Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğinin ikinci hafta tartışma konusu
İrem Can tarafından önerildi.
Hepimizin bildiği üzere doğamız giderek tehlike sinyalleri veriyor. Küresel ısınma ve çevre kirliliği had safhada. Bunlar için geri dönüşüm, sıfır atık, daha az tüketim hatta poşetlerin paralı olması gibi önlemler alınıyor.
Bu konu hakkında düşüncelerimizi paylaşırken daha yaşanılır bir dünya için neler yapmamız gerektiğine cevap arayacağız
SERA GAZLARINA ÖVGÜ
Ne zaman kutuplardaki buzullardan kocaman bir parça kopup düşse denize, küresel ısınma geliyor aklıma. İçinde bulunduğumuz gezegeni yaşanmaz hale koyan gerçek bir öykünün ilk satırlarını okuyorum adeta.
Milyonlarca yıl kendi halinde tıkır tıkır işleyen muhteşem bir sistemin çarkına çomak sokmuş insanoğlu, farkına varmadan. Bir zamanlar yaşam kaynağımız olarak güneşi belletmişlerdi bize. Oysa o mükemmel çark, güneşi terbiye eden, varoluşumuzun temeli, yerküremizi çepeçevre saran atmosferden başkası değil. O atmosfer ki, şöhreti kötü sera gazlarından kalkan yapmış kendine, zararlı güneş ışınlarını savuşturmuş dünyamızdan ve bu sayede mükemmel bir ortam sunmuş bütün canlılara.
Sera etkisine sahip gazların bir kısmı doğal yoldan diğer kısmı ise insan eliyle oluşturulmuş. Hayatımızı tehdit eden küresel ısınmanın tek sorumlusu olarak gördüğümüz sera gazlarının aynı zamanda yaşam sebebimiz olduğunu çok kişi bilmez. Sera gazları dünyamızın etrafını kuşatarak güneşin gönderdiği kanserojen ultraviyole ışınlarının % 95'ini emer, dünya üzerinde bir örtü oluşturarak ana kara ve okyanuslara giden sıcaklığı sabit tutar ve dengeler. O olmasa biz olmazdık, gece gündüz arasında oluşacak sıcaklık farklarına dayanamazdık.
Atmosferdeki en büyük hacme sahip sera gazının su buharı olması da şaşırtmasın sizi. Evet, % (36-70) oranında su buharının yanı sıra % (9-26) oranında karbon dioksit (CO2), % (4-9) oranında metan ve % (3-7) oranında ozon atmosferimizde bulunan başlıca sera gazları. Ne var ki bu gazlar içinde ısı tutma yeteneği en yüksek olan (CO2) karbondioksit. Yerkürenin var oluşundan bu yana kendi doğallığı içerisinde sera gazlarında hasıl olan değişimlerin bir sonucu olarak soğuk-sıcak birçok dönem ve buzul çağları görmüştür.
Peki o zaman problem nerede? Atmosferin sera gazı miktarında ani yükseliş yerküre sıcaklığının kısa süre içinde artışına neden oluyor Şöyle ki, geçmişte 150.000 yıla yayılan değişim bu kez 150 yıla sıkışmakta. Sadece insan değil mikroorganizmalar, bitkiler, hayvanlar, kısaca her tür ve cinsten canlı varlık böylesine ani ve böylesine büyük bir değişikliğe şahit olmamış bugüne kadar. Geçmişte bu tür ısı değişimleriyle karşılaştıklarında bütün canlılar evrim geçirerek ortama uyum sağlamışlar, bunu başaramayanlar ise yok olup tarih sahnesinden silinmişler. Şimdi karşı karşıya kaldığımız durumda yaklaşık iki insan ömrü kadar bir süremiz var. Asıl problem birkaç derecelik sıcaklık değişiminin çok ötesinde, yani olacaklara hazırlıksız yakalanmamızda.
Bilim adamları dünya ortalama sıcaklığının bir ya da iki derece artması halinde bile dünyada bazı bölgelerin çölleşeceği, deniz ve okyanus seviyelerinin artış göstereceği, kuraklığın artacağı, tatlı su kaynaklarının azalacağı, bazı bölgelerin su altında kalacağı, açlık nedeniyle kuzey kutbuna doğru göçlerin başlayacağından ve savaşların kaçınılmaz olacağından bahsediyor.
https://youtu.be/R_pb1G2wIoA
Sanayi devriminden bu yana fosil yakıt kullanımındaki artış, atmosfere çok miktarda (CO2) karbondioksit salınımına sebep olurken halen atmosferdeki mevcut karbondioksit konsantrasyonunun seksen yıl sonra iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir.
