KATEGORİLER

30 Eylül 2019 Pazartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #05

Moderatörlüğü Taha Akkurt tarafından gerçekleştirilen Ağaç Ev Sohbetlerinde bu haftanın konusu ilk bakışta hayli basit gibi görünse de sorunun içinde geçen bazı sözcükler tartışmaya açık derin anlamlar kazandırıyor.           O sözcükler ki, muhtevalarında inanç, felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih gibi nice ilimler yatar. Madem koydular boş kağıdı önüme, söz sırası bende. Bana öyle geliyor ki farklı bir pencereden bakacağım.  Dilerim ürkütmez sizi düşüncelerim. Önce sığda kalıp suya sabuna dokunmayayım, daha sonra aklımın derinliklerinden süzdüklerimi sizlerle paylaşayım. İşte haftanın sorusu:

Hayatınızda sevdiğiniz ve şükrettiğiniz şeyler, sizi gün içinde mutlu eden küçük detaylar nelerdir?


Yaşamı boyunca insan, doğası gereği çevresinde olan bitene kayıtsız kalmamış, sevmek, mutlu olmak hem soyut ve hem de somut anlamda en güzel duygularımız olmuş. Doğrusunu söylemek gerekirse sevmek bazen duygudan da öte yanları olan, eylem gerektiren bir olgu...

Çikolatayı severiz çoğumuz, yerken mutlu oluruz. Ancak sevgiliye "Seni seviyorum" demekten ibaret değil sevmek. Onu saymak, ona değer vermektir aynı zamanda. Öpüp koklayınca çiçekleri seviyorum diyemezsiniz. Sulamasını unutuyorsanız kocaman bir yalandır onları sevdiğinizi söylemeniz. Bu bakımdan sevmek sözcüğü, anlamını düşünmeden dilimizden dökülen bir  sıradanlığa bürünmekte. Dünyada her sözün anlamını yitirdiği gibi sevgi de bundan kendine düşen payı almış anlaşılan.

Belirttiğim anlamda sevgilerin belki de en sahici olanı, evlât sevgisinin dahi içgüdüsel tarafı var. Eğer sevgi onu gözünden sakınmak, korumak ise kedi de yavrusuna aynısını yapıyor. En ateşli sevgiler gün geliyor derin bir nefrete dönüşüyor. Yaygın anlamda sevgi; gösteriş, karşılıklı alışverişten ibaretken, gerçek anlamda sevgi neredeyse ütopik bir kavram haline gelmiş. İnanç dünyasından günümüze aktarılanlar doğruysa Yunus Emre'nin hissettikleridir bana göre gerçek sevgi. Ölüm bile Yunus için bir mükâfat, sevdiğine kavuşma günü. "Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa erinirim" der, dünya işlerini umursamaz, ne cennette gözü vardır, ne de hûrilerde. Yunus'u tanıdıkça sevginin anlamı daha iyi işliyor içime. 

Sevmek yerine hoşlandığım, yani gönlümü hoş, beni mutlu eden şeyler nelerdir diye sorarsanız eğer; ailemle birlikte olmak, okumak ve yazmak derim. Kafama denk insanlarla sohbet etmek, damak tadıma uyan yemekleri yemek, seyahat edip yeni yerler görmek, yeni bir şeyler öğrenmek ya da bildiklerimi paylaşmak, insanlara elimden geldiğince yardım etmek hoşlandıklarım arasında ilk aklıma gelenler.  Bunların hepsi de günlük hayatımda ulaşabileceğim, beni mutlu eden şeyler. Yatım, katım olsun, en iyisinden giyineyim, en lüks arabaya bineyim, çok param olsun ne istersem onu alayım türünden düşünceler geçmez aklımın ucundan. İnanmayacaksınız ama gerçek bu. Sevmem böyle şeyleri, mutlu etmezler beni. Tam aksine hep daha iyisi, daha güzelinin peşinde koşarken insanın içine tatminsizlik tohumları  saçan mutsuzluk kaynağıdır onlar. 

Şükretmek; birine, birilerine teşekkür etmek, minnet duymak yani. Bizden daha kötü durumda olanları düşünüp şu anda sahip olduklarımız için yaradana şükrânlarımızı sunmak. Paganlığın hüküm sürdüğü çağlardan bu yana süregelen teşekkür niyetine tanrılara nice kurbanlar adanmış, adanmakta. Başkalarından daha iyi durumda iken sinsi bir böbürleniş, bencillik, başkalarının sahip olduklarına erişme imkânı bulamadığımız durumlarda ise kanaatkârlık, içten gelen bir teselli, içi boşaltılmış, gerçek anlamından saptırılmış sözcüklerden biridir bana göre şükür. Kimi zaman atalete sevk eden ağız alışkanlığı...

