KATEGORİLER

10 Aralık 2020 Perşembe

ÇOCUKLUĞUMUN KOMŞULARI # 1


Yarım yüzyıl öncesine gidiyorum. Padişah Abdülhamit'in Girit'ten gelen dullara tahsis ettiği, dedemin her iki yanına diktiği, bana birer nöbetçiyi andıran çam fidanlarının arasında kendini korumaya almış, arkasında küçük bir avlusu bulunan, iki göz odalı bitişik nizam evlerden birinde açmışım gözlerimi bir bahar ayında...

Küçükken dünyanın en uzun sokağı gibi gelirdi bana sokağımız. Sağlı sollu birbirine yaslanmış çoğu birbirinin aynı, tek katlı kagir evlerde yaşam mücadelesi veren komşularımızdan bahsedeceğim size. Zaman hatıraları bir sis bulutu gibi örtüyor...

Doğduğum evi merkez alıp aynı taraftan aşağı doğru yol alalım. Dip temel komşumuzun adı silinmiş hafızamdan. One minute, Zeugma aklıma getirdi, Tabii, Zeliha'ydı adı. Babaları Eşrefpaşa Caddesinin bir köşesinde, Şişmanoğlu fırınının tam karşısında tezgah açan bir manavdı. Öyle dükkanı falan yoktu adamcağızın. Metruk bir dükkanın önündeki sahanlığı işgal ediyor olmalıydı. Karısı ev hanımı, sakin sessiz, zaman zaman hastalıklarıyla uğraşan bir kadıncağızdı, onun da adını hatırlayamıyorum. Mahallemizde ailesini geride bırakıp sonsuzluğa ilk yelken açanlardan biriydi. Kızları Saliha, ki herkes ona "Saliko" derdi, sessiz, ürkek bir kızdı. Erkenden kocaya vardı, sonradan bir sürü çocukları oldu. Kardeşi Coşkun, ondan birkaç yaş ufak, boğazını seven, turp gibi bir çocuktu. Okumaya pek yoktu niyeti. Sokakta oyun arkadaşlarımdan biriydi. Bazen onunla birlikte babasının manav tezgahına gider, vakit geçirirdim. Öğleden sonra babası işi ona bıraktığında, Coşkun, tezgahtaki en gösterişli topan patlıcanlardan ikisini kaptığı gibi karşılarındaki fırına götürür, daha sonra elleri yana yana kabuklarını soyup ilik gibi kıvama gelmiş içlerini kaşık kaşık midesine indirirdi. O zamanlar patlıcan, kabak, biber, bamya gibi birçok sebzeyi yemezdim. Üniversiteyi bitirdiğimde ilk kez patlıcanın tadını alınca ilk aklıma gelen Coşkun'un patlıcanları olmuş, neler kaçırdığımı düşünüp hayıflanmıştım kendi kendime. Oturdukları ev, Laz müteahhite verilen ilk evlerden biriydi. 

Sokağımızın henüz asfaltla tanışmamış yolunu kaplayan, hafif bombeli, yüzeyleri aşınmadan dolayı parlak bir hal almış Arnavut kaldırımı iri taşlarını hatırlıyorum. Bahsedeceğim evin hemen tam karşısındaki dikçe yokuş oyun alanımız sayılırdı. Yollar asfaltlandıktan sonra altına kuru sabun sürdüğümüz tahta parçalarının üzerine oturup aşağı doğru kayar, eğlenirdik. Yokuşun alt köşesinde, henüz evlerine şebeke suyu bağlanmamış komşuların su aldığı çeşme başına ellerindeki kovalarla gelen kadınlar birbirleriyle çene çalar, bol bol dedikodu yaparlardı. O zamanlar haline bakıp hüzünlendiğim, bakımsızlıktan mecali kalmamış evlerden biri de Coşkun'ların hemen yanında, hafızamda unutulmaya yüz tutmuş bir evdi. Ensesine yakın yerdeki kısa ak saçları dışında başında tüy kalmamış tıknaz bir adam yaşardı o evde. Yaşlı adamın ölüsünü yıkamak için çeşmenin yanı başına koydukları, odun ateşiyle ısıtılan içi su dolu kocaman kara kazan, uzun yıllar bana hep ölümü hatırlatır. Adamın karısının kaşları tamamen dökülmüştü. Çakır gözlerinin üzerine acemice çizdiği kömür karası bir çift yay kendisini güzelleştireceği yerde onu korkunç bir hale sokardı. Mahallelinin kendi aralarında "Kaşsız Fatma", "Kaş" ya da "Kaşsız" dediği Fatma teyzenin bu lakaplardan haberi olup olmadığını bilmiyorum. Bir de yetişkin, hatta tohuma kaçmış denilebilecek kızları vardı. "Çakır Emine". Gözlerini anasından almış, sarışın, uzun boylu, güzel hatları olan bir genç kızdı. Neden onu isteyen biri çıkmadı diye hep merak etmişimdir. Epey bir zaman sonra dip komşuları, oğulları Arif'e almışlardı Emine'yi. Arif, Emine'nin aksine koca göbekli, kısa boylu ve yaşça kızdan daha küçük biriydi.

