KATEGORİLER

12 Aralık 2019 Perşembe

NE SENLE, NE DE SENSİZ BÖLÜM II

Based on A TRUE STORY

NE SENLE, NE DE SENSİZ    BÖLÜM II

Hâlâ onun da kendisini sevdiğine inanmak istiyordu. Öyle ya, defalarca kavga ettikleri halde kopamamışlardı birbirlerinden. Onu terk edip Şeniz'le çıkmaya başlamasına rağmen bir araya geldiklerinde fırsatını bulup birbirlerinin hatırını soruyorlar, gün aşırı aralarında kısa mesajlar gidip geliyordu. Bir keresinde Şeniz onun mesajını yakalamış, telefonda bırak artık sevgilimin peşini deyip akabinde okkalı bir küfür sallamıştı. Kim kimin sevgilisini almıştı elinden. Bırakıp gitmesi gereken o kaltaktı. Sonunda mücadeleyi kazanmıştı Gönül. Bir kirli mendil gibi kullanıp atmıştı bir köşeye onu Fuat. Daha şimdiden Şeniz'le karşılaşacağı anı bekliyor, arkadaşlarının yanında onu rezil etmenin tatlı hayâllerini kuruyordu Gönül. Yüzüne bir gülümseme yayıldı.
"Eee," dedi.
Fuat derin düşüncelere dalmıştı, gözlerini yukarı dikti. Sigarasından derin bir nefes çekti ve dumanından halkalar çıkardı.
"Amerika'ya gitmeyi düşünüyorum."
Gülmeye başladı Gönül,
"Hoppala. O da nereden çıktı şimdi. Amerika kucaklarını açmış seni bekliyor zaten."
Ciddiyetini bozmadı Fuat,
"Amerikalı bir kızla tanıştım, gidip orada evleneceğim onunla."
"Yine aşık mı oldun?" diye sordu yüzündeki alaycı bir gülümsemeyle, Gönül.
"Hayır, sadece oturma izni alabilmek için.  Üniversiteye kayıt yaptıracağım, bir de iş bulup çalışırım orada"
"Ciddi misin sen?"
"Evet, kayıt parasını gönderdim bile. Diğer evrakları hazırlıyorum."
Yıkılmıştı Gönül, bir hüzün kapladı içini.
"Yani," dedi, devamını getiremedi. Hıçkırıklara boğuldu.
"Bu son görüşmemiz sanırım" derken uzattı elini Fuat.

Gönül, günlerce aklından silemedi o veda anını. Aradan iki ay geçti. Kimseyle görüşmedi bu süre içinde, en yakın arkadaşlarıyla bile. O gün dışarı çıkmak istedi. Funda'yı aradı. Caffe Nodo'da buluştular. Eski arkadaşlarını gördü orada. Toparlamaya çalışıyordu kendini. Son günlerde iyice dağıtmıştı, annesi babası, kardeşleri onun durumundan endişe ediyorlardı. Kalkıp lavaboya gitti. Günlerce makyaj yapmadığını fark etti. Hayat devam ediyordu. Çantasından makyaj malzemelerini çıkardı, dudaklarını en sevdiği renge boyadı, kirpiklerine cömertçe rimel sürdü, göz kapaklarına en dikkat çekici farını kullandı. Saçlarını tarayıp havalandırdıktan sonra geri dönüp aynaya son bir kez daha baktı. Muhteşem görünüyordu.

Tam dışarı çıkarken Funda'yla karşılaştı.
"İyi misin, merak ettim seni. Ne yaptın onca saat?"
Kendi ekseni etrafında dönerek süzdü arkadaşını,
"Baak, güzel olmuş muyum?" diye sordu neşeyle.
"Çok güzel olmuşsun hayatım, hadi gel artık, bak çayın buz gibi oldu."

Oturdukları masaya giderken gözlerine inanamadı. Bir anda Şeniz'le göz göze geldiler. Şeniz ona bir bakış atıp nispet yaparcasına yanındaki adama attı kolunu. Evet, yanılıyor olamazdı. Fuat'tan başkası değildi yanındaki. Oysa o çoktan Amerika'ya gitmiş olmalıydı. Fuat görmezden geldi onu. Hızla geçip yanlarından, kendini sandalyeye zor attı. Başı dönüyordu.
"İyi misin?" diye sordu Funda arkadaşına.
"Hesabı öde, kalkıp gidelim buradan, hemen." dedi, Gönül.

Funda'nın kolunda güçlükle yürüyordu. Bir kez daha kaybeden o olmuştu. İçini döktü arkadaşına. Gözyaşları dinmedi saatlerce. Bu iş burada bitti dedi. Yoruldum artık, yaşamak istemiyorum. Telefonuna kayıtlı numaraları, bütün sosyal medya hesaplarını kapattı. Artık kimse bulamayacaktı onu. Zor da olsa unutmaya çalışacaktı. Ablasını aradı. Evden, o muhitten uzaklaşmak istiyordu. Her geçtiği yol, her gittiği yer onu hatırlatıyordu. Garip bir duyguydu yaşadığı. İnsan nefret ettiği kişiyi sevebilir miydi aynı anda. Aşkın ve nefretin kol kola gezdiği bir ilişkiydi bu...

Dediğini yaptı Gönül. Ablasının evine yerleşti. Nadiren baba evine gittiğinde Fuat'la karşılaşmamak için yolunu değiştirdi. Bir iş buldu kendine, geçmişin üzerine kalın bir çizgi çekti. Zaman zaman aklına düşse de düşüncelerinden kovdu Fuat'ı. Ne yaptığını bilmeyen zavallının biriydi o. Tam iki yıl geçti aradan. Eski arkadaşlarından sadece Funda ile görüşüyordu. Onu da sıkı sıkıya tembihlemişti yeni telefonunu kimseye vermesin diye. İstemeye istemeye dayanamayıp Fuat'ı sormuştu yine. Şeniz'i bıraktı, başka birini buldu demişti. "Allah'ından bulsun öküz" diye hırsla cevap vermişti. 

Fuat hala arayış içindeydi. Gönül'den sonra ne Şeniz'den ne de başkalarından aradığını bulmuştu. Gönül'ün hırçın davranışlarını, kıskançlıklarını ve çılgınlıklarını özlemişti. Funda'nın Gönül'le bir irtibatının olacağından neredeyse emindi. Son zamanlarda Funda'yı her gördüğünde ısrarla telefon numarasını istiyor, Gönül'ü çok sevdiğini söylüyordu. Roller bir kez daha değişmişti. Bu kez kaçan Gönül, kovalayan ise Fuat'tı. Aylarca bu kovalamaca devam etti. Bir gün Funda, Fuat'ı başından savmak için "Gönül'ü unut artık, nişanladılar onu." dedi. Fuat çıldırdı bu habere. Funda'nın boğazına sarıldı. Ver şu telefonu diyerek boğazını sıkmaya başladı. "Tamam, tamam, vereceğim" demek zorunda kaldı. Fuat'ı hiç böyle görmemişti. Canını kurtarmak için vermek zorunda kaldı Gönül'ün numarasını.

Öfkeyle Funda'nın yanından ayrılıp numarayı tuşladı. Telefon çalıyor ama cevap vermiyordu. Defalarca denedi, değişen bir şey yoktu. 

Funda akşama doğru kendini ancak toplayabildi. Gönül'ü aradı ve olanları anlattı. Konuşmak için evlerine gelmesini istedi. Hava kararmadan geldi Gönül. Telefonu susmak bilmiyordu. Birbiri ardına aranıyordu. Sonunda çareyi telefonu kapatmakta buldu. Gece yarısından sonra telefonu yeniden açtı. Mesaj kutusunda bir sürü mesaj gördü. Bir kez olsun konuşmak istiyor, ona bu şansı vermesini istiyordu Fuat. Saat sabaha karşı üçe kadar oturup konuştular Funda'yla. Arkadaşında kalacağını söylemişti annesine. Tam yatmaya hazırlanırken yine telefonlar çalmaya başladı. Bu kez açtı telefonu. 
"Gönül, konuşmamız lazım, ne olur kapatma telefonu." 
"Konuşacak bir şeyimiz yok, rahatsız etme beni artık."
"Hayır var, nerede olduğunu biliyorum, Funda'ların evinin önündeyim, in aşağı, beş dakika sadece, ne olur." 
"Niye bırakmıyorsun peşimi hala, istemiyorum seni, is-te-mi-yo-rum."
"Bak çok önemli, sadece beş dakika dedim."
Gönül telefonu kulağından ayırıp Funda'yla bakıştılar kısa bir süre. Funda, git görüş dercesine başını salladı.
"Tamam, ama sadece beş dakika." dedi.
Giyinip aşağı indi. Karşıda farları yanan arabanın içinden çıkıp koşarak Gönül'ün yanına geldi Fuat. Elinden tutup arabaya doğru çekti.
"Gel bin şu arabaya sana bir şey soracağım."
"Çekiştirip durma, ne soracaksan sor." dedi Gönül. Arabanın önüne oturdu. Fuat'da sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı, hareket ettiler.
"Dur, nereye götürüyorsun beni?"
"Bekle, gör" dedi sertçe."
Çevre yolunda heykelli parka girdiler. Körfez manzarası ayaklar altındaydı. Gecenin zifiri karanlığını ay ışığı yarıyordu. Arabadan indiler. 
"Nişanlanmışsın." dedi Fuat.
"Hayır, bunu da nereden çıkardın." 
Ellerini avuçlarına alıp parmaklarına baktı.
"Nerede yüzüğün?
"Nişanlanmadım, dedim sana, bak yüzük görüyor musun parmağımda."
"Doğru söylüyorsun değil mi?
"Sana yalan söylemek zorunda değilim." 
Tartışmaya başladılar. Sabahın ilk ışıklarına kadar birbirlerini suçladılar. Değişik bir ilişkiydi onlarınki. Adeta ilişkiyi besleyen bu kavgalarıydı. Beraber oldukları zamanın yüzde doksanlık dilimi kavgayla geçiyordu. Niye onu bırakıp Şeniz'e gittiğini, onda ne bulduğunu, kendisinde arayıp bulamadığının ne olduğunu defalarca sorup durdu Gönül. Fuat hiçbirini cevaplayamadı doğru dürüst. O da neden onsuz yapamadığını, onu neden terk ettiğini, niye onu başkalarına tercih ettiğini bilmiyordu. O sonu gelmez kavgaların arasında bitkin düşüp birbirlerine sarılıyor, karşılıklı aşk sözcükleri söylüyor, sessiz göz yaşı döküyorlardı. Sonra enerjilerini toplayıp hiç yoktan bir neden yaratıyor, yeniden kavgaya tutuşuyorlardı.