Şüpheciliğim pek çok kıssaya kapatmış kapılarını. Lâkin bazıları kurgu bile olsa daha gerçek gelir gözüme. İşte onlardan bir tanesi:

Rivayet ederler ki bir gün İbrahim Edhem Hazretleri ile seyr u sülûkunun (tasavvufta izlenen yol) başlarında olan Şakik karşılaşırlar.
İbrahim Edhem sorar:
- Şükür ve sabır hakkında ne dersin?
Şakik şöyle cevap verir:
- Bulursak şükrederiz, bulamazsak sabrederiz.

"Belh'in köpekleri de böyle yapıyor, bulurlarsa şükrediyor, bulamazlarsa sabrediyor" der, İbrahim Edhem.

Bu sefer Şakik sorar:
- Sizin düşünceniz nedir efendim?
- Bulursak ikrâm eder, bulmazsak şükrederiz!

Ne yazık ki küresel kapitalizm sevgi gibi en asil duyguları yok etti. Varsa, yiyoruz, içiyoruz, krallar gibi yaşayıp şükrediyoruz. Yoksa,  bizden kötü durumdakilerden teselli bulup yine şükrediyoruz. Şükür mü birbirimizi sevmeyi unutturan? Çaresiz derde düşüp yüzü gözü yamulanların (yüz tümörü) nedir suçu? Açlıktan ölen bir çocuğu düşünürken nasıl şükredeyim karnım doydu diye? Anası senden daha az şükretti diye mi kahpe bir kurşuna canını verdi Mehmet? Ey hakkımızı yiyenler, size bu son sözlerim. Servetinizi borçlu olduğunuz bizlere minnet edeceğiniz yerde hâlâ tanrılarınıza şükrediyorsunuz.

26 Eylül 2019 Perşembe

İLHAM MİMİ by TAHA AKKURT

Evet, Ağaç Ev Sohbetlerinin mucitlerinden Taha Akkurt bir İlham Mimi organize etmiş bu kez. Sorulara geçmeden önce tek istediğim kısa ve öz cevaplar vermek. İnşallah bu kez başarırım.


Hayatınızda şikâyet ettiğiniz şeyler nelerdir?

İlk önce ülkenin durumundan, eşitsizlikten, adaletsizlikten, aydınlara yapılan zulümden, memleket kaynaklarının heba edilmesinden, yandaş medyadan, yanlış dış politikalardan, vehasılı iyi yönetilmemekten dolayı şikâyetim var.
Bireysel olarak doğrudan etkilendiğim ülke meseleleri dışında tek şikâyetim zamandan yana. Zaman yetmiyor okumaya, yazmaya.


Rutine girdiğinizi fark ettiğinizde ne yaparsınız?

Bazen rutine girdiğimi hissederim. Ya bir gün sürer ya da iki. Hayat anlamını yitirir, her şey anlamsızlaşır o anda. Hüzün kaplar içimi. Ölmek isterim. Neyse ki fazla uzun sürmez bu durum. Geçmesini beklerim, bilirim ki kısa bir süre sonra normalleşeceğim.


En son yaptığınız önemli değişiklikller nelerdir?

35 yıllık mesleğimi bıraktım. Ardından gelen emeklilik dönemimde çok istediğim bir iş olan restoran işletmeciliği yaptım. Bu arada bahçe işleri ile uğraşıyordum. İnsan çalıştırmakta, kalifiye eleman bulmakta zorlandığım ve yoğun çalışma temposu sebebiyle restorancılığı bırakmak zorunda kaldım. Büyük şehre döndüm yeniden. Sonunda işçi çalıştırılmasına gerek bulunmayan, bir kısmı kendi bahçemize ait zeytinyağı, ceviz, kestane, doğal gıda ve süt ürünlerinin satıldığı küçük bir işletmede karar kıldık. Şimdilik burada vakit geçiriyor, daha fazla kitap okuyor ve yazabiliyorum. 


Motivasyon olarak düştüğünüzde sizi ayağa kaldıran size ilham veren şey nedir?

