Bilgisayarına dokunur dokunmaz ekranın aydınlanmasına şaşırdı. Hiç açık bırakmazdı bilgisayarını. Karşısında kendisine ait olmayan bir sayfa açılmıştı. Selmin evdeki özel eşyalara hayatta dokunmazdı. O zaman Esther’in işi olmalıydı bu. Ekrandaki Youtube videosunun altında Indila - Derniére Danse yazıyordu. Kulaklığını takıp play düğmesine bastı. Muhteşem bir müziğin eşliğinde dinlediği şarkının Fransızca sözlerini anlamasa da büyülenmesine yetmişti. Esther’in evden çıkmadan önce dinlemiş olduğu son şarkıydı. Birkaç kez birbiri ardına dinledi Esther’i düşünürken. Fransızca sözlükten şarkının adının ne anlama geldiğine baktı. Derniére Danse, evet Son Dans’tı bu güzel şarkının adı. Sözlerini merak etti.
“Oh ma douce souffrance”
diye başlayan şarkının ilk sözlerine kendince en yakın Türkçe karşılık aradı. “Ah
benim uysal kederim”
Pourquoi s'acharner tu
r'commence – “Neden
yine benimle uğraşıyorsun?”
Je ne suis qu'un être
sans importance – “Onsuz,
ben bir hiçim”
Şarkının bütün sözlerinin anlamını öğrendikten sonra sesi
sonuna kadar açıp dinledi bir kez daha.
Pour oublier ma peine immense – “Büyük acımı unutmak için,”
Je veux m'enfuir, que
tout recommence –
“Kaçmak istiyorum, her şey yeniden başlasın diye”
Defalarca dinledi ve şarkının her satırına her sözüne bir
anlam yükledi. Dinledikçe Esther’i düşündü. Belki de özellikle açık bırakmıştı Esther,
görmeyen gözleri görsün, duymayan kulakları işitsin diye. Ama yine anlamazdı
eğer Martin çizmeseydi arabasını, çıkartmasaydı at gözlüklerini gözünden.
Sans toi ma vie n'est
qu'un décor qui brille, vide de sens – “Sensiz hayat benim için anlamsız, parıltılı bir dekordan
başka bir şey değil”
“Gece gündüz gökyüzünde dolaşıyor, rüzgâr ve yağmurla dans
ediyorum”
“İstediğim tek şey biraz aşk, tatlı bir dokunuş”
“Ve son bir dans …”
Gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşalıyordu. Onca zaman geçmişti dans etmeyeli. Ne kitap
okuyacak zaman, ne tiyatro, ne konser, ne sergi… Hem kendine yazık etmişti hem
de Esther’i bu duruma getirmişti. Kalktı bilgisayarın başından. Ne maillerine
bakacak hal kalmıştı, ne de içinden gelen en ufak bir istek. Salonun ortasına doğru yürüdü, ellerini kaldırdı havaya, kaderine isyan edercesine, gözlerini yumdu, avazı
çıktığı kadar haykırarak tekrarladı şarkının dizelerini:
“Oh ma douce souffrance”
“Ah benim uysal kederim” Benim sessiz acılarım. Esther geldi gözlerinin
önüne, acılar gecenin sessizliğini yırtıyordu, çığlık çığlığa bağırıyor, çektiği ıstırabı
hırçın bir volkan gibi gökyüzüne kusuyordu. “Ah benim kör gözlerim” diye
bağırdı komşuların duymasına hiç aldırmadan.
***
Ayhan eve adımını atar atmaz Jale’nin çenesi düşmüştü. Sabah
Selma’ya uğradığından başlayarak Kemal’in onları alıp hep birlikte önce doktora, oradan Esther’in yattığı hastaneye gittiklerinden, Esther Ablasının el ve
ayaklarındaki bantların çıkarıldığından bahsetmiş, Martin’in komikliklerini
ballandıra ballandıra anlatmıştı. Yemekleri bitene dek bütün olan biteni en ince ayrıntısına varıncaya kadar heyecan içinde paylaşmıştı kocasıyla.
