KATEGORİLER
BLOGGER KİTAP KULÜBÜ (BKK)
(5)
Gezi
(28)
Günce
(614)
Kitaplarım
(249)
ÖYKÜ
(125)
Sohbet
(383)
ŞİİR
(3)
28 Kasım 2019 Perşembe
YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 14
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 14 ***
Çalışma mahalline gelince ekip işe koyulacak hemen. Yol boyunca backhoe tarafindan açılan derin hendeklerin tabanına kum ve çakıllı malzeme serilmiş. Traktör kepçe 600mm çapındaki beton boruları bir halat yardımıyla hendeğin içine indirirken işçilerden biri ipin ucunu çekiştirip boruya yön verecek. Bu beton kanalizasyon borularına o zamana kadar künk denildiğini biliyorsun. Demek teknik olarak bu işe "büz döşemek" deniyormuş diyeceksin. Büzler arasının yerinde karıştırılan harçla kapatılarak bağlanması işine işçilerin bilezik yaptık demeleri şaşırtacak seni.
İlk hafta şantiyenin bir ucundan diğerine koşarken biraz hayâl kırıklığı yaşayacaksın. Üniversitede öğrendiğin onca bilgilerle gördüklerin arasında en ufak bir alâka olmayacak çünkü. Yine de evlât, kısa zamanda ortama ayak uyduracak, çevrendekilere sevdireceksin kendini. Topograf ekibi ile proje üzerinde tartışmaya başlayacak, işlerin plân ve programını yapacak, hatta iki gün önce ustalardan öğrendiklerinle onlara ayar çekeceksin. Boş vakitlerinde sahayı gezip kaba inşaatı yapılan binaları inceleyeceksin. Yine öyle bir günde gördüklerin aklını başından alacak. Kalıpları henüz sökülmüş üç katlı bir konutu incelerken, kuvvetlerin aktarıldığı kolon ve kiriş bağlantılarının birinde gördüğün çimento torbasının ucundan çekeceksin. Koca kağıt parçasını kolayca yerinden çıkardıktan sonra gözlerine inanamayacaksın. İki kirişin birleşip yükü kolona aktardıkları köşede kocaman bir boşlukta üzerine beton değmemiş demirler görünüyor. O an düşüneceksin, ya sana öğretilenler yanlış, ya da o kolon orada gereksiz yere projelendirilmiş. Kapı kasalarında düşeyde on beş yirmi santime varan sapmalar göreceksin. İncesi bitmiş inşaatlarda ise göz alıcı bir güzellik olacak. Bütün kusurlar sıva ile örtülmüş, kat kat alçı perdah çekilmiş, en çekici renklerle usta eller tarafından boyanmış olacak. Yani içi seni yakacak, dışı gören herkesi.
Bir akşam mesai bitiminden sonra şantiye şefi seni odasına çağıracak. Otuz beş, kırk yaşlarında, esmer, gözlüklü, kahverengi takım elbisesi içinde kırmızı kravatını özensiz bir şekilde gevşetmiş, bıyıklı biri. Karşısındaki koltukta kırklı yaşlarda, kır saçlı, beyaz tenli ve sonradan kontrol amiri olduğunu öğreneceğin bir adam oturuyor. Şef elini uzatıp hoş geldiniz dedikten sonra kontrol amiriyle tanıştıracak seni. Önlerinde birer çerez tabağı ve içki bardağı var. "Kanyak içer misin?" diye soracak. Ayıp olmasın diye geri çevirmeyeceksin. Biraz sohbet ettikten sonra kontrol amiri müsaade edip ayrılacak. Şef nasıl, alışabildin mi? diye soracak. Biraz sıkılarak evet diyeceksin. Merak edip durduğun maaşını öğrenmek isteyeceksin. Çalışmana bağlı diyecek. Bu lâfın üzerine kendini göstermek için daha fazla çalışman gerektiğine inandıracaksın kendini.
Her on beş günde bir pazar günleri tatil. Cumartesi akşamları ise Tavşanlı'ya eğlenmeye gideceksiniz arkadaşlarınla. Hesabı şirketin ödediği pavyona benzer ilçenin tek gazinosunda kadın bir şarkıcı damardan şarkılar söyleyecek. Söylediği her parça sanki onun yaşamından süzülen bir yaprakmışçasına hüzünle kaplayacak içini. Yiyip, içip efkâr dağıtacak, geç vakitlerde şantiyeye döneceksiniz.
Ramazan ayının ilk günü işin hızında ciddi bir düşüş fark edince ekibe ilk fırçanı atacaksın. "Abi, oruçluyuz, normaldir" cevabını alacaksın. Gece seni de sahur yemeğine kaldırmaları için bekçiyi tembihleyeceksin. Şantiyelerde çıkan yemekler genel olarak lezzetli ve bol kepçe olur evlat. İşçi iyi beslenecek ki iyi çalışsın. Sahur yemeği de oldukça zengin, tıka basa doyurabiliyorsun karnını, istediğini istediğin kadar ye. Ertesi sabah ekibi sıkıştırdığında itiraz gelirse cevabın hazır. "Siz oruçluysanız ben de oruçluyum, hadi asılın küreklere" O ramazan Allah rızası için değil de sadece sana orucu bahane etmesinler diye sonuna kadar tutacaksın orucunu ve bu tuttuğun son oruçların olacak.