Sabır, ümit ve zaman sanırım. Sakin bir tabiatım var. Kolay kolay paniğe kapılmam. Yeni bir şeyler yapmayı düşünürüm. Ya da karşıma bazı güzel fırsatlar çıkacağını hayâl ederim. Uygun bir zaman kestiririm gözüme. O tarih yeni bir milât olur benim için. Hiçbir şeyin devamlı iyi ya da kötü gitmeyeceğini, kötü günlerin elbet bir gün son bulacağını düşünürüm. Elbette en büyük desteği eşimden alırım. 


Hayat mottonuz nedir?

"Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir."

Evet dostlar, içini dökmek isteyenlere gelsin bu mim de. Sevgiyle kalın.

25 Eylül 2019 Çarşamba

AŞKIN KANLI HÂLİ


Geçtiğimiz pazar yaylada ceviz hasadına başladık. İşçilerden biri cep telefonunu karıştırırken kendi kendine söyleniyordu.
- Gene bi karıyı bıçaklamışlar
Merakla gayri ihtiyari soruyorum,
- Nerde, ne karısı?
Öyle derler kadınlara köylüler burada. Anası da olsa bacısı da olsa kadının adı karıdır. Ağaç altında ceviz toplayan, aralarında anasının, bacısının olduğu köylü kadınlara seslenir.
- Karılar! İşiniz bitince şuradaki ağaca geçin.

İbrahim, başını kaldırmadan bana cevap veriyor.
- Aşağıda, köyde. Yedi yerinden bıçaklamış karıyı.
- Neden?
- Seviyormuş işte! Kadın ölmüş kurtulmuş, olan kendine oldu. Şimdi hapislerde çürüyecek.

Ne diyeceğimi bilemedim. Aşkın binbir hâli.


Akşam eve dönünce aklıma geldi bu olay. Eşime döndüm, 
- Seni ben hiç sevmemişsin meğer.
- Nereden çıktı şimdi bu? Diye sorarken merakla baktı gözlerimin içine.
- Söyler misin bana, hiç bıçakladım mı seni? Bırak onu bir fiske vurdum mu sana şimdiye kadar?

Koştu mutfağa, kaptı bıçağı. Bir yandan üstüme yürürken,
- Sen canına mı susadın adam! diyerek bağırıyordu. Canımı kurtarmaya çalışıyordum. Nefes nefese anlattım bir çırpıda olayı. Güldük birlikte hâlimize, bıçaklanan kadını zihnimizden uzaklaştırmaya çalışırken.

******
Öykünün tamamı eşimin bana bıçak çekmesi dahil yaşanmış olaylara dayanmaktadır.

24 Eylül 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #04



Sevgili Taha Akkurt ile Edischar tarafından başlatılan, sevdiğim ve heyecanla takip ettiğim güzel bir etkinlik olan "Ağaç Ev Sohbetleri"nde dördüncü haftaya girmiş bulunuyoruz. Bu hafta boyunca önerdiğim konu üzerinde tartışılmasını uygun bulan arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ederim. 

Pek çoğumuzun bildiği üzere üçüncü hafta Ağaç Ev Sohbetlerinde yaşadığımız yerleri tartışmıştık. Taha Akkurt bu konuya ilişkin görüşlerini paylaşan arkadaşlarımızın listesini arşiv sayfasına aktarmak suretiyle onları kolaylıkla ulaşılabilir hale getirmiş. Bkz "Ağaç Ev Sohbetleri #03".  

Evet bu hafta aslında basit gibi görünen ancak insanın üzerinde epey kafa yorması gereken bir konuyu tartışıyoruz. Soru şu:


Özgür olduğunuzu düşünüyor musunuz? Özgürlük sizin için ne anlam ifade ediyor? Size göre özgür olmanın sınırı nedir?

Öylesine tartışmalı bir sözcüktür ki "özgürlük", onun üstüne ne yazarsak yazalım geride yazmadığımız bir şeyler kalacaktır mutlaka. Sözlük anlamı; "herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti" şeklinde açıklanmakta. Bir çok filozof, düşünür, yazar çizer takımının merakını cezbeden bu konu üzerinde heprkes ayrı ayrı ahkam kesmiş. Fazla derine dalmadan sığ sularda dolaşalım biz de biraz. 

Özgür olduğumu düşünmüyorum. Aklı başında hiçbir insan evladının özgür olduğunu düşünmediğim gibi. Ne her düşündüğümü söyleyebilirim ne de her istediğimi yapabilirim. İyice delirmesi lazım insanın, her istediğini yapabilmesi için. Olaylara bizlerden tamamen farklı pencerelerden bakan bir delinin her düşündüğünü söyleme hakkı vardır ancak. O halde özgürlük, toplum ve yasaların delilere vermiş olduğu bir ayrıcalıktır dersek yanlış olmaz. 