Saat sabahın yedisinde Gönül'ü Funda'ların kapısının önünde bıraktı Fuat. Gönül, bitkin vaziyette Funda'ya telefon etti, kapıyı açmasını istedi. Saatlerce gelmesini beklemişti merak içinde arkadaşının Funda. 
"Gel," dedi "Gir içeri." sessizce, odasına götürdü. "Anlat bakalım neler oldu." Ağlamaya başladı, Gönül, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Ben aşığım bu adama, yapamam onsuz." Çok geçmeden telefonu çaldı. Arayan yine Fuat'tı.
"Aşağı in!" diyordu emir verircesine. Cevap vermeden kapattı telefonu Gönül. Üzerine ceketini alıp merdivenlere koştu. Apartman kapısının önünde karşılaştılar. Omuzlarından tutup kendine çekti kızı.
"Söyle sizinkilere, yarın istemeye gelecekler seni." 
Şaşırmıştı. Gözünden akan yaşlar yılların acısını silmiş, adeta ona mutluluk veriyordu. Duydukları gerçek miydi? 
"Ciddi olamazsın!" dedi. 
"Hiç bu kadar ciddi olmamıştım" diye cevap verdi Fuat. Sevinçle sarıldılar birbirlerine.
"Umarım verirler beni sana." dedi gülerek, merdivenlerden uçarcasına yukarı tırmandı. Funda'ya müjdeyi verdikten hemen sonra evlerine gitti. Uçuyordu adeta, ayakları yerden kesilmişti sanki. Rüya mıydı bu?

Akşam olunca babasına durumu açtı annesi. Odasına kapanmış babasının vereceği tepkiyi merak ediyordu. Babası bir başlayıp bir biten ve kızını perişan eden böyle bir ilişkiye razı değildi. "Hayır, hiç gelmesinler, buna gerek yok, o herife verecek kız yok bende."  demişti babası. Annesi ne yapacağını bilmez halde kızına haber verdi. Gönül odasından çıkmadı, sabaha kadar ağladı babasının bu kararını duyunca. Sabah koştu, babasının boynuna sarıldı hıçkırıklar içinde.
"Baba, seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun. Ben de seni en az senin beni sevdiğin kadar seviyorum. Üzülmeni istemem ama şunu bil ki ben Fuat'ı senden bile daha çok seviyorum." 
Babası sarıldı kızına. Öpüp kokladı, kucaklaştılar. Annesinin gözünden yaşlar boşaldı.
"Ben senin mutlu olmanı isterim, bu adam seni üzecek yine, bunu biliyorum. Ama kararını kendin verdin, madem onu her şeye rağmen sevdiğini söylüyorsun, gelip istesinler o zaman." 
Annesi, babasıyla birlikte bir yumak oldular. Hepsi birden ağlıyordu.

Sözlendiler, kavga ettiler, sonra sarılıp seviştiler. Nişanlandılar, yine kavga ettiler, sonra yine sarılıp seviştiler. Güzel bir kır düğününden sonra evlendiler, ertesi günü büyük bir kavgaya tutuştular, sonra yine seviştiler. İki yıl süren evlilikleri boyunca kavga etmek için ustalıkla bahane yarattılar. Fuat'ın yanında çalışan kızı kıskandı Gönül, kavga ettiler yorulunca birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini söylediler. İşten eve geç döndü Fuat, kavga ettiler, bitkin düşünce sarılıp birbirlerine ilan-ı aşk ettiler. Gönül'ün kısa etek giymesi olay yarattı, büyük kavgaya tutuştular, halsiz kalınca sarıldılar birbirlerine, hayaller kurdular. Sonunda dayanamadı Fuat bu gelgitlere. Son kavganın arkasından sarılmadılar, ilan-ı aşk etmediler, birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini söylemediler. İlk kez "Yoruldum" dedi Fuat. "Yoruldum artık, ayrılmak istiyorum senden." Gönül şaşkına döndü, ilk kez kavganın sonu farklı bitmişti. Yeni bir kavga başlattı daha önceki sonlara benzemesi umuduyla. Değişmedi. Bir kez daha denedi, olmadı. Fuat'ın kararı kesin görünüyordu. Bu kez yenilen, mücadeleyi bırakan, kaçan Fuat'tı. Gönül'ün de onu takip edecek enerjisi kalmamıştı. Peki, boşanalım dedi o zaman. 

İkisi birden terk etti evlerini. Avukatlar boşanma protokolü hazırladı, dava açıldı. Bugün karar açıklanacaktı. 

Bayılmıştı. Gözlerini açtı ağır ağır. Yüzüne serpilen limon kolonyası kendine gelmesini sağlamıştı. Etrafındaki kalabalığı görünce ne olduğunu anlamaya çalıştı. Evet, burası mahkeme salonuydu. Az önce yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı. Hakim kararı okurken fırlamıştı ortaya. Gözleri Fuat'ı aradı. Göremedi. Merak ve endişe içinde sordu yanındakilere.

"Boşandık mı şimdi?"  
Hayır dediler, Hakim erteledi duruşmayı.

NE SENLE, NE DE SENSİZ BÖLÜM I

Based on A TRUE STORY

NE SENLE, NE DE SENSİZ    BÖLÜM I

Hâkim tarafları dikkatle dinledikten sonra kararı açıklamaya hazırlandı. Tok bir sesle iki kez öksürüp sesinin pasını giderdi, gözlüğünü çıkarıp katibe doğru seslendi. "Yaz kızım, Karar" dedi, eline aldığı tokmağı havaya kaldırırken duruşma salonundan bir çığlık yükseldi.

- Durun Hâkim Bey, hemen kararınızı vermeyin. İmzaladığım protokolden vazgeçtim, davacı değilim. Ben Fuat'ı seviyorum ondan boşanmak istemiyorum. 

Oysa, on bir yıl önce başlayan inişli çıkışlı ilişkisini bitirmeye kesin kararlıydı son dakikaya kadar. Yine duygularının esiri olmuş, her şeyi göze alıp atmıştı kendini ortaya. Kardeşleri tarafından zorlukla zapt edildi. Yerine otururken kendinden geçmek üzereydi. 

Henüz on yedi yaşındaydı onunla ilk karşılaştığında. Diğer üç arkadaşıyla birlikte evlerine yakın Caffe Nodo'da buluşmuş sohbet ediyorlardı. Kusursuz fiziği, sarı uzun saçları ve yeşil gözleri ile bütün ilgiyi üzerinde topluyordu. Karşı masada oturan neşeli grubun içindeki esmer çocuğun gözlerini kendisine diktiğini fark etmiş ama hiç oralı olmamıştı. 

Fuat inatçı bir tipti. Kafasına koyduğunu mutlaka yapar, uçan kuş kurtulamazdı elinden. Yanındaki arkadaşı Mehmet, ondaki tuhaf durumu fark etmekte gecikmedi. 

- Ne iş oğlum, gözünü ayırmıyorsun kızdan. 
Mehmet'in sevgilisi Ayten, liseden sınıf arkadaşı Gönül'ü iyi tanıyordu. Dayanamayıp girdi araya,
- Fuat, kendine gel, tanıyorum o kızı ben, sana asla yüz vermez, boşuna harcama zamanını. 
Fuat'a söylenemeyecek sözlerdi bunlar. Artık tek hedefi vardı bundan sonra.
- Göreceksiniz, bu kızı elde edeceğim, var mısınız benimle iddiaya?
Ayten acı acı gülümsedi,
- Zavallı çocuk, seni de tanıyorum, onu da. Ne yaparsan yap iş çıkmaz sana ondan.

Fuat iyice hırslanmıştı. Ayten'le konuşurken bile gözlerini Gönül'den ayırmıyordu.
- Madem tanıyorsun onu, tanıştırsana bizi.
Ayten şaşırıp bakışlarını sevgilisine çevirdi. Mehmet, sıkıntıyla püfledi,
- Tamam, ama hemen şimdi olmaz, sık sık gelir zaten o buraya, daha sonra bir fırsatını bulur, tanıştırır seni Ayten. 

Birkaç gün sonra aynı saatlerde aynı yerdeydiler. Fuat alelacele Mehmet'i aradı ve Ayten'i alıp hemen Caffe Nodo'ya gelmesini istedi. On beş dakika sonra buluştular. Ayten içeri girerken Gönül'le selamlaşmayı ihmal etmedi. Kulağına eğilip ona bir şeyler söyledi. Sonra üçü birlikte Gönül ve arkadaşlarının yanına gittiler. Fuat Ayten'in tanıştırmasını beklemeden elini uzattı Gönül'e. "Ben Fuat." Yüzünü kaldırmadan elini uzattı, "Gönül" dedi. Çaylar içildi espriler yapıldı, kalkma zamanı geldi. Fuat, "Seni eve bırakayım" dedi.  "Gerekmez, evim şurada zaten" dedi Gönül, soğuk bir şekilde.

Fuat çetin bir cevize çattığını anlamakta gecikmemişti. Sonraki buluşmalarında alttan girdi üstten çıktı ama Gönül'ün aklını çelemedi bir türlü. Gönül kaçtıkça o bıkmadan kovalamaya devam etti.