Kaşsız Fatma'nın sonradan dünürü olan Orhan Amca'nın nerede çalıştığını bilmiyorduk. Akşamları traktörünü kapılarının önüne çeker, bazen römorkuna bindirdiği mahalle çocuklarına kısa bir tur attırır, onları sevindirirdi. Orhan Amca'nın karısı Şadiye Hanım, her zaman aşırı kiloluydu. Yakın zamana kadar kendisini gördüğüm ender eski komşularımızdan biriydi o. Kalın gözlüklerinin altında yumuşak, gülümseyen bakışları vardı. Son zamanlarında yalnızlığından olsa gerek, anneme yaptığı iflah olmaz gece misafirlikleri unutulur cinsten değildi. Yukarıda Arif'ten bahsettim. Arif'in ağabeyi Ali, yani Şadiye Hanım teyzenin büyük oğlu, bir devlet kurumunda sağlam bir iş bulmuştu kendine.  

* Deep, 572 kelime oldu, biraz aştım, bu seferlik idare ediver:)   

 

20 yorum:

  1. Çok tanıdık geldi ,bizim buralarda da ne kadar güzel komşuluklar vardı. Şimdi kim kime dumduma bir yaşam tarzı var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eskiden sokağımızda baştan sona kim varsa hepsinin aile üyelerini tanır, sevinçlerine dertlerine ortak olurduk. Şimdi kim kime dum duma. Aynı apartmanda kırk kişi yaşayıp birbirlerine selam bile vermez oldular.

      Sil
  2. Of o patlıcanlar nasıl güzel yenilir! Her kelimeniz canlanıp gözümün önünde bir filmden sahnelere dönüştü Mr. Kaplan :)

    YanıtlaSil
  3. Oooo komşular serisi! Yaşasın. Çok severim insan betimlemeleri üzerinden yaşanılan dönemi dinlemeyi, ne olur bu seriye devam edin..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Devam edeceğim:) Buraya yazmazsam pek çoğu unutulup gidecek. Şimdi bile hatırlamakta zorlandığım yerler var. Günümüz komşularından çok farklı bir çevre. Artık bana bile tuhaf geliyor...

      Sil
  4. Hakikaten ne güzel komşuluk yapılırdı eskiden. Okurken Ankara’da oturduğumuz apartmanı ve komşularımızı hatırladım nedense, henüz 7-8 yaşlarımdaydım o zamanlar halbuki. Hep güzel yazıyorsunuz sevgili Kaplan ama bu ayrı güzel olmuş. Gidip ikinci bölümü okuyayım. Gelip bakmasam haberim olmayacakmış. Takibimden düşmüşsünüz nedense, oysa ki ta Taş Ev’den beri takip listemdeydiniz. Neyse ekledim tekrar. Sağlıkla kalın 🤗

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değil mi? Ama benim burada anlattıklarım henüz apartman kültürüne geçmeden önceki zamanı yansıtıyor. Çocukluğumda en fazla bir bilemedin iki tane betonarme bina vardı, onlar da iki katlı ve aynı ailenin oturduğu evlerdi. Laz müteahhitler gelip tek katlı, kiremit çatılı kagir evlerimizi yıkıp bizlere kutu gibi birer daire verip bunun karşılığında beş altı katlı apartmanlar dikmeye başladıktan sonra büyü bozuldu. Ben Kaplan Günlüklerini yazdığım günlerden beri takip ediyorum. O zaman tekrar hoş geldiniz:)

      Sil
  5. kaşsız, çakır :) demek, yeni bir hayattan geriye gidiyoruz. prequel yani :) bizim büyükler de girit söke eşrefpaşa imiş. yaşadıkları evler, dedemin doğduğu ev filan hepsi duruyor, gidip göstermişlerdi bana da :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben senin büyüklerin Buca'da oturuyor sanıyordum nedense:) Eşrefpaşa'yı anlatıyorum ben de zaten 513 sokak:))) O eski evler hep apartman oldu:(