İki önemli davranış biçimi özgürlüğümü kısıtlar. İlki düşündüklerimi söyleyebilme ve yazma konusunda karşılaştığım engellerdir. Fikir ya da düşünce suçu diye anılan eylemlerdir bunlar. Başkasıyla paylaşmadıktan sonra düşünmeye kimse engel koyamaz aslında. Sorun, düşüncelerin söylenerek ya da yazılarak toplumla paylaşılmasıdır. Tarih boyunca bu sorunu yok sayanların uğradığı zulüm, diğerlerine göz dağı vermiş olmasına rağmen cesur özgürlük savaşçıları her türlü cezayı hatta ölümü göze alıp fikirleriyle toplumun gözlerini açmaya çalışmış, düşüncelerini yaymış ne yazıktır ki bütün bunların karşılığında büyük bedeller ödemişlerdir. Ben onlar kadar cesur olmadığımı kabul etmek zorundayım.     


İkincisi ise istediğim tarzda davranmaya ilişkin karşılaştığım engellerdir. Malûmunuz olduğu üzere din, sadece bir inanç sistemi değil, her bakımdan bir yaşama biçimidir. Öyle söylendiği gibi bireysel değildir, toplumun her kesimini etkisi altına alıp insanları kendi kurallarına uydurmaya  çalışır. Örneğin muhafazar bir bölgede Konya'da, Erzurum'da ramazanda bırakın içki içmeyi, yemek yerseniz bile hayatınız tehlikede demektir. Bu saygıdan öte bir dayatma, özgürlüğün kısıtlanmasıdır. Yaşam tarzı, giyim kuşam konusunda da ciddi kısıtlamalar söz konusu elbette. Ataerkil anlayışın hüküm sürdüğü ülkemizde kadınlarımızın sık sık maruz kaldıkları ve sonucu cinayetlere kadar varan olayların ana sebebi özgürlüklerin kısıtlanması değil midir? Yöneticileri izledikleri haksız ve yanlış politikalar nedeniyle farklı biçimlerde protesto etmek özgürlükse eğer, bunu ne kadar başarabiliyoruz?

Ayrıca aile, arkadaşlık ve genel anlamda toplumsal ilişkilerde de özgür değiliz. İşin bu yönü belli bir ölçüde gönüllü ya da zorunlu olarak yaptığımız eylem ve fedakârlıklardır. Örneğin ailede her bireyin her zaman istediği TV kanalını seyretme özgürlüğü yoktur değil mi?. Evi geçindirme yükü üzerine kalmış bir kişi, günün belli saatlerinde işverene kiralamıştır özgürlüğünü. Evinde evcil hayvan besleyen bir kişi, komşusu rahatsız oluyor diye istediğini yapamaz özgürce.

Diğer taraftan özgürlük, sınırsız olarak istediklerimizi yapma hali de değildir. Benim anlayışıma göre en güzel tanım şudur:
"İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesi değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır." 

Bu yüzden devlet memuru olmadım. Özel sektörde yıllarca çalıştım, kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramadı, gerektiğinde arkamı döndüm başka iş buldum kendime. Özel sektörde kişi, kendini geliştirip işinde yeri doldurulamayacak bir seviyeye geldiği zaman ona istemediği hiçbir şeyi yaptıramaz hiç kimse.

Özgür olmanın sınırı başkasının özgürlüğünün başladığı yerdir derler klasik bir söylemle. Fakat pratikte sorunlu bir tespittir. Zira çoğu yerde bu durum kesişir, birbirinin içine girer ve sonu iyi bitmez. Bence adalet ve eşitlik ilkesine uygun olarak çıkarılmış yasalarla bireysel özgürlüğün sınırı çizilmelidir. Bunun dışında olabildiğince özgür olmalı insan. Eyleme dönüşmeyen her fikir ve düşünce özgürce yazılmalı, çizilmeli ve söylenmeli. İnsanlar yasal bir partinin mensuplarına terörist demedikleri için teröre destek verdikleri iddiasıyla haksız yere terör yanlısı olarak suçlanmamalı örneğin. Ne dediklerinden ne de demediklerinden, ne yazdıklarından ne de yazmadıklarından dolayı zuĺüm görmemeli insanlar. Bu icraatleri yasalarda suç olarak bulunmamalı. Sanatçı özgürce sanatını icra edebilmeli, topluma rehber olmalı aydınlar.

