KATEGORİLER

6 Aralık 2019 Cuma

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 20

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 20 ***

Askerlik hizmetinden sonra yeni bir hayat seni bekleyecek evlat. Ne yazık ki, onca zamanın olmasına rağmen hala kitap okumayı beceremeyeceksin, Şimdi düşünüyorum; kitap okumadan askerlik nasıl biter acaba? Tamam, biliyorum. Deneyeceksin, hatta o zamanlarda boyunu aşan bir işe kalkışacak ve sıfırdan kalın bir roman alıp okumaya çalışacaksın. Kitabın adı: Sesler Zinciri, yazarı Andre Brink. Sanki sana bir ev ödevi verilmiş gibi bunu kendine vazife bilip kitabı bitirmek için mücadele edeceksin. Fakat her seferinde önceden okuduğun sayfaları unutup yeni baştan alacaksın. En fazla on beş sayfaya kadar ilerleyecek, sonra yeniden başa döneceksin. Nihayet pes edip küseceksin okumaya. Fakat o kitabı hiçbir zaman ayırmayacaksın yanından. Seneler sonra, evlenip kitap okumayı öğrendiğinde, elindeki kitabın ne kadar anlaşılır ve sürükleyici olduğunu anlayacak, şaşırıp kalacaksın.

Karakaya'ya dönüp orada devam etme alternatifini elinde tutarken yurt dışına çıkma imkânlarını araştıracaksın. Libya'da ve çalışabileceğin diğer ülkelerde piyasa durgun olacak o sıralar. Bu karar anlarında bir kızı görmeni isteyecek annen. Karşıyaka'da buluşup bir balık restoranına gideceksiniz. Kızın adı senin kriterlerine uygun. Boylu poslu, güzel, manken gibi bir kız. Yemek sırasında biraz sohbet edip birbirinizi tanımaya çalışacaksınız. Ayrılırken eş seçiminde güzelliğin o kadar da önemli olmadığını anlayacaksın. Hayır, seni rahatsız eden bir yönü yok ama aradığın bu değil. Tabiri caizse elektrik alamayacaksın ondan.

Çocukluk arkadaşın Mustafa ile birlikte uzun olduğu kadar yorucu bir seyahat plânlayacaksınız. Esas amacın on altı ay ayrı kaldığın Karakaya Barajını ziyaret edip ortamı görmek. Yanına Şarköy'den aldığın bir koli şarapla birlikte yola çıkacaksınız. Plânınızın detayları belli değil. Gençliğin verdiği macera tutkusundan başka bir şey değil bu. Otobüsle daha önce görmediğin güney Ege ve Akdeniz kıyıları boyunca Diyarbakır'a oradan da baraja varmak hedefiniz. Geceleri otobüste uyuyarak otel masraflarından kurtulmayı düşüneceksiniz. İlk zamanlar buna dayansanız da ilerleyen günlerde uykusuzluk ve yorgunluk belinizi bükecek. Yine de bu maceralı yolculuk sırasında yeni yerler görecek keyif alacaksınız. Diyarbakır'a gelince şirketteki arkadaşların araba gönderip sizi otobüs terminalinden alacaklar. Yuvaya dönmenin heyecanını yaşayacaksın. Herkes seni büyük bir coşku ve sevgiyle karşılayacak. Yanında getirdiğin şarapları proje müdürü Mr. Bovet'ye, Jaccard'a ve diğer bazı Türk arkadaşlarına hediye edeceksin. Şaraplardan biri de akşam yemeğine konuk olduğunuz bir arkadaşının evinde açılacak. O da ne? Senin güzelliğini anlata anlata bitiremediğin canım şarap tam bir sirke! Hava alıp bozulmuştur deyip yeni bir şişe daha açacaksınız. O da aynı çıkacak. Mahcup olacaksın fakat esas önemli olan proje müdürün Bovet'ye hediye ettiğin şarabın da aynı şekilde çıkma ihtimali. Rezil olacağım diye için içini yiyecek. Henüz bilmeyeceksin ki, evlendikten sonra eşiyle birlikte seni evlerine, yemeğe konuk ettiklerinde sürpriz yapıp huzurunda açacaklar o şarabı.

Karakaya Barajından son derece mutlu bir şekilde ayrılırken kararını vermiş olacaksın. Evet evlât, senin çalışmak istediğin yer başka bir yer olamaz. Eve döner dönmez eşyalarını toplayıp Diyarbakır'a uçacaksın. İlk olarak üzücü bir haber canını sıkacak. Senden sonra yerine gelen sınıf arkadaşın Altan, üç ay önce kemik kanserinden hayatını kaybetmiş. O yakışıklı çocuk, bir gün top oynarlarken ayağı sakatlanıp doktora görünmüş. Tesadüfen kanser teşhisi koymuşlar ve üç ay içinde yaşama veda etmiş. Şimdi, sen dolduracaksın onun boşluğunu, için burularak.

Gelir gelmez şefin Jaccard, sana bir dosya verecek. Yarım kalan "trash rack" hesapların! Onca zaman geçmesine rağmen sanki dünmüş gibi hesaplarının önüne konması yaptığın işe ne kadar önem verdiklerinin yanı sıra şirket arşivlerinin ne denli düzenli tutulduğunu gösterecek. Kendinle gurur duyacaksın.

Kampus kalabalıklaştıkça canlılık daha da artacak. Şirketin dairelerinden birini kulüp olarak düzenleyeceksiniz. "KEJV Club" sosyal yaşamınızın bir parçası olacak. Bu arada sık sık evli Türk ve yabancı arkadaşların seni evlerine yemeğe alacaklar. Aile yaşantısı hoşuna gidecek, özeneceksin onlara. O sırada birden aklına evinize gelen, kız kardeşinin arkadaşı düşecek. Yıllarca görmediğin bu kızın edası, konuşmaları gözünde canlanacak. O da okulunu bitirip bir yerde çalışıyor olmalı. Büyük bir ihtimalle evlenmiştir, belki de nişanlı ya da sevdiği biri vardır, kim bilir. Bu düşünceler içinde telefon edip aklından geçenleri annene açacaksın. Annen hiç beklemediği bu gelişme karşısında şaşırıp heyecanlanacak. Kız kardeşinle ortak arkadaşları Serpil vasıtasıyla haber yollayacak annen. Her ikinizi de tanıyan Serpil, elçiye zeval olmaz diyerek karşı tarafa niyetini iletecek. Şanslısın evlât, onca zaman içinde kızı kimler istememiş ki. Ama hiçbiri olmamış, ailesi özellikle İzmir dışına kızlarını vermeye kesinlikle razı olmuyorlarmış. Son olarak İstanbul'dan birileri istemiş de uzak deyip olmaz demişler. Diyarbakır'a mı asla! Kızın gönlü olsa bile annesi kızının uzaklara gitmesini istemeyecek. Nasıl olsa vermez diye babasına açacak konuyu. Babası, kızına önce seninle evlenmek isteyip istemediğini, hemen ardından mesleğini ve hangi okulu bitirdiğini soracak. ODTÜ mezunu dediğinde ise yeşil ışığı yakacak. Kızın annesi beklenmedik bu karar karşısında ağlamaya başlayıp karalar bağlayacak. Annesi haber yollayıp beklendiğinizi söylemek zorunda kalacak. Haberi alır almaz havalara uçacaksın, oldu bu iş evlât!


