevdiği yemek onun için. Sabahları gidip taze ekmek getirmek yeni üstlendiğim bir görev. Belli bir zaman sonra fırıncıların kapımıza kadar ekmek getirmeye can atacaklarını biliyorum. Ama çok yeni olduğumuz için her gün kaç ekmek gider kestirmek çok zor. Bazen sadece ekmek almak için ikinci kez çarşıya indiğim oluyor. Domates, salatalık stoklarımız da kalmamış. Pazartesi, salı ve cuma günleri pazar kuruluyor. Bugün toplu konutun içinde kurulan pazardan alıyorum nevaleyi. Tam itfaiyeye doğru yola çıkacakken eşim arıyor. "Hemen ekmeği yetiştir, misafirimiz var."

Ekmekleri alıp hemen yukarı çıkıyorum. Bir öğretim üyesi, öğrencisinin daveti üzerine yurdun ta öbür köşesinden buralara kadar gelmiş, bizi bulmuş verandanın en güzel köşesine oturmuşlar. Masayla ilgileniyorum. Buyur ediyorlar. Sohbet koyulaşıyor. Ne memleketin hali kalıyor konuşmadığımız ne de manzaranın güzelliği. Tereyağına, balımıza ve reçellere hayran kalıyor hoca.

Daha sonra gelenler olunca öğlene kadar aşağı inmem mümkün olmuyor. Sonra bir fırsatını bulup itfaiyeye gidiyorum. Görevli notunu alıyor, dört iş günü içinde geleceklerini söylüyor. Sabahları programa alınıp alınmadığını öğrenebileceğim bir telefon numarası veriyor.

Hijyen kursu sertifikamı almak üzere Halk Eğitim Müdürlüğüne gidiyorum. Henüz müdür imzalamamış belgeyi. Görevli hoca çok sevdiğim bir insan. "Eşimle birlikte Taş Ev'e  gelirken getireceğim belgenizi." diyor. Halk Eğitimin çok sayıda kurs düzenlediğine ve halkın eğitilmesinde etkin bir rol oynadığına ilk kez şahit oluyorum.

Eleman konusunda arayanlar oluyor ancak biraz seçici davranıyoruz. Bölge itibarıyla sahildeki otel ve restoranlarda sezonluk çalışanları uygun görmüyoruz. Onlar göçmen kuşlar gibi ilk fırsatta sahillere göçecekler doğal olarak. Müracaat edenlerin bir kısmı da servis olup olmadığını soruyor. Tamam, Taş Ev yaylada ama şehre uzaklığı topu topu beş kilometre. Buraya çalışan düzenli bir toplu taşıma aracı da yok lakin yediden yetmişe herkesin altında bir motosiklet var. İlk gördüğümde şaşırmıştım. Kaynana motoru kullanıyor, arkasına gelini almış aralarına da torunu sıkıştırmış trafikte gidiyorlar.

Jandarmaya gitmeyi düşünüyordum ama yukarıdan çağırıyorlar yine. Bir fırsatını bulup demir kapının yanında girişi daraltan kestane dallarını kesiyorum. Daha sonra yol boyu geçişi ve görüşü engelleyen dalları budaya budaya aşağı iniyorum. İstanbullu olduğu her hallerinden belli bir hanımefendi ve bir beyefendi arazi aracı içinde giriyorlar bahçeye. Tereddütlü bir halde açık olup olmadığımızı soruyorlar. Açık olduğumuzu öğrenince araçlarını park edip Taş Ev'e doğru geliyorlar. Hüseyin onları karşılarken gidip üzerimi değiştiriyorum. Ödemiş'in kebabını yedikten sonra Tire'nin şiş köftesini denemek üzere bir yer arıyorlarmış. "Tam yerine geldiniz buyurun" diyoruz. "Yanına bir de çoban salata istiyoruz." diyor beyefendi. Bizde yok yok. Eşim geçiyor şiş köfteleri tereyağında çevirmeye. "Çoban salatası bende." diyorum. Her şey taze ve katıksız. Ortalığı mis gibi tereyağı kokusu sarıyor. On dakika sürmüyor hazırlık. Salatanın zeytinyağı az geliyor. Halbuki epey yağ dökmüştüm üzerine. Yağın kaynağı bizde nasıl olsa. Size özel yağ getireyim diyorum. Bir tabağa kendimize ait zeytinyağını döküp üzerine bahçeden topladığımız kekik ve pul biber serpiyorum. Hanımefendi soruyor "Soğuk sıkım mı?" "Evet" diyorum "Halis muhlis." 

Bu arada üniversiteden arkadaşım Ali sürpriz bir ziyaret yapıyor ailecek. Büyük oğlunun düğününe davetiye getirmiş. Bugün telefon etmiş ama geleceklerinden bahsetmemişti. Onları da verandada ağırlıyoruz. İstanbullu misafirlerimiz üst katı gezmek istiyorlar. Taş duvarlar gibi ahşap çatının mimarisi de çok ilgi topluyor. Muhabbet koyulaşıyor. Önceleri tepeden bakan hanımefendi bizleri tanıdıkça açılıyor. Telefonlar veriliyor, alınıyor. İşte benim hayalini kurduğum şeyler bunlar.