Özgür olmanın sınırı insan olmaktır. Ben hızlı araba kullanıyorum, bu benim özgürlüğüm diyemez insan olan. Çünkü kimsenin özgürlüğü başkalarının canına malına zarar getirmemeli. Özgür olmanın sınırı işte tam da burada yatıyor kanımca.

20 Eylül 2019 Cuma

SANAT

Kusursuz iletişimin imkânsızlığına inanırım. Düşündüklerimi, düşlerimi söze ya da sözcüklere dökmek illâ ki bir şeyler bırakır arkada. Ya onların dinleyicileri, okurları. Onlar da istedikleri kadarını alırlar kendilerine...

İşte sanatın gücü burada, gerçek dünyadan bağımsız, düşler alemidir sanat.

"Gerçeği bütünüyle sanat yapıtlarına aktarmak olanaksız olduğu kadar gereksiz ve sanatın aleyhine işleyen boşuna bir çabadır." 

Mavi Harfler Atölyesi
Hülya SOYŞEKERCİ

19 Eylül 2019 Perşembe

HAYALLER ve HARFLER - HÜLYA SOYŞEKERCİ

Kitabın Adı: Hayaller ve Harfler
Yazar: Hülya SOYŞEKERCİ
Sayfa Sayısı: 308
Yayınevi: Komşu Yayınevi
Türü: İnceleme, Eleştiri

Kitap Hakkında: İyi bir öğretmen, eleştiri, inceleme ve öykü yazarı olarak tanıdığım Hülya Soyşekerci, eşimin ve kızkardeşimin fakülteden sınıf arkadaşları. Dolayısıyla ilk kez bu türde bir kitap okumamın başlıca sebebi oldu bu aynı zamanda.

İnceleme ve eleştiri kitabı deyince benim gibi sıradan okurların değil, akademisyenlerin, yayıncıların ya da edebiyat alanında profesyonel yazarların ilgilendikleri bir yazın türü gelirdi aklıma. Kitabı okuduktan sonra ne kadar yanıldığımı anladım. Ne tür kitap okursanız okuyun, eh biraz da yazmaya merakınız varsa Hülya Soyşekerci'nin kaleminden çıkan inceleme kitapları mükemmel bir kılavuzunuz olacak, önünüzü açacaktır.

Hayaller ve Harfler, her biri kendi döneminde yazdıkları ile iz bırakmış 27 yazarı ve eserlerini anlatıyor. Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarından günümüze kadar geçen çalkantılı dönemlerin etkisi altında yazılan farklı edebiyat türlerinde yazarların ruh hali, kendilerine özgü sanat anlayışları, yapıtlarına yön veren yaşam biçimleri detaylı bir şekilde inceleniyor. Kitaba konu edilen eserlere ilişkin yazarın yaptığı yorumlar, diğer eleştirmenlerin, araştırmacıların ve yazarların görüşleriyle destekleniyor. Roman, şiir, deneme, öykü dallarında eserler veren yazarların bir kısmının sıra dışı yaşam öykülerine detaylı yer verilirken bir kısmının eserlerinde etkilendikleri edebi akımlar ve sanatsal özellikler ön plana çıkarılıyor.

Kitapta geniş kitlelerce tanınan ve eserleri bilinen yazarlara yer verilirken, gözden kaçan, unutulan ancak taşıdığı özellikler bakımından edebi önemi yüksek yapıtlara imza atan bazı yazarlar da su yüzüne çıkartılmış. Azra Erhat'ın yaşam öyküsü, Hayalet Oğuz lakaplı Haluk Oğuz Alplaçin dünyaya bakışı, Sevgi Soysal'ın Tante Rosa'sı, Salah Birsel'in yazım dili gibi öne çıkan konularda ilginç bilgiler veriliyor ayrıca. Diğer taraftan Namık Kemal'in İntibah'ından tutun da Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Gülyabani'sine, Suat Derviş'in Kara Kitap'ından Reşat Nuri Güntekin'in Çalı Kuşu'na kadar bir çok eserden alıntılar yapılırken onların sanatsal yönlerinden bahsediliyor. Yazar, bazen yazarların eserlerine ilişkin görüşlerine yer verirken bazen de onların etkilendikleri çevre ve zaman koşullarına değiniyor.

