KATEGORİLER

15 Aralık 2020 Salı

ÇOCUKLUĞUMUN KOMŞULARI # 6


Bir üstteki komşumuz Nedime Hanım'lardı. Sokağımızın düzgün ailelerinden birinin hanımı. Misafirlik ziyaretlerinden önce kapısını çalıp "Eğer bir maniniz yoksa, öğleden sonra annemler gelmek istiyor." dediklerimizden. Altın günleri falan yoktu bizim zamanımızda. Öyle hanımların hünerlerini göstermek için birbirleriyle yarışırcasına enem konam hazırladıkları pastalar, kurabiyeler falan da yoktu. Çoğu zaman aldığımız karşılık "Buyursunlar, gelsinler." olurdu. Çünkü fazla hazırlığa hiç gerek yoktu. Konuklara ilk önce limon kolonyası tutulur, cam şekerlik içinde birer ucuz şeker uzatılırdı. Çayın yanında ikram edilen ikişer pötibör bisküvi fazlasıyla yeterliydi. Nedime Hanımın kocası Haydar Bey bir devlet dairesinden emekliydi. Misafir geldiğinde evden çıkar bir yerlerde vakit geçirir, akşam saatlerinde evine geri dönerdi. İki oğullarından büyüğü Fehmi, yaşça benden epey büyüktü. Geçten sonra bir evlilik yapıp aileden ayrılmıştı. Fehmi'nin küçüğü Erdal, benden üç dört yaş büyük, içten pazarlıklı bir tipti. Liseyi çift dikişlerle bitirdikten sonra o da ailesine bir bisiklet aldırdı. Muhtemelen komşuları Bekir'e alınan Bisan bisikleti kıskanmıştı. Zaten Bekir'le birbirlerini hep kıskanırlardı. Erdal, Bekir'in aksine koca popolu cüsseli bir çocuktu. Bisikleti daha ufak ve spordu, üzerine binince bisikletine acırdım. Mahallede herkes ona kızınca "lapass" derdi. Öyle demezlerdi de, ben biraz daha kibarını yazmak zorunda kaldım diyelim. Bekir gibi o da bisikletini bizim gibi bisikleti olmayan çocuklara kiralamaya başlamıştı. Bekir'le rekabete giriştiler. Aynı fiyata eskiden bir tur atarken iki tur atıyorduk. Bu rekabet bizim işimize yaramıştı. Liseden sonra o da belediyede bir iş buldu. Hiç evlenmedi. Son zamanlarında emekli olmuş, kapısının önünde bütün zamanını kedilerle geçiriyormuş. Geçen yıl annem sormuştu bana, "Erdal'ı hatırlıyor musun?" diye. Cevabımı beklemeden vermişti haberi, "Öldü." İşte hayat!

Biraz ileride sola açılan bir sokağı hatırlıyorum. O sokakla ilgili iki şey kalmış hafızamda. Biri Orhan Bakkal. Caddenin köşesinde ufak bir bakkal dükkanı. O zaman benim gözümde koca market! Her şeyi bulabilirdik orada, ya da bana öyle gelirdi. Bazen evimizin karşısındaki daha sonra bahsedeceğim bakkal Niyazi amcayı gücendirmek pahasına gider ondan alışveriş etmek zorunda kalırdım. Çünkü en iyi pirinç ondaydı. Bir de orta yaşlı kalfası vardı. Hay Allah, adını unuttum. Oysa onun adı vardı aklımda Orhan Amca'dan önce. Dilimin ucunda ama çıkmıyor, her neyse. İkincisi çok acılı bir hikaye. Aslında kısacık bir an. Küçük bir evde yaşayan henüz yirmi yaşına varmamış esmer, öksüz ve yetim bir kız. Adını net hatırlamıyorum ama "Acule" gibi bir şeydi. Sık sık görürdüm kapısının önünde, yüzünde hep bir yılgınlık, hüzün. Elinde süpürgesi, yerleri yıkar süpürürdü. Tek varlığı anne baba bildiği yaşlı ninesi ve büyükbabasıydı. Sonra bir gün babasını kaybetti, kara kazan kuruldu, çığlıkları yeri göğü inletti. Aradan bir ay geçmeden annesini kaybetti, kara kazan kuruldu, çığlıkları yüreğimi dağladı. Sonra ne oldu, nereye gitti, hangi yolu çizdi kendine, bilmiyorum. O çığlıkları bıraktı bende, onca yıldır aklımdan çıkmayan. 