Salonda televizyonun karşısına geçip çaylarını yudumlamaya
başladıkları esnada Jale'nin gergin hali gözünden kaçmamıştı Ayhan'ın.
- Eline sağlık hayatım, yemekler nefisti.
- Afiyet olsun. Benimle dalga mı geçiyorsun, yemek yapacak zamanım mı vardı sanki? Kemal Bey, sen gelmeden bir saat önce bıraktı eve beni. Yemeklerin hepsini dışarıdan söyledim dedi Jale, umursamaz bir tavır içinde. Kafasında henüz anlatamadığı bir şeyler dolaşıyordu sanki.
- Canını sıkan bir şey mi oldu? diye sordu Ayhan.
- Esther Abla’nın durumunu düşünüyorum dedi, Jale. Çayını tazelemek için Ayhan’ın boş bardağını aldı elinden.
- Eee, bak yarın taburcu oluyormuş, bu sevindirici değil mi?
Mutfaktan çıkıp çay bardağını koltukta oturan Kemal'in eline verdi.
- Esther Abla için sevindim tabii ama Doktor Cevdet Bey’in söyledikleri canımı sıktı. Güya reenkarnasyon
diye bir şey söz konusu değilmiş, efendim o sadece bir inanç meselesiymiş, bilimsel
açıklaması yokmuş. Peki, bilimi ikna etmek için daha ne yapmak lâzım? Kadın
çatır çatır Macarca konuşuyor, dün Prenses Nora olduğunu söyledi Sophia’ya.
Aynı şeyi bugün Martin’e tekrarladı. Üstelik ne ana dili olan Almanca konuşuyor ne de Türkçe olarak tek kelime çıkıyor ağzından. Tam Doktor Cevdet Beye rüyamdan bahsedip önceki hayatımda Vatikan’da rahibe olduğum ve senin de buna şahitlik ettiğin önceki hayatımı anlatacaktım, sert bir dirsek darbesiyle susturdu
beni Selma.
Üstünü sıyırıp karnını gösterdi Ayhan’a.
- Bak hala acısı
geçmedi.
Ayhan yerinden kalkıp karısının yanına geldi. Yüzünde
beliren muzip bir gülümsemeyle,
- Aç, aç biraz daha, öpeyim de geçsin bir tanem.
Jale kocasının kafasına eliyle vurdu hafifçe.
- Ya git, sen de dalga geçiyorsun benimle.
- Hiç yapar mıyım hayatım. Bence de Esther Hanım reenkarnasyon
denilen olayın gerçek kanıtı. Fakat önemli olan onun bir an önce şimdiki hayatına dönmesi.
- Biliyor musun Ayhan? Jale, kocasına önemli bir
sır verecekmiş gibi sesini alçalttı. Esther Abla’nın zaten psikolojik sorunları
varmış daha önceden. Başına gelen bu durumu ona bağlıyor doktorlar.
- Nasıl yani? Halbuki dışarıdan gayet mutlu bir çift gibi
görünüyorlardı. Parasal yönden ya da başka bir şeyden yana sıkıntıları olduğunu
sanmıyorum.
- Belki de vardır, kim bilir?
Jale, gözlerini indirip
bir şeylerden şüphelendiğini hissettirdi.
- Ne olabilir ki? Sen bir şeyler biliyorsun galiba dedi
Ayhan, merakla.
- Geçenlerde evlerindeki yemeği hatırla, hani Kemal’e yüklenmişti Hasan o
akşam. Gerçi kafası iyi olmasa cüret edemezdi buna ama. İçkiyle beraber şakaya
vurup ağabeyinin işkolikliğinden dem vurmuştu.
- Evet, hatırladım şimdi. Hatta lâfın arasında “Ağabeyim
gibi olma, eşine zaman ayır” deyip bana da nasihat vermeye kalkmıştı. Ellerini açıp Jale’ye baktı, Ayhan. Eee, ne var şimdi bunda?