Arkadaş toplantılarında ya da birlikte sinemaya giderlerken her zaman Gönül'ün yanındaydı artık. Kız arkadaşları Fuat'ın ona iyice abayı yaktığını söylediğinde, Gönül umursamaz bir tavırla saçlarını geri atmış "Ne alaka, hiç de benim tipim değil o" demişti. Yine de gördüğü ilgi ruhunu okşuyordu. Bir ara Fuat telefon numarasını istemiş, o da düşünmeden vermişti. O günden sonra sık sık mesajlaşmaya başladılar. Artık arkadaşlarla organizasyonları Fuat'la birlikte yapıyorlardı. Fakat hiç bir zaman yalnız kalmadılar, ta ki o güne kadar.

O gün, sabah kahvaltısı için sözleştikleri kır kahvesine önceden gelmişti Fuat. Gönül daha sonra Funda ve onun erkek arkadaşı ile birlikte gelip diğerlerine katıldı. Fuat onu görür görmez yerinden fırlayıp yanına koştu, samimi bir şekilde,
"Merhaba Gönül, n'aber?" 
"İyilik, ne olsun" dedi Gönül ağzındaki çikleti çiğnerken.
"Sakızın var mı?" diye sordu Fuat. 
Ağzından sakızı çıkarıp eline aldı.
"Hayır yok, işte bu var sadece"
Fuat ani bir hareketle Gönül'ün sakızı kaptı elinden.
"Tamam işte, onu ver." dedi. Gönül'ün şaşkın bakışları arasında sakızı attı ağzına.

Onca iltifat, ilgiden etkilenmeyen Gönül, Fuat'ın bu hareketinden sonra bambaşka biri oldu. Fuat'ın ne kadar titiz olduğunu, kendi bardağını bile ikinci kez kullanmaktan imtina ettiğini biliyordu. Fakat nasıl olduysa ağzından çıkan sakızı çiğnemeyi göze almıştı. Bu ona verdiği değeri gösteriyordu. Yelkenleri suya indirdi. O aldırmaz tutumlarından vazgeçmiş, Fuat'a bakışı değişmişti.

Aynı gün kahvaltıdan sonra Fuat, Mehmet'e bir işaret çakıp gözden kayboldu.  Mehmet ne olduğunu anlamadan yerinden kalkıp arkadaşını takip etti. İçeriye girdiler, ona plânını anlattı. Kısa bir süre sonra geri dönen Fuat, Gönül'ün yanındaki yerine oturdu. Elini kaldırıp garsonu çağırdıktan sonra masadakilere dönerek,
"Evet hanımlar, beyler, nasıl olsun kahveleriniz?" Garson istekleri not aldı. Fuat, Gönül'e dönüp,
"Seninki nasıl olsun?"
"Sade" dedi Gönül. Kahveler bittikten sonra sohbete devam ederlerken kahvesini içen sırayla kapattı fincanını. Garsona çaktırmadan bir bakış attı Fuat. İşareti alan garson, masayı toparlarken içeriden getirdiği tabağa ters çevrilmiş kahve fincanını Gönül'ün fincanıyla değiştirdi.

Ayten,
"Fincanlar kapandı da kim bakacak falımıza?" diye konuştu ortaya. Mehmet, Fuat'ı işaret ederek,
"Çok iyi fal bakar bu herif, dedikleri de aynen çıkar yeminle."
Fuat, kendini kibirli bir havaya sokarak gülümsedi,
"Yok canım, o kadar değil. Arada kaçırdıklarım da oluyor." dedi.

Gönül'ün en büyük tutkusuydu fal baktırmak. Her gün en az bir sefer fincanını kapatır. Kimseyi bulamazsa telve izlerinden kendine bir şeyler uydururdu. Sevinçle Fuat'a çevirdi başını,
"Gerçekten mi? Fal bakmasını biliyorsun öyle mi?"
"Abartıyorlar canım, bazen o kadar net çıkıyor ki, ne görürsem onu söylüyorum. Kafadan sallamam yani" dedi.
"İyi o zaman, hadi önce benimkine bak"
"Kızmaca, darılmaca, üzülmece yok ama. Dediğim gibi, gördüğümü söylerim ben."
"Tamam, tamam uzatma hadi bak şuna" dedi Gönül.

Fuat fincanı eline alıp tabağa süzdü. Sonra dikkatlice fincanı incelemeye başladı.
"F harfi çıkıyor sende. Baş harfi F olan biriyle kısa zaman içinde evlilik görünüyor. İnanmazsan bak"

Gönül fincanın içine dikkatle baktı. Gerçekten de büyük bir F harfi görünüyordu. Gözlerini kocaman açtı.
"Evet, görüyorum, çok net okunuyor, kocaman bir F harfi var gerçekten."

Fuat'ın planı tutmuştu. O akşam Gönül onun arkadaşlık teklifini kabul etti ve ilişkileri resmen başladı. Fuat'ın sevinci yüzünden okunuyordu. Arkadaşlarına bu gelişmeyi duyurdular. Artık mesajlarında aşk sözcükleri eksik olmuyordu.

Gönül hasta olduğu bir gün buluşmaya gelemedi. Fuat, arkadaşları Mehmet ile sevgilisi Ayten'i yakalayıp sinsi sinsi gülümsedi onlara.
"Nasılmış, kuş kafese girdi. İddiayı kaybettiniz." Ayten şaşırmıştı.
"Ne o, yani bir oyun mu bütün bu yaptıkların?" 
"Ne sandın, dediğimi yaptım mı yapmadım mı?" diye sordu kendinden emin bir tavırla Fuat.
"Pes doğrusu" dedi Ayten, "Yazık değil mi kıza?"
"Güzel kız, başkasını bulur nasıl olsa." dedi Fuat.

Bir hafta sonra Gönül'ün cep telefonuna bir mesaj düştü. "Ayrılalım." Mesajın sahibi belliydi. Hemen telefonu aldı eline. "Ne yaptığını zannediyorsun sen, benimle dalga mı geçtin? Hemen Nodo'ya gelip anlatıyorsun, bakalım derdin neymiş?" 

On dakika sonra bir araya geldiler. Fuat duygularını yitirmiş bambaşka biri olmuştu. Gönül ağlamaya başladı. "Ne oldu, suçum ne?" Fuat sesini çıkarmadı. Sustu bir süre. "Aradığım kişinin sen olmadığını anladım" dedi sonra sessizce. "Neden, neyim eksik benim, söyle" diye haykırdı Gönül. Fuat sesini çıkarmadı. Ağzına geleni söyledi Gönül, bir yandan ağlıyor bir yandan da hatasını anlamaya çalışıyordu. 

Eve döndüğünde annesi onun bitkin halini görüp panik içinde sordu. "Ne oldu kızım, ağladın mı yoksa sen?" Canının sıkıldığını söyledi ama Fuat'tan bahsetmedi. Düne kadar kaçan o kovalayan Fuat'tı. Şimdi ise Fuat kaçıyordu. O ise bu işin sebebini öğrenmekte kararlıydı. Mesaj çekmeye devam etti. Arkadaş toplantılarında Fuat'ı sıkıştırdı bir şeyler öğrenmek için. Fuat ser veriyor sır vermiyordu. Söylediği tek cümle "Aradığımı bulamadım" oluyordu. Neydi aradığı, kafasını takmıştı bu işe. Başka biri mi vardı. Araştırmış, soruşturmuş öyle bir şey olmadığına kanaat getirmişti. Delirmek üzereydi. Hani akla yatan bir mazereti olsa bırakacaktı peşinden koşmayı. Eğer bir hata yaptıysa hatasını öğrenmek en doğal hakkıydı. Günler günleri kovaladı fakat bu ayrılışın sebebi bilinmez olarak kaldı onun aklında. 

Uzun bir süre sonra Fuat'ın başka bir kızla çıkmaya başladığını görmüş, hem rahatlamış, hem de onu kıskanmıştı. Rahatlamıştı çünkü aradığını kendisinde bulamadığı doğruydu demek. Artık o sorunun cevabını biliyordu. Esmer kara kuru bir kızdı Şeniz. Kendisi ondan kat be kat güzeldi oysa. Arkadaş grubunda artık birlikte görünüyorlar, kızın kendisine bakışlarından hiç hoşlanmıyordu. O bakışlarda "Sende olmayan bende var" mesajını okuyor kıskançlık krizlerine kapılıyordu.

Hem güzelliğine hem de zekâsına güveniyordu aslında. O paçoza pabuç bırakacak göz yoktu onda. Bundan sonra en büyük rakibi o kız kurusu olacaktı.

Bir sabah uyandığında farkında olmadan eli telefonuna gitti. "Bugün mutlaka buluşalım, söyleyeceklerim var" diye yazıp gönderdi. Cevabı beklemeden bir mesaj daha ekledi, "Önemli!" Sonra bir tane daha, "Saat ikide aynı yerde" İlk tanıştıkları yerdi Caffe Nodo. Cevap gelmedi.

Saat ikiye beş kala salondan içeri girdiğinde üç beş kız bir yandan çaylarını içerken aralarında koyu bir sohbete dalmışlardı. Kapıyı karşıdan gören köşe masaya oturup garsona bir çay söyledi. Diğer masadaki kızların sigara içtiklerini görüp onlardan aldığı cesaretle o da yaktı bir tane. Garson çayını bıraktıktan sonra sesini çıkarmadı, bir küllük getirip masaya koydu. On dakika geçmesine rağmen gelen giden yoktu. Gözünü kapıdan ayırmadan yeni bir sigara yaktı. Ellerinin titrediğini fark etti. Kısa bir süre sonra kapıda göründü Fuat. Şeniz kaltağına rağmen onu kırmayıp işte gelmişti yanına. Neşeyle kalktı ayağa, elini uzattı.
"Merhaba"
Sonra düşündü bir an, eli havada kalmıştı. Yoksa yerinden kalkmamalı, kendini ağırdan mı satmalıydı. Fuat kendisine uzanan eli sıkıp oturmaya yeltenirken Gönül onu kendisinden yana çekip her iki yanağına birer öpücük kondurdu. Ardından garsona seslenip iki çay daha söyledi.