Peki, karşı sıraya geçelim. Köşede küçük bir taş ev. İçinde yaşlı bir nine. Zülfiyanım Teyze. Yine yıllar önce kocasını göndermiş sonu bilinmez bir yolculuğa. Kendi halinde, güleç yüzlü, gözlüklü. Çıkamazdı evinden, hep biz giderdik ziyaretine. Hemen yanında, iki katlı yeni bir bina. Memnune Hanım Teyzelerin oturduğu ev. İki kızları vardı bizim yaşlarda, belki biraz daha küçüklerdi. Birinin adı Özgül, diğerinin adı hafızamın karanlığına gömülmüş. Sessiz, sakin komşularımızdan biriydi. Annemizin misafir olarak gidip geldiği, görüştüğü insanlardan. Kocası hakkında hiçbir fikrim yok. Zaten bir süre sonra taşınıp ayrılmışlardı sokağımızdan.  

24 yorum:

  1. Ne güzel bir seri oldu bu böyle... Gerçekten de öyle. Çocukken gözümüze hersey cok büyük gozukuyor. Ufak bakkal koca bir avm oluyor sanki. Seneler sonra okuduğum ilkokula bir sebepten yolum dusunce gözüme kocaman gelen merdivenlerinin aslında minicik basamakları olduğunu farkettigimde ayni duyguyu yaşamıştım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim de hoşuma gitti eski anıların içine dalmak:) Benzer şekilde sokağımız çocukken bana öylesine uzun gelirdi ki... Biz büyüdük, dünya küçüldü:)

      Sil
  2. Bilgisayarda okuyunca hızlı hızlı okuduğumu fark ettim, ve serinin çıktılarını alıyorum :)gece beybiyi uyuturken okumak iyi geliyor,sağ olasınız, emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beybi'yi düşündüm, acaba elli sene sonra neler anlatacak bugünlere dair, nasıl bir dünyayı kucaklayacak acaba?:) Allah sağlıklı uzun ömürler versin hepinize. Teşekkür ederim:)

      Sil
  3. O petit beurre bisküviler şimdiki gibi hazır poşetlerde olmazdı. Bakkal amcalar tüm bisküvi çeşitlerini pencereli karton ya da teneke kutularıyla tezgahın önüne dizerlerdi. Çeşit dediysem, kremalı, pötibör ve parmak ( finger) bisküvi dışında bir çeşit yoktu. Sonra, gofret olurdu bu kutularda bir de. O şade gofretin tadını hala bulamam hiçbir gofrette. Yaa sevgili Kaplan, ne güzel düşündünüz bu seriyi. Ayfer Tunç’un; Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek kitabını okudunuz mu? Aynı ondan aldığım tadı ve huzuru buluyorum bu seride. Ellerinize sağlık, sıhhatle kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet evet:) Eğik bir düzlemde dört beş küp şeklinde teneke kutu içinde petit beurre, yuvarlak içi kaymaklı, finger bisküviler, kremalı ve çikolatalı gofretler ağırlık esasına göre satılırdı bakkallarda. Paketle satılan çok az şey vardı. Sana yağı dışında bir şey pek aklıma gelmiyor. Vita ya da Tarin margarin vardı yemeklerde kullanılan. O da büyük bir tenekeden alınıp yağlı kağıda sarılıp satılırdı. Nostalji, eskiye özlem iyi geldi hepimize, o günleri yaşayanlar ortak paydalar buldu bu sayede:) Ayfer Tunç'un kitabını duydum ama okumadım henüz. Çok teşekkür ederim:)