Jale kocasının tepkisine şaşırmıştı.
- İşte olay bu, sen hâlâ bir şey anlamadıysan Hasan’ın söylediği gibi Kemal’in yolundasın demek dedi, suratını asarak.
Anlam veremedi karısının bu tepkisine Ayhan. Bütün kadınlar
böyleydi işte. Bir şeye kafayı takarlar, sonra adama bulmaca çözdürürler.
- Ya ne oluyor, niye suratını astın şimdi, ben bir şey anlamadım.
Ayhan’ın anlama kabiliyetinden yoksun olmasına kızmıştı, Jale. Sesini yükseltti,
- Ayhan ne var bunda anlaşılmayacak. Esther Abla yalnız, yalnııız! Kemal Bey işinden başka bir şey düşünmüyor, tamam bok gibi paraları var, her şeye güçleri yeter ama birlikte paylaştıkları hiçbir şey kalmamış aralarında.
Kadını sonunda ruh hastası etti şimdi ne yapacağım diye çırpınıyor. Ah şu erkek
milleti, hepiniz aynısınız.
- Tamam, tamam, şimdi anladım. Ama ben o dediğin
erkeklerden değilim değil mi? Karısının boynuna dolanıp gönlünü almaya çalıştı.
Jale kocası tarafından şımartılmasından hoşlanmıştı. Kocasının kedi gibi sırnaşması onu memnun ediyordu.
- Evet, değilsin. Sonra birden itti kocasını üzerinden. Şimdilik değilsin ama şunu bil ki ben Esther Abla gibi sakin biri değilim ona göre ayağını denk al.
Tatsızlık olmasın diye sesini çıkarmadı Ayhan. Ancak karısının şimdiye
kadar devamlı kendi yaptıklarından, düşüncelerinden bahsederken bir kere olsun
kendisine “Peki, ya senin nasıl geçti günün?” diye sormayı akıl etmediğini de düşünmeden
edemedi.
***
Martin’le odaya girdiklerinde gördüğü manzara şaşırtmıştı
Kemal’i. Cevdet Bey, Esther’in yanına gideceğinden hiç bahsetmemişti kendisine. Karşılıklı
oturmuş derin bir sohbete dalmışlardı. Karşısında Kemal'i görünce toparlandı birden
Doktor.
- Doktor Bey, sizin Macarca konuştuğunuzu bilmiyordum doğrusu.
Doktor gülümseyerek,
- Haklısınız yanılmakta dedi. Macarca konuştuğumuzu
sandınız tabii. Oysa ben Almanca bir şeyler anlatmaya çalışıyordum. Esther'in yüzündeki
ifadeden sanki söylediklerimi biraz anlıyormuş gibi geldi. Sanırım Macar
diliydi, evet Macarca birkaç cevap da verdi ama tabii ki ben anlamadım
hiçbirini.
Martin hemen Esther’in yanına gidip meşhur reveransını yaptıktan sonra nazikçe elinden öptü.
- Matmazel... Saygıyla bir kez daha eğildi önünde.
Kendisine gösterilen bu saygıdan son derece memnun görünen Esther,
başını kaldırdığında Kemal’le göz göze geldi ve o anda yüzündeki gülümseme bıçak gibi
kesildi ama sesini çıkarmadı. Martin’le tanıştırılmayı bekleyen Doktor daha
fazla dayanamadı. Uzattı elini Martin’e,
- Doktor Cevdet Saran, Esther Hanım’ın doktoruyum, dedi.
Martin doktorun elini sıkıca kavradıktan sonra,
- Sizi tanıdığıma memnun oldum Doktor, ben de Şef Martin
Sándors, Prenses Nora’nın dadısıyım dedi. Esther dahil hepsi güldüler
Martin’in cevabına.