İstanbulluların arkasından Ali müsaade istiyor. İkimizin ortak düşüncesi aynı. "Şu içki ruhsatı bir alınsın, daha da güzelleşir burası."

Hüseyin'le birlikte Zeytin'i alıp bahçenin sınırlarını gösteriyor, damlama şebekesi hakkında onlara bilgi veriyorum. Aslında ikisi de araziden hoşlanıyor. Camları silmek Hüseyin için kadın işi. Belki de hayatında ilk ilk kez camları silip yerleri paspaslıyor. Alttaki borulardan biri ek yerinden çıkmış, su boşuna akıyor. Daha önce bahsettiğim gibi vana açılınca ağaçlar sulanmıyor. Devamlı kontrol şart.

Zeytin borunun birine dişini geçiriyor. Borudan tazyikle fışkıran su delirtiyor onu. Kah ağzını açıp içiyor, kah suyun etrafında yuvarlanıp oynuyor. Bugün yıkamayı düşünürken, bizden evvel davranıp kendi banyosunu kendisi yapıyor.

Akşam saatlerinde gelenler Ankara'dan. Onlar da açık olduğumuzu bilmeden gelmişler. Oturup Ankara muhabbeti yapıyoruz. Biraz siyaset, biraz ticaret sohbet uzuyor, kahveler içiliyor ve günü noktalıyoruz.

Oğlum Whatsapp 'tan mesaj çekmiş. "Neredesiniz yaw" Hangsouts üzerinden uzun uzun sohbet ediyoruz ta Ummanlardan. Artık yurda dönmeye kesin karar vermiş. Arkasından kızım arıyor. Onunla da uzun konuşuyoruz. Taş Ev'i ve Zeytin'i merak ediyor. Bir de benim blog yazısında yaptığım hataları söylüyor. Gülerek, "kusura" bakmayın diyeceğine "kurusa" bakmayın demişsin" diyor. Kelime hatası vermiyor imla kontrolü ne yapayım. "Kaçmış gözümden diyorum."

