KATEGORİLER

9 Aralık 2020 Çarşamba

KELİME OYUNU # 2

Kelime Oyununun bu haftaki kelimelerini yine Kırmızı Ruh seçti. Haftanın kelimeleri Kırmızı, İrlanda, Tutku, Kitap ve ViskiBütün blog yazarlarına açık bu güzel etkinliğin organizasyonunu sevgili DeepTone sürdürmekte


MOLLY MALONE

Hayatında hiç bu denli heyecanlanmamıştı. Bilgisayarının başından fırladığı gibi mutfakta kahvaltı hazırlayan eşinin yanına koştu.

- İnanamıyorum, İrlanda'dan bir alıcı çıktı. E-mail göndermiş, Çeşme'deki villayı beğenmiş, en kısa zamanda görmek istiyormuş! 

Genç kadın elindeki çaydanlığı ocağın üstüne bıraktı. Sorgulayan gözlerle adamın söylediklerini anlamaya çalıştı.

- Bu kadar erken mi?

- Evet, ben de bu kadar erken olmasını beklemiyordum. Haftaya gelebileceğini söylüyor. Aşkım, çok fazla ümitlenmeyelim ama adam o kadar yoldan gelmek istediğine göre gerçek alıcı.

- Hadi bakalım, inşallah. Cevap yazdın mı?

- Hayır, e-mail'imde görür görmez sana koştum. Bolca fotoğraf, ayrıntılı bilgi vermem sanırım işe yaradı. Hemen gidip cevap yazayım. Eğer anlaşma sağlanırsa satış için hangi belgeler lazım araştırmam gerekiyor. Malum emlak işine henüz yeni girdik. İlk kez yabancıya gayrimenkul satacağız, bir acemilik yapmayalım. Mal sahibine de bilgi vermem lazım, gerçi aramızda sözleşmemiz var ama kimseye güvenilmez, bakarsın sattım deyiverir, kalırız ortada.

- Tamam, tamam ne gerekiyorsa yap, aman bu işi kaçırmayalım.   

***

Serin bir sonbahar sabahı erkenden kalkmış, diğer işlerini yoluna koyup Adnan Menderes Hava Limanına tam iki saat önceden kapağı atmıştı. Uçakların inişlerini gösteren ışıklı dijital panoya nazır kafelerden birine oturdu ve kendine bir Türk kahvesi söyledi. Havaalanındaki bir dükkandan sadece vakit geçirsin diye aldığı Can Yayınlarının İrlanda Güncesi isimli kitabın sayfalarını karıştırmaya başladı. Bir hafta boyunca internetten araştırma yapmış, İrlanda tarihi ve kültürü hakkında epey bilgi sahibi olmuştu. Deri kaplı sandalyesine yaslandı, elindeki kitabı masaya bırakıp yapacaklarını aklında sıraya dizmeye koyuldu. Eğer bir gecikme olmazsa saat 16.00 da uçak piste inmiş olacaktı. Siyah çantasının fermuarını açıp içine bir göz attı, önceden hazırladığı üzerinde "Mr. Harry Cillian" yazılı isim levhasını yanına aldığından emin oldu. Yolcu karşılama salonunda, beklediği adamın elindeki valizi sürükleyerek kendisine doğru yaklaşmasını gözlerinde canlandırdı. Valizini elinden almalı mıydı? Yoksa, bunu yaparsa kendini küçük mü düşürmüş olurdu? Kararını verdi, evet, bu davranış adamın zihninde kötü bir intiba bırakabilirdi. 

Kahvesinden bir yudum daha aldı, masanın üzerindeki kitaba baktı fakat içindeki okuma arzusu yok olmuştu birden. Eski Büyük Efes Otelinden dönüştürülen Swissotel'de rezervasyon yaptırdığını öğrenmişti. Bu oteli kendisi önermişti. İlk olarak misafirini havaalanından alıp otele götürmesi gerekecekti. Akşam yemeği için onu eve çağırmanın uygun bir davranış olup olmayacağını düşündü. Eşini telefonla arayıp bunu ona sormaya karar verdi. 

- Hayatım misafiri akşam yemeğine davet etsek nasıl olur?

- İyi fikir ama keşke daha önce söyleseydin, hiç hazırlığım yok.