- Şimdi, dedi Doktor. Martin hastayı biraz hazırlasın. Yani biliyorsunuz
yeni göreceği şeyler onda şok yaratmamalı. Dışarı çıkınca nasıl bir tepki vereceğini bilemeyiz. Sanırım bu işin üstesinden gelir kendisi. Martin’e döndü.
- Ne dersin Martin?
- Ayıp ettin doktor, ben şimdi Prensesle konuşur, onu en
uygun şekilde dış dünyaya hazırlarım. Değil eve, Marsa götürseniz bile gıkını çıkarmaz. Ama onunla konuşmam için için bana bir saat kadar zaman vermeniz lâzım.
- Hadi biz de çıkıp neyi nasıl yapacağımıza karar verelim Kemal Bey dedi, Doktor.
Martin’i içeride Esther’le birlikte yalnız bıraktılar.
Devam edecek.
Güzel bir giriş olmuş. Şarkıyı dinleyen Kemal' in hislerini ve verdiği tepki çok iyi aktarmışsın. Şarkının sözleri de güzelmiş.
YanıtlaSilJale şikayet etse de o da Ayhan' ı ihmal ediyor gibi. İkisinin konuştuğu kısımda Ayhan yerine yanlışlıkla Kemal yazmışsın sanırım. "Ne olabilir ki" ile başlayan kısım.
Esther dışarı çıkınca ne tepki verecek acaba? Martin onu yeterince hazırlayabilecek mi? Sonraki bölümü bekleyelim. :)
Teşekkür ederim. Öncelikle yorum yapan tüm arkadaşlara cevabım geciktiği için özür dilerim. Oğlumun şehir dışından ev taşıma olayı vardı, işler ters gitti. Abonelik iptalinde gelip hemen elektriği kestiler, telefonu bile şarj edemedim vs. Bu şarkı gerçekten en sevdiğim şarkılardan biri:)
SilUyarın için teşekkür ederim, düzelttim. İnsan kendi hatasını daha zor görüyor, hiç dikkatimi çekmemiş.
Martin işini biliyor, ona güveniyorum:)
şarkı ne hoş, iyi geldi.
YanıtlaSilgerçekten kadınlar dediğiniz gibi, erkekler bir bakıştan bir kaştan anlasın derdimizi istiyoruz, olmuyor tabii. fakat ilginç olan biz birbirimizi anlıyoruz! mesela çocukken annem kaşını kaldırsa anlardım ne demek istediğini neye kızdığını :) aynı şekilde yakın kadın arkadaşlarımla da anlaşabiliyoruz sözsüz ama hakikaten erkekler anlamıyor.
Bildiğiniz gibi romanı taslak olarak yazalı epey oluyor. Bu bölüm yoğun duygu seline kapıldığım ve sabaha kadar defalarca İndila'yı dinlediğim bir bölümdü. Herkesin aynı hisse kapılmasını beklemiyorum ama bu bölüm benim açımdan romanın kalbiydi.
SilKesinlikle size katılıyorum:) Erkeklerin anlayışı mı kıt, kadınlar mı anlatamıyor ya da ima yoluyla yola getirmeye çalışıyor erkekleri emin değilim. Durup dururken kadının suratı düşüyor sözgelimi, erkekler o vakitten sonra bulmaca çözüyor. Çoğu zaman da çözemiyor zaten. Yahu açık açık söylesene, neye kızdın, neye bozuldun, neye sıkıldın. Yok ağızlarını açmazlar. Sen bilirsin, düşün bakalım derler. Ya kabul edin işte erkekler kadınlar kadar zeki değil:))
Ah işte beklediğim sahne geldi :))
YanıtlaSil"Martin’le odaya girdiklerinde gördüğü manzara şaşırtmıştı Kemal’i. Cevdet Bey, Esther’in yanına gideceğinden hiç bahsetmemişti kendisine. Karşılıklı oturmuş derin bir sohbete dalmışlardı. Karşısında Kemal'i görünce toparlandı birden Doktor."