22 Ağustos 2016 Pazartesi

TAŞ EVİN YOLUNA BAŞLANIYOR


02/08/2016 Salı, Tire

Bugün sabah Burak Bey makineyi gönderecekti. Bunun olmayacağından o kadar emindim ki gün içinde yapılacak işler arasında ona hiç yer vermedim. Dahası söz verdiği halde yine işe başlamadığı için onu arayıp hesap bile sormayacaktım. Yani bugün yol yapımı işini kafamdan attım. Ne vardı kafamda? Önce belediyeye gidip ruhsatla ilgili prosedüre devam etmek. Daha sonra Salı Pazarından alışveriş yapmak, eve uğrayıp bir şeyler almak, vakit kalırsa Dündarlı yolundaki mandıraya uğramak…
Zeytin yeni ortamına iyice alıştı artık. Sabah benden önce kalkan eşim onun zincirini çözdükten sonra kahvaltısını hazırlıyor. Ben kalkıp avluya çıktığımda ne çok sevindiğini anlatamam. Zıplıyor, etrafımda koşuyor, yerlerde yuvarlanıyor… Sanki uzun yıllar görüşmemiş iki dostun karşılaşması gibi bir şey bu...
Toparlanıp çıkmamız uzayınca belediye işi öğleden sonraya kaldı. Önce eve uğradık biz de. Eşim ütü yaparken ben odada CNN Türk izledim. Bütün TV kanallarının birbirinden farkı kalmadı aslında. Yeni kararname ile yapılan önemli değişiklikler anlatılıyor. Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanına bağlanmış, askeri okullar kapatılmış. Askeri hastaneler sağlık bakanlığına bağlanmış. İnsan düşünmeden edemiyor. Bu darbe teşebbüsü olmasaydı koca Silahlı Kuvvetler bu kadar kolay çökertilebilir miydi? Darbe teşebbüsü ve paralel dedikleri örgütleşme için uygun ortamı hazırlayan herhalde Silahlı Kuvvetler değildi. Bu ortam herkesin bildiği gibi cumhurbaşkanı ve iktidar partisi tarafından hazırlandı. Suçsuz paşalar bir bir içeri atılır onurları ile oynanırken iktidar bu hareketin koruyucusu, destekleyicisi değil miydi? Bu bakımdan cezalandırılacak, lağvedilecek bir kurum varsa o da iktidar partisi ve cumhurbaşkanlığını başkanlık sistemine evirmeye çalışan cumhurbaşkanından başkası olabilir mi?
Evden eşyaları alıp çıkıyoruz. Öğlen tatili olduğu için bu arada pazar alışverişini yapmak en iyisi. Közlemek için bir çuval kapya biber alıyoruz. Hava çok sıcak. Bir an önce işimizi bitirip yaylaya dönmek gerek.  
Belediyeye uğruyoruz. İmar Müdürlüğünden henüz cevap gelmemiş. Ruhsat şubesi çok ilgili. Hemen telefon ediyor müdür. Elemanlarından birini gönderip imar bakımından işyeri olmasında mahsur yoktur yazısını getiriyor. Evrakları hazırlayıp İtfaiye Müdürlüğüne gitmemizi söylüyorlar. Tanıtım ve bilgi tabelalarını asabileceğimizi söylüyorlar. Teşekkür edip İtfaiye Müdürlüğüne gitmek üzere belediye binasından çıkıyoruz. Arabayı biraz uzakta perk ettiğim için eşime belediyenin önünde beklemesini söylüyorum. Arabaya biniyorum. Karşıdan bir araba geliyor, gerisin geriye dönüp ona yol veriyorum. Arkasından bir tane daha. Sonra bir başkası. Sonunda dar sokaktan çıkmayı başarıyorum. Ancak karşıdan gelen araçlarla sokak yine kördüğüm oluyor. Yolun açılması için geri geri gitmem gerek. Sağlı sollu park etmiş araçların arasına giriyorum. Öyle ki sağımda ve solumda bir santimetre bir boşluk kalıyor. Tam o sırada telefonum çalıyor. Kim bu münasebetsiz diyerek telefonuma bakıyorum. Arayan sürpriz bir isim. Yolun müteahhidi Burak Bey. Makinenin yayla kapısında beklediğini söylüyor. “On beş dakika sonra oradayım.” diyorum.  
Eşimi belediye binasının önünden alıyorum. O İtfaiye Müdürlüğüne gitmemizi beklerken yaylaya dönmemiz gerektiğini söylüyorum. Yaylaya çıktığımızda kapıda makineyi çalışır içindeki operatörü uyur durumda buluyorum. Demir kapının kilidini açıp sürdüğümde çıkan ses bile operatörü uyandırmıyor. Anahtarla traktör kepçenin kabin camına vuruyorum. Operatör irkilerek uyanıyor. Kepçe önde ben arkada bahçeye giriyoruz. Yapılacak işleri tarif ediyorum. Zarar vermesin diye su ve elektrik hatlarının yerini gösteriyorum. Traktörün geçebilmesi için ağaç testeresiyle bir kiraz dalını kesiyoruz. Prefabrik ambar ve yaşam ünitesinin yerlerini hazırlatıyorum. Yaklaşık iki saat sonra kamyondan büyük TIR’dan ufak bir kamyon irisi üzerinde filler malzemesi yüklü olduğu halde bahçeye giriyor. Yükünü bahçenin ortasına boşaltıp ikinci seferine gidiyor. Arkasından Burak Bey ve kilit parke taşı döşeyecek Ali Usta çıkageliyorlar. Bir süre kaldıktan sonra müsaade istiyorlar.
Taş Ev inşaatından kalan sönmüş kireç torbaları, seramikler, kereste, tuğla gibi malzemeleri topluyor düzenleme sahasından çıkarıyorum. Kepçe ağaçların arasında park yerlerini tesviye ediyor. Çalışmaya engel olan damlama sulama borularını söküyorum.
Akşamüzeri Melisa Reklamcılıktan arıyorlar. Yönlendirme levhalarını dikmek için belediye ile konuşup konuşmadığımızı soruyorlar. “Konuştuk, problem yok dikebilirsiniz dediler.” diyorum. Hemen çıkıp levhaları dikmek niyetindeler ama ben makinenin başından ayrılamayacağımı, bir saat sonra gelebilirlerse daha iyi olacağını söylüyorum.
Operatör işini bitirip makineyi durduruyor. Makine bu gece burada kalacak. Operatör aşağı inip inmeyeceğimi soruyor. Bu nezaketen “Beni aşağı bırakıversen iyi olur” demek. Zaten tabelacılara yer göstereceğim için operatöre onu şehre bırakabileceğimi söylüyorum. Tam onu bıraktığım sırada telefonum yine çalıyor.” Tabela işini yarın yapsak nasıl olur?” diye soruyorlar bu sefer de. “Ben sizin için şehre inmiştim ama yarın diyorsanız yapacak bir şey yok o zaman.” diyorum. Tabelacıları bekletmemek için spor kıyafetlerle yola çıktığım için yanıma kimlik, ehliye, ruhsat almadım. Hazır aşağı inmişken birkaç eksik malzeme almak istiyorum ama yanımda para olmadığını da fark ediyorum. Tanıdığım bir yerden ödünç para alıyorum. Balıkçının önünde bir kalabalık görüyorum. Oradan hemen iki tane çipura alıyorum. Akşama ziyafet var. Izgara balık ve yanında soğuk bir bira hayali kuruyorum.
Kaplan yolunda bahçeye filler malzeme getiren koca TIR’ı sollanabilecek ender yerlerden birinde soluyorum. Bahçeye girer girmez nevaleyi havuzun kenar duvarına koyuyorum. Mutfağa girip hazırlıklara başlıyorum. Dışarı çıktığımda bir de ne göreyim? Bizim Zeytin naylon poşetin içindeki balıklardan birini yürütmüş kuyruğundan başlayarak afiyetle götürüyor. Kızıyorum. Hiç beklemezdim bu hırsızlığı ondan. Balığı bırakıyor ve uzaklaşıyor. Sonra gönlünü almak istiyorum aldırış etmiyor. Çağırıyorum gelmiyor. Kabına önünden aldığım balığı koyuyorum ona bile yaklaşmıyor. Gece bağlayacağım hiç oralı olmuyor. Kucaklayıp ağaca bağlıyorum. Umarım yarına her şey unutulur yeni bir güne başlarız.