- Sorun değil, ben onu biraz oyalarım, saat sekize kadar bir şeyler yapamaz mısın, fazla bir şey hazırlamana gerek yok. Bak bu işi becerirsek elimize geçecek parayla en az bir daire satın alabiliriz. 

- O kadar olur mu? Ama biliyorsun aşkım hoşlanmıyorum ben böyle emrivakilerden, alınması gereken bir sürü şey çıkacak şimdi. 

- Hadi canım, sen yaparsın, daha epey zaman var, sana söz veriyorum akşam saat sekizden önce gelmeyiz.

- Peki tamam o zaman, yine yapacağını yaptın.

- Seni seviyorum aşkım.

***

Kitabı eline aldı genç adam. Arka kapağını okumaya başladı. "İrlanda Güncesi, İrlanda ve İrlandalılar hakkında, yoksulluk, mutsuzluk, içtenlik ve inançlar üzerine yazılmış bir gezi kitabı. Almanya'dan ilk kez yurt dışına çıkan Heinrich Böll, daha ilk andan başlayarak bambaşka bir dünyaya adım attığını hisseder ve o ülkeyi solumaya başlar..." Birden aklına saate bakmak geldi. Yarım saat kalmıştı uçağın inmesine. Misafiri otele götürdükten sonra epey bir zamanı olacaktı. Yemekten önce bir iki kadeh bir şeyler içmenin her daim sarhoş bir İrlandalının hoşuna gidebileceğini düşündü. Alsancak'ta otele yakın tipik bir Irish Pub olan Molly Malone's bunun için biçilmiş kaftandı. Hem ambiyansı güzel hem de yüksek volümlü müziğiyle sohbeti bölmeyen bir yerdi. Hemen telefona sarılıp iki kişilik güzel bir yer ayırmalarını rica etti.   

Yolcular ellerinde valiz ve çantalarıyla salona doğru akmaya başladıklarında elindeki isim levhasını iyice yukarı kaldırmıştı. On dakikadan fazla beklemesine rağmen beklediği misafir görünmedi. Bir karamsarlık çöktü içine. Uçağı kaçırmış, ya da son anda başka bir aksilik çıkmış olabilir miydi? Tam uçağa binmek üzere aldığı bir telefon mesela... Çocuğu bir trafik kazası geçirmiştir belki de. Hepsi insanın başına gelebilecek şeylerdi. Elindeki levhayı indirip yorgun kollarını serbest bıraktı. Derin bir nefes aldı. Epeydir yolcu bekleme salonuna açılan karşısındaki fotoselli kayar kapı hareketsiz duruyordu. Çevresinde yolcu bekleyen hiç kimse kalmamıştı neredeyse. Tam dönüp ayrılmaya hazırlanıyordu ki kayar kapı aralanmaya başladı, elinde tekerlekli bir valiz sürükleyen kızıl saçlı, uzun boylu, orta yaşlarda, takım elbiseli bir adam göründü. Hemen kollarını kaldırıp levhayı yanına yaklaşan adama doğru gösterdi. Adamın gülümsemesini gördüğünde bütün sıkıntısı kaybolmuştu.

- Hoş geldiniz, umarım yolculuğunuz iyi geçmiştir, Mr. Cillian.

- Teşekkür ederim Mr. Naci, keyifli bir yolculuktu fakat, pasaportumu uçakta düşürmüşüm, geri dönüp onu aramaya gittim. Neyse ki kabin ekibi fark etmiş, sorun çıkarmadan bana teslim ettiler, bu yüzden sizi biraz beklettim, lütfen kusuruma bakmayın.

- Ne demek, rica ederim, aksilik işte, olur böyle şeyler. Her neyse, pasaportunuzu bulmanıza sevindim. Peki o zaman, şimdi sizi otelinize götüreyim, eşyalarınızı bıraktıktan sonra eğer kendinizi yorgun hissetmezseniz bir iki kadeh atabiliriz. Hoşunuza gideceğini düşündüğüm bir mekanda rezervasyon yaptırdım. 

Akşam trafiği henüz başlamamıştı. Naci misafirini otele götürdükten sonra arabasın yan sokaklardan birine park edip lobide beklemeye koyuldu. Gidecekleri yer yürüme mesafesinde olduğu için yeniden bir park yeri arama zahmetinden kurtulduğuna seviniyordu. Bir çeyrek saat bekledikten sonra misafiriyle birlikte otelden ayrılıp yürümeye başladılar. Hava kapalı olmasına rağmen henüz yağmur başlamamıştı. Yine de yanına şemsiyesini almayı ihmal etmemişti. Yağmura her zaman hazırlıklı olan bir İrlandalı'ya şemsiye almasını hatırlatmanın kabalık olacağını düşünmekte ne kadar haklı olduğunu adamın elindeki şemsiyeyi görünce anladı.