Harika!.. başka bir şey yazmayayım. :) heyecanla bekliyorum
Haklısınız, bu sahne oldukça kritik bir sahneydi. Akla her şeyi getirebiliyor ama Kemal'in kafası çok dolu. Teşekkür ederim:)
Sil"Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten" kitabını okuyorum. İçinde çok klişe şeyler olmakla birlikte çok doğru tespitler de var. Kadın ve erkeğin algı, ilgi ve beklentileri çok farklı gerçekten ve bu yüzden iki cins arasında sağlıklı bir iletişim kurmak başlı başına bir mücadele.
YanıtlaSilKemal'in, Esther hastalanıp da birbirleri ile sözlü iletişim kuramaz hale geldiklerinde onu anlamaya başlaması çok trajik aslında. Martin olmasa belki de hiç iletişim kuramayacak olmaları durumu daha da ilginç hale getiriyor.
O zaman Mrs. Kedi, kitabı bitirdikten sonra sizden bir değerlendirme bekliyoruz. Ben de çok ilginç bir kitap okuyorum. Okuduğum kitaplar arasında unutulmayacak bir kitap. Hermafrodit bir kişinin üç nesil yaşamını konu ediyor. Bahsettiğiniz konular bu kitapta bolca ele alınıyor. Az bir şey kaldı, bitirdikten sonra tafsilatlı bir değerlendirme yazım olacak.
SilMartin'in yaşama bakış açısı örnek alınacak cinsten. Kemal, sorunlu biri ama onu da suçlayamıyor insan. Hasta gözüyle bakmak lazım. Esther sıkıntılarını paylaşamıyor, oysa açık açık konuşsa ve onu uyarsa Kemal'i kendine getirebilir. Onun aşırı hassaslığı içinden çıkılmaz bir duruma sebebiyet veriyor.
Etiketler bölümünüz olsa bu hikayeyi tıklardık ilk bölümden okumak isteyen için daha kolar olurdu :) merak ettim ilk bölümü..
YanıtlaSilHaklısınız. Daha önce yaptığım roman çevirilerinde bölüm sonuna diğer bölüm linklerini koymuştum. Fakat bu kez ihmal ettim. İlk bölümün linkini vereyim sadece. Arzu ederseniz ondan sonrakileri sonraki kayıtlardan çıkarabilirsiniz:) Teşekkürler:)
Silhttps://kaplandiary.blogspot.com/2021/01/son-dans-roman-bolum-1.html
Bir ara giremedim azcık eksik kaldım akışta,evvelki bölümlere bakıp tamamlayacağım ama iyice kıvamını almış hikayen
YanıtlaSilsevgiler
Bu arada ben de çok yoğunum. Çok teşekkür ederim. Selamlar:)
SilŞarkının en sonda yer aldığını görmeden hemen aradım buldum ve öyküyü okurken fonda zevkle dinledim. Dİnledikçe de hatırladım ne çok severdim ben bunu nasıl unutmuşum?
YanıtlaSilSevdiğim bir şeyle beni kavuşturmuş oldun teşekkürler .
Akış deminde ve güzel..devam et,takiipteyim.
Benim de en sevdiğim şarkılardan biriydi bu. Dinlerken şarkıyla bütünleşiyorum adeta. Bu bölümü yazarken ne kadar duygulandım, anlatamam. Ne demek, ben teşekkür ederim:)
SilBen kaçıncı bölümde kalmıştım en son :)
YanıtlaSilblog'umda sürpriz bir duyuru var :)
Güzel soru:))) İnan ki hatırlayamadım:) OK, en yakın fırsatta geleceğim.
Silsenin sevdiğin şarkı :) jale şeker yaa :) nolcak bu esterin hali :)
YanıtlaSilEvet Jale'yi sevdin sen:) Ben nolcak bu Kemal'in hali diyorum:))
SilEs sevdiğim ve sık dinlediğim şarkılardan biri ama sözlerine hiç bakmamıştım.
YanıtlaSil