Fuat ağzını açmadan boş gözlerle bakıyordu karşısındakine. Bir süre öyle kaldılar. Gönül'ün göz çukurları dolmaya başlamıştı. Sessizliği bozan Fuat oldu. Yoksa saatlerce birbirlerine öylece saatlerce bakabilirlerdi.

"Niye çağırdın beni? Neymiş önemli olan?"
Gönül hazırlıksız yakalanmıştı. Söyleyecek bir şey bulamadı. Yüzünü dikkatle inceledi Fuat'ın. Özenle taradığı saçları, esmer teninde kirli sakalı, en çok da pırıldayan bir çift siyah gözü çevreleyen uzun, kıvrık kirpikleriydi onu çeken.
"Hiiç, hiçbir şeyin önemi yok, sadece seni görmek istedim, hepsi bu." 
Fuat, umursamaz tavırla çayından bir yudum çekti.
"İyi o zaman, gördüğüne göre başka bir şey yoksa ben artık gideyim"
"Şeniz ne yapıyor?" Bunu niye sorduğunu kendisi de bilemedi. Öylesine çıkmıştı ağzından işte.
"Ayrıldık biz onunla!"
Hiç beklediği bir cevap değildi bu. Şaşırdı.
"Neden?"
"Nedeni yok, ayrıldık işte."
Anlamak çok zordu Fuat'ı. Kapalı bir kutuydu. Karşısındakine kısa zamanda tutkuyla bağlanır, bir süre sonra sıkılır vazgeçerdi. Ne bulmuştu bu adamda, mantıklı bir sebep aradı. Yoktu sebebi. Aşk sebep dinlemezdi ki. Tutulmuştu bir kez o hastalığa. Uyuşturucudan beter bağımlısı olmuştu Fuat'ın. Ne yaparsa yapsın, ister onu terk etsin, aşağılasın, telefonu yüzüne kapatsın, mesajlarına cevap vermesin, yine de söküp atamıyordu kalbinden.

NE SENLE, NE DE SENSİZ *** BÖLÜM II ***

11 Aralık 2019 Çarşamba

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 25

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 25 ***

Kayın pederinin İstanbul'da yaşayan yakın arkadaşı, tanınmış bir mali müşavir. Bir hafta sonu sizi fevkalâde güzel ağırlayacak. Bu ziyaret esnasında eğer istersen çalıştığı şirket sahipleri ile bağlantı kurmak hususunda sana yardımcı olabileceğini söyleyecek. Eşin ısrarla onun danışmanlık işlerini yaptığı Ankara merkezli tanınmış bir inşaatı şirketi ile görüşmeni isteyecek. Aklın Atatürk Barajında kalmakla beraber eşinin hatırı için yapacaksın bu görüşmeyi. Genel Müdür, hemen başlayabilirsin diyecek. 

Yıllarca çalışıp en güzel yıllarını geçirdiğin Karakaya Barajında, sizin için düzenlenen veda partisinin ardından arkadaşlarınla helâlleşip buruk bir şekilde ayrılırken hüzün çökecek üzerine. Ne var ki her şeyin bir sonu olacak elbet.

Ankara... Yaşamının yarısını vereceğin yazları yalnız, kışları puslu şehir.  Eşinin kafasında olan bir yer değil orası aslında. Onun istediği, yurt dışına çıkıp biraz para biriktirmek. Ankara'da işe başlamadan önce İstanbul'a gidip Enka şirketinde şansını denemek isteyeceksin bu yüzden. Koordinatör Ayhan Bey kabul edecek seni. Şirket yurt dışındaki bütün işlerini kapatmış durumda, hatta yurt içindeki şantiyelerini de. Sadece Irak'taki Bekhme Barajına odaklanmış. Öyle bir iş ki bu, on işe bedel. E, senin de artık epey baraj tecrüben var nasıl olsa! Sorun şu: İran-Irak savaşı bütün şiddetiyle devam ediyor. Her gün biri diğerine rastgele birer ikişer füze sallıyor, bu füze saldırılarında onlarca kişi yaralanıp hayatını kaybediyor. Ayhan Bey, "Bizim şantiyeye hiç füze isabet etmedi, ben rahatlıkla her hafta gidiyorum oraya." deyip göndermek için ikna etmeye çalışacak seni. Yok evlât, o kadar ucuz değil canın, işini şansa bırakma. Zaten sen de öyle yapacak, sevgili Ayhan Ağabeyini füzeleriyle başbaşa bırakıp döneceksin.

Her ne kadar üniversite sırasında yıllarını verdiğin şehir de olsa, şimdiki durumun farklı. Kiralık ev bakmanız lâzım gelecek, ama hangi semtten? Daha önce okul yurtlarında kaldığın ve sınırlı yerleri tanıdığın için zorlanacaksın. Buket ise Ankarayı hiç bilmiyor. Fırat iki yaşında hareketli bir çocuk. Aklına üniversiteden bir arkadaşın gelecek, birlikte ders çalışmak için Etlik'teki evlerine gittiğin. Fena çocuk değil, oturdukları semt de düzgün olmalı. Çankaya, Gaziosmanpaşa'da kiralar yüksek. Etlik tam size göre. Ne var ki şeytan dürtecek. Buket'in ailesinde ticaretle uğraşan kişiler var, "Hazır büyük şehre gelmişken bir butik mi açsak?" fikri aklınıza takılacak. Acaba yakınları yardımcı olurlar mı? Yok be evlât, kimseden fayda yok. Herkes kendi işinin peşinde. Kalkışmayın böyle işlere, zor işler bunlar deyip vazgeçirmeye çalışsalar da sizin daha çok hırs yapmanızla sonuçlanacak bu durum. Ev aramayı bırakıp Tunalı Hilmi Caddesinde dükkân aramaya başlayacaksınız.

Delilik bu yaptığınız evlât. Ne kadar paranız var ki bu işlere kalkışacak. Dükkânların hepsi hava parası ister. Karakaya'da dayalı döşeli ev vermişler, şimdi sıfırdan ev eşyası düzeceksin, bir de ufak çocuğunuz var, çılgınlık bu. Yok o kadar hava parası vermeye gerek yok. Havaya gidecek para ne de olsa. Zaten o kadar paranız da yok ki. Şöyle işlek bir yerde kafeterya tarzında bir yer mi açsanız? Öğrencilerin olduğu bir yer meselâ! Birader boşta, onu çağırsak? Çocuk için bir süreliğine evin büyükleri, anneanneler, babaanneler gelse... Hayâller, hayâller.

Senin için hayat yeni başlıyor evlât. En zor günlere hazırlan. Henüz evi bulmadan Hacettepe yurtlarının önündeki sokakta bir dükkân bulacak, hava parası olarak elinizdeki paranın önemli kısmını yatıracaksınız. Hemen arkasından Etlik'te Erzurumlu yaşlı bir teyzenin evini tutacaksınız. İhtiyar garip şivesiyle evini öyle bir methedecek ki sanki kız istemeye gittiniz. "Gömme banyoli, koloriferli, geniş salonli..." Ev aslında dökülüyor. Fırat'ı İzmir'e bırakıp kolları sıvayacak, bütün badana ve boya işlerini kendiniz yapacak, evi birlikte temizleyeceksiniz. Hemen arkasından aynı işleri dükkân için bir kez daha tekrarlayacaksınız. Ev eşyalarını tamamladıktan sonra dükkânın vergi kaydı işlerini halledip işletme ruhsatını alacak, tabelâsını asıp hizmete açacaksınız. "Fırat Piknik"

Bu arada Ankara'da görüştüğün firmanın Kavaklıdere'deki binasında yurt dışı ihale şefi olarak göreve başlayacaksın sen de. Şirketin merkezi Denizciler Caddesinde. Orada küçük bir kadroyla Rusya'daki otel projelerine teklif vermeye başlayacaksın. Hiç de tecrüben yok bu konuda. Lâkin başındaki müdürün Nejat Beyle iyi anlaşacaksın. Ekipte bir de senden daha genç bir inşaat mühendisi Gülay Hanım olacak. Bir gün Nejat Beyle sohbet esnasında şirketin aşçılarından part time yararlanmanı önerecek dükkân için. Hemen konuşup anlaşacaksın ikisiyle. Akşamları iş çıkışında dükkânın mutfağına girip, köfteleri, Arnavut ciğerlerini, sıcak soğuk mezeleri iki saatte hazırlayıp çıkacaklar. Dükkânda eşin duracak, sen de mesai bitiminde işten çıkıp yanına gideceksin. Fırat evde anneannesiyle beraber kalacak. Gece geç vakitlerde yorgun argın eve dönüp hesap kitap işlerine bakacaksınız. Bu ağır tempo bir süre devam edecek.

Komşu esnaflardan işten anlayan biri soracak bir gün. Kıymayı nereden alıyorsun? Ulus'ta bildiğimiz bir kasaptan diyeceksin. Peki ne kıyması, bu kullandığınız? Şaşıracak, koyun dana karışık işte diyeceksin. Olmaaaz diyecek. Köftenin hası baş etinden olur, hem başka türlü başa çıkamazsın bu fiyatlarla. Öyle mi? Neymiş bu baş eti dedikleri? Hayvanın başındaki kemiklerin üzerinde kalan etleri sıyırarak çıkarılan et diyecek. Yok, diyeceksin, bize gelmez o işler.

Öğrenci aileleri temiz ve güvenilir buldukları mekânınızdan karınlarını doyurmak için çocuklarına sizi tek adres olarak gösterecekler. Akşam saatlerinde rakip dükkânlar boş beklerken sizin kapınızda kuyruklar oluşacak. Her gün Ulus pazarından malzeme taşımak bitkin düşürecek eşini. Bu iş böyle gitmeyecek evlât, zor iş bunlar.

İlk fireyi biraderin çok yorulduğunu söyleyip sizi bırakmasıyla vereceksin. Eşine yük daha fazla binecek. Kısa bir süre sonra anneanne sıkıldım artık deyip İzmir'e dönmeye hazırlanacak. Mecburen eşin çocuğa bakarken oturduğunuz evin altındaki pideci çocukları koyacaksınız işin başına. Kalite düşerken kuyruklar erimeye, müşteri elini ayağını çekmeye başlayacak.