Naci, mekanın en güzel yerini kendilerine ayıran personelin eline bir banknot sıkıştırdıktan sonra konuğunun karşısındaki koltuğa kuruldu. Aklında sohbetlerini dolduracak bir sürü konu vardı ama heyecandan hepsi birbirine geçmişti. İrlanda'nın yeşile olan ilgisinden üç yapraklı yoncanın onlar için ne anlama geldiğinden, eskiden kadınların girmesine müsaade edilmeyen, localarında evlenecek çiftlerin düğün hazırlıklarının konuşulduğu tarihi pub'larından bahsedecekti. Sonra bunun tereciye tere satmak olacağını fark etti. Adama kalkıp kendi ülkesinin tarihi ve kültürü konusunda ders mi verecekti? Onun yerine kendi kültüründen bahsetmenin daha mantıklı olacağını düşündü ama aklına saat kulesinden başka bir şey gelmedi. Adam gelir gelmez ayağının tozuyla, satın almayı düşündüğü villadan bahsetmek de pek uygun olmayacaktı. Nasıl olsa yarın gidilip villa görülecek, öğrenmek istediği bütün bilgi orada kendisine verilecekti. 

Yanlarına yaklaşmakta olan garsonu görünce toparlandı.

- Mr. Cillian, akşam yemeğini bizim evde yeriz, eşim size şu an güzel bir menü hazırlamakla meşgul. Şimdi aperatif olarak ne almak istersiniz? Viski, şarap? 

- Biliyor musunuz, İskoçlar hep kendilerine mal ederler ama viskinin asıl ana vatanı İrlanda'dır. Eğer varsa ben bir bardak "tullamore dew" alırım. 

Garsona kendisi için de bir "guinness draught" söyledi. Harry gözlerini genç adama dikti.

- Ağzınızın tadını biliyorsunuz. İrlanda'da en sevilen birayı istemeniz gözümden kaçmadı. Bu mekanın adının nereden geldiğini biliyor musunuz? Yani Molly Malone'dan bahsediyorum. 

Guinness birası söyleyerek İrlandalılar hakkında yaptığı araştırmaların karşılığını almasının mutluluğunu yaşamaya fırsat bulamadan Harry'nin çalışmadığı yerden sorduğu bu soru canını sıkmıştı genç adamın. Bilmiyorum demektense sessiz kalmayı tercih etti. Bir süre bekledikten sonra İrlandalı anlatmaya başladı.

- 17. yüzyılda yaşayan genç, güzel bir kız olan Molly Malone, iki tekerlekli bir el arabasına koyduğu kum midyesi ve diğer kabuklu deniz mahsullerini şehrin dar sokaklarında satarak geçinirmiş. Yaşamı hakkında pek çok rivayet anlatılır. Neredeyse milli marşımızdan sonra bizde en çok bilinen "Cockles and Mussels" şarkısı ondan bahseder. Bir de onun Dublin'de bir heykeli var, biliyor musunuz? Göğüslerini okşayınca kendilerine uğur getireceğine inanır insanlar. Önünden geçen herkesin kadının göğsünü okşamasından dolayı heykelin o bölgesi ışıl ışıl parlamakta. Haa, haa, haa. 

