Siyah BMW çift sıra ağaçların dizildiği geniş sokağa girdiğinde Kemal, Selma’ya telefon edip geldiğini haber verdi. Evden çıkmadan önce Selmin’in hazırladığı kahvaltı masasına oturur oturmaz hastaneyi arayıp eşinin durumu hakkında bilgi almış, nöbetçi doktor, Esther'in asabi hallerinin ortadan kalkması sebebiyle yatağına bağlayan bantları çözdüklerini ve hastanın artık yemek yemeye başladığını söylemişti. Aldığı bu güzel habere sevinen Kemal, hemen doktor Cevdet Bey’i arayarak Zsofia'nın Esther'e yardımcı olmasını kabul ettiğini söyleme fırsatı bulamadan doktor kendisini muayenehanesine davet ederek "Geldiğinde detaylı konuşuruz." demişti.
Binanın önüne çıktıklarında Kemal, arabasını birkaç bina ötedeki kaldırım kenarına park ediyordu. Onu ilk gören Jale oldu. Selma'yı geride bırakıp topuklu ayakkabılarıyla seke seke arabaya yanaşıp ön kapıyı açtı.
- Ooo, arabaya bak! Müsaade ederseniz yanınıza oturmak istiyorum Kemal Bey.
Kemal şaşırmıştı. Arkasına bakıp gözleri Selma'yı aradı.
- Tabii buyur, dedi.
Oldukça gergin görünen Selma arka koltuğa geçmek zorunda kalmıştı. Daha önce Cevdet Bey'in muayenehanesine gittiğini Kemal bilmiyordu. Ayrıca Jale'nin bir densizlik yapmasından korkuyordu. Kapıyı kapatmasıyla birlikte araba hareket etti.
- Nasılsın Kemal. Esther'den bir haber alabildin mi?
- Sağ ol Selma, evet, az önce kliniği aradım. Daha iyi olduğunu söylediler. Son durumu Cevdet Bey'den öğreneceğiz. Zsofia’nın Esther’e yardımcı olması önerisine sıcak bakıyorum ve bunu Cevdet Bey’e iletmek istedim. Çünkü başka türlü onunla iletişim kurmak mümkün görünmüyordu. Sanırım doktorun bana anlatacağı bazı şeyler var ama bunları telefonda konuşmak istemedi.
Jale’nin az önce söylediklerini Kemal’e açıp komik duruma düşmek istemiyordu Selma.
- Hasan da ben de aynı fikirdeyiz. Evet, ne yapıp yapıp Zofia'yı ikna etmek zorundayız. Ama bizim kafamıza takılan konu Esther’in neden Macarca konuştuğu. Nasıl yapabiliyor bunu, hiç bilmediği yabancı bir dili nasıl konuşabiliyor. Üstelik esas bildiği dilleri de unutmuş görünüyor. Cevdet Bey ne düşünüyor bu konuda acaba?
Kimsenin cevabını bilmediği bir soruydu bu. Jale kendini daha fazla tutamadı.
- Kemal Bey, bence Esther Ablam reenkarnasyon olayı yaşıyor. Bana sorarsanız onun ruhu bir süre Prenses Nora’yı ziyaret edip yine geri dönecektir. Siz sıkmayın canınızı, bakın çok geçmeden göreceksiniz.
Jale’nin söylediklerini ciddiye almasa da ona verecek mantıklı bir cevap bulamadı Kemal. Zira karısının durumu, Jale'yi haklı çıkarır gibiydi.
Doktor Cevdet Beyin sokağına girdikten sonra Kemal, muayenehaneni bulunduğu binayı aramaya başladı. Daha önce Esther’le geldiğini anlamasın diye hiç oralı olmadı Selma. Navigasyonun gösterdiği yere geldiklerinde kaldırımın kenarına yanaştılar. Binanın üzerindeki 21 numarayı gören Kemal iki kadının önüne geçip siyah demir parmaklıklı kapıyı açtı. Rengârenk gül ağaçlarının bulunduğu çimenli avlunun içinden geçerek yan taraftaki girişe yürüdüler hep birlikte. Dairenin kapısında onları güler yüzle karşılayan sekreter, üçünü de hiç bekletmeden doktorun odasına aldı. Cevdet Bey, saygıyla ayağa kalkıp yer gösterdi misafirlerine.
- Hoş geldiniz, diyerek gülümsedi. Kemal’i yalnız beklediğinden yine de şaşırmıştı biraz. Kemal’e döndü.
- Esther Hanım’ı dostları yalnız bırakmıyor Kemal Bey. Kararınızı verdiniz sanırım. Fakat...