      Sil
    2. yok hepsi baba tarafı da anne tarafı da, eşrefpaşa. yapıcıoğlu tarafı, horasan camisi var orası :) seninki demekki yağhaneler tarafına doğruuu :)

      Sil
    3. Vay benim Eşrefpaşalı hemşerim:))) Çok sevindim. Yapıcıoğlu tarafını bilirdim. O yolun devamı Kadifekale yoluyla birleşirdi yanlış hatırlamıyorsam. Varyanttan Eşrefpaşa'ya doğru Yapıcıoğlu yönüne Rakım Elkutlu caddesine dönerken Eşrefpaşa Camii vardı köşede. Horasan camii epey yukarıda kalıyor herhalde. Evet benim bahsettiğim sokak Yağhanelerden bir durak önce doğrudan Eşrefpaşa caddesine açılan sokak:)

      Sil
    4. rakım elkutlu, dedemin ve dedemin babasının arkadaşı, müziksiyen :) cami köşede var evet, eskiden karşısında postane varmış, dediğin caddede dedemlerin gittiği eski şenocak sinemasının yeri halen boş imiş :) horasan cami ivit o yokuş caddenin tepesinde, şimdi dediğin yere yakın izmir park AVM var, anemlerin gittiği yerler işte, pandemi öncesi :) e sık sık gitmiyor musun orlarda gezmeye, mahalleni sokakları filan yani :)

      Sil
    5. Evet onun müzisyen olduğunu hatırlıyorum. Bahsettiğin postane, Şenocak sineması gittiğimiz yerlerdi eskiden. İzmir Park AVM'yi bilmiyorum. Rakım Elkutlu caddesinde dedemlerin bir ahbabı vardı, o zamanlar sık sık görüşürdük. Ona da Tayyar Dede derdim, karısı Berra Teyze. Çocukları olmadı evlatlık bir kız aldılar, Emel. Annem yaşlarındaydı. Bir hakimle evlendi. Kdz. Ereğli'de görevliyken Süleyman Demirel'in yeğeninin kereste ticaretinden yolsuzluk yaptığı davaya bakmıştı. Üç çocukları oldu. Oya iktisadı bitirdi. Nilgün benle aynı yaştaydı, İstanbul Hukuk'u kazanmıştı. Tayyar Dede ikimizi evlendirmek istiyordu çok. Hatta bir ara bana görücüye gelmişlerdi:)) Utanıp tuvalete saklanmıştım:)) Küçük kızları Nilüfer ne oldu sonra bilmiyorum. Yaşlılar ölünce irtibatımız kesildi:) O vakitten sonra pek o taraflara yolum düşmedi. Zaten Ankara'lı olmuş sayılırdım, İzmir'i bile unutmaya başlamıştım. Döndüğümde çok yabancılık çektim:)

      Sil
    6. Eşrefpaşada rahmetli amcam otururdu.

      Sil
    7. Allah rahmet eylesin. Belki bir merhabamız olmuştur onunla da.

      Sil
  6. Babamın mesleği eskiden bol gezmeli olduğundan bizim pek kalıcı ev ve komşu olayımız olmadı. Hoş ben abilerime göre yine şanslıyım. Yine de ilkokul sonrası büyüdüğüm mahalle hiç bu anlattığınız gibi değil malesef. Hele şimdi herkes birbirine yabancı oldu artık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anlattığım bu eski komşuluk ilişkileri doğduğum tarihten liseyi bitirene dek sürmüştü. Evler teker teker yapsatçılara verilip apartman yaşantısı başlayınca hepsi tarih oldu. Ondan sonra yaşadığım hiçbir yerde böyle bir komşuluk ilişkisi görmedim. Aynı apartmanda bir iki aileyle sohbetimiz, gidip gelmelerimiz olurdu, şimdi o bile kalmadı. Herkes kendi derdinde şimdi maalesef:)

      Sil
  7. Sizde romancı kumaşı var. Çok güzel betimlemeler yapıyorsunuz, çok akıcı anlatıyorsunuz.
    Bu yazı da çok güzel olmuş. Ne yalan söyleyeyim Orhan Pamuk tadı aldım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:) Eyvah, eyvah, yazdıklarınız beni fena halde havaya sokacak şimdi. Ben eşime hep diyordum zaten Nobel Edebiyat Ödülü alacağım diye, o bana "Hadi oradan, sen de." diyordu, dur kendisine söyleyeyim şimdi ne kadar haklı olduğumu anlasın:))))

      Sil