Harry'nin samimi davranışları bütün gerginliğini almıştı Naci'nin. Biranın da etkisiyle tuvalete gitmek üzere izin istedi. Sohbetin tatlılığı zamanı unutturmuştu. İçki şişelerinin dizildiği rafın üzerindeki saat sekize yaklaşıyordu. Eve telefon edip eşinin hazır olup olmadığını öğrenmek için bir fırsat doğmuştu. İşini bitirdikten sonra tuvaletlerin girişindeki holün duvarına asılmış bir tablo dikkatini çekti. Kadın yanındaki adamın gözlerinin içine büyük bir tutkuyla bakıyordu. Cebinden telefonunu çıkardı eşini aradı, gözlerini tablodan ayırmıyor, adeta büyülenmiş gibi resme bakıyordu. Eşinin alo deyişini güçlükle fark etti. Sadece "Geliyoruz." kelimesi döküldü dudaklarından. Telefonu kapattı. Tablodaki kadının baktığı adama ait bütün detaylar adeta hafızasına kazınıyordu. Yeşil gözlü, yakışıklı, kendi yaşlarında biriydi. Onu kadına çeken şey gözleri miydi? Olduğu yere çakılmış, bir an olsun tablonun başından ayrılamıyordu. Dışarıdan hole açılan kapıdan giren adamı fark etmedi. Bir el sırtına dokununca yerinden sıçradı, dönüp arkasına baktı. Gözlerine inanamadı, gördüğü kişi tablodaki adamın ta kendisiydi. Aynı beyaz ceket, yeşil gözler, düzgün yüz hatları, siyah saçlar... Bir an göz göze geldiler. Adam birden geri dönüp çıkışa doğru koşmaya başladı. 

Yerine döndüğünde şaşkınlığı daha da artmıştı. Oturduğu masada İrlandalı yoktu, içtikleri içkilerin bardakları da dahil olmak üzere hiçbir şey görünmüyordu. Koşar adımlarla geri dönüp tuvaletlere baktı. Mr. Cillian diyerek kapılara vurdu. Sadece bir kapıdan "dolu" sesi geldi ama o Harry olamazdı. Salona geri dönüp kendilerine hizmet eden garsonu aradı gözleri. Onu da bulamadı. Bardaki görevliye yanaştı.

- Pardon, az önce şu köşedeki masada oturuyorduk, bir İrlandalı misafirimle birlikte. 

Barmen boş boş yüzüne baktı genç adamın. Sağa sola başını sallayıp cevap vermeye tenezzül bile etmedi. Aklını kaçırdığını düşündü. Dışarı, caddeye çıktı, bir aşağı bir yukarı bakındı, İrlandalı ortalarda görünmüyordu. Sakin olmaya çalıştı. İçeri girip başka bir garsona seslendi.

- Hesap lütfen! Şu karşı köşedeki masada oturuyorduk. 

On kat hesap ödemeye razıydı, yeter ki yaşadıklarına bir şahit bulsun, aklını kaçırmadığına inansındı. Garson:

- Hesap falan yok, o masa hep boştu dedi.

Yağmur başlamıştı hızlı adımlarla Swissotel'e doğru yürümeye başladı. Şemsiyesini barda unuttuğunu fark etti ama yaşadıklarının yanında ihmal edilebilecek bir ayrıntıydı bu. 

Otelin resepsiyonundaki görevliye,

- İyi akşamlar, "Mr. Harry Cillian" odasında mı, bir bakabilir misiniz, lütfen?  

Görevli bayan, bilgisayarına baktı, kısa bir süre sonra başını kaldırdı.

- Efendim otelimizde söylediğiniz isimde biri kalmıyor.

- Nasıl olur, girişini birlikte yapmıştık. 

Genç kadın "Ne yapabilirim?" anlamına gelen bir şekilde ellerini iki yana kaldırdı.

Bütün bu olayları eşine nasıl anlatacaktı. En kötüsü de, o kadar hazırlık yaptırdıktan sonra misafirin gelmeyeceğini eşine söyleyecek olmasıydı. Dalgın bir halde arabasını park ettiği sokağa doğru yürüdü. Birden içinde bir şeylerin çekildiğini hissetti. Tansiyonu düşmüş olmalıydı. Yanındaki aydınlatma direğine tutundu. Başını kaldırdı, park ettiği yerde başka bir araba duruyordu. Oysa oraya park ettiğinden son derece emindi. İşte tam da orası, Tekel büfesinin önü... Büfedeki adama seslendi.

- Affedersiniz iki üç saat önce buraya park etmiştim arabamı. Kırmızı bir Peugeot, hatchback. Gördünüz mü onu? Trafik mi çektirdi acaba? 

Büfeci başını sağa sola salladı, ağzını açıp tek kelam etmedi.

Sanki herkes dilini yutmuş, hepsi bir olmuş ondan bir şeyler gizliyorlardı. Çaresiz bir halde taksi çevirip evine döndü. Kapının zilini çaldı. Cevap veren olmadı. Israrla zile basmaya, daha sonra var gücüyle kapıyı yumruklamaya başladı. Bir yanıt alamayınca cebinden anahtarını çıkardı, kapıyı açtı. Gördüğü manzara karşısında şaşkına dönmüştü.