Kemal doktorun sözünü kesti.
- Sanırım Zsofia Hanım’ın yardımını kabul etmekten başka çaremiz yok.
- Evet sizi anlıyorum. Ben de bundan bahsedecektim. Sizden bu cevabı beklediğim için dün akşam Zsofia Hanım'a telefon ettim. Ne yazık ki işini bırakıp gelemeyeceğini söyledi maalesef.
Kemal’in suratı asıldı. Cevdet Bey, ara vermeden devam etti.
- Ama bize yardım edebilecek başka bir arkadaşını önerdi. Adamın adı Martin Sándors, Macar asıllı. Beş
yıldızlı bir otelin mutfak yardımcı şefi, üç yıl önce gelmiş ülkemize ve
Türkçemizi gayet iyi konuşuyormuş. Bana kalırsa hemen onu bulup konuşmalıyız.
Kemal’in canı sıkılmıştı. Zsofia gelemiyorsa bu adam niye işini bırakıp gelsin diye geçirdi aklından. Kim böyle bir teklifi kabul ederdi ki? Esther’e kısa bir süre tercümanlık yapmak için güzelim işlerini neden bıraksın insanlar?
- Peki, dedi çaresizce, konuşalım bakalım.
- Selma Hanım, size de bazı sorularım olacak dedi, Cevdet Bey.
- Buyurun, sizi dinliyorum, dedi Selma endişeyle.
- Gördüğü düşlerden hiç bahsetmiş miydi size?
- Ekseriya bana gördüğü kâbusları anlatırdı. Ama beni esas endişelendiren uyanık haldeyken gözlerini bir noktaya dikip hayale dalması. İlk olarak evlerinde şahit olmuştum bu duruma. Sonra bir de araba kullanırken şahit oldum bu duruma ve çok korktum. Az kalsın kaza yapıyorduk. Geçenlerde, Kemal’in doğum gününde Esther bizi yemeğe davet etmişti. Jale ve eşi de vardı o akşam. Bir anda dalıp gitmişti yine gözleri. Tam o sırada Kemal’e acil bir telefon gelmiş, masadan kalkıp salona geçmişti. Esther’in yaşadığı bu durum içkiyi biraz fazla kaçıranların dikkatini çekmemişti. Ben fazla alkol almamıştım o gece. Durumunda bir gariplik sezmiştim ama yine emin olamamıştım.
Kemal’in önünde bunları anlatmak
geriyordu Selma’yı. Derin bir iç geçirerek devam etti.
- Ertesi gün bir yerde buluştuk. Bana gördüklerini anlattı.
Orman içinde orta çağ kıyafetleriyle ağaçların arasında dar bir patika boyunca bayır aşağı koşuyormuş. Peşinden
gelen şövalye kıyafetli genç bir adam onu yakalamaya çalışırken karşısına
küçük bir gölcük çıkmış. Suya atmış kendini, arkasından gelen genç adam da suya atlamış peşinden işte...
Cevdet Bey, dikkatle dinliyordu Selma’nın anlattıklarını.
- Zsofia’ya kendisinin Prenses olduğunu söylemişti. İçine
düştüğü durumla gördüğü düşler arasında bir ilişki olduğu kesin. Bilinçaltı onu fazla etkilemiş görünüyor. Öyle değil mi? diye sordu. Karşısındakilerin üzerinde
gözlerini gezdirirken her birinden gelecek tepkiyi ölçüyordu.
Jale bir şeyler söylemek için sabırsızlanıyor, kendini zor tutuyordu. Artık sıranın kendine geldiğini düşünerek,
- Kesinlikle size katılıyorum Doktor Bey, dedi. Önceki
hayatında Esther Ablanın prenses olduğu gün gibi ortada bence. Hem de Ortaçağ'da yaşayan bir prenses. Doktor,
gülümsedi.
- Korkarım yanlış anladınız beni, dedi doktor. Siz sanırım
reenkarnasyona inanıyorsunuz. Evet, Hindistan’dan çıkıp tek tanrılı dinlerin
bazı mezheplerinde kabul gören böyle bir inanış var ancak bilimsel olarak henüz ispatlanmış değil. Ben bir hekim olarak konuya bilimsel açıdan yaklaşmak durumundayım.
Bildiğiniz üzere irademizi kullanarak yaptığımız işler düşünce sistemimizin
sadece küçük bir bölümünü oluşturuyor. Bilinçaltımız çok daha geniş ve
karmaşık. Kafanızı çok karıştırmak istemem ama yapmak istediğimiz her şeyin, henüz
karar vermeden önce bilinçaltımızda şekillendiği ve gerekli uyarının beynimize
ulaştığını biliyoruz. Yani, toplanıp buraya gelmeniz, beni dinlemeniz görünürde
vermiş olduğunuz kararın sonucu. Aslında durum hiç de sandığınız gibi değil.