Bir sonbahar günü otobüsle İzmir'e doğru düşeceksin yola. Heyecan içinde onu ilk göreceğin anın hayâlini kuracaksın. Bir pastahanede randevulaşarak onu beklemeye koyulacaksın. İlk gördüğünde kederli bir yüz ifadesi ve ağlamaktan şişmiş gözleri çekecek dikkatini. "Dün gece çok sevdiğim birini, dedemi kaybettim" diyecek. O üzüntülü haliyle bile kalbin ondan yana çarpmaya başlayacak. Bu acılı gününde ne konuşabilir ki insan. İki gün sonra Fuar Park Restaurant'ta baş başa bir akşam yemeği yiyeceksiniz. Bir yandan piyanonun ezgileri sohbetinize eşlik edecek. Özel Türk Kolejinde öğretmenmiş. Konuştukça daha çok seveceksin onu. Ertesi gün annen, anneannen, babaannen ile birlikte baş sağlığı dilemek üzere evlerine gideceksiniz. Matem evi olduğu için eve giren çıkan çok. Müstakbel eşinin babaannesi acısını içine gömüp, çocuk o kadar yoldan geldi, o iş ayrı, bu iş ayrı diyerek kız isteme ritüeline yeşil ışık yakacak. Hacıdan yeni gelen babaannen seni öyle bir anlatacak ki, biraz daha konuşsa iş bozulacak. Yok efendim, Arapça Kuran okuyabiliyormuş, şu kadar hatim indirmiş, namazında niyazında... Oysa babası kızını bir imama vermeye razı değil. Kızını kenara çekip "Gerçekten evlenmek istiyor musun bu delikanlıyla, görünüşü öyle görünmüyor ama bak imam diyorlar" Neyse ki olay sarpa sarmadan evlerinden parmağına bir söz yüzüğü takmış olarak ayrılacaksın.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***

4 Aralık 2019 Çarşamba

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 19


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 19 ***

Askerde değişik görevlerin olacak evlat. Önce eğitim kadrosunda, daha sonra tümen karargâhında köprü tahrip projelerinin revizyonunda, bazen de akaryakıt ve cephanelikte nöbetçi subay olarak, görev yapacaksın. Bunlardan en tehlikeli ve sıkıcı olanı cephanelik nöbeti olacak. Küçük bir birlikle birlikte akaryakıt ve cephaneliği koruyacaksınız. Akıl almaz bir şey var burada. Akaryakıt ile cephaneliğin aynı bölgede yer alması felâkete davet. Askerin yere atacağı bir izmarit sizi havaya uçurabilir. Bu nedenle bir an önce bu geçici görevin sona ermesi için gün sayacaksın. Emrindeki erat için sürgün yeri burası. Okuma yazmayı bırak Türkçe bilmeyen askerler elinde şarjörü sürülmüş piyade tüfekleri ile nöbet tutuyor olacak. Senin şu işkolikliğin mi, işgüzarlığın mı desem bilmiyorum başına büyük dert açacak. Orada, tesisin nizamiye kapısına yakın nöbetçi subaylar için hazırlanmış bir odada kalman gerekecek.

Her akşam hava kararmadan önce gece nöbetini tutacak askerlere parola ve işaret verilecek. Asker doğru işareti almazsa ateş etme yetkisine sahip. Gel sen, kör cahil askerlere bunları anlat. Yetmezmiş gibi kalkacaksın bir de asker uyuyor mu yoksa nöbetini nizami tutuyor mu diyerek gecenin bir yarısında teftişe çıkacaksın. Zifiri karanlıkta sesini duyan askerden ne olduğu anlaşılamayan, muhtemelen Kürtçe sesler duyacak, şimdi ayvayı yedim deyip soğuk terler dökeceksin. "Ulan ne işim var benim burada, adam çekip vuracak, akaryakıt tankları ve cephaneyle birlikte hepimiz havaya uçacağız" diye düşünürken son anda fenerini tutup askere yüzünü göstereceksin. Ne parola, ne işaret, hepsi hava cıva. "Komutanım ben, komutan" diye bağıracaksın. Asker senin yüzünü görünce sana bön bön bakacak. O esnada bir askerin karşısındaki çaresizliğin tavan yapacak. Kısa bir süre sonra seni tanıdığına kanaat getirip tüfeğini indirince "İyi nöbetler asker" deyip  yatağına  döneceksin. Bu senin son teftişin olacak.


Sabahları nöbetten dönen askerler nöbetçi subayın nezaretinde tüfeklerindeki mermileri sayım için boşaltıp yeniden şarjöre sürerler. Yine öyle bir sabah uyku sersemi, dışarıdaki ritüeli izlemeye başlayacaksın. Askerin biri dizine dayadığı dipçiğinden destek alarak tüfeğin mekanizmasına asılacak. Gür bir patlama sesiyle birlikte ateş alan silâhtan çıkan merminin rüzgârını kulağının dibinde hissedeceksin. Daha yaşanacak günlerin var evlât! 

Zamanı gelince tümen olarak Malkara, Hayrabolu'ya plânlı tatbikatlara çıkacaksınız. Sayısız Reo kamyon birbiri ardına dizilip içinde asker ve mühimmat dolu olduğu halde yollara düşeceksiniz. Her beş kilometrede içlerinden biri arızalanıp mecburi mola vereceksiniz. En fazla birkaç saatlik yolu iki günde alıp intikal yerine ulaşacak sahra çadırlarınızı kurduracaksınız askerlere. Rüzgârlı bir günde nehir geçiş tatbikatını yaparken ipini koparan sal üzerindeki askeri kamyonla birlikte kontrolden çıkıp döne döne uzaklaşırken bölük komutanı üsteğmen kafayı yiyecek. Evlât, Trakya'nın soğuğu inan ki hiçbir yerde yok. Askerlerle birlikte kulaklarınız donacak. Ciddi söylüyorum, elinle kulağını sıktığında çıtır çıtır buz seslerini duyacaksın. Bölük komutanına gidip durumu anlattığında askerin ve asteğmenlerin miğferleri altına kapüşon çekilmesine müsaade etmeyecek. Neymiş, düşmanın sesine kulak kesilecekmişiz! Bir süre sonra kendisinin de kapüşonunu çekip kulaklarını kapattığını görür görmez askere "Siz de geçirin başınıza" diyeceksin.