      Sil
  4. Konu komşu birbirine pek gelip giderdi de hakikaten pasta börek çörek yoktu öyle. Bir çay bir bisküvi :) Yazılar bizi geçmişe yollayıp duruyor..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman yapılan gerçek komşuluktu. Şimdiki altın günlerindeki amaç ikramda yarış. Bir de tasarruf yapıldığı düşünülüyor sanırım. Sırası gelen sekiz on çeyrek altın alıyor. Hatta evlerdeki ağırlamalar da bitti, yeni nesil bu tür ziyaretleri dışarıda bir kafede ya da restoranda yapıyor artık. Bir de sık sık evde yapılan yemeklerden bir tabak komşuya gönderilirdi. Komşu da tabağı boş çevirmez, ya içine kendi yaptığı kurabiye ya da bisküvi koyup iade ederdi:) Karşı ya da yan komşunun son anda aklına yumurtası kalmadığı gelirdi, bakkala gitmek yerine daha sonra verilmek üzere komşudan iki yumurta istemek daha kolay gelirdi. Bazı komşular acilen istedikleri yumurta, bir bardak zeytinyağı gibi gıda ürünlerini en kısa zamanda iade ederlerken, bazı uyanıklar unutmuş görünürlerdi. Yine de bu yüzden bir sorun çıkmazdı hiç:))

      Sil
  5. Bakkaldan alınan o açık -bütçe nedeniyle makisimum dört- bisküvilerle birlikte iki tane de açık lokum alınır, onlar ikişer bisküvi arasında sıkıştırılır pek zevkle de yenirdi, diyerek küçük bir katkı geçmişin güzelliklerini bugüne aktarırken dünün güzel dünyasını hatırlatan bu güzel seriye:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ooo, evet, teşekkürler katkınız için:) Haklısınız, en güzel pastalar halt etsindi yanında. Bugünün çocukları kimyasal lezzet katkılarıyla, sağlığı tehdit eden koruyucularla, gıda boyalarıyla süslenmiş şekerlemelerden haz alıyorlar.

      Sil
  6. Geçmişe dönük nostaljik yazılar yazmayı ben de çok seviyorum. Blogda. İnstagramda, günlüklerimde bu tür epey yazım var. Siz seri halde yazmakla çok iyi etmişsiniz. Neden yazmakta bu kadar geciktiniz Hepsi gerçek mi, kurgu da var mı?
    Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnanın bir anda geldi aklıma:) Ben de soruyorum kendime niye daha önce yazmadım diye. Hepsi gerçek, abartma, kurgunun zerresi yok. Tabii bütün kişi ve olaylar o zamanki çocuk gözümle gördüklerim, yaşadıklarım. Teşekkür ederim:) Uzun zamandır blogunuzu takip ediyorum ama bunun dışında instagram dahil diğerlerinde iyi bir takipçi değilim. Eski yazılarınıza bir bakayım:)

      Sil
  7. Sonradan kim icat etmiş de kadın toplantıları ülke genelinde en az 4-5 çeşit pasta börek olayına dönüşmüş. Herkesin pek hoşuna gitmiş demek ki, hemen uygulamaya girmiş. Sonuç? Göbeği kendinden yarım metre önde giden totosunu taşıyamayan obez kadınlar topluluğu. Bir ara kahvehanelerdeki adamlar diyormuş ki: Saat altıya geliyor. Az sonra kurabiye canavarları evlerden dağılacak:))))
    Ama eskiye dönüş oldu üç beş yıldır. Günlerde tıkınan kadınlar da komedi filmlerine malzeme oldu;) Zülfiyanım dediniz de, benim çocukluğumda da ZELABA vardı. Yani Zeliha Abla:)

    Ay çok güzel bir seri bu. İnsan okumaya doyamıyor, bitince üzülüyor. Şimdi gidip en baştakileri de okuyayım. Ellerinize sağlık Bay Kaplan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dört beş çeşit olsa neyse:))) Son zamanlarda mezeler, zeytinyağlılar, tatlısında tuzlusuna çeşit çeşit kurabiyeler, kekler... En azından on on beş çeşide çıkmıştı. Evet, ondan sonra obezite ciddi anlamda artmıştı evet:))) Hazırlık yapılırken elimi dokunamıyordum, akşam eve dönünce yumuluyordum tabii:) O hazırlıkları bir hafta boyunca tüketmeye çalışırdık:) Kilo olarak ben de nasibimi alıyordum bu arada:) Dediğim gibi her hanım o kadar marifetli olmadığından olsa gerek hanımların günleri ev dışında bir lokanta ya da kafede yapılır olmuştu. Bildiğim kadarıyla bu şekilde devam ediyor. Elbette, pandemi bu günlere ciddi bir damga vurdu:) "Zelaba" Zeliha Aba, durun, durun ilk bölümde adı aklıma gelmeyen komşumuzun adıydı Zeliha. Gidip düzelteyim:) Evet, düzelttim, teşekkürler.
      Teşekkürler, ben de çok sevdim:))