Salonda muhteşem yemeklerle bezenmiş masada ilk olarak Harry gözüne çarptı. Eşinin yanında oturan kişi, tuvalette karşılaştığı ve tabloda kadının baktığı adamın ta kendisiydi. Hepsi birden başlarını adama çevirdi. 

Naci şaşkın bir vaziyette masayı süzdü.

- Neler oluyor burada? 

Kadın yerinden kalktı, gözlerini kocaman açarak,

- Asıl siz kimsiniz? Nasıl girdiniz evime? diyerek hiddetle çıkıştı.

Tabloda gördüğü, tuvalette karşılaştığı adama baktı, aynı beyaz ceket, yeşil gözler, düzgün yüz hatları, siyah saçlar...  Adam sinir bozucu bir şekilde gülümsüyordu. 


55 yorum:

  1. Nasıl yani :))

    Gogol'un "Portre"si misali son satırlara bakıyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne diyeyim, bu türde ilk kez yazdım. Yazdıklarımı pek beğenmem ama sanki bu bir istisna oldu benim için:) Okurun kafasında bir takım sorular bırakıyor, gizem... Ürpertici:)))

      Sil
  2. Offfff geldim okumaya başladım ve bıraktım..öyle uzun ve güzel ki daha keyifli bir zamanımda tekrar gelip okumak isterim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bekliyorum, her türlü eleştiri ve tartışmaya açığım yorumlarda:)

      Sil
  3. Çok başarılı, tebrik ederim! Sanırım şimdi bir daha okuyacağım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:) İnanın ben de şaşırdım kendime:))

      Sil
  4. Çayım ve çikolatam eşliğinde keyifle okudum...Başlarda kendimi buldum birkaç ay önce aynı bende emlak satımı için izmir çeşme değil Antep e gittim..Bende Hilton da ağırlandım ve yemeğe davet edildim ve bende alıcılardan biraz çekindim e ya şüphelendim sonrasında iyi insanlar çıktı..Hikayelerde kenci hikayelerimizi bulmamız ne hoş!!!
    Gelelim magazin kısmına:):)
    Ahsjasghj:):)bence naci bey kendini bi okuyup üfletsin..olur öyle ülkecel delirdik zaten:):)
    Devamını bekliyorum.
    Çok iyiydi
    Sevgiler
    *

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okumanın hakkını çayı, çikolatasıyla ziyadesiyle veriyorsunuz:) Emlakçılık zor zanaat ama denk geldiğinde voliyi vuruyorsunuz:) En önemlisi sermaye gerektirmiyor.

      Naci Bey de henüz işin başındayken başına devlet kuşu kondu sandı. Yaşadığı şok ona evren değiştirdi. Harry'den çoktan vaz geçti ama karısını elinden kaçırması onun için bir yıkım:)

      Sil
  5. Nasıl akıcı ve keyifli bir yazıydı. Sonunu merak ede ede okudum. Sonunda da epeyce şaşırdım doğrusu. Nasıl yani? diyerek bitirdim yazıyı. Sonrasında Naci beye ne oldu merak ettim şimdi :) Benim de yazım yolda beklerim bloguma :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özellikle sonunu öyle bitirdim, yani biraz okurun kafasında soru işaretleri, gizem kalsın istedim. Eşim biraz havada kalmış dedi ama şimdilik böyle kalsın, belki devamı da gelebilir:)
      Elbette geleceğim, davete lüzum yok, sadece olur da unutursam hatırlatırsınız:)

      Sil
    2. Evet bence de devamı gelsin. Sonu açık bir hikaye olmuş devamı da gelirse harika olur 🌸

      Sil
    3. OK:) Bakalım şimdi Naci paralel evrene geçti, delirdi diye akıl hastanesine mi yatıracaklar, göreceğiz. Biraz demlensin:))

      Sil
  6. Deep'in Feriha hanımı gibi sizinde Naci bey serisi gelir umarım. Çok keyifli ve merak uyandırıcıydı, ayıca İrlanda ile ilgili yeni şeyler öğrenmek çok mutlu ediyor beni, bunun içinde teşekkürler. İstikrarlı gidiyorsunuz etkimlikte.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim:) Akıllı fikirlere kayıtsız kalmam:))