Ay sonu gelip geçtiği halde maaştan haber yok. Ta ki bir sonraki ayın yirmisine kadar öğrenemeyeceksin şefin sana biçtiği değeri. O gün gelip çattığında, yeni bir hayâl kırıklığina uğrayacaksın. Senin kendini kanıtlamak için gösterdiğin gayretin karşılığı komik gelecek sana. Ankara'da diploman henüz elinde değilken part time çalıştığın, dahası müdürlerinin sınav zamanların yaklaştığında bir baba şevkatiyle bu hafta gelme, derslerine çalış dedikleri proje şirketinin sana ödediği maaşın altında bir parayı eline tutuşturacaklar. Muhasebeden çıktığın gibi soluğu şantiye şefinin yanında alacaksın. Sana nutuk çekecek, yok daha yaşın çok gençmiş, yok burası senin okulun sayılırmış türünden sözleri seni yatıştırmak şöyle dursun daha da sinirlendirecek. Birden işten de mesleğinden de soğuyacaksın. Üzülme evlât, dünya o kadar küçük ki! Aradan tam yirmi yıl geçtikten sonra Ankara'da yöneticisi olduğun büyük bir şirkette bu kez o şantiye şefi gelip kapını çalacak. Karşına geçip oturduğunda maziyi hatırlayıp acı acı güleceksin. Onun, yönettiğin bir şantiyede proje müdürü olarak çalışmasına rıza göstermeyecek, o günün buruk acısını fazlasıyla çıkartacaksın.
Moralinin bozulduğu, suratının düştüğünden anlaşılacak. Artık bu şantiye bitmiş senin için. Yeni arayışlar peşindesin. Demirci taşeronu ile dertleşirken sana verilen maaşın % 50 fazlasını vereyim, gel benim demir hesaplarımı yap diye teklif getirecek. Daha çok yerin dibine gireceksin utancından. Birkaç gün sonra şantiye şefine bu şartlar altında çalışamayacağını söylerken seni güzel günlerin beklediğini bilmeyeceksin.
İlk hafta şantiyenin bir ucundan diğerine koşarken biraz hayâl kırıklığı yaşayacaksın. Üniversitede öğrendiğin onca bilgilerle gördüklerin arasında en ufak bir alâka olmayacak çünkü. Yine de evlât, kısa zamanda ortama ayak uyduracak, çevrendekilere sevdireceksin kendini. Topograf ekibi ile proje üzerinde tartışmaya başlayacak, işlerin plân ve programını yapacak, hatta iki gün önce ustalardan öğrendiklerinle onlara ayar çekeceksin. Boş vakitlerinde sahayı gezip kaba inşaatı yapılan binaları inceleyeceksin. Yine öyle bir günde gördüklerin aklını başından alacak. Kalıpları henüz sökülmüş üç katlı bir konutu incelerken, kuvvetlerin aktarıldığı kolon ve kiriş bağlantılarının birinde gördüğün çimento torbasının ucundan çekeceksin. Koca kağıt parçasını kolayca yerinden çıkardıktan sonra gözlerine inanamayacaksın. İki kirişin birleşip yükü kolona aktardıkları köşede kocaman bir boşlukta üzerine beton değmemiş demirler görünüyor. O an düşüneceksin, ya sana öğretilenler yanlış, ya da o kolon orada gereksiz yere projelendirilmiş. Kapı kasalarında düşeyde on beş yirmi santime varan sapmalar göreceksin. İncesi bitmiş inşaatlarda ise göz alıcı bir güzellik olacak. Bütün kusurlar sıva ile örtülmüş, kat kat alçı perdah çekilmiş, en çekici renklerle usta eller tarafından boyanmış olacak. Yani içi seni yakacak, dışı gören herkesi.
Bir akşam mesai bitiminden sonra şantiye şefi seni odasına çağıracak. Otuz beş, kırk yaşlarında, esmer, gözlüklü, kahverengi takım elbisesi içinde kırmızı kravatını özensiz bir şekilde gevşetmiş, bıyıklı biri. Karşısındaki koltukta kırklı yaşlarda, kır saçlı, beyaz tenli ve sonradan kontrol amiri olduğunu öğreneceğin bir adam oturuyor. Şef elini uzatıp hoş geldiniz dedikten sonra kontrol amiriyle tanıştıracak seni. Önlerinde birer çerez tabağı ve içki bardağı var. "Kanyak içer misin?" diye soracak. Ayıp olmasın diye geri çevirmeyeceksin. Biraz sohbet ettikten sonra kontrol amiri müsaade edip ayrılacak. Şef nasıl, alışabildin mi? diye soracak. Biraz sıkılarak evet diyeceksin. Merak edip durduğun maaşını öğrenmek isteyeceksin. Çalışmana bağlı diyecek. Bu lâfın üzerine kendini göstermek için daha fazla çalışman gerektiğine inandıracaksın kendini.
Her on beş günde bir pazar günleri tatil. Cumartesi akşamları ise Tavşanlı'ya eğlenmeye gideceksiniz arkadaşlarınla. Hesabı şirketin ödediği pavyona benzer ilçenin tek gazinosunda kadın bir şarkıcı damardan şarkılar söyleyecek. Söylediği her parça sanki onun yaşamından süzülen bir yaprakmışçasına hüzünle kaplayacak içini. Yiyip, içip efkâr dağıtacak, geç vakitlerde şantiyeye döneceksiniz.
Ramazan ayının ilk günü işin hızında ciddi bir düşüş fark edince ekibe ilk fırçanı atacaksın. "Abi, oruçluyuz, normaldir" cevabını alacaksın. Gece seni de sahur yemeğine kaldırmaları için bekçiyi tembihleyeceksin. Şantiyelerde çıkan yemekler genel olarak lezzetli ve bol kepçe olur evlat. İşçi iyi beslenecek ki iyi çalışsın. Sahur yemeği de oldukça zengin, tıka basa doyurabiliyorsun karnını, istediğini istediğin kadar ye. Ertesi sabah ekibi sıkıştırdığında itiraz gelirse cevabın hazır. "Siz oruçluysanız ben de oruçluyum, hadi asılın küreklere" O ramazan Allah rızası için değil de sadece sana orucu bahane etmesinler diye sonuna kadar tutacaksın orucunu ve bu tuttuğun son oruçların olacak.