Dükkânı devretmeye çalışırken işe gitmeye devam edeceksin. Şirketin merkez binasına alınman, dükkâna daha yakın olması sebebiyle işini kolaylaştıracak. Fakat iyice tatsızlaşan bu dükkân işinden bir an önce kurtulmaya çalışacaksın. Her şey zamanında evlât, sakın unutma bunu. İlk zamanlar kapında kuyruklar oluşurken biri gelip talip olmuştu dükkâna. Verdiğin hava parasının iki katını teklif etmişti de sen bu işin tadına varmadım daha deyip geri göndermiştin. Şimdi verdiğin parayı kurtarmaya çalış bakalım.

O telâş içinde eşin yanına gelip ikinci kez "Sanırım hamileyim" deyince soluğu doktorda alacaksınız. Muayenehane oldukça kalabalık. Bir şeyler söyleyecek doktor eşine. Evet, bir bebek geliyor ama eşinin çok dikkat etmesi gerekiyormuş. Olduğun yerde için çekilecek, gözlerin kararacak, bayılıp yığılacaksın koltuğa. Gözlerini açtığında doktor ve yardımcılarının hastaları bırakıp seninle ilgilendiklerini, çevrendeki kalabalığın meraklı gözlerini üzerine diktiğini fark edeceksin. Doktor, yemin billâh bebekle ilgili şu an kötü bir durumun olmadığını, sadece tedbirli olmak bakımından ikaz ettiğini söyleyecek. Bir sürü kadının arasında doğrulup biraz mahcup, biraz tedirgin ama fevkalâde mutlu olarak çıkacaksınız muayenehaneden.

Sonunda dükkânı kapatıp devredene kadar kirasını ödeyeceksiniz. Şirkette işler yoğunlaşacak. Merkezde oldukça kalabalık bir kadroyla çalışacaksın. Önüne Fransız bir firmanın hazırladığı proje, şartname ve teklif dosyası gelecek. Yine bir otel projesi ama kullanılan dil Fransızca olacak bu kez. Karakaya'da Fono'nun mektupla öğretim kursunda öğrendiklerin çok işine yarayacak. Kısa sürede şartname, birim fiyat tarifleri ve diğer dokümanlarda geçen Fransızca teknik terimleri öğreneceksin. Arkasından Suudi Arabistan Krallığı için büyük bir saray projesine hazırlanacaksınız. Arada yurt içindeki bazı ihale hazırlıklarınız da olacak. Senden yaşça büyük mimar ve mühendislerin tecrübesinden yararlanacak bu fırsatları değerlendirip kendini geliştireceksin. İş ortamı epey eğlenceli. Mimar bir kız arkadaşınızı Lâzca konuşturacak, onun kendine has şivesi hoşunuza gidecek. Her fırsatta yakalayıp "Aklım hıyar değil ki yarısını bölüp sana vereyim" sözünü söyletirken gırtlağından çıkardığı seslere kahkahalarla güleceksiniz. Fakat en büyük komikliği sen yapacaksın. Birlikte çalıştığın hayli tecrübeli iki mimar var. Birinin adı Alev, diğerinin adı ise İlhan. İşin tuhafı, erkek mimarın isminin Alev diğerinin İlhan olması. Sık sık karıştırıp erkek mimara Alev Hanım, kadın mimara ise İlhan Bey deyip utanacaksın sonra. Aslında senin de suçun yok bunda evlât. Alev isminde erkek mi olurmuş.

Seninle aynı ismi taşıyan tecrübeli bir mühendis dışarıdan destek verecek size. Biri isminizle seslenince ikiniz birden harekete geçiyorsunuz. Komik bir adam bu da. Gelip yanına bir gün; sende sakal yok, bende var. Sende gözlük yok ben takıyorum. Senin başında saç var, bende ise neredeyse kalmamış. Niye karıştırılıyoruz anlamadım. Madem öyle, bundan böyle benim adım sakallı, kel, kör Orhan olsun diyecek. Çalışanlar hep birlikte güleceksiniz.

Birkaç ay sonra ultrason sonucu açıklanacak. Evet Fırat'a bir kız kardeş geliyor. Kız mı? Bu karmaşa içinde her şeyi unutup havalara uçacaksın. Yaşasın bir kızın olacak. Kızlar babaya düşkün olur derler, dedikleri de çıkacak.

Bu arada İran-Irak arasında füze savaşı sona erip ateşkes imzalanacak. Aklın 222 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek kaya dolgu barajı unvanını alacak Bekhme Barajında. Dükkâna verdiğiniz hava parasını geri alacak biri de hazır çıkmışken şimdilik Ankara'ya veda etme zamanı. Doğum nerede olacak? Musul'daki hastaneler iyi diyorlar. Yok, iyisi mi kendi memleketin. Eşin bir süreliğine İzmir'de baba evinde kalabilir. Eşyalar? Onları da koyacak bir yer bulunacak elbet.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 

10 Aralık 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 15

Ağaç Ev Sohbetlerinin 15. Haftasında sevgili Sade ve Derin (Deeptone)'un konuğuyuz. Bizleri düşünmeye sevk eden harika bir konu seçmiş. Bu konuda kendi fikirlerini de kendi sayfasında açıkça ortaya koymuş. Kişinin hayata bakış açısına göre farklılık gösterebilecek bu konuya ilişkin hazırladığı sorular şöyle:

"Yolda olmayı mı seversiniz, varmayı mı? Süreç mi seversiniz sonuç mu?" 

Soruyu somut anlamda ele alacak olursak derinliğini kaybedeceğini düşünüyorum. Ama yine ona da cevap vereyim. Evet yolu ve yolculuğu çok severim, uzun yolculuklar hiç sıkmaz beni. İster sürücü olarak ister yolcu olarak zevktir bu süreç, hiç sıkmaz beni. Uçak, otobüs ve tren yolculuklarında hareket saatini beklemek, yolculuk zamanı kitap okumak için birer fırsattır bana göre. Gideceğim yere ne zaman varacağımı pek takmam kafaya. Eğer başıma bir kaza bela gelmezse er ya da geç gideceğim yere varacağım nasıl olsa. Kaza ve belayı da aklımın ucundan geçirmem zaten, rahatımdır. 

Gelelim esas konuya; Bu konu felsefeyi de içine alan hayata bakış açısıdır. Süreci sevmek denince "Carpe Diem" sözündeki mesajı hatırladım. Yani, bırak geçmişi düşünmeyi, geleceğin kaygılarını, sadece anın tadını çıkar. Yarına sağ çıkacağımız ne malum, yaptıkların yanına kar kalsın. Bütün yaptıklarımızın bir nedeni ve sonucu var. Sonucu baştan tahmin etmek bazen kolay değil. Hedeflerimiz beklediğimiz olumlu sonuçlar. Olumsuz olanlar ise bizi hayal kırıklığına sevk eder. Bütün bu olaylar yaşamın gerçekleridir. Hedefi olmayanın yaşama sevinci olamaz. Hedefe ulaşmak için yaşanılan sürecin tadını çıkarmak önemli ancak bunu yaparken hedefi göz ardı etmek eksikliktir bana göre. Kanaatimce bizi kolay mutlu edecek minimal hedefler koymamız gerekir kendimize. Sonuç olumsuz olsa bile sarsmamalı, fazla zarar vermemeli. Örneğin bir ressam düşünün ki elindeki tabloya her fırça vuruşunda büyük zevk alıyor. Günlerce titiz bir çalışma sürecine giriyor. Sonuçta muhteşem bir eser çıkarıyor ortaya, eserine dönüp baktığında yaşadığı mutluluk ölçülemez. O süreçten hem zevk almış, hem de sonucu onu gururlandırmış, emeğinin semeresini görmüştür. 

Sonuç bizi esir almamalı. Sürecin tadına varmadan elde edilecek sonuç hayal kırıklığı yaratır çoğu zaman. Mutlu olabilmek için hedeflerin gerçekleşmesi, yani sürecin olumlu sonuçlanması gerekli. Süreç önemli elbette. Hedefimiz kısa süre içinde zengin olmak diyelim mesela. Çıktığımız yolda kirli işlere bulaşmak, vicdanı rahatsız edecek konulara girmek, hayatı zindan edecek şekilde kendimizi yormak bu süreçte bizi mutsuz edecek şeylerdir. Fakat sevdiğimiz ve bizi mutlu edecek bir işte herhangi bir emek veriyorsak, bunun karşılığında beklentilerimiz olacaktır ki bu son derece doğal. Yani ne yaparsak yapalım, hedefe ulaşmak, istediğimiz sonucu elde etmek için.

Netice itibarıyla süreci severim, sabırla ve zevk alarak sonuca giderim. Sonuç derken maddiyat anlaşılmamalı her zaman. Mutlu olmak, ya da mutsuz olmak da bir sonuç. Mutluluğu kim sevmez. Doğrusu, sürecin her türlüsünü, sonucun olumlu olanını severim. Diğer taraftan bana göre süreç ve sonuç birbirine tercih edilemeyeceğini düşündüğüm iki kavram.    

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 24

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 24 ***

Artık yavaş yavaş Atatürk Barajına göç başlayacak. Buket'in ise hiç gidesi yok. Bıkmış artık dar çevrenin çekememezliklerinden, dedikodularından. Zaten teyzesi dememiş miydi sana. Buket yapamaz bu dağ başında. İyi dayanacak kızcağız yine. Çocuğu ve en iyi anlaştığı Mariano'nun eşi Zeliha Hanımla geçirecek vaktini. Sabah kahvaltılarında fırının ızgarasında hazırladığın kanepelere bayılacak. İnce bir ekmek dilimine tereyağı sürüp üzerine sucuk dilimlerini yerleştireceksin. Hepsinin üzerine dilimlenmiş kaşar peyniri ve birer ince dilim domates. Küçük bir biber parçasını kürdanla ekmeğe batırınca işlem tamam, sonra yallah fırına. Kaşar eriyip sucuğun kokuları mutfağı sardığında iştahınız açılacak. Pınar'ın labne peynirlerini piyasaya sürdüğü yıl muazzam bir lezzetle tanışacaksın. Henüz memlekette adının anılmadığı bir İtalyan pastasından bahsediyorum, tiramisu. Zeliha Hanımdan aldığı tarifle harikalar yaratacak eşin. 