INTERNETT


01/08/2016 Pazartesi, Tire

Yaylada canımı sıkan tek sorun internet. Bazı yolunda gitmeyen hususlar oluyor olmasına ama sabırla işimizi takip ederek sonuç almayı öğrendik sanırım. Saat dokuz olunca Telekom müdürünü aradım. Sözde bugün keşfe gelecekti. Hafta sonu gelmiş, keşfini yapmış meğerse. Samimiyetsizliği bundan belli zaten. Eğer yapıcı olsaydı keşif sırasında geleceğini haber verirdi. Efendim, internet bağlantısı için kablo çekemiyorlarmış, sadece telefon hizmetinden yararlanmak için bir yansıtıcı koyabilirlermiş.
Telekom müdürünün teklifini elbette kabul etmedim. “Genel müdürlüğünüze şikâyet edeceğim.” dedim. Hiç oralı olmadı, “Şikâyet edebilirsiniz.” dedi.
Yolu yapacak yüklenici yine sözünü yerine getirmemiş, makineyi göndermemişti. Tam Burak Beyi arayacaktım ki telefonum çalmaya başladı. Arayan kayıtlı bir numara değildi. Telefonu açtım. Karşımdaki genç erkek sesi beni yine şaşırttı. Superonline yetkilisi olan genç, modem bağlantısı için gelmek istediğini söyledi. Kablo bağlantısı bulunmadığını ve son bir hafta içinde olanları anlattım. O da geçen hafta gelen arkadaşı gibi Telekom Genel Müdürlüğüne şikâyet etmemi tavsiye etti.
Makine gelmemişti ama gelmesini de çok istemiyordum. Bütün işler birbirinin üzerine binmişti. Aşağı yaylaya gelen su kesilmiş, Salih Ustayı bekliyordum. Belki de en acil olan konu buydu. Yola başlasalar makinenin başından ayrılamayacaktım. Diğer önemli bir konu da belediyeye uğramam gerektiğiydi. Salih Ustayı aradım. Dün pazar olmasına rağmen çalıştıklarını söyledi. Doğrusu sözünü tutsaydı dün de gelebilirdi. Ama yine de aradığımda telefonu açan nadir adamlardandır Salih. Sabah arabasının vizesi varmış, daha sonra bana geleceklerini söyledi. Bu iş de öğleden sonraya kalınca eşimle birlikte şehir merkezine inmeye karar verdik.
Zeytin iyice alıştı yeni yerine. Gece kaçmasın diye bağlıyor, sabah erkenden çözüyoruz. Çarşıdan ona güzel bir tasma ve zincir aldık. Uzun bir zamandır ne eşim ne ben ekmek yiyoruz. Zeytin ekmeği sevdiğinden onun ekmeğini ihmal etmedik. Niyetimiz eve de uğramaktı ancak Salih’in dükkânının önünden geçerken az sonra yola çıkacaklarını söylemesi eve gitme işini yatırdı. Belediyeye uğrayıp oradan yaylaya çıkacağımızı söyledik Salih Ustaya.
Belediyede çok güzel karşılayıp ilgilendiler. Bundan sonraki aşamada yapılacakları anlattılar. İtfaiye ve emniyet ile yapılan yazışmalar fazla zaman alıyormuş. İmar durumu söz konusu oldu. İmar müdürlüğünden arkadaşların tespit için geleceklerini söylediler. Teşekkür edip ayrıldık. Yaylaya gelir gelmez Salih’e telefon ettim. Benden önce ekip gelmiş ve suyun kaynağına ulaşmak üzere yukarı yaylaya çıkmışlar. “Ben de geliyorum.” dedim. Büyük adımlarla yeni yoldan çıktım yukarı yaylaya. Henüz boruların nerede tıkandığını bulamamışlardı. Şansımız yaver gitti. Kısa bir süre sonra büyük havuzun yakınlarında bir kayrak taşını kaldırınca altında büyükçe bir toprak küp ortaya çıktı. Kaynaktan boruya alınan su küpe giriyor ancak çıkmıyordu. Küpün alt tarafından boruyu bulmaya çalıştılar. Uzun bir uğraşıdan sonra boru derinlerden çıktı. O noktada boruyu bıçakla kestiler. Hiç su gelmiyordu. Belli ki küpün çıkışı tıkanmıştı. Borunun içine budakları sıyrılmış uzunca bir ağaç dalı soktular. Dalı çıkartırken kocaman bir tomar ağaç kökü çıktı. Su önünü tıkayan ağaç kökünün alınmasıyla beraber gür bir şekilde akmaya başladı. Neyse ki kolay sayılabilecek bir şekilde bu önemli sorun çözümlenmiş oldu.
Aşağı yaylaya inip cep telefonundan Telekom Genel Müdürlüğüne on-line şikâyet yazısını yazıyorum. Konunun içine öyle dalmışım ki ne kapıdan ne de Taş Ev’in yanına kadar gelmiş belediye pikabının kornasını duyabiliyorum. Gelenler İmar Müdürlüğünden arkadaşlar. Müdür eski Taş Ev yıkılmadan önce gelmişti. Yenisi ile eskisi gözünün önünde canlandırınca gözlerine inanamadı elbette. Onlar da Taş Ev’i beğenerek ayrıldılar.
Artık kimse gelmez deyip demir kapıyı kilitliyorum. Eşime yardım etmek için biraz elma toplamasına yardımcı oldum. Sabah aradığında Burak Bey telefonuma cevap vermemişti. Yeniden aradım, yine cevap yok. Bana onu tavsiye eden genç bir arkadaşı aradım. “Bu adamın niyeti yok mu bu işi yapmaya.” diye sordum. “Ben konuşurum.” dedi. Beş dakika sonra Burak Bey aradı. Defalarca özür diledi, telefonumu açmadığı için. Operatör gelmemiş, telefonuna da cevap vermiyormuş. “Aynı senin yaptığın gibi değil mi?” desem cuk otururdu. Onun yerine “Burada herkes aynı senin operatör gibi değil mi?” dedim çekinerek.
Hava kararmaya yakın taş fırını yaktım. Patlıcanları közledim. Eşim de elmaları ayıklama işini yeni bitirmişti. Verandada oturduk Televizyonlar hala “milli irade” diyor başka bir şey demiyor. Gına geldi artık. Halkımız meğer ne kadar severmiş demokrasiyi (!)