Doğduğunuz günden itibaren bilinçaltınıza attığımız bir sürü etken var sizi
bu noktaya getiren. Bu dinledikleriniz bile bundan sonraki yaşamınızı bir şekilde
etkileyecektir. Akıl ve zekâ her insanda farklı seviyelerde oluşan düşünme
güçleridir. Fakat davranışlarımızı esas yönlendiren ne aklımız ne zekâmız ne de
irademizdir. Az önce dediğim gibi bizim gerçek efendimiz bilinçaltı dünyamız.
Bütün davranış bozukluklarında geçmişte yaşadığımız bazı olayların etkisi
vardır. Dikkat ederseniz, "ruhsal rahatsızlık" demedim. Çünkü bence ruh da
bilimsel değildir. Cevdet Bey, konuyu gereksiz yere uzattığını düşündü.
Konuşmasına yeni bir başlangıç yapmak için öksürerek sesini açtı.
- Evet, dedi. Rüyalar, hayaller bilinçaltımızın bize yaptığı küçük oyunlar. Geçmiş ya da süregelen yaşantımızda bizi olumlu ya da olumsuz etkileyen "süper egomuz", yani bize ne yapmamız gerektiğini dikte eden sosyal ve ahlaki değer yargılarımız nedeniyle baskı altında tutmaya çalıştığımız bir kısım kişi ve olaylar, rüya ve hayallerimizde vücut bulur. Onlar bir bakıma beynimizin sigortalarıdır. Esther Hanım’a uyguladığımız hipnoz tedavisinde amacımız, bilinçaltında onu rahatsız eden kişi ve olayları tespit etmekti.
Profesörün öğrencilerine ders anlatırcasına verdiği psikanaliz bilgileri, ağzından çıkan "Esther" sözcüğüyle karşısına aldığı insanları kendine getirmiş, doktorun sözlerine kulak kesilmişlerdi. Doktorun Esther'in adını andığı o ana kadar Kemal suratını asmış, Ümit’in devireceği çamları düşünmekle meşgulken, Jale, reenkarnasyon hayallerinin yerle bir edilmesine üzülüyor, Selma ise, arkadaşının kendisine güvenerek paylaştığı sırları açığa çıkartmanın verdiği ezikliğe kafa yoruyordu. Doktorun Esther’den söz etmesi, onların dikkatini toplamaya yetmişti. Kaldığı yerden anlatmaya devam etti:
- Bakın, geçmişte kalmış, artık değiştirme imkânı bulunmayan konularla yüzleşmek ya
da mümkünse hastayı bu duruma getiren sebepleri ortadan kaldırmak sorunun tek çözüm yolu. Esther
Hanım, belli ki ciddi bir travma geçirmiş. Biz bunun ne olduğunu maalesef
bilmiyoruz henüz. Dilimizde kullandığımız bir deyim var bilirsiniz, "Sigortası
atmak". Sözlük anlamı "çok sinirlenmek" olsa da, ben bunu davranış
biliminde gerçek anlamında kullanıyorum. Bilinçaltı vücudumuzun sigortasıdır
aynı zamanda. Nasıl ki, sigorta, üzerinden elektrik akımı geçen devre
elemanlarıyla devreye bağlı cihazların zarar görmesine ve nihayetinde meydana
gelebilecek kaza ve arızalara mani olur, bilinçaltımız da benzer şekilde
yaşadığımız travmatik olaylar karşısında sinirlerimiz ve beynimizde olası
kalıcı hasarların önüne geçer. Düşünme yetimizin ortadan kalkması durumunda
bilinçaltımız devreye giriyor ve bize aklımızın almadığı oyunlar oynamaya
başlıyor. Oyundan kastım, düşünerek tuhaf bulduğumuz şeyler, bazen mantıklı
bazen mantık dışı. Mesela rüyalarımız, gördüğümüz kâbuslar, dalıp gittiğimiz
hayallerimiz bilinçaltımızın oyunlarıdır. Normal şartlarda bilincimiz dışında
geçirdiğimiz süreler kısadır. Ancak Esther Hanım’da farklı bir durum gözlemliyoruz.
Bilinçaltının bu kadar uzun bir süre etken durumda kalması yönünde direnç gösterdiği buna benzer
bir vakaya hiç tanıklık etmedim bugüne kadar.
Devam edecek.