Sonraki yıllarında Karakaya deyince önce aklına iki şey gelecek. Sis ve rüzgâr. Öyle yoğun bir sis ki, kışın karla kaplı İtalyan kampının yollarını bulmak bir ölüm. Arabayı arkadaşının kullandığı bir akşam alışverişe giderken inip ona yol göstereceksin. Aslında burnunun dibini görmen mümkün değilken gel gel diyerek arabayı uçurumun kenarına sürükleyecek, neredeyse hep birlikte metrelerce aşağı uçacaksınız. Yine rüzgârlı bir günde kara kuru bir hanım olan Rus asıllı İsviçreli mühendis Vidinnof'un eşine lokalin kapısı çarpınca kalp krizinden hayatını kaybedecek. Bir keresinde de lokalin çatıları uçacak.

O yıllarda dünyayı sarsan bir olay meydana gelecek. Karadeniz'e yakın bir bölgede Ruslara ait nükleer santralde büyük bir patlama olmuş. Çernobil faciası, günlerce haberlere konu olurken etkileri yıllarca konuşulacak. Dönemin bakanlarından biri televizyona çıkıp halkı ikna etmek için radyasyondan etkilenmediğini ileri sürdüğü Karadeniz çayını keyifle yudumlayacak. Oysa durum hiç de anlattığı gibi değil evlât. Karadeniz Bölgesinde yaşayan binlerce kişi bu felâketten etkilenecek, kanser vak'alarında büyük artış kaydedilecek, daha sonra radyasyonlu olduğu tespit edilen tonlarca çay imha edilecek. Bu durum sizi pek etkilemeyecek, çünkü sizin kullandığınız sadece Japon pazarından kolaylıkla temin ettiğiniz kaçak Seylân çayları.

Yağmurlu bir hafta sonu alışverişinizi yapıp baraja dönerken aksilikler peşinizi bırakmayacak. Önce arabanın lastiği patlayacak. Gecenin karanlığında ve sağanak yağış altında hayatında ilk kez lastik değiştireceksin. Ergani'ye yaklaşırken basan kesif sis bulutu arasında yolu bulmakta zorlanacaksın. Uzaklardan cılız bir ışık gelecek gözüne. Kamyon olmalı. İyice sağa yanaşacaksın. Işık gözden kaybolunca bir anda ortalık karışacak. Şiddetli bir çarpmayla birlikte ön kaputun üzerine boynuzlu kafalar yığılacak. O cehennemi andıran havada sürünün ne işi var? Arabayı durdurup kapısını açmanla birlikte elleri silahlı iki adamla burun buruna geleceksin. Eşin ve oğlun şaşkınlık içinde korkup ağlamaya başlayacak. Eşkıya kılıklı adamlar feneri arabanın içine doğru tutup ne dedikleri anlaşılmayan bir lisanla bağırmaya başlayacaklar. Ne yapacağını bilmez halde sen de bağıracaksın, eşin senden daha fazla bağıracak. Ya çocuğa bir şey olsaydı, gecenin bu vaktinde, üstelik böylesine kötü hava şartlarında, ne işin var kara yolunda sürü gezdirmenin? Adamlar bırakıp sizi, uzaklaşacaklar biraz. Yağmur olanca şiddetiyle devam ederken kaputa bulaşmış kan izlerini yıkayacak. Bir an önce kaçıp gitmek isteyeceksin. Araba çalışacak ama farların her ikisi de parçalanmış, önünü görmen mümkün değil. İmdadına barajın türbin montajını yapan yabancılar yetişecek. Yoldan geçmekte olan ilk araç o. Duracaklar. BBC şirketinin yabancı mühendisleriymiş. Durumu anlatıp hiç olmazsa Ergani'ye kadar size kılavuzluk etmesini isteyeceksin. Onlar önde siz onların ışığından yararlanarak arkada, Ergani'ye ulaşıp bir benzin istasyonuna bırakacaksınız arabayı. Şükürler olsun ki, hiç birinizin burnu bile kanamamış. Oradan bir taksi bulup baraja döneceksiniz. Sürü sahipleri sabaha kadar nöbet tutacaklar arabanın başında. Yedi koyun telef olmuş, hepsi de gebe! Meğerse o yörenin adetiymiş bu. Özellikle yabancılar bu tuzağa çok düşerlermiş. Olmadık zamanlarda sürüyü yola sürüp mahkemeyle uğraşmak istemeyen yabancılardan yüklü para alırlarmış. Bu sefer çetin cevize çattılar evlât. Koyun başına elli lira olmak üzere toplamda üç yüz elli lira isteyecekler anlaşmak için. Kabul etmeyecek Ergani'nin tek avukatını tutup ona vekâlet vereceksin. Adam gerçekten kaliteli biri çıkacak. Her duruşma sonucunu ayrıntısıyla kaleme döküp bilgilendirecek seni. Üç dört celse sonunda beraat edecek, avukata verdiğin elli lira ile kapatacaksın dosyayı.

Fırat'ın dillenmesi, ilk "anne" ve "baba" deyişi, emeklemeye başlaması mutluluğunuzu zirveye taşıyacak. Eşinin anlaşamadığı tek şey fırın. Tarçınlı, portakallı bir kek için büyük mücadele verecek. Fırının alt gözüne koyuyor olmuyor, üstü deniyor olmuyor, sıcaklık ayarlarıyla oynuyor yine de istediği sonucu alamıyor. Ya kek kabarmıyor, ya kabarıp pıss diye içine çöküyor, ya da içi hamur kalıyor. Dur, diyeceksin, bir de ben deneyim. Hamuru hazırlayıp içine cevizini, portakal kabuğu rendesini, tarçını ilave edip süreceksin fırına. İnanılmaz bir şey olacak. İstediğinden âlâ kabarmış, içi dışı mükemmel pişmiş, pamuk gibi bir kek çıkacak ortaya. Birkaç dilim yedikten sonra alüminyum folyo kâğıdına sarıp kaldıracaksın, eşin eve gelen misafirlerine ikram edecek. Aslında her ikiniz de şaşıracaksınız bu duruma. Aradan üç gün geçmesine rağmen kek tazeliğini, neredeyse sıcaklığını muhafaza edecek folyonun içinde. Takılıp havanı atacaksın, kek böyle yapılır diye. Bir müddet sonra böbürlenerek başlayacaksın ikinci kekin hazırlığına. Sonuç tam bir fiyasko. İlk seferinde nesi denk gelmiş ki sonuç mükemmel olmuş, bilemeyeceksin. Fakat zaman içinde yemek konusunda eşinin eline su dökmenin mümkün olmayacağını yaşayarak göreceksin. Sadece o yaptığın ilk keki diline dolayacaksın yıllarca.

Atatürk barajına ilk gidenlerden biri oda arkadaşın Karşıyakalı Ahmet olacak. Yalnız gitmeden önce en büyük fenalığı yapacak sana. Aslında onun kabahati de değil pek, sen aranacaksın. Ahmet, arada tek tük keyif sigarası içer. Sen de ona her seferinde takılacaksın, ne anlıyorsun bu b.k'tan diye. O sana içmesini bilsen anlarsın diyecek. Böylelikle sigara içmesini öğrenme kursları başlayacak. Her seferinde ilk nefesi çeker çekmez fırlatacaksın elinden. Öksürüğe boğulup yaşlar dolacak gözüne. Sonunda tamam diyeceksin, öğrendim artık. O ise hayır diyecek, henüz öğrenmedin, sen dumanı yutuyorsun, oysa ciğerlerine göndermen gerek. Peki o nasıl olacak? Bak şimdi diyecek, nefesinle birlikte dumanı çekeceksin içine. Sonra ağzını açacaksın, beş on saniye duman çıkmayacak. Ne zaman ki nefesini vermeye başlayacaksın, işte o zaman bacadan çıkarmışçasına dumana boğulacaksın. Kafaya takmışsın bir kere. Bu işin keyifli yanını öğrenmeden pes etmek yok. Bir kez daha deneyeceksin, yine öksürüğe boğulacaksın. Tam teslim bayrağını çekmeye hazırlanırken o çektiğin son nefes ciğerlerinle tanışacak sonunda. Hafifçe başın dönecek, çakırkeyf bir halde evin yolunu tutacaksın. 

Barajın ve santralin as-built projelerinin hazırlanması sana verilen son görev olacak. Zaten ilk zamanların tadı da kalmayacak artık. TEK'çilerin sayısı gün be gün artarken DSİ çalışanları da Atatürk Barajına taşınmaya başlayacaklar. Buket'i Urfa'ya, ülkenin en büyük baraj inşaatına götürmek için ikna etme çabaların boşa çıkacak. Yeni bir hayata başlamak için bu kez size kucak açacak şehrin adı Ankara olacak...
Müzik: Mozart 41. Do Majör Senfonisi K 551

 (Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 

9 Aralık 2019 Pazartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 23


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM  23 ***

Sudan çıkmış balık gibi hissedeceksin kendini. Baba olmak nasıl bir duygu? Senin beklemekten başka yapacağın hiç bir şey yok. Bir şeyler yapman gerekir mi acaba? Bütün yük eşinin üstünde. Tek yapacağın onun kendine dikkat etmesi. Ağır kaldırmayacak, yediklerine dikkat edecek. Sigara, kesinlikle içilmeyecek. Bu arada merak edeceksiniz yeni misafiri. Nasıl bir bebek olacak? Erkek mi, yoksa kız mı? Dedikleri gibi aş erme diye bir şey olmadığını göreceksin. Eşin, bu şımarıklıktan başka bir şey değil diyecek. Yoksa nereden bulacaksın kışın ortasında, üstelik dağın başında, yeşil eriği! En kısa zamanda İzmir'e gidip düzgün bir doktorun kontrolüne gireceksiniz. Karnı büyüdükçe ufaklığın tekmeleri iyiden iyiye hissedilecek ve bu size büyük keyif verecek. Bir süre sonra ultrason neticesinde cinsiyeti de belirlenecek, gelen erkek bir bebek.