ARTIK ZEYTİN'İMİZ VAR

30/07/2016 Cumartesi, Tire

Menemeni nasıl seversiniz? Domatesleri iyice pişmiş ya da diri? Yumurtanın beyazı pişmiş ama sarısı katılaşmadan? Eşim her zaman iki konuda beni eleştirirdi. Birincisi yemek pişerken tuz koymayı unutmam. İkincisi sebzeleri çok fazla pişirmemem. Bu kez tam onun istediği gibi bir menemen pişirmek istediğimi söyledim.
Soğan ve biberleri yeni öldürmüştüm ki telefonum çaldı. Arayan mobilyacıydı. Dün aldığımız dolabı getirmek istiyorlarmış. “Peki, gelin bakalım.” dedim. Ocağın altını söndürdükten sonra gidip demir kapının kilidini açtım.
Domatesler ağır ateşte pişerken dolapçılar geldi. Dolabı içerideki odaya taşıyıp gittiler. Onlar gittikten sonra unutmadan tuz ilave ettim yemeğe. Domatesler iyice eridikten sonra yumurtaları kırdım. Kahvaltıya başladığımızda eşime menemen konusunda fikrini sordum. “Tam istediğim gibi, bu sefer çok güzel olmuş, eline sağlık.” dedi.
Kahvaltıdan sonra yukarı yaylaya çıkıp kızılcık toplamayı düşündüm. Havuza hala az su geliyor ve bu durum canımı sıkıyordu. Orta yaylanın demir kapısını açtım. Boruların içi su dolsun diye buradaki vanayı kapattım. On beş dakika kadar bekledikten sonra boru ek yerini ve vanayı açtım. Biriken su tazyikle fışkırmaya başladı. Ne var ki su boşaldıktan sonra yine eskisi gibi iyice azaldı. Salih Ustayı aradım, mutlaka yarın sabah gelmesini ve sorunu çözmesini istedim.
Yukarı yaylada kızılcık toplamakla bitmiyor gibi. Küçücük şeyler zaten. Saat nasıl dört oldu anlamadım. Eşim aradı, aşağı ne zaman ineceğimi sordu. Dündarlı köyüne gidecek, hem oradaki mandıra ile konuşacak hem de geçen sene kestane toplarken bize yardımcı olan aileyi ziyaret edecektik. Tam çıkacakken, misafire yakalandık. Bir saat kadar geç çıkmak zorunda kaldık.
Sabahtan Burak Beyi aradım. Telefona cevap vermediği gibi geri dönüş de yapmadı. Eskisi gibi bu tür hareketler kızdırmıyor artık beni. Yola çıktık. Dündarlı köyü Güme ’nin ötesinde uzak bir köy. Yolları dar ve virajlı. Yükseklik derseniz Kaplan’dan çok daha yüksek. Güme ’yi geçtikten sonra Dündarlı sapağının az ötesinde mandıraya girdik. Sahibi yokmuş orada. Muhasebecisi ile konuştuk. Ayrıca patronun annesi bizi misafir etti karadut şerbeti ikram etti. Çok tatlı bir teyze. Eşi Hacı Dayıyı anlattı. Çok titiz biriymiş. Çalışanları titizliğinden bıkmış Hacı Dayının. Patronun telefonunu aldık. Biraz daha oturup yola çıktık. Dündarlı köyüne girerken eşim telefon etti tanıdıklara. İki aile de büyük bir misafirperverlikle karşıladılar bizi.
Gerçek bir dağ köyü hayatı yaşanıyor bu köyde. Buradaki süt bölgenin en iyi sütü. Zaten biz hazırlıklı gitmiş, süt bidonumuzu yanımıza almıştık. Köy kahvesine vardığımızda Yaşar karşıladı bizi. Sütün parasını bile almadılar. Köy yumurtası hazırlamışlar bizim için. Böyle dostlukları Kaplan köyünde göremiyoruz maalesef. İnsan garibanlaştıkça daha bir sevgi dolu oluyor demek ki…
Dündarlı’da benim telefon çekmiyor. Eşimin telefonundan Burak Beyi aradım. İzmir’de olduğunu söyleyerek, sabahki telefonuma dönmediği için özür diledi. Pazartesi sabahı makineyi ve filler için kamyonları yönlendireceğini söyledi. “İnşallah” dedim içimden.
Yaşar’ın evinin önündeki bahçede oturduk. Bize ikramlarda bulundu. Üç tane yavru köpek önümüzde maskaralık yapıyor. Eşim birine talip oldu hemen. Bizi kırmadılar sağ olsunlar. Yolda adını da koyduk. “ZEYTİN” . Bizim aileye bir kişi daha katıldı.