Ay sonu gelip geçtiği halde maaştan haber yok. Ta ki bir sonraki ayın yirmisine kadar öğrenemeyeceksin şefin sana biçtiği değeri. O gün gelip çattığında, yeni bir hayâl kırıklığina uğrayacaksın. Senin kendini kanıtlamak için gösterdiğin gayretin karşılığı komik gelecek sana. Ankara'da diploman henüz elinde değilken part time çalıştığın, dahası müdürlerinin sınav zamanların yaklaştığında bir baba şevkatiyle bu hafta gelme, derslerine çalış dedikleri proje şirketinin sana ödediği maaşın altında bir parayı eline tutuşturacaklar. Muhasebeden çıktığın gibi soluğu şantiye şefinin yanında alacaksın. Sana nutuk çekecek, yok daha yaşın çok gençmiş, yok burası senin okulun sayılırmış türünden sözleri seni yatıştırmak şöyle dursun daha da sinirlendirecek. Birden işten de mesleğinden de soğuyacaksın. Üzülme evlât, dünya o kadar küçük ki! Aradan tam yirmi yıl geçtikten sonra Ankara'da yöneticisi olduğun büyük bir şirkette bu kez o şantiye şefi gelip kapını çalacak. Karşına geçip oturduğunda maziyi hatırlayıp acı acı güleceksin. Onun, yönettiğin bir şantiyede proje müdürü olarak çalışmasına rıza göstermeyecek, o günün buruk acısını fazlasıyla çıkartacaksın.
Moralinin bozulduğu, suratının düştüğünden anlaşılacak. Artık bu şantiye bitmiş senin için. Yeni arayışlar peşindesin. Demirci taşeronu ile dertleşirken sana verilen maaşın % 50 fazlasını vereyim, gel benim demir hesaplarımı yap diye teklif getirecek. Daha çok yerin dibine gireceksin utancından. Birkaç gün sonra şantiye şefine bu şartlar altında çalışamayacağını söylerken seni güzel günlerin beklediğini bilmeyeceksin.
(Devam edecek)
27 Kasım 2019 Çarşamba
444 0 333
Pes mi yuh mu diyeyim bilemedim artık. Son haftanın her günü en az üç sefer aranıyorum. 444'lü numaralardan nefret ettiğim için ekranda gördüğümde telefonu açmaktan alıkoyuyordum kendimi her seferinde. Fakat yine de rahatsız edici. Elindeki işi bırak, cebinden telefonu çıkar ya da şarja koymuşsun zil sesini duyunca koştur git yanına ekranda aynı numara.
Merak ettiğimden değil de belki bir kez cevap verirsem keserler aramayı deyip bastım telefonun aç tuşuna. "İyi günler, Garanti Bankasından ben Yağmur. Sayın ... ile mi görüşüyorum?" Evet dedim, gayri ihtiyari. Karşı tarafta ses yok. Alo, alo deyişlerim karşılıksız kalınca kapatmak zorunda kaldım.
Yarım saat sonra aynı numara aradı tekrar. Açtım. "İyi günler, Garanti Bankasından ariyorum, ben Yağmur. Sayın ... ile mi görüşüyorum?" Evet dedim, demin de aramıştınız, siz aynı Yağmur Hanım olmalısınız. Hayır dedi, bir dakika müsaade ederseniz arama kayıtlarına bakayım. Az sonra dönüp, evet bugün aranmışsınız. "Bana neden inanmıyorsunuz?" diye sordum. "Siz başka bir Yağmur'la görüşmüş olabilirsiniz" diye cevap verdi. "Tamam da bunun ne önemi var, sizin beni ısrarla aramanızın nedenini öğrenmek istiyorum." dedim.
"Bonus kart hakkında bilgi vermek istiyordum, müsaitse.." Sözünü keserek "Bakın Yağmur Hanım, konuyla ilgilenmiyorum, bir haftadır sürekli aramanızdan da rahatsız oluyorum. Lütfen notunuzu alın ve bir daha beni bilgi vermek için bu numaradan aramayın." Yağmur hanım, "Peki o zaman, yasal prosedür gereği sizin şubemize gelip ya da ATM 'lerden iletişim özelliklerinizi değiştirmeniz lâzım" deyince sinirler tepeme çıktı. "Şimdi siz beni rahatsız etmemeniz için bankanıza müracaat etmemi bekliyorsunuz? Üstelik bunun yasal olduğunu söylüyorsunuz öyle mi?" dedim. Karşımdaki "Aynen öyle, yasal mevzuat efendim." deyince kendime mi yanayım, bu saçma görevi üstlenen Yağmur'a mı yoksa bunu yasal hale getiren ya da bu saçmalığa dur demeyen yöneticilere mi küfür etmem gerekiyor bilemedim. Sadece bir "pes yani" nin arkasından gür sesle bir "yuh" çekmekle yetindim.
26 Kasım 2019 Salı
YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 13
Yeni Bir Hayat serisinin ikinci kısmında çocukluğuma yazdığım mektup biyografik bir yaşam öyküsü halinde devam edecek. Özellikle meslek hayatımın otuz yıldan fazla bir zaman dilimini kapsayan süre içinde yaşadığım anılara, olaylara ve duygulara yer vereceğim. Tipik bir yaşam öyküsünden farklı olarak sadece iyi yaptığım şeyleri, başarılarımı değil, hatalarım ve başarısızlıklarımla da yüzleşeceğim bu kişiye özel mektubumda.