Bir hafta süren arazi tatbikat sahasında bölük komutanı sırf eğlenmek onunla kafa bulmak için tuhaf bir askeri çadıra çağıracak. Askerin kafası tam değil. O yüzden tatbikatta bile abdest alıp namaz kılmasına kimse karışmıyor. Çadırdan içeri girince onun gergin yüzü bölük komutanının soruları karşısında gevşeyecek. "Söyle bakalım Mahmut, cennette ne var?" Asker sırıtarak, "Huriler var komutanım." "Öyle mi?" diye soracak şaşırmış görünerek, komutan. "Peki kaç huri verecekler sana?" Kıkırdamaya başlayacak Mahmut, utanarak "Otuz üç tane komutanım." "Ulan Mahmut otuz üç tanesini ne yapacaksın, birazını bize ver." Mahmut razı olmayacak, mahcup bir şekilde "Olmaz komutanım, veremem." derken kahkahalara boğulacaksınız. 

Evlat, tatbikat sırasında Çerkez müsellim, Susuz müsellim gibi sonu müsellim ile biten pek çok köylerin arasından geçerek öyle bir köye varacaksınız ki, yıllarca unutamayacaksın. Mandıra köyü buranın adı. Hayatında en lezzetli tavuk çevirmeyi köyün lokantasında yiyeceksin. Yanında şahane bir şarap eşlik edecek. Tatbikat arasında bu sana ilaç gibi gelecek. 

Hemen her hafta sonu yasak olduğunu bile bile kaçak olarak İzmir'e annenlerin evine gideceksin. Otobüs saatleri sanki senin için ayarlanmış. Cuma akşamları mesai bittikten sonra saat 20.00'de Tekirdağ'dan ayrılıp sabah İzmir'e varacak, Pazar akşamları da aynı saatte geri dönüş yoluna çıkacaksın. Bu yolculukların en heyecanlı anı Çanakkale Boğazı geçişi. Bazen fırtınalı havalarda araba vapurunun gecikmesi diğer kaçak subayların panik yaşamasına sebep olsa da sen tuhaf bir şekilde şansına güvenip yol boyunca otobüsün içinde uyumaya devam edeceksin. Kritik anlar yaşansa da her seferinde zamanında tümende olacak, içtima saatine yetişeceksin.

Bazı hafta sonları civarı keşfe çıkacak, Şarköy'ün mahzenlerinde yıllanmış nefis şaraplarının keyfini çıkaracaksın. Bazen de deniz kenarında sakin bir lokantada boğazından süt gibi akan eşsiz Tekirdağ rakısını yudumlarken ızgarada nar gibi kızarmış lüferin tadına varacaksın. Henüz iki sene geçmediği halde Zeynep düşecek artık aklından. Anın tadını çıkarırken bambaşka hayaller kuracak Karakaya Barajına dönüş günlerini bekleyeceksin.

Askerliğin sonuna doğru yaklaşırken deniz kıyısında, karargâhın nizamiye kapısının tam karşısındaki lojmanlardan birine geçeceksin. Hemen ona bitişik Tunca askeri sosyal tesisinde bulunan kara fırından çıkarılan pidelerin tadı damağında kalacak. Bir süre sonra tesisin restorasyonu görevi verilecek sana. Tesisin açık bölümünü kemer yapılarla süsleyeceksin. Resim öğretmeni asteğmen bir arkadaşın beyaza boyanmış duvarlara sanatını sergileyecek.

Tümen karagâhından tanıştığın bir binbaşı yarbay rütbesini aldıktan sonra tabur komutanın olacak. Birlikte rakı masalarında sohbet ederken bilmeyeceksin ki, zaman gelecek evleneceğin kızın ailesi senin nasıl biri olduğunu ona soracak. O zaman senin için "İyi çocuk, hoş çocuk, efendi, ama rakı içmesini bilmez" diyecek. Elbette onun yanında senin rakı içmenin lâfı olmaz. Gece gündüz devamlı sarhoş gezen yarbay arazi tatbikatı sahasında bir akşam üzeri  iki astsubayı sağ ve soluna almış, onların  kolları arasında yanına gelecek. "Hadi asteğmen, topla askerleri gidiyoruz" diyecek. "Komutanım karanlık bastı, askerler çadırlarını toplarken eşya unuturlar, yarın sabah çıksak yola?" Gözlerini zorlukla açmaya çalışarak bakacak sana tabur komutanın, "Öyle mi? Oldu o zaman, yarın sabah erkenden çıkalım." Astsubayların arasında güçlükle jeep'ine bindirilirken güleceksin arkasından.

Artık sayılı günlerin var. Tabur komutanı çağıracak seni makamına. Selâm çakıp "Emret komutanım" diyeceksin. "Ordu evinin çatısı akıyor, elden geçirilmesi lâzım, bu işle sen ilgilen." dediğinde, "Komutanım pazartesi günü izne çıkıyorum, dönüşte askerliğim bitiyor, bu işle ilgilenecek zamanım yok, iyisi mi başkasına verin bu görevi." diyeceksin. Yarbayın canı sıkılacak "Hayır, bu işi yapmadan gidemezsin." Bal gibi giderim diyeceksin içinden. O gün askerlikte son günün olacak.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***

3 Aralık 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 14

Sevgili Sade ve Derin (Deeptone) ile Konumuz Kitap (İrem Can) tarafından sürdürülen Ağaç Ev Sohbetlerinin 14. haftasına girmiş bulunuyoruz. Bu haftanın konu önerisi benden geldi. Önerimi uygun gören moderatörlere bir kez daha teşekkür ediyorum. Konu, anlamı kişiye göre değişen ve bir münazaraya dönüşebilecek "başarılı olma" sorunsalı. Fazla uzatmadan konumuzu hatırlatıp yazımıza başlayalım. Evet, Ağaç Ev Sobetleri 14. Haftanın sorusu şu;

"Başarılı olmaktan ne anlıyorsunuz? Başarılı olmak için sizce her şey yapılmalı mı? Başarıya giden yolda sizin etik bulmadığınız ve asla kabul edemeyeceğiniz davranışlar nelerdir ve bu yapınızla başarılı olabileceğinizi düşünüyor musunuz?"

Başarı denince toplum nazarında ilk akla gelen makam sahibi ve varlıklı olmak. İkisi birlikte olursa çok başarılı kabul edilir, saygı görürsünüz. Toplumun bir parçası olarak benim de ilk bakışta aynı algıya sahip olduğumu saklamaya çalışırsam kendimi kandırmış olurum. Ne yazık ki dünya gerçekleri böyle. Büyük paralar kazanan ve ülke ekonomisinde söz sahibi bir iş adamına başarısız diyebilmek mümkün mü? Ama onun hangi usulsüzlükleri yaptığı, kimlerin hakkını yediği veya etik olmayan ne tür işlerde parmağının bulunduğu akıllara gelmez. Bir de tersini düşünelim. İflas etmiş bir iş adamını yani. Hiç usulsüzlük yapmamış, kimsenin hakkını yememiş ve hiçbir kirli işe bulaşmamış. Muhtemelen bu yüzden de işini sürdürememiş, yokluk içinde. Sizce bu adamcağız başarılı mıdır?

