Sevgili Deeptone'un düzenlediği Ağaç Ev Sohbetlerinin 60. Hafta konusunu Bigudili Anne Blogger hazırlamış ve görüşlerini kendi sayfasında gayet güzel bir şekilde paylaşmış. Arkadaşımız, sorusunu sormadan önce Franz Kafka'dan bir alıntı yapmış: "Ölümün olduğu bu dünyada hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında." demiş üstat. Yazarı çok sever, sayarım ve onun bu sözünü içimde özümsediğimi düşünüyorum. Bakış açım bu olduğu için soru oldukça ilginç bir hal alıyor nazarımda. Sorumuz şu:
ÖLMEDEN ÖNCE YAPILACAK ÜÇ ŞEY?
İnsanın gençliğinde hayalleri geniş ve istekleri büyük oluyor. Bunlara erişmek için bir ömür boyu çaba gösteriyor ve belli ölçüde başarıyor da. Yıllar geçtikçe ya büyük ölçüde hedeflerimize ulaşmış oluyoruz ya da yavaş yavaş yaşam umutlarımızı tüketiyoruz...
Masmavi bir denizin kıyısında ince beyaz bir kumsala açılan bir villa. Rengarenk çiçeklerle bezenmiş bahçeye bakan verandaya kurulmuş üzerinde türlü yiyecek ve içeceklerle dolu geniş bir masa. Hemen yan tarafta insanın içini ferahlatan hafif bir rüzgarın etkisiyle güneş ışınlarının oynaştığı pırıl pırıl bir havuz. Ruhu dinlendiren hafif bir müziğe karışan çocuk sesleri... Kim istemez?
Fakat bu konuda çoğu insandan biraz farklı düşünüyorum. Çocukluğumdan beri birçok hedefim vardı. Önce okulumu bitirmek, sonra iyi bir meslek sahibi olmak, evlenmek, çoluk çocuğa karışmak... Kısaca her insan gibi ben de normal bir insandan beklenen ne ise onları yaptım. Hiçbir suça karışmadım, başarılı bir meslek hayatım oldu ve son hedefim olan emekliliği hak ettim. Farklı olan yönüm, bundan sonra hayatın akışına kendimi bırakmak! Yani bir hedefin peşinde koşmamak. Önüme çıkanlarla yetinmek. Bugüne kadar pek çok kez üzüldüm, sevindim. Hayat her zaman kendi bildiği gibi devam ettiğini gördüm.
Belki tatmin, belki de doyumsuzluk bu. Kendimi hala tanımakla meşgulüm. O herkesin hayallerini süsleyen deniz kıyısındaki villam olmasa da olur. Hani olsa kaç gün mutlu edebilir ki beni. O deniz, beyaz kumsal, verandada ailece yenilen muhteşem yemek. Bahçıvanlar, garsonlar, hizmetçiler... Ondan sonra güzel bir yatım olsun açılayım engin denizlere diye geçmez mi aklımdan? Ya da başka hayaller, arzular... İnsanoğlu hayatı boyunca hep fazlasını ister. Bu yüzden fazla bir çaba içine girmeden bıraktım kendimi yaşamın kollarına...
Son bir haftadır blog dünyasından ayrı kaldım. Sağlığımı merak edenlerin içi rahat olsun, gayet iyiyim. Ancak yukarıda bahsettiğim hayatın akışı beni alıp belki hayalini dahi kuramadığım yerlere sürükleyecek. Uzunca bir süre ara verdiğim meslek hayatıma dönebilirim mesela. Aldığım bir iş teklifinde işler yolunda giderse rüzgar beni Endonezya'ya hem de Bali'ye yakın bir yere savurabilir. Eşim zaten hareketli bir hayatı seviyor, o şimdiden işin olması için dua etmeye başladı bile. Dediğim gibi denizin kıyısında güzel bir villa, verandada yiyeceğimiz enfes yemekler, içkiler neden hayal olarak kalsın ki. Bu işle ilgili olarak İstanbul'a gidip geldim, biraz da evde çalışmam gerekti. Bu yüzden blog dostlarından ayrı kalmak zorunda kaldım. Ama yine de aramızda sağlam bir köprü oluşturan Ağaç Ev Sohbetlerinden kopamazdım.
Konumuza dönecek olursak; kendi açımdan bakacak olursam ölmeden yapılmasını düşündüğüm şeyleri sıralamayacağımı anlamışsınızdır. Özel bir hedef ortaya koymaksızın sadece önüme gelen fırsatları değerlendirmeyi tercih ediyorum. Yani bugüne değin belli ölçülerde hedeflerimi tutturduğumu kabul ediyorum. Ölmeden yapmak istediklerim arasında, belki de en sonuncusu, hayalini kurduğum, nezih bir restaurant işletme fikriydi. Evet, bunu da gerçekleştirdim ve gerçekten büyük bir zevk aldım. Mekanıma gelen nice kalbur üstü misafirlerimin içi gidiyordu hem de. Ah biz de emekli olup şöyle bir işletme sahibi olsak diyenler çoktu. Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil ne yazık ki. Hele insanlarla uğraşmak belki hayatın en zor tarafı. Ancak, yaşamımızda insan faktörünü dışarıda bırakan bir seçenek muhtemelen bu dünyayı terk eyledikten sonra karşımıza çıkacak.
Evet, ölmeden önce mutlaka yapmak istediğim tek şey yok kafamda, o zaman konuyu başka bir açıdan alayım ben. Ölüm yaşamın doğal bir parçası, doğum gibi. Doğarken elimize verilen bir sınav kağıdı hayat. Vade geldiğinde sınav süresi bitmiştir artık. Biri çıkıp "Hadi, kalemlerinizi bırakın ve kağıtlarınızı kürsüye bırakın." diyecek. Geriye bırakacağım çok fazla izim yok, olacağını da pek sanmıyorum. Yani kağıdım boş! Her ne kadar bu yaşamımı iyi değerlendirmediğim duygusu uyandırsa da bende, en fazla bırakılan iz, bilemediniz birkaç bin yıl kalıyor bu dünyada. İz bırakınca ne faydası oluyor, o da ayrı bir konu, ancak...
Bir şey var ki, yıllardır aklımdan atamıyorum. Milenyumu gördüğüm, yakın geçmişimde büyük savaşların ve akabinde büyük teknolojik gelişmelerin yaşandığı şanslı bir döneme şahitlik ettim ve bu ortamda hayatımı sürdürmeye devam ediyorum. Ne kadar uzun bir zaman geçmesi gerektiğini bilmiyorum ancak hayatın anlamının çözüldüğü bir dönemde yaşamak isterdim. Ölmeden önce öğrenmemin mümkün olamayacağını bilsem de istediğim tek şey hayatın anlamının çözüldüğünü görmek olurdu sanırım. Biliyorum, imkansızı istemek biraz zamanımı alacak...