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 13 ***
Daha önce söylediğim gibi istediğin mesleğin sahibi olacaksın ufaklık. Şimdi bir türlü çözüm bulamadığın döşemeleri, çatıları, camilerin kubbelerini yıkılmadan ayakta tutacak bilgilerle donatılacaksın. En yakın mahalle arkadaşın Mustafaların küçük bakkalında kurduğunuz hayâllerin dışında bambaşka bir dünya bekliyor olacak seni. Şu an senin nasıl vakit geçirdiğini hatırlıyorum. Her yağmurdan sonra sokağın kenarından akan suların önüne küçük ellerinle toprak setler oluşturuyorsun. Setin önünde su seviyesi yükseldikçe daha fazla toprak taşımak ve daha çabuk hareket etmek zorundasın. Öyle bir zaman geliyor ki artık suyu yenmen mümkün değil. O zaman küçük barajının yapım işini bırakıp sadece suyun yükselmesini, inşa ettiğin o ilk barajın yıkılmasını izliyorsun, yenilmenin verdiği hüzün ve çaresizlik içinde. Canını sıkma evlât, belki senin ilk yenilgilerinden biri bu ama böylelikle öğreneceksin yenmenin bazen kontrolü ele geçirmek olduğunu. Edineceğin bilgi ve tecrübelerle öfkeli, azgın suları dize getirip onları uysal bir kediye dönüştüreceğin günler seni bekliyor.
Bu mektubu yazarken senin halen yaşamakta olduğun o günlere dönüyorum. Mustafaların küçük bakkal dükkânında namaz vakitleri kapıyı kapatıp yan taraftaki silindirik gaz tankerinin olduğu ardiyede seccadelerinizi seriyor, namazınızı kılıp duanızı ettikten sonra dere sokağındaki geniş alana cami kurma hayâlleri kuruyorsunuz. Bir sürü taş var orada, irili ufaklı. Büyük olanları taşımak, duvar yükseldikçe koca kayaları birbirinin üzerine yığmak gözünde büyüyor. Caminin kubbesini kapatmak büyük sorun. Tepedeki o taşları yer çekimine karşı tutacak ne olabilir? Bu konuyu çözersen oldu bu iş! Ne de olsa sevabı büyük. Yine de içini bir kurt kemiriyor, biliyorum. Ya onca güçlükle ördüğün taş duvarlar cemaatin üzerine yıkılır da namaz kılan insanlar altında kalırsa...
İşte evlât bu saf çocukluk hayâllerinin üzerinden yıllar su gibi akacak. Diploman elinde, çağrıldığın yere, yurt dışına gitmek için pasaportunu çıkartmış haber beklerken hayâl kırıklığı yaşayacaksın. Libya'da çıkan kriz sebebiyle oradaki çalışma plânın suya düşecek. Bu nedenle Ankara'da çalıştığın proje firmasından ayrılacaksın. Hem de ne ayrılık!
Kucak açmışlardı, diplomanı almadan, üstelik part time çalışarak mühendis maaşı ödemişlerdi sana. Mesleğinle ilgili ilk pratik bilgileri onlardan almıştın. Bir nevi okuldu orası senin için. Sıfır tecrübeyle verebileceğin bir şey yoktu. Oysa sen onlar sayesinde işi öğreniyordun. Bu iş için bir bedel ödenmesi gerekiyorsa o bedeli ödeyecek taraf sendin. Olması gerekenin tam aksine bir de ay başı gelince dünya kadar para koyuyorlardı cebine. Ayrılmak istediğini nasıl söyleyebilecektin böyle bir şirkete? Libya'dan ısrarla çağrılacağın o günlerde bugün konuşacağım diye karar verdiğin ve her seferinde ezilerek ertesi güne ertelediğin zor günlerin olacak. Müdüre çıkıp ayrılacağını söylediğinde "Tam işe yaramaya başladın, bu yaptığın iş mi şimdi senin?" diye sormayacaklar mıydı? Nihayet o gün gelip çattığında müdürün tavrı karşısında anlayacaksın ezilmenin ne olduğunu evlât! Müdür, içinde bulunduğun durumu fark edip bir de şu sözlerle teselli edecek seni. "Senin burada öğrendiklerinin ülkemize faydası olacak, önemli olan da bu. Verdiğın karara saygı duyuyoruz, senin için hayırlısı neyse o olsun" Fırça yemeyi beklerken karşılaştığın bu sahne gözlerini yaşartacak.
Yurtdışı hayallerin suya düşünce kendini boşlukta hissedeceksin kısa bir süre. İzmir'e baba evine döneceksin. Tanıdığın birçok Ankara firması var, onların birinin şantiyesinde illâ ki bir iş bulacağını düşünürken Hürriyet gazetesinde bir ilân ilişecek gözüne. Barajlar Kralı diye nam yapmış bir firmayla iş görüşmesi yapmak üzere şirketin merkezinin bulunduğu İstanbul'a doğru düşeceksin yollara. Kısa bir görüşmeden sonra Kütahya Tunçbilek TEK sosyal tesisleri inşaatı şantiyesinde işe başlayacağın söylenecek. Çekingen tavırlarla maaşını öğrenmek isteyeceksin. Şantiye Şefin karar verecek buna diyecek görüştüğün yetkili.
Otobüse binip ilk şantiyene varacaksın vakit kaybetmeden. Ucu bucağı görünmeyen geniş alana yayılmış bir konut şantiyesi bu. Yapımı devam eden çok sayıda konutun yanı sıra lokal, sinema salonu gibi sosyal tesisleri, yol ve tretuvar inşaatı ile altyapı imalatları devam etmekte. Beton taşıyan transmikserler, kamyonlar, bir sürü iş makinası oradan oraya koşturuyorlar. Konutlardan birini önceden tamamlayarak şantiyenin idari binası haline getirmişler. Bir diğerinde bekâr mühendisler ve idari elemanlar kalıyor. Şantiye Şefi odasında kabul edecek seni. Bir kaç mimar ve mühendisle tanıştıracak.
Ertesi sabah ekiplerin dağıtıldığı meydanda buluşacaksınız. Büyük bir insan kalabalığı içinden görevi belirlenenler depodan malzemelerini alıp işlerinin başına geçecekler. Senin payına da on civarında kalfa, usta ve işçilerden oluşan bir ekip düşecek. Ne yapılacağı konusunda henüz hiçbir fikrin yok! Tecrübeli bir mühendis falanca kısmın rögarları yapılıp araya büz döşenecek diyecek. Genç yaşta olmana aldırmayıp koca koca adamların sana abi demesi garip gelse de bunun saygıdan kaynaklandığını anlayacaksın zamanla.