İşte bu noktada biraz derine inmekte fayda var. Başarı hedefe varmak, bir işin üstesinden gelmektir. Herkesin hedefi farklıdır. Kimi insan şan şöhret için çabalar, bazılarının daha çok para kazanmaktır hedefi. Bir kısım insanlar için kariyer her şeyden önemlidir. Bazen bunların hepsini hedefine alır birileri, nadir de olsa birilerinin de hiçbirinin hedef tahtasında yoktur bu tür dünya işleri. Bu çerçevede düşünecek olursam (gençlik yıllarımdan farklı olarak) bilmek, ileriyi görebilmek ve kimseye muhtaç olmadan ayakta kalabilmektir benim için başarı. Bugünleri düşünerek, gençlik yıllarımda kariyer ve çok para kazanmak hedeflerim arasındaydı şüphesiz. Her ikisinde de hedeflerime makul ölçülerde ulaştığım için kendimi başarılı addederim. Kişi hedeflerini gereğinden fazla yüksek tutarsa motivasyonu artsa da başarı oranı düşer. Kendini başarılı bulmayan kişi de mutlu olamaz. 

Diğer taraftan çok varlıklı kişileri, yüksek makam sahiplerini ve şöhretli kişilerin çoğunu kişisel yönden başarılı bulmam. Bazı söylem ve eylemleri başarılı olabilir bu kişilerin. Ancak bu seviyeye gelmeleri için şans faktörünün yanı sıra mutlaka birilerinin hakkını yemişler, adaletli davranmamışlar, ya da etik olmayan bazı işlere göz yummuşlardır.  Başarılı bulduğum kişiler, belli bir hayat görüşü olan (ortama göre fikir değiştirmeyen), sorgulamasını bilen ve işini üst düzeyde icra eden sanatçılar, bir bilinmezi ortaya çıkaran bilim adamları ve son olarak emperyalizme, ırkçılığa karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini kazanan devlet adamlarıdır. Bu ülkede toplum nazarında başarılı olmak için her şey yapılmalı. Başka türlü başarı şansı olamaz zaten. Belirttiğim üzere toplumun başarı kriteriyle benimkiler tamamen farklı.

Başarıya giden yolda etik bulmadığım ve asla kabul etmediklerim arasında yalakalık başta gelir. Düşündüklerimi açıkça söyleyegeldim hep muhataplarıma. Özellikle üstlerim pek hoşlanmazlardı bu huyumdan ama yine gözden çıkaramazlardı beni. Bunun dışında birilerinin hakkını yemek, adil davranmamak, adam kayırmak, saygısızlık, hakaret, sözünde durmamak, rüşvet alıp vermek gibi bir sürü etik olmayan davranışlar başarı yolunda karşılaşılması muhtemel hususlardır. Başarıya ulaşmak için bunların en azından bazılarını yapmak ya da göz yummak zorunda kalır insan. Dürüst olmak gerekirse gençliğimde bunların hiçbirini yapmadım ya da asla göz yummadım diyebilmek isterdim. Bu yapımla makul ölçülerde yine başarılı olabileceğimi düşünüyorum. Fakat iyi bir sanatçı olarak başarılı olmak en güzeli. 

2 Aralık 2019 Pazartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 18

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***

Tekirdağ güzel bir yer askerlik için evlât, yine dört ayak üzerine düşeceksin. Her şeyden önce deniz kenarı, lüfer ve Tekirdağ rakısının memleketi. Tayin izninde hem gezmek hem de gideceğiniz yerleri görmek için Karşıyakalı Hüseyin ile birlikte önce kurada ona çıkan Sapanca'ya, ardından Tekirdağ'a gideceksiniz. Her iki yerde güzel ama seninki şehrin göbeği sayılır. Döndükten bir hafta sonra Hüseyin seni evden telefonla arayacak. "Nerelerdesin sen sürtük?" Kulaklarına inanamayacaksın. Nasıl bir hitap şeklidir bu? Bırak diyeceksin kendi kendine, olmaz olsun böyle arkadaş. O son konuşman olacak onunla, sileceksin defterinden.

Seninle kurada aynı yeri çeken bir başka mesektaşın olacak, Selim. Selim, "Sen nasıl Hüseyin'le samimi oldun anlamadık zaten, o ...'nin tekiydi" dediğinde, aklına onun bölük komutanına tekmil verirken takındığı  çıtkırıldım tavırları ve sevgilim dermişçesine "komutanıııım" deyişi canlanacak gözlerinin önünde.

Selim çok uyanık bir çocuk. Göreve başladığınızın haftasında, bir akşam mesai çıkışında, kaldığınız subay ordu evinin deniz manzaralı teras restaurant'ında yemeğe oturacaksınız. Garson olarak hizmet eden erlerden biri gelecek yanınıza. İstediğiniz yemeklerin siparişini verdikten sonra asker selâmını çakıp ayrılırken arkasından seslenecek Selim. "Bir de güzel cacık getir bize." Asker, "Komutanım, cacığımız kalmadı maalesef!" diyecek. Selim, "Bak oğlum, mutfakta salatalık var mı?" "Var komutanım." "Yoğurt?" "O da var komutanım." Sırasıyla mükellef bir cacığın tüm bileşenlerini teker teker sayıp hepsinden var yanıtını aldıktan sonra askere dönüp "Bak şimdi asker, salatalıkları yıkadıktan sonra soyacak, ince ince doğrayacaksın bir kaba, sonra yoğurdu ..." diyerek uzun uzun anlatacak. Gözlerini açmış olanları seyrederken, asker "Emredersin komutanım." deyip kaybolacak ve beş dakika sonra iki beyaz kâse içinde nanesine varıncaya kadar kusursuz hazırlanmış cacığınız masanıza gelecek. Helâl olsun adama, diyeceksin, böyle bir şey yapmak ancak şeytanın aklına gelir.

Selim evli, karısı göğüs hastalıkları uzmanı bir doktor. Karısının tayinini çıkartıp eve çıkmayı plânlayacak. Birlikte göğüs hastanesine gideceksiniz. Başhekim ile görüşecek. Mümkünü yok diyecek başhekim, bütün kadrolar dolu. Meydan okuyacak Selim doktora, "Haftaya tayin emrini ve dosyasını getirip koyacağım masanıza, paşa paşa kabul edeceksiniz." Bir hafta sonra dediğini yapacak Selim. Siyasetin gücünü ilk o an kavrayacaksın evlât ama yine de siyasetle hiç işin olmayacak.

İlk zamanlar arkandan "cik, cik" diye sesler duyacaksın. Dönüp baktığında askerler sus pus olmuş, ama içlerinden bazıları kendini tutamayıp kıkırdıyacak. Sonradan öğreneceksin ki yeni gelen asteğmenlere civciv derlermiş. Her seferinde dönüp sesin kimden çıktığını yakalamaya çalışacaksın ama nafile. Kıdemli astsubaylar ikaz edecekler seni, "Yüz vermeye gelmez bu askerlere, sert davranacaksın."