      Sil
  7. Gercekten harikaydi. Devami hatta oncesi bile olmali. Boyle hikayelere bayiliyorum. Isin rengi degistigi anda daha da bir kavriyor okuyucuyu. Kaleminize saglik. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Evet, genel olarak devamı gelmeli şeklinde değerlendiriliyor:) Beğenmenize sevindim:)

      Sil
  8. yani bu adam ya kafayı yemiş deli filan ya da hayal görmüş :) ya da bayılmış saatlerce :) devam ettirirsen biri açıklama olur artık herhaldeee :) yaa bi de çok uzun buuu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazdıklarından biri, yada yazmadıklarından biri olabilebilir:) Bazen ipin ucu kaçıyor ama ne yapayım, okuyan oluyor yine, Allah bereket versin:))

      Sil
  9. sürpriz sonlu.. bunu beklemiyordum. adam şizofren mi?

    YanıtlaSil
  10. Rüya diyeceğim de anca kabus olur
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Naci Bey'in yerinde olmak istemezdim:) Gerçekten kabus, düşünsenize...

      Sil
  11. kelime oyunu 2 yazımın yorumlarında kahve zamanı nın yorumunu okusan yaaa :) öykü uzunluğu kikiki :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bak uluslar arası genel kural, writing de bir yazı, öykü, kompozisyon vb. 500 kelime olması. bir denesene yazarken, 500 ü geçersen kısalt yanii. 500 ü geçersen, chapter 2 diye başka bir gün yayınla bi dene bakalım memnun kalcak mısıın :)

      Sil
    2. Anladım, sen beni meşhur etmeye çalışıyorsun:) Bir de bakmışım seninki kadar takipçim olmuş, abovvv:) OK, bir deneyim bakayım, ne fark edecek. Bu arada Borges'in ilk sezonunun on bölümlük dizisini bitirdim, Unorthodox'un dört bölümlük dizisi de bitti. İkisi de güzeldi, bir şeyler yazacağım bunlar hakkında. Teşekkürler deep:)

      Sil
    3. hep borges diyon yaa borgen borgen :) bi dee, borgen dizisinin ilk sezonunun on bölümünü bitirdim filan de bariii :) hepsini bir yazıda yazsanaa, unorthodox, gambit, minyatircü, borgessss hihihi :)

      Sil
    4. Hay Allah, tabii ya. Pardon:) J. L. Borges beni çağırıyor, benimle biraz ilgilen diyor:) Saçmalamışım ya, dizi izlemediğim için yüzüme gözüme bulaştırmışım:))) İçine etmişim, vayy.
      Bak ne diyeceğim, senin ve diğer arkadaşların böyle hatalarımı yüzüme vurması beni mutlu ediyor, yanlış anlama Ok? Bir de bu konuda sana soracaktım zaten. Şu Kelime Oyunu yazılarında çok beğendiklerim oluyor ama bazı ufak hataların olduğunu da görüyorum. Bunlar mantık hatası, yazım hatası, anlam bilgisi gibi şeyler olabilir. Elbette ben de bunları yapıyorum, bazen eşime okuttuğumda o da düzeltiyor beni. İşte Kelime Oyununda birbirimizin şevkini kırmadan böyle düzeltmeler yapsak yorumlarda nasıl olur? Ben bir ikisinde yaptım ama doğru karşılandı mı bilmiyorum. Eğer her yazıya çok güzel olmuş dersek kendimizi geliştiremeyiz değil mi? Dediğim şekilde olursa yazılarımızı gelen haklı eleştirilere göre (canımız isterse, ya da uygun görürsek) düzeltir bir basamak yukarı taşıyabiliriz bence. Hem bunu yaparsak biliriz ki yazımız dikkatlice okunmuş:)
      Hem beş yüz kelime diyorsun, hem de hepsini bir yazıda anlat. Nasıl olacak bu?:))))

      Sil
    5. ivit okuyom senin katkılarını bloglarda, şöyle olsun böyle olsun demelerini, kötü bişi diyil iyi bişi, yapabilirsin tabii yani düzeltebilirsiin kiii :) kelime oyunu 3 yazımda, yanlışları düzeltin filan derim pekuuu, yani bi sakıncası yok kiiii :) tabii faydalı oluur hepimizeee :) hehe tamam yaa böyle yazılarda 500 kelime sınırı yok tamam :) öykü ağaç ev kelime deneme çöl çiçeği gibi şeysilerde olsun 500 kelimeee :) bak günah çıkarmaların ideal :) bi dee ış dışı günahların yok mu ha ha haaa :)