Sanacaksın ki ustalara bu işin nasıl yapılacağını sen öğreteceksin. Oysa okulda ne büzden bahsedecekler sana ne de nasıl döşeneceğinden. Panikle karışık bir korku saracak bedenini. Ayakların titremeye başlayacak, "Bir de mühendis koymuşlar seni başımıza" diyecekler diye ödün patlayacak ustalardan. Ekiple birlikte iş mahalline yürürken içlerinde sana diğerlerine göre daha samimi bulduğun ustalardan birinin kulağına eğilip soracaksın. "Büz nasıl döşenir biliyorsunuz değil mi?" Bu garip soru karşısında usta, kaldırıp başını şöyle bir süzecek seni. Sonra bilgiç tavrıyla "Beyim otuz yıldır yapıyoruz biz bu işi, bilmez miyiz hiç." diyecek. Cevabı alınca için rahatlayacak, huzur içinde ilk şantiyenin ilk işine doğru başını öne eğmeden ilerleyeceksin ekibinin başında.
İşte evlât bu saf çocukluk hayâllerinin üzerinden yıllar su gibi akacak. Diploman elinde, çağrıldığın yere, yurt dışına gitmek için pasaportunu çıkartmış haber beklerken hayâl kırıklığı yaşayacaksın. Libya'da çıkan kriz sebebiyle oradaki çalışma plânın suya düşecek. Bu nedenle Ankara'da çalıştığın proje firmasından ayrılacaksın. Hem de ne ayrılık!
Kucak açmışlardı, diplomanı almadan, üstelik part time çalışarak mühendis maaşı ödemişlerdi sana. Mesleğinle ilgili ilk pratik bilgileri onlardan almıştın. Bir nevi okuldu orası senin için. Sıfır tecrübeyle verebileceğin bir şey yoktu. Oysa sen onlar sayesinde işi öğreniyordun. Bu iş için bir bedel ödenmesi gerekiyorsa o bedeli ödeyecek taraf sendin. Olması gerekenin tam aksine bir de ay başı gelince dünya kadar para koyuyorlardı cebine. Ayrılmak istediğini nasıl söyleyebilecektin böyle bir şirkete? Libya'dan ısrarla çağrılacağın o günlerde bugün konuşacağım diye karar verdiğin ve her seferinde ezilerek ertesi güne ertelediğin zor günlerin olacak. Müdüre çıkıp ayrılacağını söylediğinde "Tam işe yaramaya başladın, bu yaptığın iş mi şimdi senin?" diye sormayacaklar mıydı? Nihayet o gün gelip çattığında müdürün tavrı karşısında anlayacaksın ezilmenin ne olduğunu evlât! Müdür, içinde bulunduğun durumu fark edip bir de şu sözlerle teselli edecek seni. "Senin burada öğrendiklerinin ülkemize faydası olacak, önemli olan da bu. Verdiğın karara saygı duyuyoruz, senin için hayırlısı neyse o olsun" Fırça yemeyi beklerken karşılaştığın bu sahne gözlerini yaşartacak.
Yurtdışı hayallerin suya düşünce kendini boşlukta hissedeceksin kısa bir süre. İzmir'e baba evine döneceksin. Tanıdığın birçok Ankara firması var, onların birinin şantiyesinde illâ ki bir iş bulacağını düşünürken Hürriyet gazetesinde bir ilân ilişecek gözüne. Barajlar Kralı diye nam yapmış bir firmayla iş görüşmesi yapmak üzere şirketin merkezinin bulunduğu İstanbul'a doğru düşeceksin yollara. Kısa bir görüşmeden sonra Kütahya Tunçbilek TEK sosyal tesisleri inşaatı şantiyesinde işe başlayacağın söylenecek. Çekingen tavırlarla maaşını öğrenmek isteyeceksin. Şantiye Şefin karar verecek buna diyecek görüştüğün yetkili.
Otobüse binip ilk şantiyene varacaksın vakit kaybetmeden. Ucu bucağı görünmeyen geniş alana yayılmış bir konut şantiyesi bu. Yapımı devam eden çok sayıda konutun yanı sıra lokal, sinema salonu gibi sosyal tesisleri, yol ve tretuvar inşaatı ile altyapı imalatları devam etmekte. Beton taşıyan transmikserler, kamyonlar, bir sürü iş makinası oradan oraya koşturuyorlar. Konutlardan birini önceden tamamlayarak şantiyenin idari binası haline getirmişler. Bir diğerinde bekâr mühendisler ve idari elemanlar kalıyor. Şantiye Şefi odasında kabul edecek seni. Bir kaç mimar ve mühendisle tanıştıracak.
Ertesi sabah ekiplerin dağıtıldığı meydanda buluşacaksınız. Büyük bir insan kalabalığı içinden görevi belirlenenler depodan malzemelerini alıp işlerinin başına geçecekler. Senin payına da on civarında kalfa, usta ve işçilerden oluşan bir ekip düşecek. Ne yapılacağı konusunda henüz hiçbir fikrin yok! Tecrübeli bir mühendis falanca kısmın rögarları yapılıp araya büz döşenecek diyecek. Genç yaşta olmana aldırmayıp koca koca adamların sana abi demesi garip gelse de bunun saygıdan kaynaklandığını anlayacaksın zamanla.