Büyük bir içtima sırasında bölükteki askerler toplanıp düzen tutacaklar. Rütbeleri senden küçük olmasına rağmen sana bir şov yapacaklar astsubayların kıdemlileri. Sudan sebeplerle kusur buldukları askerleri meydana çıkarıp sille tokat girişecekler. Bir yandan yanındaki asteğmen arkadaşınla sizden tarafa dönüp gür sesle bağıracak birisi. "Bunlar işte bundan anlar asteğmenim!" Aslında astın üstüne komutanım demesi gerekir. Belli ki yeni olduğunuz için hafife alınıyorsunuz. Üstelik bir astınız sizin yanınızda bırak asker dövmek ona bir lâf dahi edemez. Acemilik işte bilemeyceksin bunları, içinde bulunduğun durumdan hem utanacak, hem de etkileneceksin. Tamam, anlaşıldı diyeceksin kendince, demek askerlik böyle bir şey. Askerlerin astsubaylardan Allah'tan korkar gibi korkmalarının, onlara saygıda kusur etmemelerinin sebebi buymuş demek! Tevekkeli onların arkalarından cik cik sesleri çıkarıp eğlenmiyorlar.

Askeelik zor iş evlât, hiç sana göre değil. Günler geçtikçe bunu daha iyi anlayacak, sayılı günlerinin bir an önce bitmesini arzulayacaksın. Tümen komutanının teftişi olacak bir süre sonra. Hazırlıklar tam gaz. Bir spor tesisi kurman istenecek. Askerlerin voleybol ve mini golf oynayabilecekleri bir proje yapacaksın. İnşaat için kum, çakıl, çimento gibi malzemeler lâzım olacak. Ama onları alacak para yok! Karargâhtan bir albaya durumu ileteceksin. "Asteğmenim," diyecek, "Parayla bunu herkes yapar!" Çağıracak seni yanına, "Atla" diyecek, küçük bir jeep'in arkasından kafayı uzatarak. Şoförün yanına oturacaksın. Şehre doğru yola çıkacaksınız. Albay,  çek diyecek askere, ilk gördüğün bir inşaat malzemeleri satan yere. Jeep'ten ineceksiniz. "Evet, sana ne lâzım söyle şimdi. Ne kadar kum, kaç torba çimento ve diğerleri." İşyeri sahibi, zoraki gülümseyecek. "Tamam, hepsi bu kadar diyeceksin." "Şimdi al beyefendinin kartını yolla bir kamyon, yüklesinler malzemeyi."
Tekrar binip jeep'e döneceksiniz karargâha. Yolda gülerek sana "Nasıl? diye soracak, zor bir iş miymiş malzeme bulmak. Güleceksin sen de.

Teftiş gününe hazırlanırken sabaha kadar uyumayacak, askeri de uyutmayacaksın. Koğuşların, dolapların düzeniyle bir bir ilgileneceksin. Kimsenin yırtığı, söküğü olmayacak, dolaplarda traş takımları, diş macunu, diş fırçaları milimetrik olarak tam yerinde olacak. Hava aydınlanırken asker içtima alanına doğru tam teçhizat toplanmaya başlayacak. Uzaktan bölük komutanı üsteğmen salınarak alana doğru yaklaşırken gözün bir ara askerlerden birine takılınca sinirden kan beynine sıçrayacak. Adam, sabahı beklemiş, elinde miğferinin kılıfı, sökük dikiyor. Evlât, samimi bir şey söyleyim mi sana, hayatında iz bırakan üç şey ne deseler, ilk bu sahne gelecek aklına. Askeri yerinden kaldırıp ücra bir köşeye çekeceksin. Sabaha kadar uğraşıp didinmen, uykusuz kalman boşuna. "Ulan, sabaha kadar niye yapmadın bu işi" deyip böğüreceksin. Asker hiddetinden korkup sinecek. "Komutanım," diyecek, konuşmasına, sana mazeret uydurmasına müsaade etmeyeceksin. Tepen atacak, sinirlerine hâkim olamayıp yumruğunun tersiyle bir kaç kez yüzüne sert darbe ler indireceksin. Çocuğun gözünden akan yaşlar burnundan akan kanlara karışırken biraz sakinleşecek, hadi, şimdi söyle, o kadar ikaz etmeme rağmen akşamdan beri söküğünü neden dikmediğini." diyeceksin. Asker burnunu çekerken sana hayatının dersini verecek. "Komutanım, söküğünü diktiğim senin miğferinin kılıfıydı!" Ah o an. Yerler yarılsa da içine girsen. Ne yaptım ben!! diyeceksin, ama oldu bir kere. Teftişten sonra askerin yanına gideceksin. Binlerce kez özür dileyecek, affetmesini isteyeceksin. Üç gün sonra terhis olacakmış. Gidip pastahaneden bir kutu kurabiye alıp memleketine uğurlayacaksın onu. Ne onu unutacaksın ne de o günü hayatın boyunca. Şartlar ne olursa olsun sebebini öğrenmeden bir karar vermemeyi de.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***

1 Aralık 2019 Pazar

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 17



YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***

Dönüp Ahmet'e bakacaksın. "Ahmet, iyi misin?" Suratını ekşiterek kımıldamaya çalışacak. "Omzum, omzum ağrıyor." Arkadan yetişen İsmail, arabanın kapısını açıp dışarı indirecek Ahmet'i. Sende bir arıza görünmüyor, kendini yoklayacaksın. Yok, hiçbir şeyin yok. Arabayı öylece bırakıp eşyalarınızla birlikte kampa döneceksiniz. Proje Müdür Yardımcısı Mehmet Bey telâşınızı görüp ne olduğunu soracak. Durumu anlatacaksınız. Başka bir araçla kaza yapan arabayı idari binanın önüne çekeceksiniz. Tayfun'a geç direksiyona diyecek Mehmet Bey. "Sola çevir direksiyonu." Bir şey görünmüyor. "Şimdi sağa" Ön sağ teker lâf dinlemeyip sola bakmaya devam edecek. "Aks kırılmış olmalı." diyecek canı sıkkın bir ifadeyle. Arabanın sol yanı boydan boya hasarlı. Bir an, ertesi gün gireceğin ehliyet direksiyon sınavın gelecek aklına. Buz gibi soğuyacaksın. Hem bu kazadan sonra kim araç verir ki sana? Oysa ne kaprisler yapmıştın Mehmet Beye, sınav günü kırmızı arabayı alırsın dediğinde. "Hayır, onun pedalları sert, ben bej arabayla çalıştım, sınavı kazanmam için mutlaka onunla gitmem lâzım." Adamcağız kaprislerine boyun eğmiş, kabul etmek zorunda kalmıştı. Artık bej arabanın yerinden kıpırdayacak hali yok. Mehmet Bey, "Geçmiş olsun, yarın kırmızı arabayı al sınav için" dediğinde utançtan kızaracaksın. Bu duygularla ertesi gün ehliyet sınavına giderken kendine hiç şans vermezken sürpriz bir şekilde sınavı kazanacak, dönüşte bir haftalık damat arkadaşının omzu için istediği yakıyı alacaksın. On gün kadar sonra onun da bir şeyi kalmayacak. İşte evlât, yıllar boyu sürücü ehliyetine ne zaman baksan, ölümün ucundan döndüğün o kaza günü gelecek gözlerinin önüne.