TAŞ EV KAYMAKAM BEYİ AĞIRLADI

21/08/2016 Pazar, Tire

Ticareti cazip kılan onun sürprizlere açık özelliği mi acaba? Belki. En iyisi rezervasyonlu çalışmak. "Adam gelmiş kapıya, geri mi çevireceksin?" diye soruyor eşim. Haklılık payı yok değil. Özellikle ilk günlerimizde insanlardan bunu isteyemeyiz. İnsanlar arabalarına atlayıp dere tepe geziyorlar. Biz de eskiden Tesadüfen tabelanız ilgilerini gezerdik hiç görmediğimiz yerleri. "Rezervasyonsuz kabul etmiyoruz kardeşim." demek ne kadar uygun.  Hiç beklenmeyen bir anda sekiz on kişilik grupların geldiğini düşünün. Zamana karşı yarış içinde küçük küçük kaplarda yirmi çeşit kahvaltılık hazırlamak ne de zormuş. Önceden hazırlamaya kalksan bu sefer gelen olmaz onca malzemeyi çöpe atmak zorunda kalırsın. Bunun üzerine bir de eleman eksikliğini koyduğunuzda durumun vahameti daha da iyi anlaşılacaktır.

Bugün günlerden pazar. Yoğun bir gün olmasını bekliyoruz. Dün Necla Ablalar üç kişilik rezervasyon yaptırdılar. Yanlış anlaşılmasın, Taş Ev'in misafirleri sadece tanıdıklar, akrabalar değil. Ancak Tire ile bağı olan herkes eşimle yaptığı bir iki sohbetten sonra akraba çıkmasalar bile komşu ya da ahbap çıkıyorlar. Yazımın ileriki kısmında böyle bir durumdan bahsedeceğim.

Sabahleyin gecenin yorgunluğunu atamamış bir halde sürünerek kalkıyorum yataktan. Alelacele yaptığımız kahvaltıdan sonra gidip taze ekmek almaya hazırlanıyorum. Telefonum çalıyor. Arayan saygı duyduğum bir dost. Kaymakam bey ve eşleri ile birlikte kahvaltı etmeye geleceklermiş. Eşime yetiştiriyorum hemen haberi. Tatlı bir heyecan başlıyor. Taş Ev kaymakam ağırlayacak. Ne şeref ne şeref. Daha önce tanışmamıştım Kaymakam Bey ile ama herkesin onun hakkında olumlu konuştuğunu biliyorum.  

Hemen ekmek almak için fırlıyorum. Ekmeği aldığım market sahibi kartımı istiyor. Herkes Taş Ev'i soruyormuş. Birkaç tane kartvizit bırakıyorum. Ekmekleri alıp aynı hızla yaylaya çıkıyorum. Henüz gelen giden olmadığına seviniyorum. Veranda sabah güneşini alıyor. Bu saatlerde avlu Taş Ev'in gölgesinde kaldığı için havuzun çevresi daha serin. Kaymakam Bey ve onunla birlikte gelecekler için iki masayı birleştiriyor ve masalara serpme kahvaltı çeşitlerini diziyoruz. İlk gelen onlar oluyor. Arkasından Necla Ablalar ama üç kişi yerine dört kişi.

Ondan sonrası rüya gibi. Rezervasyonsuz gelen kalabalık aileler için yapılan hazırlıklar, çaylar, kahveleri Taş Ev'i gezmek görmek isteyenleri gezdirmeler... Üst kattaki salon ve oradaki manzara bir başka güzel. Taş Ev, Kaymakam Bey ve diğer misafirlerin beğenisini kazanıyor.

Kahvaltıdan sonra güneş almaya başlıyor avlu. Misafirler güneşin tamamen terk ettiği verandayı dolduruyorlar. Kahveler içiliyor. Selçuk'tan genç bir çift geliyor arabalarıyla. Verandada yer yok. Avluda ağaç altında bir yer hazırlamak istiyoruz ama yine de bir miktar güneş alıyor. "Yukarı çıkabilir miyiz?" diye soruyorlar. Biz gezmek istediklerini düşünüyoruz. Ama onların düşünceleri farklı (!) Cam kenarındaki masalardan birine oturuyorlar. Böylece biz de yukarı salona ilk kez misafir kabul etmiş oluyoruz.