Baraj inşaatında beton gövde blokları hızla yükselirken kaza haberleri canınızı sıkacak. Havai hat, çelik kablolarla betonu, dozer ve değişik iş makineleri gövde bloklarına taşıyan bir araç. Zaman zaman kancaya takılan sepetle işçilerin transferi de yapılıyor. İşte o sepetin çelik halatları karışıp sepet dengesini kaybedince içindeki on iki işçi hep birlikte yaklaşık yüz metre aşağı uçacak. Bir keresinde de çalışan sondaj makinesine montunu kaptıran bir işçi şaftın etrafında döne döne parçalanacak. Tehlikeli işler bunlar evlat, madem bu mesleği seçtin bu haberlere alışacaksın. Günün birinde sen de barajın sağ sahil bankının demirlerini arkadaşlarınla birlikte kontrol ederken ayağın kafes şeklinde döşenmiş demirler arasına girip dengeni kaybedecek, düşerken sol elinle demirleri tutmaya çalışacaksın. Arkadaşlarını yanına çağırıp gözlerinin karardığını ve her an bayılabileceğini söyleyeceksin güçlükle. Parmaklarında bir uyuşma hissedip eline baktığında yüzük parmağının yerinden çıktığını ve elinden bağımsız, garip bir şekilde sarktığını göreceksin. Bu manzara karşısında daha fazla dayanamayacak, bayılacaksın. O sırada yanındaki Anamurlu makine mühendisi arkadaşın, tecrübesiyle parmağını çıt diye yerine oturtacak. Ayılmaya başladığında bütün geçmişin  birer film karesi şeklinde ışık hızında geçecek gözünün önünden. Son karede baraj gövdesinin üzerinde oluşan bir gök kuşağı ve elindeki sızı karşılayacak seni. Uzun bir iyileşme sürecin olacak.

Aileler bebek haberini coşkuyla karşılayacaklar. Tatlı bir isim arayışı başlayacak. O mu olsun bu mu olsun derken üzerine barajın yapıldığı nehrin adını vereceksiniz müstakbel oğlunuza, henüz doğmadan. Doğum günü yaklaşınca bir ay izin alıp uçakla İzmir'e gideceksiniz. Senin ufaklık da ilk uçuşunu anasının karnında gerçekleştirmiş olacak böylece. Onun gelmesini beklerken Orhan Pamuk'un "Cevdet Bey ve Oğulları" kitabına başlayıp bitireceksin. Rahatı iyi belli ki, kendi isteği ile gelmek gibi bir niyeti yok adamın, ekmek elden su gölden nasıl olsa. Nihayet, zamanı geçmeye başlayınca doğum için hastaneye ayağınızla gidecek, ufaklığı suni sancıyla rahatsız edip gece yarısına doğru müjdeli haberi alacaksınız. El kadar çocuğu herkes birilerine benzetmeye çalışacak. Kahverengi gözlere sahip anne ve babaya benzemeyen bir bebek. Bir gözleri var ki Fırat nehrinin mavisi. İsmi de çok yakışacak.

Aşırı derece titiz ve temizlik düşkünü olan eşin bebeği adeta cam fanusun içinde büyütecek. Cam biberonlar suyun içinde kaynatacak, sağlıklı bir şekilde büyümesi için büyük gayret sarf edecek. Dünya o kadar hijyenik değil evlat, bu yöntemin zararlarını ilerde göreceksiniz. Baraj inşaatı hızla devam ederken yeni neşe kaynağınız Fırat olacak. Onunla yatıp onunla kalkacaksınız. Kısa zamanda siyah dalgalı saçları, pembe beyaz teni, maviş gözleriyle hafif tombiş bir hale bürünen bebeğiniz güzelliği ile yoldan geçenlerin bile ilgisini çekecek. Bir yaz günü baraj yerine gidip Fırat'ın serin sularında ayaklarını yıkayacaksınız.

Santral Binasında dev türbinler birer birer devreye alınmaya hazırlanırken işletmeyi devralacak TEK'çilerin gelmesiyle demografik yapı değişmeye başlayacak. Yaş ortalaması artacak, daha tutucu aileler boy göstermeye başlayacak. Eski özgürlük ortamı kısıtlanmaya başlayacak. Bu yeni gelen güruhun ilk icraati, İtalyan kampından gün boyunca bir gün öncesinin RAI programlarını paket olarak yayınlayıp gece yarısından sonra İngilizce alt yazılı soft pornografik filmlerin gösteren kanalın, ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle kapatılmasını sağlayacaklar. Oysa bu kanalın izleyebilmek için özel bir anten almak gerekli, diğer TRT kanalları için kullanılan antenlerle İtalyan kanalını izlemek zaten mümkün değil. Bu ahlak bekçileri yüzünden yaşadığın yerin huzuru kaçacak. 

Şirket benzer bir sözleşmeyle Atatürk Barajının da müşavirlik hizmetlerini üstlenecek. Jaccard ve diğer yabancı bir mühendis olan Peter ile birlikte inşaat için yapılan ön hazırlıklar hakkında bilgi sahibi olmak, kalınacak lojmanları görmek amacıyla yeni kurulan DSİ Bölge Müdürlüğü'nün davetlisi olarak Atatürk Barajını ziyaret edeceksiniz. Fakat daha önce Diyarbakır'a gidip Selim Amcanın Sofra Salonu adında bir lokantaya götürecek sizi Jaccard. Kaburgası pek meşhurmuş burasının. Alelade bir salonda masalardan birine oturacaksınız. Garson kocaman bir tepsi içinde kaburga dolmasını getirip şovuna başlayacak. Önce kuzu gömleğine sarılmış kaburga ve iç pilavın iplikle dikilmiş dikişlerini sökecek. Masanıza enfes kokular yayılırken üzerinden dumanı tüten yumuşacık etleri çatal ve kaşık yardımıyla kaburga kemiklerinden ustaca ayırıp tiftikleyecek, çıkan etlerle pilavı harmanlayacak. Bu törenin bir an önce bitmesini beklerken ağzınızın suları akacak. Ayrı servis tabağı beklerken birer çatal ve kaşık koyacaklar önünüze. Üçünüz birlikte tepsiye dalacaksınız. Güzel birer ayran yemeğinize eşlik edecek. Yabancıların ortak kaptan yemek yemesi garibine gitse de bunu pek umursamadıklarını göreceksin. Yemekten sonra getirdikleri efsane irmik helvası kaburga dolmasını aratmayacak. Hayatın boyunca unutamadığın bir yemek olarak aklında kalacak bu. Daha sonra ailecek her şehre indiğinizde yolunuz Selim Amcanın Sofra Salonundan geçecek mutlaka.

Adıyaman, Urfa arasında toprak damlı evlerin arasından geçerken kapılarda dikilip güneşlenen köylü kadınların önünden geçerken arabanızı görür görmez yüzlerini duvara dönüp size sırt çevirmesine anlam veremeyeceksiniz. DSİ Bölge Müdür Yardımcısı Raif Bey karşılayacak sizi. Onun yıllar sonra DSİ Genel Müdürü olduğunda başka bir barajda şantiye şefiyken sana iade-i ziyaret yapacağını bilmeyeceksin elbette. Raif Bey, beklentinin çok üzerinde ilgilenecek sizinle. Akşam yemeğinde ağırlayacak sizi. Elazığ'ın Öküzgözü üzümlerinden yapılmış özel bir şarap açacak. DSİ gibi bir devlet kurumundan böylesine şaraplı bir ağırlama şaşırtacak seni. Yabancılar şaraba bayılacak, İspanyolların tatlı şarabına benzediğini söyleyecekler. Geceyi misafirhanede geçirdikten sonra ertesi sabah barajın yapılacağı yeri gösterecek Raif Bey. Daha sonra inşaatı devam eden lojmanları göreceksiniz. Peter ve sen lojmanlara bayılacaksınız. Ah bir de Buket'i ikna edebilirsen, en az 6-7 yılınız da burada geçecek.

Santral binasının üzerine konumlanan dolusavak yapısı tamamlandıktan sonra kapakların montajı başlayacak. Bu arada barajın memba tarafında kocaman bir göl oluşacak. Su yükseldikçe Haskento köyü başta olmak üzere bazı bölgelerdeki toprak kaymaları heyecan yaratacak. Köy arazilerinde kritik yerlere sondajlar vurulup inklinometreler  yerleştirilecek. Baraj gölüne giren çıkan su miktarları ile inklinometre okumalarına ait kayıtlar senin sorumluğuna verilecek. Köyün bir anda göle kayması durumunda oluşacak dalga yüksekliğinin baraj gövdesine zarar verme ihtimali üzerine hesaplar yapılacak. Baraj dolusavak eşik kotuna kadar yükselince radyal kapaklar kapatılacak. Su seviyesi artmaya devam edecek. 

O sırada ülkede askeri rejim yönetimi sivillere bırakmaya hazırlanıyor olacak. Askerin desteklediği Turgut Sunalp Paşa, her hangi bir varlık göstermeyen solcuların adayı Necdet Calp'ın yanında sempatik tavırlarıyla Özal geniş bir kitlenin desteğini alarak tek başına iktidara en yakın aday. Onu ilk kez Diyarbakır Hava Alanında göreceksin. Uzun bir kuyruk, tespih taneleri gibi bekleme salonunda sıralanmış, kuyruğun bir ucu terminalin dışına taşacak. Başında puşuları, ayağında şalvarlarıyla sıralanmış genç, yaşlı adamlar bir kurtarıcıyı karşılarcasına teker teker Özal'ın elini öpecekler. İlk kez yakından gördüğün kısacık boya sahip bu tonton amca diğer adaylara göre sana da sempatik gelecek. Seçim zamanı geldiğinde ona oy vereceksin. Kısa bir süre sonra başbakan olan Özal'ı ikinci görüşün barajın açılış töreni sırasında olacak. O gün ona verdiğin oya pişman olacak, siyasetin kirli yüzünü göreceksin. 