Kazadan sonra ehliyetsiz araç kullanmayı yasaklayacak şirket. Sebep olduğun bu yasak seni bağlamayacak, nasıl olsa artık ehliyetin cebinde. Günler birbirini kovalarken yaptığın işlerden zevk alacaksın. Yaptığın projeler birkaç gün sonra hayata geçirilecek. Şefin Jaccard, sana güvendikçe tedirginliğin artacak. Neticede tecrübesiz bir mühendissin. Korkaklığını yenmen gerek. Ya bir hata yaparsam korkusu canını sıkmaya başlayacak. Yüksek bir betonarme duvarı dizaynını yapıp uygun aralık ve çaplarda yerleştirdiğin drenaj borularından fışkıran suları görünce işin tadına varacak, kendine güvenin gelecek. Çünkü biliyorsun ki, arkadaki su basıncı drenaj boruları olmasa duvarını indirmeye yetecek de artacak bile.

Iraklı Maha, hamileliğinin ilerleyen döneminde izne ayrılacak. Onun yerine Afrika'da bir zenci ile evlenip boşanmış, ana dili gibi İngilizce konuşan yırtık bir kız işe başlayacak. Sohbet etmeyi seven bu kızdan Afrika'daki maceralarını dinleyip iyi vakit geçireceksin. Orada çalışırken sendika yöneticiliği yapmış, romanlara konu olacak bir sürü olay yaşamış. İngilizce küfürlü konuşmaktan büyük haz duyan bu kızın Diyarbakır'lı olduğuna kimse inanmayacak. Birkaç ay sonra İtalyan bir teknikeri ayartıp evlenecekler. Evlendikten kısa bir süre sonra da bir deterjan firmasının çekilişinde araba kazanacaklar.

İdealist genç bir mühendis olarak uygulama projelerinin kontrol ederken hem hesap raporlarına hem de gerekli donatının paftalara doğru işlenip işlenmediğine dikkat edeceksin. Projeler üzerinde düzeltmelerini yaptıktan sonra "Approval Recommended as Noted" kaşesini basıp imzalayacak daha sonra DSİ'ye göndereceksin. Senden sonra ilk imzayı atacak olan kişi, Hediye adında konuşmayı seven senin yaşlarında inşaat mühendisi bir kızcağız. Sana olan ilgisini açık bir şekilde gösterecek. "Ne güzel gözlerin var, ne güzel kokuyorsun" türünden lâflar edecek. Lojmana gidince aynada dikkatlice bakacaksın gözlerine. Herkeste olan gözün aynısı sende var. Koku desen, öyle parfüm falan kullandığın da yok. Şaşıracaksın bu sözlere. Günlerden bir gün ilk kez işin düşecek ona. Projede büyük ölçekte fazla demir kullanılmış. Çapın en fazla 50 katı olması gereken bindirme boyları gereksiz yere uzun tutularak kalın demir miktarı neredeyse iki katına çıkmış. Eee, bu vatanın evlâdıyız sonuçta, niye hiç yoktan elin İtalyan'ını zengin edelim değil mi? Hemen şefin Jaccard'ın yanında alacaksın soluğu. Aferin beklerken, Jaccard sana öğüt vermekle yetinecek. Efendim, bu projenin bir gün geç kalması ülkeye kaç para kaybettirir biliyor muymuşun? Milliyetçilik damarın peşini bırakmayacak. Hemen alt kata inip Hediye'yi bulacak, durumu anlatacak, fikrini soracaksın. Bu davranışın da etik değil biliyorsun, fakat söz konusu vatansa akan sular duracak. Hediye, "Git Bölge Müdürümüz ile konuş" diyecek. Şefinin araziye indiği bir zamanı kollayıp DSİ Bölge Müdürünün kapısını çalacak, samimiyetine güvenip ona rahatsızlığını ileteceksin. Gel otur diyecek, karşısına alacak seni. Bu da bir şey mi diyecek, ben Ankara'ya neler söylüyorum da dinletemiyorum. Bakacaksın, adamcağız senden dertli. Odasından çıkıp yine Hediye'nin yanına ineceksin. Onunla birlikte bir plân kuracaksınız. Hediye ilk kez şefinin yanına gelip sanki kendisi ortaya çıkarmış gibi gereksiz yere fazla kullanılan demirlere itiraz edecek. Onaylayıp gönderdiğin projeler düzeltilmek üzere İtalyan şirketine geri gönderilecek. Senin bu oyununu şefin anlamış mıdır bilinmez ama senin içini huzur kaplayacak.

Uzun zaman sıranın gelmesini beklediğin askerlik hizmeti kapını çalacak. Bir an önce aradan çıkarmak isteyeceksin bu işi. Güzel bir veda partisi düzenleyecekler sana. Gerekli işlemlerden sonra eğitim yerin Narlıdere İsthkâm Okulu. Dört ay sürecek bir eğitim süreci. İzmir'de olman iyi gelecek.

Teslim olduktan sonra sabah içtimaları, dersler, arazi eğitimleri arasında geçecek günlerin. Yemin töreni ardından hafta sonları çıkıp annenlerin evine gidecek orada kalacaksın. Zor bir iş değil askerliğin bu dönemi ama sana her zaman angarya gelecek. Takımın en uzunu Karşıyakalı Hüseyin. Birbirinizden ayrılmayacaksınız. O da senin gibi inşaat mühendisi. Her sabah siperliği bir yana kaymış başına bir türlü oturmayan kepi ve çarpık duruşuyla bölük komutanına efemine tavırlarla tekmil veren tuhaf bir çocuk. "... Istihkâm taburu, birinci bölük, birinci takım, 38 yedek subay öğrenciyle emir ve görüşlerine hazırdır komutanıııııım." "I" ları uzatarak, bir şarkının nağmelerine benzer her tekmilinden sonra onu izleyen bütün yüzler muzipçe gülümseyecek.

Evlât yemek konusunda yine şanslısın. Yemekhanede nefis yemekler çıkacak. Masalara oturduktan sonra erler yemek kazanlarını taşıyan tekerlekli araçlarla yemeklerinizi dağıtacaklar. Yattığın yer de güzel olacak. Kalacağın koğuş üniversite  yurtlarındaki çalışma salonundan bozma yatakhanenin bir benzeri. Bu yüzden kalabalık ortam rahatsız etmeyecek seni. Yattığın üst ranzada Ege Denizini seyredecek, açık havalarda yıldızların altında uykuya dalacaksın.