Masalarla özel olarak ilgileniyorum bu arada. Bir otomobil daha yanaşıyor. İlginçtir, onlar da yukarıyı görmek istiyor ve köşedeki masaya oturuyorlar. Arabalarının plakası ilgimi çekiyor. Yukarı çıkıp soruyorum. "Edineli misiniz?" "Hayır," diyorlar. "Arabayı Edirne'den aldık." Bozuntuya vermeden devam ediyorum. "Ben de sizi göçmen falan sanmıştım." diyorum. Evet, ben Selanik göçmeniyim." diyor, yanındaki genç hanım. Daha sonra Söke'de göz doktorluğu yaptığını öğrendiğim genç adam "Biz de Dimetokalıyız." diyor. Birden kanımız ısınıyor. Masalarına davet ediyorlar ve koyu bir sohbet başlıyor. Doktorun babası eski Halk Bankası müdürüymüş burada yıllar önce. Eşime haber veriyor, tanıştırıyorum. Bir anda hayret nidaları, bağrışmalar kahkahalar birbirine karışıyor. Doktorun yine kendisi gibi doktor olan ablası eşimin çocukluk arkadaşıymış meğerse. Hemen telefon ediyor İstanbul'da oturan ablasına. Eşimle konuşturuyor. Kırk yıldan fazla bir zaman geçmiş. Doktor duygulanıyor. Sen Söke'den kalk gel öylesine. Aşağıda birileri yolun en sonunda bir Taş Ev var. "Oraya gidin mutlaka" desin. Ve kırk yıldan fazla dostluklar canlansın. İşte budur. Seviyorum bu işi bu yüzden.

Kızım arıyor bir ara. Amcası ve Ece ile birlikte Çeşme'delermiş. Blog yazımı okumuşlar. "Elveda Güzel Vatanım" ın yazarı kim? diye soruyor. "Ahmet Ümit" diyorum saf bir şekilde. "Peki bloğunda niye Orhan Pamuk yazdın o zaman?" diye soruyor. O zaman anlıyorum yaptığım hatayı. Aklım başka düşünürken elim başka yazmış. Niyazi facebook'ta yorum bırakmış. "Sanırım Ahmet Ümit olacak yazarı Elveda Canım Vatanım'ın." demesine rağmen ayılmıyorum. Biliyoruz herhalde diye geçiyor aklımdan. Meğerse ben "Orhan Pamuk" yazmışım da adam beni düzeltmeye çalışıyor. Neden oluyor bu hatalar biliyor musunuz? Uykusuzluktan, yorgunluktan...Umarım okurlarım kusuruma bakmazlar bu dönem. Zira yayımlayamadığım bir sürü günlüğüm var daha.

Zeytin'den bahsetmeden olmaz. Misafirler rahatsız olmasın diye hep bağlı kaldı akşam vaktine kadar. Ortalık biraz sakinleyince çözüyorum bağını. Bir garip hareketlerle saldırıyor üzerime. Seviniyor mu, yoksa onu gün boyu bağlı tuttuğumdan dolayı bana kızıyor mu anlayamıyorum. Bir de o hengamede atladığım en önemli husus kaymakam dahil gelen misafirlerden en az bir kare fotoğraf almayışım...

21 Ağustos 2016 Pazar

RUHSAT İŞLERİ

29/07/2016 Cuma, Tire

Yaylada yaşamaya alışıyoruz. Sadece arada bir ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere şehre iniyoruz. Bugün Cuma Pazarı, ben ona Küçük Pazar diyorum. Yola çıkmadan önce bir ihtiyaç listesi hazırladık. Belediyeye uğramak istiyorum. Şimdiye kadar belediyeden hiç kimse gelmedi.  Aybaşında gelin, Fen İşleri Raporu elimizde olur o zamana kadar demişlerdi. Gidip bir hatırlatmamız mı lazım?

Eşim geç kaldık diye söylenirken telefon geldi. Belediye Fen İşlerinden arıyorlar. Yaylada olup olmadığımızı soruyorlar. Kendilerini beklediğimizi söylüyorum. Zaten onlar da Kaplan köyündeymiş. Telefon ettikten birkaç dakika sonra geliyorlar. Gelenler üç kişi, hepsinin de suratları asık. Sanki gülümseseler görevlerini suiistimal etmiş olacaklar. Taş Ev’i gezdiriyoruz. İçlerinden biri video çekimi yapıyor. Kısa süren bir denetlemeden sonra raporun olumlu olduğu sinyalini veriyorlar.

Belediyecilerin gelişleri iyi oldu. Geliş zamanı belli olmadığından ha şimdi gelir, ha şimdi gelir diye gün boyu bağlanıyor insan. Kapıları kapatıp çıkıyoruz. İlk adres Pazar. Kurutmak için bol miktarda biber ve domates satın alıyoruz.