Tören günü onlarca gazeteci baraja dolacak. Bu gazetecilerin arasında en fazla tanınanı Uğur Dündar, sabahın erken saatlerinde DSİ lokaline gelip hazırlıklarına başlayacak. O gün tanışacaksın onunla. Karizmatik bir adam. Barajın açılış töreninde dolusavak kapakları açılıp tonlarca su savaklanacak, müthiş bir şov! Sorun şu evlat; Dolusavak derzleri tamamlanmamış henüz, dinlendirme havuzunun sol sahilinde koruma beton duvarları da öyle. Eğer kapaklar açılır da yüksek debi deşarj edilirse tahribat büyük olacak. Özellikle santrale ulaşım sağlayan tünelin girişi de dinlendirme havuzu duvarının hemen üzerinde askıda kalacak. Emir demiri kesecek evlat. Tören yapılacak, o savaktan saniyede tam 6.500 m3 su bırakılacak. O suyun akışıyla beton baraj gövdesinin titrediğini hissedeceksin. Dolusavak kanalından aşağı boşalan suyun sesi ürkütürken, kontrol binası çevresinde çisil çisil yağmur yağacak. Akşam televizyon haberlerinde ve ertesi günün gazete manşetlerinde ülkenin en büyük enerji kaynağının başbakan Özal tarafından devreye alındığı ilk haber olarak yer alacak. O haberlerin hiçbirinde yer almayacak ayrıntı ise, yarım saatlik şovun elli milyon dolara mal olduğu.

 (Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 

7 Aralık 2019 Cumartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 22

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 22 ***

Sabah işe giderken seni birinin uğurlaması, pencereden el sallaması, akşamları döndüğünde güler yüzle kapıda karşılayıp gününün nasıl geçtiğini sorması ne güzel! Artık misafir ağırlama zamanı. İlk olarak şefin Jaccard ve kısa bir süre sonra emekliye ayrılacak Bovet ve eşlerini ağırlayacaksınız. Jaccard'ın eşi Yeliz Hanımın ailesi yıllar önce Sivas'tan kalkıp İsviçre'ye çalışmaya gitmiş. Uzun yıllar kaldığı yabancı memlekette geldiği yerleri çoktan unutmuş havalarında. "Siz Türkler kuru fasulyeyi çok güzel yapıyorsunuz, bir gün yapın da yiyelim." deyince Buket'le gözleriniz çakışacak. Sivaslı Yeliz İsviçreli olmuş, bize "Siz Türkler" diyor. Eşinin hazırladığı çeşit çeşit mezelere, tatlısından tuzlusuna türlü ikramları görünce ağızları açık kalacak. Yeliz Hanım üşenmeyip masadaki yemek çeşitlerini sayacak. "Tam kırk çeşit!" O günden sonra hayatın boyunca eşinin yemek, meze, pasta ve kurabiyeleri herkesin dilinde dolaşan bir efsaneye dönüşecek.

Yemekten sonra çaylar içilirken sohbete devam edeceksiniz. Lâf olsun diye aklına şirkete yeni katılan, Dekayi adında uzun boylu İsviçreli mühendisin her gün yaptığı garip bir davranışını sormak gelecek. Dekayi, sık sık kot pantolonunun ön cebindeki buruş buruş bez mendilini bir ucundan tutup çektikten sonra avucunun içinde tomar haline getirip koridoru inleten korkunç sesler çıkararak hankır hankır sümkürmesi normal bir davranış biçimi mi sizin memlekette diye soracaksın. Yeliz Hanım, Türklerden dem vurup, konuyu başka yöne çekecek. Türkiye'de lahmacunu yedikten sonra insanın gözünün içine baka baka gark diye geğirmeleri ayıp karşılanır bizim İsviçre'de, Dekayi'nin yaptığı gayet normal diyecek. Jaccard müdahale edecek eşine hemen, yok diyecek öyle değil. İsviçrelinin köylüsü yapar onu, asla kibar bir davranış değil. Fransızca aralarında tartışmaya başlayınca eşinle göz göze gelip muzipçe gülümseyeceksiniz birbirinize.

Karakaya tam bir çocuk yapma yeri evlât. Yaş ortalaması olsun otuz beş. Sağın solun karnı şişen kadınlarla dolacak. Yeliz Hanım da boş durmayacak, üçüncü çocuğuna hamile kalacak. Sevgili eşinin getirdiği onlarca kitap arasından onun yönlendirmesiyle okuma alışkanlığı kazanacaksın geçten sonra. İlk önerdiği kitaplardan biri de John Steinbeck'in Gazap Üzümleri. Okudukça okumadan geçen yıllarına hayıflanacaksın. Günlük gazetelerin bir gün gecikmeyle elinize geçtiği dağ başında Cumhuriyet gazetesinin ilânlarına kadar okumadığın bir köşesini bırakmayacaksın.

Bovet emekli olup şefin Jaccard proje müdürlüğüne getirilince ilk şoku yaşayacaksın. O güne kadar seni gözetip kollayan şefin havaya girip seninle olan o eski sıcak ilgisine mesafe koyacak. Dayanamayıp soracaksın neden böyle olduğunu. Önceden senin şefindim ama şimdi herkesin proje müdürüyüm cevabını verecek. Aslında gerçek nedenin bu olmadığını zaman içinde anlayacaksın. Bekârken farkına varmadığın evliler dünyasını yavaş yavaş idrak edeceksin. Bir anda ailelerin gruplara bolündüğünü, aynı gruptakilerin daha sık görüşüp diğer gruptakilerin dedikodusunu yaptıklarını anlayacaksın çok geçmeden.

İsviçreden yeni gelen tecrübeli bir mühendis, Mariano Menghini yeni şefin olacak. O sıralar doğulu bir başka sınıf arkadaşın beşik kertmesi eşiyle evlenip lojmana geçecekler. Onların evliliği sizinkinlerden epey farklı. İş çıkışlarında soluğu evde alan sen ve yeni evli arkadaşlarının aksine o doğrudan lokale, geç vakitlere kadar kâğıt oynamaya gidecek. Bir türlü anlam veremeyeceksin bu evliliğe. Sonradan öğreneceksin ki, adamı zorla evlendirmişler. Başkasıyla evlenmeye hakkı yok garibin, aksi takdirde ola ki başkasıyla evlendi, işin içine kan girecek. Arkadaşına mı, onun dengi olmayan köylü kızına mı üzülesin bilemeyeceksin. Üniversiteden diğer bir arkadaşın manken gibi gösterişli bir kızla evlenip katılacaklar kervana. Fakat onların evlilği de üç ay sürecek ve kısa zaman içinde boşanacaklar. Evlilik şans işi evlât, hatta kumar gibi bir şey. Ya kazanacak rahat edeceksin, ya da kaybedip hayatın kararacak. Şükürler olsun ki, şanslı birisin. Eşinle büyük bir uyum içinde hayattan zevk alarak sürdüreceksiniz ilk yıllarınızı.

Şefin Menghini İsviçre'nin İtalyan tarafından. Kendisinden yaşça büyük eşi Zeliha Hanım senatör eşinden sonra Mariano ile ikinci evliliğini yapmış, son derece kültürlü, bir o kadar mütevazı zarif bir kadın. Eşin en çok onunla anlaşacak. Onu çekemeyen eski şefin, yeni proje müdürün Jaccard'ın eşi Sivaslı Yeliz Hanım ile Bölge Müdürü Zahide Hanım karşı grubun başını çekecekler. Bölge Müdür Yardımcısı Mehmet Beyin eşi Yağmur Hanım da Zeliha Hanım ve eşin ile birlikte yakın bir dostluk kuracaklar.

Üniversiteden beri birbirinizden ayrılmadığınız, aynı yurdu paylaşıp Ankara'daki proje firmasında ve ondan sonra Karakaya Barajında aynı odayı paylaştığın ve hatta Narlıdere'de birlikte askerlik yaptığın Ahmet'in eşi ne yazık ki karşı grubun içinde yer alacak. Bu durum senin Ahmet'le olan muhabbetini etkilemese de karşılıklı ev ziyaretleriniz kesilecek ister istemez.

İşte evlât, evlilik böyle bir şey. Küçük yerlerde gruplaşmalar, dedikodu bol olur. Bazıları oyalanacak, zamanını güzel geçirecek meşgaleler bulsa da kendilerine, bazıları can sıkıntısından dedikodu üretecekler. Öyle ki, şefin Mariano'nun eşınin adını deliye çıkaracaklar. Buna sebep ağaç kesimi için gelip bölge müdürlüğü binasının karşısına çadır kuran Kürtlere yaptığı ziyaret, teneke kaplar içinde onların pişirdiği tavuğu yemesi, eşi Mariano'ya da ayıp olmasın diye zorla yedirmesi. Bir gün bölge müdürlüğü binasının camlarına üşüşecek millet. Merakla sen de koşacaksın yanlarına. Manzara şu: Önde Yağmur Hanım, peşinde üstü başı dökülen on on beş adam bölge müdürlüğü ve lojmanların nizamiye kapısında görevlilerle tartışıyor. Görevliler işçileri içeri almak istemiyor. Yağmur hanım ısrarla "Bunlar benim misafirim." diyor. Sonunda kapıyı açtıran Yağmur Hanım sürüsünü kollayan çoban gibi fire vermeden bütün misafirlerini alıp lojmanına götürüyor, onlara ikrâmlarda bulunuyor. İşte bütün mesele bundan ibaret evlât. İnsanlık yapmak delilik oluyor bu devirde.

Bir akşam iş dönüşü neşe içinde karşılayacak seni Buket. "Sanırım baba olacaksın" diyecek. Bu guzel haberle birlikte kucaklaşacaksınız. Cumartesi günü doktora gidip duruma kesinlik kazandıracaksınız. Evet evlât, baba olacaksın, ne kadar sevinsen az gelir sana.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 19 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 20 ***   
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 21 ***