Dört ay çabuk geçecek. Kuralar çekilecek ve şansına Tekirdağ 8. Piyade Tümeni, İstihkam Taburu çıkacak. Kura çekimini yöneten yüzbaşı, şanslı olduğunu söyleyecek. Buna ne şüphe. Mezuniyet töreninden sonra asteğmen rütbesini takıp  resmi kıyafetlerinizle Kordon boyunda volta atacaksınız arkadaşlarınızla. Yol boyunca seyyar satıcılar sizi cezbedecek. Ama lanet olası resmi kıyafetlerinizle bir şey yapamıyacaksınız. Turfanda çıkmış salatalıkların kabukları soyulurken yaydığı koku burnunuzun direğini sızlatacak. En sonunda dayanamayıp diğer üç arkadaşınla birlikte birer salatalık (hıyar) söyleyeceksiniz. Satıcı hemen kabuklarını soyup bıçakla boylamasına dört parçaya ayırıp arasına tuz serpecek. Her birinizin elinde birer salatalık neşeyle yolunuza devam ederken aniden bir askeri inzibat jeep'i önünüzü kesecek. İçindeki albay sokak arasına gelmenizi söyleyecek. Güzel bir fırça atacak size. Bir subay resmi kıyafetle sokakta salatalık yer miymiş? Yeni mezun olduk, bilmiyorduk diyeceksiniz. Albay fırçasını atıp gidecek. Elinizdeki salatalıkların yarısını yemeden atmak zorunda kalırken askerlikten bir kez daha nefret edeceksin.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 *** 

29 Kasım 2019 Cuma

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 16


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***

İşte böyle evlât, böyle yaşanmalı hayat. Yeni gelenlerle kamp nüfusu artarken sosyal yaşantı da hareketlenecek. Aileler seni kendilerinden biriymiş gibi bağırlarına basacaklar. Arkadaş çevren genişleyecek. Akşamları, aile lojmanlarının bulunduğu yerdeki spor salonunda voleybol ve masa tenisi maçları yapacaksınız. Hafta sonları kendine güvenen üç dört arkadaşınla birlikte Hindibaba köyünü geçip ta Çüngüş'e kadar otuz kilometreden fazla koşacak, orada sizi karşılayacak şoförle birlikte kampa geri döneceksiniz. Aklıma gelmişken bir de sana İtalyan kampındaki marketten söz edeyim. Ne ararsan bulacaksın orada, taze sebze ve meyveler, et ve süt ürünleri, dondurulmuş deniz mahsulleri, fırından yeni çıkmış türlü ekmek çeşitleri, aklına ne gelirse. Araba kullanmayı bilen arkadaşlarından birine takılıp en az haftada bir ziyaret edip ihtiyaçlarını karşılayacaksın oradan. DSİ'nin kamp sahasında bir marketi de var ancak o mahalle bakkalından farksız. 

Yılbaşı yaklaşırken yabancılar evlerini süsleyecekler. Çam ağaçları, yanıp sönen renkli ışıklar, camlardaki karı andıran sprey boyaların kullanıldığı "Merry Christmas" yazıları, insanların güzel bir yıl geçirebilme umutlarını yansıtacak. Tam o günlerde yeni yıl için personele iş sözleşmelerini imzalatmak ve çalışanların yeni yılını kutlamak amacıyla Ankara'dan patronlar gelecek, çalışanlara bizzat kendisi yeni sözleşmeleri imzalatacak. Sıra sana gelince içini bir heyecan kaplayacak. Gözü kapalı imzayı basacaksın. Odana dönüp sözleşme sayfalarında net maaşın yazılı olduğu bölümü arayacaksın hemen. Gözlerin parlayacak. Maaşın yüzde yüzün biraz üzerinde zamlanmış! Düşün ki evlât, yeni mezun bir mühendissin ve alacağın aylık milletvekili maaşından % 23 daha fazla!

Şirkette samimi görüştüğün Gaziantepli bir arkadaşın olacak, Tayfun. Evli, dört beş yaşlarında Gamze isminde şirin mi şirin  bir kızları var. Karısı Perran da çok iyi biri. Senin onları sevdiğin kadar her ikisi de seni seviyor. Gel gelelim bu iki iyi insan aralarında bir türlü anlaşamıyorlar. Perran sık sık evi terk edip çocuğu ile birlikte memleketinde alıyor soluğu. Tayfun'un geniş bir plâk kolleksiyonu var. Işte onun yalnız kaldığı öyle zamanlarda seni evine davet edecek, harika müzikler dinleyecek, hoşça vakit geçireceksiniz. Bir süre sonra Perran eve dönecek, bir kez daha mutluluk tablosu çizecekler birlikte, ta ki yeni bir ayrılığa kadar. 

Karakaya'da ilk yılbaşını geçirmek üzere Tayfun'ların evine davet edileceksin. Davetliler arasında üç beş evli arkadaşının yanı sıra bir de Shneider ve güzel eşi Maha var. Maha, aslen Iraklı, şirketin sekreteri aynı zamanda. Pürüzsüz bir İngilizcesi var ama onu esas unutulmaz kılan kokusu. Her sabah merdivenleri çıktığında katın tamamına yayılan muhteşem parfüm kokusu! Kocası Shneider ile Irak'taki bir başka baraj şantiyesinde tanışmışlar ve birbirlerine aşık olmuşlar. Devamlı şakalaşıyor, birbirlerine espri yapıp gülüşüyorlar. Perran güzel yemek yapar, o gece masayı donatacak yine. Çiftler bol bol fotoğraf çektirecekler birbirleriyle. Senin davetliler arasında tek bekâr olarak köşede buruk bir gülümsemeyle onları izlemen Perran'ın dikkatinden kaçmayacak. Hemen Gamze'nin bebeklerinden birini eline tutuşturup "Bu da senin eşin olsun" deyip fotoğrafını çekecek. Hep birlikte neşe içinde kahkahalara boğulacaksınız. 

Şirkette aynı odayı paylaştığın İzmirli arkadaşın Ahmet'le aranız iyi. Zaten üniversite yurtlarından başlayan, birlikte çalıştığınız Ankara'daki proje firmasında süregelen uzun bir geçmişiniz var. Okumayı çok seviyor, anlattıklarını can kulağıyla dinliyor edebiyat ve diğer sanat dallarından iç ve dış siyasete, din ve tasavvuftan ülkenin sosyal meselelerine kadar her konuda tartışıyor, daha ziyade düşüncelerinde onu haklı buluyorsun. Sen halâ açıp bir kitap okumamışsın o zamana dek. Bilgiye olan açlığını bu arkadaş sohbetleri doyuruyorsun. Senin gibi genç arkadaşların birer birer evlenip lojmana geçiyorlar. Çok geçmeden Ahmet de Manisalı diğer bir sınıf arkadaşımızla bacanak olma kararı alacak ve yeni evlenenler kervanına katılacak.

O kadar çiftin arasında bekârlık zor be evlât. Annene telefon edip sana uygun biri bulması için bakalak olmasını isteyeceksin. Cevap gecikmeyecek. "Bak, komşumuz Bedriye teyzenin bir akrabasının kızları varmış, tıp fakültesini yeni bitirmiş, akça pakça, siyah saçlı, güzel, iyi bir ailenin kızı. Hani sen de görmek istersen fotoğrafını gönderelim." Senin için hiçbirinin önemi yok. Tek takıntın isminin ne olduğu. Kendine güvenin tam o sıralar, kimi istersen eş olarak hayır deme şansı yok havalarındasın. Biraz müşkülpesent tavırla soracaksın annene, "Adı neymiş?" Bu huyunu bilen annen tepkini tahmin ederek zoraki de olsa söyleyecek kızın adını. "Zülfiye!" Bırak kalsın anne diyeceksin. "Oğlum ama kız çok güzel, uzun boylu... Hem ne olacak değiştiriverir adını, atla deve değil ki!" "Yok anne, olmaz. Bunu nasıl teklif ederim. Sen bakmaya devam et" Zavallı kadın çaresiz kapatacak telefonu.