Sanacaksın ki ustalara bu işin nasıl yapılacağını sen öğreteceksin. Oysa okulda ne büzden bahsedecekler sana ne de nasıl döşeneceğinden. Panikle karışık bir korku saracak bedenini. Ayakların titremeye başlayacak, "Bir de mühendis koymuşlar seni başımıza" diyecekler diye ödün patlayacak ustalardan. Ekiple birlikte iş mahalline yürürken içlerinde sana diğerlerine göre daha samimi bulduğun ustalardan birinin kulağına eğilip soracaksın. "Büz nasıl döşenir biliyorsunuz değil mi?" Bu garip soru karşısında usta, kaldırıp başını şöyle bir süzecek seni. Sonra bilgiç tavrıyla "Beyim otuz yıldır yapıyoruz biz bu işi, bilmez miyiz hiç." diyecek. Cevabı alınca için rahatlayacak, huzur içinde ilk şantiyenin ilk işine doğru başını öne eğmeden ilerleyeceksin ekibinin başında.
(Devam edecek)
AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 13
Ağaç Ev Sohbetlerinin 13. haftasına girerken benim açımdan konular gittikçe zorlaşıyor. Genç arkadaşların heyecanla sarıldığı popüler konulara ne kadar yabancı kaldığımı anlamış oluyorum bu vesileyle. Sevgili İrem Can tarafından seçilen bu haftanın sohbet konusu buna örnek. Hem ara verip sohbetten uzak kalmamak hem de sevgili arkadaşımızı kırmamak adına bir şeyler yazmaya çalışacağım. Haftanın konusu şöyle:
En beğendiğiniz ya da size yakın gelen süper kahraman var mı? Peki süper kahramanınızın en sevdiğiniz özelliği nedir? DC mi Marvel mı daha iyi?
Çizgi film ya da çizgi roman okumayalı yıllar oldu. Son olarak Süperman'de kaldım diyebilirim. Ayrıca Süperman'in sinema filmini izlemiştim sanırım. Fakat benim için sıradan bir çizgi karakterdi o da sadece. Çocukluğumu yaşadığım zaman içinde babamdan gizli olarak birçok çizgi roman okumuştum. O zaman ebeveynler öğretmenler ders kitapları dışında o tür çizgi romanları okumamızı istemezlerdi. Ders kitaplarının arasında çalışırmış gibi yaparak çaktırmadan çizgi roman okurduk. Tommiks, Tombraks, Redkit, Zagor, Ten Ten, Killing, Zembla, Kaptan Swing onlardan ilk aklıma gelenler. Zevkle okur, keyf alırdım ama hiç birinin yerine geçmeyi hayâl etmek aklımın ucundan bile geçmezdi. Hepsinin ayrı karakterleri vardı, maceradan maceraya koşarlar okumaya başladığımızda elimizden bırakmazdik. Süper güçleri olmayan bu kahramanlar sıradan kişilerdi ve haksızlığa, adaletsizliğe karşı dururlardı. Takındıkları tavırlar ve söyledikleri sözlerle bizi güldürür, bazen de düşündürürlerdi. Her zaman haklının yanında yer aldıklarından dolayı belki onlardan bir şeyler kapmışımdır.
Son soruya gelince; Size garip gelecek belki ama DC ve Marvel'i ilk kez duydum ve bu vesileyle internet üzerinden kısa bir araştırma yaptım. Genel olarak birbirlerinden benzer çizgi karakterler üretmiş iki ayrı yapımcı firma. Daha ziyade Marvel seviliyormuş sanırım. Öyle kâinatı yıkan yeni dünyalar kuran güçlü karakterler bana tuhaf geliyor. Açıkçası pek ilgimi çekmiyor diyebilirim.
25 Kasım 2019 Pazartesi
GÜZEL BİR FİLM: 7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE
Ayna Hikayesi'nin yazarı sevgili Aytül Hanımın sayfasında rastladığım film tanıtımında, Aras Bulut İynemli'yi görür görmez ilgimi çekti. Daha önce "Öyle Geçer Zaman Ki" TV dizisindeki performansıyla aklımda yer eden sanatçı "7. Koğuştaki Mucize" adlı filmin baş rolünde bu kez. Ertesi günün pazar olması sebebiyle eşim ve kızımla birlikte kendimizi Balçova'daki Agora Sinemalarında bulduk.
Mental rahatsızlığı olan Memo adındaki genç bir adamı canlandırıyor İynemli bu filmde. Kızı Ova rolündeki Nisa Sofiya Aksongor, babaanne rolündeki Celile Tolon, İlker Aksum hayli başarılılar. Küçük kız Ova'nın annesi, o henüz bebekken ölmüştür. Ege Denizinin kıyısında küçük bir evde annesi ve kızı Ova ile birlikte yaşayan Memo, kah her birine ayrı insan isimleri verdiği koyun sürüsünü güderek, kah annesinin yaptığı elma şekerlerini satarak günlerini geçirmektedir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki baskı ve zulümlerin yaşandığı bir devrin izlerini taşıyan filmde Memo, haksız yere dönemin sıkıyönetim komutanı bir yarbayın kızını öldürmekle suçlanır. Bunun üzerine yakalanıp türlü işkencelere maruz kalır. Memo'nun birbirlerine saf bir sevgi ile bağlandığı kızı ile olan duygusal ilişkileri filme damgasını vurmakta. Darbe döneminin asker baskısı her fırsatta gözler önüne serilirken Memo, idam cezasıyla yargılandığı süre içinde ceza evinin 7. Koğuşunda geçirir zamanını. Koğuş sakinlerinin önce öldürmeye niyetlendikleri Memo'nun zaman içinde masum olduğu anlaşılır ve tavırlar değişir. Dedemin İnsanları'ndan sonra beni en çok etkileyen film oldu 7. Koğuştaki Mucize. Film arasına kadar kendimi tuttum ancak ara vermeden önceki son sahnede Ova'nın cezaevi koğuşunun duvar dibine koşarak babasına sesini duyurmak istemesi, bir şarkının aralarında şifre haline dökülmüş sözlerini kullanarak haberleşmeye başlamalarından sonra koyverdim kendimi. İkinci yarısı da aynı atmosfer içinde devam etti filmin. Neyse ki sonu beklediğim gibi olmadı da moralleri düzeltti bir nebze. Kanaatimce seyredilesi bir film. Duygu yüklü, karakter oyuncuları başarılı, kurgu ve olaylar akıcı...