      Sil
  8. Tabii tabii. On-onbeş çeşit yapanlar doğrudur. Ben de "en az 4-5 çeşit" demiştim zaten. Ben sayenizde Zelaba'yı hatırladım. Siz de bu sayede Zeliha'yı. Çocukluk anıları ne de güzel tetikleniyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz hatırlattınız, ben de eski bölümde hafızamdan çıkan birinin ismini yazabildim bu sayede. Teşekkürler:)

      Sil
  9. Yeşilçam filmi izler gibi okuyorum bu seriyi. Benim çocukluğumda da çat kapı misafirlikler olurdu. ev dağınıkken, çay biskuvitle geçen oturmalar. Şimdi camlar pırıl pırıl olmalı, ev bal dök yala olmalı ve çayın yanında üç çeşit olmalı. Her şey daha yorucu artık:(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Samimiyet, gerçek dostluğun yerini gösteriş ve tüketim aldı maalesef:(

      Sil
  10. Bizim mahallemizde kapılar hep açıktı. Misafirlikler hep çat kapı yapılırdı. İkramlıklar bisküvi bile değil, 2 dilim salça ekmek 3-4 zeytin bir de çay :) En tatlı yiyecekten daha güzel gelir hala bana bu üçlü. Üstüne ekmeğin içiyle ekstra zeytinyağ ve kimyon da serpince offff !!! Hep çocukluğumu, komşuluğu, sohbeti muhabbeti, samimiyeti hatırlatır salça ekmek bana :) Modern(?) hayatın getirisi olan günler öncesinden haber verilerek gidilen, kim daha çok çeşit hazırlamış diye bakılan misafirlikler asla aynı tadı veremez.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizleri değiştiren ve eski günlerimizden uzaklaştıran ne oldu, hep bunu düşündüm. Ne kadar gariban bir mahallede çocukluğum geçmiş, şimdi yazarken daha iyi farkına varıyorum. Tuhaf bir şekilde buna rağmen eski günleri arıyorum. İnsan sahip oldukça daha fazlasını istemeye kurulmuş bir canlı sanki. Ve sahip oldukça mutlu olacağı yerde daha mutsuz oluyor...
      Bir dilim taze ekmeğin üzerine sana yağı sürüp verirdi elimize annem. Tadını, kokusunu unutamadım yıllarca. Bizim ağzımızın tadı mı değişti, yoksa zamanın bir oyunu mu, anlamak mümkün değil. "Modernlik" zamana göre devamlı değişmeye mahkum bir sözcük. Dünyanın dönme hızını biraz düşürsek zamanı yavaşlatmak mümkün olur mu acaba? Ya da tersine döndürmeye kalksak geriye akar mı zaman? Biliyorum, manyakça hayaller bunlar:) Gerçek olan şu ki dünyamız gittikçe çekilmez bir hal alıyor. Bizden sonrakilerin işi çok daha zor, Mrs. Kedi.

      Sil
  11. acule en hoş kahramandı :) bisiklet kiralamak hoş bir ticaret imiş. bi kitap var, ayfer tunç, bir maniniz yoksa annemler size gelecek, bu anlattıkların var orda, okumadıysan çok seversin :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazık ya, çok üzülmüştüm kızın talihsizliğine. Bir blogdaşımız daha önermişti, henüz okumadım ama kitabın adını çok duydum:)

      Sil
  12. Evet çay ve bisküvi vardı, sonraları yumurtalı ekmek, patates salatası,dilinmiş domates, peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı tabakları ikram edilmeye başlandı.
    Ne kadar mütevazıymış her şey

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne demezsiniz, ben hanımlar arasındaki çılgın yarışı oldum olası anlamıyorum. Son zamanlarda evlerin dışına taşmış, altın günlerinde kafelerde, restoranlarda sırayla birbirlerini ağırlamaya başlamışlardı:)

      Sil