Garip bir sekilde sera gaz salınımının ikinci büyük sorumlusu geviş getiren büyük baş hayvanlar. Onların her biri güçlü birer metan gazı üretcisi. Hatta bazı bilim insanları ineklerin ürettiği gazın araçların atmosfere bıraktığı sera gazlarından daha etkili olduğunu iddia etmekte. Metan gazının karbondioksite göre 23 kat daha güçlü olması ineklerin küresel ısınmadaki etkisini önemli kılmakta. Doğal dengenin bozulması, dünyanın muhtelif yerlerinde mevsim şartlarının değişmesine sebep olmaktadır. Kuraklıklar, seller ve tabii afetler daha sık görülmeye başlanmıştır. Artık kıtlık, açlık ve sefalet dünya üzerindeki canlıların kaçınılmaz kaderi olacaktır.
En büyük sera gazı üreticisi ABD, Türkiye dahil olmak üzere bütün dünya devletlerince kabul edilen Kyoto sözleşmesini imzalamaktan kaçınmıştır. Kyoto sözleşmesi ile fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynakları (hidro-elektrik, güneş, rüzgar vs) teşvik edilmiş, devletlerin sera gazı salınım miktarlarının zaman içinde azaltılması hedeflenmiştir.
Zamansız su taşkınlarının, hortumların, kutuplardaki buzul erimelerinin, tayfunların, mevsim normallerinin çok üzerinde seyreden hava sıcaklıklarının sebebi olarak küresel ısınmaya işaret ediliyor. Durumun bu kadar vahim olmasına karşılık verilen taahhütlerin eyleme dönüştürülmemesi kafaları biraz karıştırmıyor değil. Yenilenebilir enerjinin maliyeti diğerlerine göre hayli yüksek. Çevreyi korumanın ve küresel ısınmanın getireceği olumsuzluklardan kaçınmanın bedeli bu elbette.
Sanayi devrimini tamamlamış, milli geliri yüksek Avrupa'nın, küresel ısınmaya karşı tedbir alması, Kyoto protokolünü gönüllü olarak uygulaması itibarlı bir davranış. Bununla birlikte az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere gelen ek maliyetleri bu ülkelerin tek başlarına yüklenmeleri pek adil olmasa gerek. Zira mevcut durumun baş sorumluları bugüne kadar atmosfere en fazla sera gazı salınımında bulunan, sanayileşme sürecini tamamlamış, gelişmiş ülkeler. Durum böyle olunca, küresel ısınma sorunu, az gelişmiş ülkelerin tepesine basabilmek için küresel şirketlerce tezgahlanan yeni bir oyun mu diye sormaktan alamıyorum kendimi.
KÜRESEL KİRLENME
En az küresel ısınma kadar önemli çevre kirliliği. Dünyamız o hale geldi ki kelimeler meramımızı anlatmaya yetmiyor. Çevre kirliliği derken insanın aklına ilk olarak kapısının önü geliyor. Esasen üzerinde durmak istediğim konular az tüketim, naylon poşet kullanımından kaçınmak, sıfır atık falan değil. Elbette bu sayılanlar da önemli ama anlatacaklarımın yanında masum kalıyor. Bu nedenle çevre kirliliği yerine "küresel kirlenme" ifadesini kullanacağım. Toprağımız kirlenmiş, suyumuz, havamız kirlenmiş, kirlenmekle kalmamış zehirlenmiş. Zehirlediğimiz toprağımızla zehirlemişiz kendimizi. Sadece kendimizi değil bizimle birlikte çocuklarımızı, torunlarımızı...
Yaklaşık 12.000 yıl önce yerleşik hayata geçerek tarım toplumu olmamızdan sonra binlerce yıl çevremizi kirletmeyi beceremedik. Ne olduysa son 150 yılda oldu. İnsanoğlu daha çok kazanma hırsı ile geri dönüşü olmayan yollara sürüklendi. Küresel şirketler tarımı bitirdiler, toprağı, suyu ve havayı canlıları öldüren, vücutlarında kalıcı hasar bırakan, kanserojen kimyasal ilaçlarla zehirlediler. GDO'lu tohumlarla ürettikleri dna mıza işlenip gelecek nesillere aktarılacak. Topraktaki zirai kimyasallar yağmurla derelere, derelerden denizlere taşınıyor. Denizden tutulan balıklarda mutasyon geni tespit ediliyor. Tavuklar, kırmızı etler hep aynı. O kadar kirlendik ki içecek temiz bir bardak su bulmakta güçlük çekiyoruz.
Belki henüz farkında değiliz ama birkaç kuşak sonra çıkacak her şey ortaya. Küresel kirlenme küresel ısınmayı aratacak korkarım.