23 Kasım 2019 Cumartesi
YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 12
Kahramanımız üniversitenin son günlerini yine fırtınalı bir şekilde geçiriyor. Bu bölümün sonunda bir dönüm noktası olacak. Artık 24 yaşında genç bir mühendis o. Sessiz Umman'ın başlattığı ve Deeptone-Sade ve Derin'in beni mimlediği "Çocukluğuma Mektup" konusunda yazımı yazdıktan sonra Manxcat-Kuyruksuz Kedi'nin bloguna yaptığım bir yorum bu seriye başlamamda ilham kaynağım oldu. 10 yaşından bu yana 14 yılını tamamladığım "YENİ BİR HAYAT" adındaki öykümü tamamlamak için 36 yıllık bir birikimim daha var. Geçmişi düşündüğümde, hafızamda iz bırakan olayların bir sahnesini bir bölüme sığdıramazken bazen, bazı yıllar hiç iz bırakmadan geçip gitmiş gibi geliyor. Özellikle belli bir yaşa gelmiş okurlar, yirmili yaşların başlarına kadar yaşadıkları dönemi çocukluğun bir parçası olarak görürler. Bu dönemde yaptığım hataları ben de çocukluğuma veriyorum. Bir nefeslik aradan sonra eğer bir mani çıkmazsa "Bir Mühendisin Hatıra Defteri" şeklinde akacak mektuplar. Bu bölüme kadar yazdıklarımı okuyan ve eşsiz yorumlarıyla değer katan arkadaşlara teşekkür ederim. Olayların geçtiği dönemin popüler parçası "The winner takes it all" hem sözleri hem de müziğiyle eşlik etsin o günlerimin hatrına.
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 12 ***
Bir keresinde "Annem her zaman der, sen sevdiğinle değil, seni sevenle mutlu olursun" deyince Gülen, aklın başına gelecek. Sevilmek, birinin seninle özel olarak ilgilenmesi güzel bir duygu. Ancak, aklından atamadığın başka biri varsa neye yarar. Hem sen ona ümit verecek bir davranışta bulunmuyorsun ki. Tam aksine bir Zeynep'tir tutturmuşsun gidiyor. Varsa yoksa o. Hayır evlât bu iş mümkün değil, olmaz, ondan hoşlanmayacaksın. Bir dost, bir arkadaş olarak evet, ama daha ilerisi için hiçbir şansı yok.
İlk defa gelip senden bir şey isteyecek günün birinde. Adana'da yaşayan erkek kardeşlerinden biri gelecekmiş daha önce hiç görmediği. İki yaş daha küçükmüş ondan. Heyecan içinde, ne olur beni yalnız bırakma diyecek. "Kardeşimi gördüğüm anda ne tepki vereceğimi bilemiyorum, ne olur destek ver." Peki, diyeceksin. Sonra ekleyecek, "Bizimkilerin değişiktir adetleri, gider birlikte bir yemek yeriz ama sakın elini cebine atma, gurur meselesi yapar, çok alınırlar." Tamam, diyeceksin sessizce ama şaşıracaksın biraz söylediklerine.
Aralık ayının soğuk bir kış günü Gülen'le birlikte üniversitenin nizamiye kapısında misafirinizi beklemeye başlayacaksınız. Gülen, heyecan içinde bacakları titrerken sokuldukça sokulacak sana. Onu sakinleştirecek söz bulamayacaksın. Derken karşıdan kara yağız bir delikanlı ürkek adımlarla yanınıza doğru gelecek. Sana bir bakış attıktan sonra "Gülen, sen misin?" diye soracak. Birbirini ilk kez gören iki kardeşin birbirine sarılıp mutluluk gözyaşlarına boğulmasını bir film seyredermişçesine izleyeceksin sessizce. Onların heyecanı seni de saracak. Dakikalarca kucaklaşacaklar, yüzlerini avuçlarının arasına alıp buz kesmiş yanaklarını okşarken yılların verdiği özlemle tanımaya çalışacaklar birbirlerini.
Gözlerinde biriken yaşları sildikten sonra Gülen dönüp seni kardeşiyle tanıştıracak. Şehirdeki lokantalardan birine gideceksiniz birlikte. Kulağına fısıldadığın "Sizi istersen başbaşa bırakayım" teklifini "Olur mu hiç" dermişçesine takındığı bir yüz ifadesiyle geri çevirecek. Giyimi, tavırları, ağır hareketleriyle bir aşiret reisinin oğluna benzeyen genç adam, sessizliğe bürünecek. Aralarında konuşacak konuları olmadığı belli. Yemekten sonra hesabı ödemek isteyeceksin tembihlenmene rağmen, e ne de olsa gelen misafiriniz. Delikanlı sana bir bakış atacak ki sanki anasına küfrettin. Korkacaksın o bakıştan, ısrar etmeyeceksin. Hesap gelecek, seninki cüzdanını ağır ağır çıkaracak cebinden. Kurum kurum kasılarak, sağ elinin baş parmağını tükürükleyip büyük bir gururla sayacak paraları, hesabı ödedikten sonra keyfi yerine gelecek.
Yine yağmurlu bir gün çalıştığın proje firmasına bir elinde bir demet mor menekşe, diğer elinde bir şemsiye olduğu halde gelecek seni almaya Gülen. Artık cebinde para bol. Cinnah Caddesinde müzikli bir restaurant'a gideceksiniz. Giriş katında güzel bir yemek yedikten sonra hemen alt katta canlı müzik çalınan yere ineceksiniz. Alkolün etkisiyle her şeyi unutup geç vakitlere kadar dans edecek, daha sonra bir taksi çevirip yurda döneceksiniz. Hoşuna giden keyifli bir gün olacak bu senin. Bir yandan da nereye gidiyor bu iş diye kendi kendine sormaya başlayacaksın. Tam olur mu diye bir esinti geçtiğinde kafandan Zeynep düşecek aklına. Hep kaçan sen olmaya devam edeceksin.