      Sil
    6. Aşağıda Buraneros'un yorumunu okudun mu?:)
      Tamam, itiraz etsem bile senin dediklerini dikkate alıyorum, biliyorsun:)
      Düzeltme konusunda hemfikir olmamıza sevindim. Muhtemelen on on beş kişilik bir fikir kulübü çalışabilir o zaman. Formatımız oluşuyor:)
      Vardır elbet, düşünmem lazım:) Ha bir de başkalarının günahlarını da kendi günahlarımmış gibi yazabilirim belki:)

      Sil
    7. bütün yorumları okurum kii :) benim sölediklerim yasa filan diyil zaten :) genelde uzun yazılar olunca insanlar, nette olsun sanat dergileinrde olsun, başını ortasını sonunu okurlar, benim gibiler dışında, ben kitap kurduyum, herşeyi okurum uzun olsa da kısa olsa da, hızlı ve dikkatliyim, redaksiyon da yaptığım için şerbetliyim yani. ama net okuru çoğunlukla kısa yazı okur, amerikada da olan ingilizce akımı var, simple english. yani kısa cümlelerle derin şeyler anlatabilmek. türkler genelde uzun cümleler kuruyor, bürokraside de özel şirketlerde de. kısa cümlelerle kısa yazılarla bir öykü veya bir makale yazmak aslında uzun yazmaktan daha zor.insanlar genelde bir yazı veya öykü yazarken o yazının konusuna veya öykünün, nasıl geldiklerini anlatırlar, yani aslında bunları kendi kendilerine söylerler, kendilerini rahatlatmak için. falan filan işte. bizler de mutlu olmak için yazıp okuyoruz. burda minik ailemizde. ne diyodum ben yaa unuttum. uzun yazmak zormuş, insan unutuyo, ne diyceğini beee :) başkalarının günahları ha haa pekuu :) fikir kulubü, temams blog fikir sendikası kiki :)

      Sil
    8. Evet, kısa yazmak çok daha zor uzun yazmaktan. Pişince kısa yazmaya başlarız artık:)

      Sil
  12. Nasıl yani dedim sonunda. Hayal gücünüzü çok beğendim.Yoksa gerçek miydi? Kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
  13. Vayyy çok hoş bir öykü olmuş. Kesinlikle bunları kayıt altına almalısınız. logların başına birşey gelir falan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:)) Bu konuda rahatlığımın farkındayım:) Evet haklısınız, bir karar vermeliyim sanırım, teşekkürler:)

      Sil
  14. Uzun bir yazı mıydı???!!! Bir yazı okuduğumu sanmamıştım, ta ki bir yazı vurgusu içeren yorumları okuyana kadar:)

    Müthiş!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Deep öyle diyor:))) Kelimelerle sınırlanıyoruz, bir de kelime sayısıyla sınırlanırsak yandık. Rtük bile deep kadar gaddar değil:)))
      Çok teşekkürler:)

      Sil
  15. Vay canına sayın seyirciler !!! :)))

    (unorthodox enfes bir diziydi)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen öyle:))) Böyle bir şeyin başına geldiğini düşün:)
      Evet, ben de çok beğendim:)

      Sil
  16. ÇOK GÜZEL!!! :) Detaylar çok ilgi çekici ve devamı kesinlikle gelmeli :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:) Evet, herkeste bir merak:) Naci'nin ipleri benim elimde, he he heee:)=