Bu kitabı okurken eski dönem yazarlara ait edebi eserlerin popüler edebiyatın etkisiyle gittikçe görünmez kaldığını, yeni yazmaya başlayanların eskilerden öğrenecek  çok şeyleri bulunduğunun farkına vardım. İyi bir şiir, deneme, roman, öykü nasıl yazılmalı, eserde ironi, mizah ve fantastik öğeler nasıl kullanılmalı gibi soruların cevaplarını buldum kitapta. Her şeyden önemlisi her bölümünü sıkılmadan keyifle okudum. Hülya Soyşekerci'nin "Mavi Harfler Atölyesi/Okuma Notları" adındak aynı türde yazılmış bir kitabı var sırada. Başta söylediğim gibi yazmaya merakınız varsa, okuduğunuzu daha iyi anlamaksa niyetiniz, bu kitaplar kaçmaz.         

16 Eylül 2019 Pazartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #03

TahaAkkurt ve Edischartarafından başlatılan Ağaç Ev Sohbetleri #03'te bu hafta şehir ve insan ilişkisini tartışıyoruz. Bu kapsamda aşağıdaki sorular düşüncelerimize ışık tutacak.


Yaşadığınız şehrin sevdiğiniz ve sizi oraya bağlayan özellikleri nelerdir? Şehrinizde gitmeyi tercih ettiğiniz yerleri, meşhur yemekleri ve bir gün uğrarsak bize önerebileceğiniz aktiviteleri tanıtır mısınız?

Yaşadığım şehrin en sevdiğim tarafı nedir diye sordukları zaman Cahit Külebi'nin Atatürk'e Ağıt şiirindeki iki dize gelir ilk aklıma...

İzmir'in denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız hem deniz kokar.

Deniz özgürlüktür, bağımsızlıktır. Denizden gelen özgürlük imbat rüzgârlarıyla usul usul şehrin sokaklarını doldurur.

Türlü vaatlerle özgürlüğünden asla vazgeçmez şehrimin insanı, yeri gelir efe olur çıkar dağlara, mum gibi erir küçülür deniz kokulu kızların şimşek bakışlarında.

Atatürk aşığıdır şehrim. Gâvur diyenlere inat, sözcüğün anlamını değiştirmiş ve bir onur madalyası gibi taşımıştır göğsünde. Atatürk devrimlerini benimsemiş, herkese kucak açmıştır. Çalışırken yemesini, içmesini, eğlenmesini de bilmiştir, küçük şeylerden mutlu olmasını da.

Bütün bunların yanında beni bu şehre bağlayan o kadar çok şey var ki... Küçük, küçücük şeyler meselâ. Ahşap tezgâhını başının üzerinde gezdiren seyyar satıcının "Haydii, Gevreeeek, çıtır çıtır, yeni çıktı fırından" deyişi, Kadifekale'yi mesken tutmuş, denizi hayatında ilk defa şehrimde gören Mardinli delikanlının midye dolmasına cömertce limon sıkışı, Karşıyaka vapurunda esen rüzgâra karşı kanat çırpan martılara çocukların gevrek atışı, seyyar turşucuları, kokoreççileri, söğüşçüleri, boyozcuları, salepçileri... O kadar çok ki.

İzmir'in her yanı deniz olsa bile deniz çeker beni. Uzaktan değil, yakından görmek, o dalgaların sesini duymak isterim. Kordon'da gün batımını seyrederken eski günleri hayal etmek, Güzelbahçe'de Akdeniz'in zengin mezeleri eşliğinde balığımı yerken, rakımı yudumlamak, dostlarla şen şakrak kahkahalara boğulmak isterim. Ne Çeşme'nin denizine girmek, ne de dev AVM'lerde vakit tüketmek isterim. Kemeraltı'nın tarihi dokusunu solumak, Kızlarağası Hanı'nda kahvemi yudumlamak geçer gönlümden.

İzmir'e düşerse eğer yolunuz, fırından yeni çıkmış gevreğin ve boyozun, özellikle Mardinli usta ellerden çıkmış midye dolmasının, nar gibi kızarmış kokoreçin, karadut ve koruk şerbetinin, kabak çiçeği dolmasının, ot salatası çeşitlerinde alayının, cibezin, radikanın, turp otunun, hardalın, ot kavurmasının, şevketi bostanın, anason kokulu arap saçının ve tabii ki tavada sardalyanın bakın tadına, ama mutlaka yapın bunları...