Ankara'da üniversiteye ilk başlayacağın günleri, geçireceğin ilk yılbaşını hatırla evlât. Küçük bir otel odasında, yalnız başınaydın hani. Erkenden yatıp uyumuştun. Üniversiteyi bitireceğine yakın günlerde Ankara'da geçireceğin son yılbaşı ise muhteşem olacak. İstanbullunun kız arkadaşı tanıdığı bir yere davet edilecek. Tek başına gitmek istemediği için yanında senin ve Gülen'in de gelmeni isteyecek. Ev sahibi, evdekileri sepetlemiş. Kızlı erkekli yaklaşık on kişi olacaksınız. Gün boyu yapılacak hazırlıklarla büyük salonun bir kenarında yer alan geniş masanın üstü türlü meze, meyve, çerez, içkilerle donatılacak. Salonu hep birlikte düzenleyecek, süsleyecek, teypte çalmak üzere sevdiğiniz kasetleri getireceksiniz. Ev sahibinin bir kız arkadaşı yok. Eğlence başlayacak. Müzik eşliğinde çiftler dans edip eğlenecekler. İstanbullu'nun kız arkadaşının kâbusu olacak o gece. Hoşlanmadığı ev sahibinin ısrarlı dans tekliflerinden kurtulmak için sürekli seninle dans etmek isteyecek.
Gülen'in ortadan kaybolduğunu fark etmeyeceksin bile. Gülen rahatsızlandı, diyecekler, yan odada. Gideceksin yanına. Odadaki karyolanın üzerinde, sırt üstü uzanmış yatıyor bulacaksın onu, gözleri kapalı. "Ne oldu, neyin var?" diye soracaksın. Midesinin bulandığını, başının döndüğünü söyleyecek sana. Gözlerini açacak, ama şimdi daha iyiyim diyecek. Birlikte salona dönüp eğlenceye katılacaksınız. İçkiler su gibi akacak, gece yarısını geçtikten sonra herkes sarhoş olup boş buldukları odalara çekilecekler birer, ikişer. Sen de salonda bir köşede ayaklarını uzatıp televizyon izlemeye koyulacaksın. Gülen gelip yanına sokulacak. Kolunu omzuna atacak içkinin tesiriyle. Salonda sadece ikiniz kalacaksınız. Nefesleriniz karışacak birbirine, bilinmez bir güç birleştirecek dudaklarınızı.
Sabahın ilk ışıklarında gözleriniz açılacak, "Ne yaptık biz?" diyecek sessizce. Suskun kalacaksın bu soruya. Biraz toparlandıktan sonra "Her ne olduysa, sevdiğimden bir şeyimi sakınmam ben." diyecek duyabileceğin bir sesle. İçerideki odalardan sesler yükselirken millet yavaş yavaş ayaklanacak. Gecenin misafirleri hep birlikte ortağı topladıktan sonra ev sahibine teşekkür edip ayrılacaksınız. O gece hiç yaşanmamış gibi devam edecek bu ilişki ta ki, okuldan mezun olup veda edene kadar.
Son yılındaki fırtınalı hayatını geride bırakmış, yeni mezun genç bir mühendis olarak yeni bir hayata adım atmaya hazırsın evlat. Uzun zamandır bir arkadaşının İnşaat Mühendisi ağabeyi seni Libya'da yanına çağıracak. Eskiden Barajlar Kralı diye nam yapmış bir inşaat şirketinin Kütahya şantiyesine gitme ihtimalin var. Ya da KPSS'na girip DSİ veya TCK da memurluğa başlayacaksın. İşte sana bir dönüm noktası. Biliyorum ki, Libya'da şirketlerin işleri bozulacak, hükümet ödemeleri aksatacak. Gidenler geri dönmeye başlayacak. Ama memur olabilirsin bak. Seni tanıyorum evlat, senin doğrudan ayrılmayan bir karakterin var. Memurluğu küçümseyeceksin belki. Ancak memurluktan köşeyi dönenler var. Bir daha sana ulaşma imkanım olsa ne takdikler verirdim sana. Memurluğu düşünürsen yorulmadan, krallar gibi el üstünde tutulur, ihya olursun. Ama bazı huylarının değişmesi gerek. Dik kafalılık etmemelisin en başta, amirlerine eyvallah demesini bilmelisin. Hiç hoşuna gitmese de üstlerine yalakalık edersen hızlı yükselirsin. Yükselince daha çok kazanırsın. Alacağın hediyeler hiç rahatsız etmemeli seni. İşi düşenlerin işini kolaylaştırmalı ama bunun bedelini de ödemeliler değil mi? Elindeki yetkiyi sonuna kadar kullanmalı, çürük tahtaya basmamalısın. Şöyle etrafına bakabilsen görürsün devletin nasıl yağmalandığını. Senin yapacakların devede kulak bile sayılmaz. Hem saygı görür, hem de köşe olursun. Dediklerimi dinlemez, bildiğim bildik, dediğim dedik dersen basit bir memur olarak kalırsın. Kapının arkasında basit bir masada ömrünü tüketirsin. İşte sana teklifim, değiştir bu huylarını, memurluğu seç, hayatını yaşa. Şimdi karar senin evlat, tamam diyorsan gir KPSS'ye nasıl olsa kazanırsın, okumayı bırak mektubumda geri kalan sayfaları. Eğer yok, bu işler bana göre değil dersen, yolum yolun olacak, emekli olana kadar özel sektör bünyesinde çalışacak ama hep devletin işlerini yapacaksın.
(Devam edecek)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)