Şofbenin yanına bir dolap bakacaktık. Ölçülerini almıştım. İlk girdiğimiz mobilyacıda aradığımız ölçülere çok yakın bir dolap buluyoruz. Kısa bir pazarlık sonucunda güzel bir indirim yapıyor dükkân sahibi. Oradan çıkıp birkaç yer daha dolaşıyoruz. Bir yerde hamak görüyorum. Hemen onu da alıyoruz. Eşim telefonunu soruyor. Bana vermediğini söylüyorum. Her zamanki pratik çözüm yoluna başvuruyoruz. Numarasını çevirip sesi dinliyoruz. Arabanın içinden ses gelmiyor. Birden panikliyoruz.

Ne kadar dükkân ve pazar tezgâhı varsa gün boyu uğradığımız, teker teker gezip telefonu çaldırıyoruz. Telefon çalıyor fakat cevap veren yok. Esnaf moral veriyor. “Çaldığına göre henüz çalınmamış.” Peki, niye açmıyorlar o zaman? Kendimize moral veriyoruz. “Belki de açmasını bilmiyorlardır...”

Bütün yerler gezilip tekrar arabanın yanına dönüyor, telefonun kaybolduğuna ve onu artık bulamayacağımıza kendimizi iyice inandırıyoruz. Yine de bir ümit arabanın arka bagaj kapağını kaldırıp telefonu bir kez daha çaldıralım diyoruz. Derinlerden belli belirsiz bir ses duyuyoruz. Büyük bir rahatlama duygusu içinde bagajdaki eşyaları eşeliyoruz. En sonunda bagajda, eşyaların altındaki küçük bir poşetin içinde buluyoruz aradığımız telefonu.

Eve uğrayıp birkaç parça eşya alıp yaylaya dönüyoruz. Akşam saatlerinde eşim yorgun olurken bende tam tersi olur. Bu yüzden o öğlene kadar bütün işlerini bitirsin isterken benim günüm akşam saatlerinde başlar. Altmış beş kilo domates, on kilo biber nasıl kurutmaya hazırlanır? Pazarcı kasaları da bırakmamış, domatesleri kalın naylon torbalara boşaltmış. Eşime istirahat etmesini söyleyip işe girişiyorum. Az sonra eşim geliyor yanıma. Uyuyamamış. Israrla dinlenmesini istememe rağmen bir bıçak da o alıp domatesleri kesmeye başlıyor. Gece geç vakitlere kadar işin üçte ikisi bitiyor, domatesler terastaki ızgaralara seriliyor. Biberlerin bir kısmını da o yattıktan sonra ipe diziyorum.

MASKOT

20/08/2016 Cumartesi, Tire

Sabahları doğal olarak bir yoğunluk yaşanıyor burada. Eşim sabah erkenden kalkmış ve bir sürü hazırlık yapmış. Bana sadece domates ve salatalık söğüşlerin hazırlanması kalmış. Çay ocağının altının yakılmadığını görünce hemen düğmeyi çeviriyorum. Bugün değişik bir kahvaltı yapmaya karar veriyoruz. Değişik derken bize göre değişik elbette.
Aylardır kahvaltılarımızdan ekmeği kaldırmıştık. Eşim nohut mayalı ekmeği tercih ederken ben normal ekmek yemek istiyorum. Ekmekleri tost makinesinde ısıtıyoruz. Yine aylardır her sabah menemen, omlet gibi yumurtalı yemekler yerken bu kez yumurtayı menümüzden çıkarıyoruz. Bu değişikliğin arka planında eşimin "Bir an önce kahvaltı faslını bitirelim." kaygısı mı var acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Hüseyin gelir gelmez teşhir dolabını temizlemesini istiyoruz.

Kahvaltıdan kalkar kalkmaz kapıdan sesler geliyor.  Çoluk çocuk kalabalık bir grubun bize doğru yaklaştığını görüyoruz. Çay henüz demlenmemiş. Ufak çaplı bir panik yaşıyoruz ama eşimin tedbirli davranıp ön hazırlık yapması sayesinde kolayca durumu kurtarıyoruz. Çocuklar uzakta bir ağaca bağladığımız Zeytin'e büyük ilgi gösteriyor. Anlaşılan onun sayesinde epey müşteri çekeceğiz. Çocuklar gidene kadar yaptığı maskaralıklarla onları eğlendiriyor.

Öğleden sonra hiç beklenmedik bir anda yağmur atıştırmaya başlıyor. Terasta kurumakta olan biberler geliyor aklıma. Hüseyin'e seslenip biberleri içeri almaya çalışıyoruz. Neyse ki tam zamanında kurtardık diye sevinirken yağmur birden kesiliyor. Onca telaşımız boşa gitmiş oluyor. Akşama doğru Taş Ev civarında temizlik ve düzenleme işlerine girişiyoruz. Mesai bitiminde Hüseyin'i gönderiyoruz. Eşim yine mutfakta yarına hazırlık yapıyor. Ben de ona katılıyorum. Yarın çay ocağının altını yine yakmayı unutmazsak önceden hazırlanabileceklerin hemen hemen hepsi hazır.

Ne kadar yoğun olsam da günlük yazmayı ihmal etmiyorum. Bir de Ahmet Ümit'in "Elveda Güzel Vatanım" kitabından en az bir bölüm okuyorum. Kalın bir kitap. Bu okuma hızıyla uzun bir süre elimde kalacak gibi.