Çok geçmeden Ahmet evlenip lojmana geçecek. Bir hafta sonra onu alıp alışveriş yapmak üzere İtalyanların marketine gideceksiniz. Henüz ehliyetin yok ama ufak ufak araba kullanmayı öğrenmiş, Diyarbakır'a gidemesen de şirketin arabalarından birini alıp İtalyanların kampına gidip gelmeye başlamışsın. Poşetler dolusu erzak alıp arabaya yerleştirirken taşeron şirketlerin birinde şantiye şefi olarak görev yapan sınıf arkadaşlarınızdan biriyle, İsmail'le karşılaşacaksınız. Onun da altında arabası var ve alışverişini yeni bitirmiş. Biraz sohbet ettikten sonra peşpeşe kampa dönüş başlayacak. İsmail'in de ehliyeti yok ama araba sürmeyi iyice öğrenmiş. O önde, Ahmet'le sen arkada tozu dumana katarak stabilize yolda ilerleyeceksiniz. Sık virajlı yol boyunca savrulurken Ahmet elindeki yumurta kolisinin kırılmasını önlemek için büyük çaba sarfedecek. İsmail gaza bastıkça sen altta kalmayacaksın. Tozdan önünüzü göremeyecek hale gelmenize aldırmadan bol adrenalin salgılayıp tampon tampona yarışa gireceksiniz. Arabanın içi toza boğulunca Ahmet hayatının hatasını yapacak. "Ulan geçeceksen geç şunu, dünyanın tozunu yedirdin bize!" diye çemkirecek. Ondan aldığın gaz doğrudan pedalı köklemenle sonuçlanacak. Evet, onu geçeceksin ama hemen önünde tozdan göremediğin keskin bir viraj var. Sol tarafın dağin yamacı, sağ tarafta metrelerce derinlikte uçurum. Biraz ileride size doğru gelen kamyon durmuş, sizi izleyecek. Kontrolden çıkan araba kendi ekseni etrafında dönerken kâh uçurum tarafına kâh dağın yamacına savrulacak, korku içinde sonunuzu hayal edeceksin. Direksiyonu çaresizlik içinde bir sağa bir sola çevirirken araç büyük bir süratle yanlamasına dağ tarafına yapışacak, diğer yanı iyice havalandıktan sonra lâp diye tekerleklerinin üzerine oturacak. 

MİM DE "HAYAT YAZIYOR 2020"

Sevgili "Hayat Yazıyor" blog yazarının sahibi beni de mimlemiş. Kendisine sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. 2020 yılına hızla yaklaşırken içinde bulunduğumuz yıldan herkes nasibine düşeni aldı neredeyse. Neredeyse diyorum, çünkü saniyelerin insanın kaderini belirlediği dünya düzeninde yılbaşına kadar bir ay gibi uzun bir zamanımız var. Bazılarımız yıl boyunca ulaşamadıkları hedeflerine bu süre içinde ulaşabilecekleri gibi bazılarımız iyi bir yıl geçirdik demeye kalmadan bir anda hoş olmayan sürprizlerle karşılaşabilir.

Mimin konusu; 2020 yılına dair beklentileriniz nelerdir? sorusuna cevap aramak.

Her zamanki tarzımla soruyu derinlemesine irdeleyerek başlamak istiyorum. Hayata pozitif bakan insanların çoğu hem kişisel hem de toplum bazında hep iyi ve güzel şeyler bekler yeni yılda. Oysa bunların büyük bir kısmı beklentiden ziyade birer dilek, ya da Arapça'dan dilimize geçen şekliyle birer temennidir. Konumuz bu olsa eş, dost, arkadaş, akraba ve ülkemiz için sayfalar dolusu iyi, güzel dileklerde bulunabilirim. Kötü bir yeni yıl beklentisi içine girip karamsarlığın kör kuyularında debelenmek doğru olmadığı gibi gerçekleri göz ardı edip hayâller dünyasına dalmanın da bize bir faydası olmayacaktır. Yazdıklarımızı bu çerçeve içinde tutup onları bir sonraki senenin başında okuduğumuz zaman daha gerçekçi bir değerlendirme yapma imkânına sahip olabiliriz. 2020 yılı için kişisel ve ülke çapında beklentilerim şunlar:

En büyük şahsi beklentim yeni evlenen oğlumun baba olması, dolayısıyla benim de sağlıklı bir torun sahibi olmam. Oğlan ya da kız fark etmez ama kız olursa biraz daha çok sevinirim. Diğer bir beklentim de kızımın karşısına onu kendine aşık edecek birinin çıkması. Zira başka türlü hiçbir kuvvet onu evlenmeye razı edemez. 

Genel hatları ile hayatımdan memnunum. Ekonomik kriz her kesimi etkilediği gibi bizi de etkiliyor. Çok çalışınca kendi istek ve arzularınızı gerçekleştirmek için paranız oluyor ama zamanınız olmuyor. Rahat bir çalışma ortamında ise tam tersine zamanınız bollaşıyor ama geliriniz istek ve arzularınızı karşılayamıyor. Benim beklentim, yeni yılda bu dengeyi daha iyi sağlayabilmek.

Daha fazla kitap okumak ve yazmak istiyorum yeni yılda. Eğlenceye, sanatsal faaliyetlere biraz daha fazla zaman ayırmak. Yazdıklarımı yıl içinde kitaba dönüştüremesem bile sene sonuna doğru buna kendimi hazırlayabileceğimi sanıyorum ve o günleri sabırsızlıkla bekliyorum.

Ülkem için fazla bir beklentim yok. Bu yıldan daha kötü bir yıl olmasın yeter. Devletimizin siyaset anlayışı, sevk ve idaresi, adalet, özgürlük, kadına bakış açısı, israf, rüşvet, adam kayırmacılık, medya üzerindeki tahakküm, eğitim stratejisi, tarım ve hayvancılık politikaları, ekonomi vs. konu başlıklarında ileri doğru bir adım atılmasını mevcut siyasetçilerimizden beklemiyorum. Yeni yılda yeni bir umut doğar mı diye sorarsanız zannetmiyorum. Ülkemiz için çizdiğim karamsar tabloyu iyi ve güzel dileklerimle ne kadar örtebilirim bilmiyorum ama ben yine de;

Yeni yılın blogger ailesine sağlık ve mutluluk getirmesini dilerken ülkemiz için huzurlu, savaşsız, felâketsiz, bereketli bir yıl temenni ediyorum.

Bu mimi yapmasından mutluluk duyacağım aşağıdaki blogdaşlarla birlikte arzu eden bütün dostlar davetlimdir.