      Sil
  17. Aslında itiraf edeyim ben detaylı okumayı atlamadan okumayı seviyorum ama uzun yazılara da vakit ayırmam gerektiği için okumakta geç kalıyorum erteliyorum hızlıca bir yorum yapıp geçmek istemediğimden yani bazen sayfalarca gibi uzun yazılar oluyor bloglarda valla bazen okuyamıyorum kiki :D
    şimdi asıl yorumuma geçeyim :)
    ooo emlak satışı hiç bilmediğim bir konu epey karmaşık olmalı güzel başlangıç olmuş :) adam gelmeyecek sandım bir an :) detayları çok güzel bağlamışsın irlandalının yağmura alışık olması gibi şeyler yani iyi düşünmüşsün bunları :) Malone hikayesi ilginçmiş :D antalya müzesinde de apollon heykeli benzer bir durumdan muzdarip hahah :D
    amanın paragraflar hakkında düşüncemi unutmadan yazıp okumaya geri dönüyordum bu noktadan sonrası gerilim aksiyon filmi gibi çook iyi olmuş yaa çok sevdiim :D zaman kayması gibi bir şeyler olabilir veya irlandalı büyü yaptı hahah :D çok güzel olmuuş :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın, en büyük sıkıntımız zaman:) Benim şu aralar sizin kadar yoğunluğum olmadığı halde takip ettiğim blogların hepsine hak ettikleri zamanı ayıramıyorum. Bu nedenle kaçırdığım çok şey olduğunun farkındayım. Okuduğum blog yazılarını önemsiyorum ben de sizin gibi. Yazılara yapılan yorumlarına kadar inceliyorum. Amacımız birbirimizi "like" lamak değil burada, bir şeyler öğrenmek. Fakat işte zaman...
      Bu Kelime Oyunu iyi oldu, etkinliğe katılmak için araştırmak, hayal gücünü ve yaratıcılığı kullanmak, düşünmek gerekiyor. Bu sayede bir yandan yeni şeyler öğrenirken diğer yandan yazma becerimizi geliştiriyoruz. Ayrıca başkalarının yazdığı öyküleri de zevkle okuyor, ilham alıyoruz. Öyküyü yazmak için İrlanda hakkında eper araştırma yaptım, Molly Malone'u bu sayede öğrendim:)
      Öykünün sonu açık evet, aslında bu noktadan sonra okurun hayal gücüne bıraktım ama devam etse daha iyi olacak belki de. Teşekkürler:)

      Sil
  18. yaa ama buna bir devam mı uydursan seri halde bir şey mi yazsan acaba o kadar güzel kurgu olmuş ki film sahnesi gibii

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önümüzdeki haftanın kelimelerine uydurabilirsem devamı alternatif olabilir:)

      Sil
  19. Uzun yazıları sakin zamanlarımda okuyabiliyorum. Yalnız hikaye alacakaranlık kuşağı gibi ,çok fena bir durumu anlatıyor. Hoşuma gitti.
    Heykel giyinikmiş neyse ki okurken çıplak hayal etmiştim:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim o anki ruh halime bağlı oluyor blog okumalarım. Yazı hoşuma gittiyse sonunu getiriyorum uzunluğuna bakmadan. Kısa yazmak isterim ama bazen kendimi kontrol edemeyip yazının akışına bırakıyorum kendimi herhalde, cümleler cümleleri kovalıyor. Hatta bazen yazarken bile yeter artık sıkıldım dediğim bile oluyor ama sonu gelmiyor, bırakamıyorum:)
      Evet, tam da öyle alacakaranlık kuşağı. Böyle bir durumu yaşamak istemez insan:)
      O da bir şey mi? Avrupa'nın bir şehrindeki erkek heykeline yaptıklarını anlatamam. Neymiş şans getirmiş, ha ha haaa:)))

      Sil
  20. Bu haftaki en iyi yazıyı sizinkini seçtim kendi adıma. Geçen haftaki yazının bu hafta taçlanması oldu. Tebrik ederim ve devamınıda bekliyoruz, seriler halinde :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gözlerime inanamıyorum:) Çoook teşekkür ederim, o kadar mutlu oldum ki anlatamam. Aslında bu bir yarışma değil, siz ve diğer arkadaşlar da büyük emek verdiniz. Önemli olan böyle güzel bir etkinliğe katılmak. Sevinmemin nedeni sadece haftanın en iyi öyküsüne sahip olmak değil, bu öykümü benim de beğenmiş olmam. Genelde yazdığımız öyküleri beğenmeyiz ama bu kez ben kendi yazdığımı beğendim. Evet, bazı arkadaşlar ve eşim sonunu bağlamamışsın dediler ama ben bunu özellikle yapmış ve okurun kafasını karıştırmak istemiştim. Şimdi bu öykü kaldığı yerden devam da edebilir, bakacağız:) Tekrar teşekkürler...

      Sil
  21. Siz bence ciddi bir yeteneksiniz, tebrikler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elinize su dökemem, biliyorsunuz:) Teşekkürler.

      Sil
  22. Genellikle kendi yazdığını zor beğenir insan ama bu öyküyü ben de sevdim. Teşekkürler:)
    Film senaryosu olabilir, neden olmasın?:)

    YanıtlaSil