KATEGORİLER

28 Nisan 2021 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 88

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimizin 88. Haftasına girmiş bulunuyoruz. Daha önceki haftaların sohbet konularını ve konuları öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusunu sevgili Manxcat/Kuyruksuz Kedi belirledi. Geçtiğimiz hafta Sessiz Gemi arkadaşımızın önermiş olduğu "ötekileştirme" konusunun  devamı niteliğinde bir konu önermiş arkadaşımız. Toplumumuzda yıllardır kanayan bir yara olan "ötekileştirilme" nin bireysel etkileri üzerinde duracağız. Bir önceki Ağaç Ev Sohbetleri yazımda "ötekileştirme" fikrini yaşama geçiren iki önemli kurumdan (Siyaset-Din) bahsetmiş, söz konusu kurumların halkı sömürmek amacıyla kullanıldığını, insanlar arasında ayrımcılık yaparak baskı ve şiddete yol açtıklarını dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım. Bu hafta ise "ötekileştirilme" sebebiyle yaşadığımız bireysel deneyim, etkileşim ve gözlemlerle bunların sonuçlarını tartışacağız. Haftanın soruları şöyle:

"Sizi başkalarından ayıran, sizi "ötekileştiren" bir niteliğiniz var mı ya da bugüne dek kendinizi hiç "ötekileştirilmiş" hissettiniz mi? Sizi "öteki" yapan niteliğinizin aslında sizi "özel" ve "güçlü" kıldığının farkında mısınız?" 

İster kabul edelim, ister etmeyelim bütün insanlar yerleşik düzene geçtiği tarihten bu yana yönetenler ve toplum tarafından az ya da çok ötekileştirilmiştir. Bu durumun aksini ihtimal dahilinde görmüyorum. Ötekileştirme, bir başka deyişle ayrımcılık, Hitler dönemi Almanya'sında Yahudi toplumuna, Amerika Birleşik Devletleri'nde zencilere yapılan uygulamalarda doruğa ulaşırken günümüzde düşüncenin özgürce ifade edilememesi, ırksal ve sınıfsal ayrımcılık, "ötekileştirme" nin görece daha hafif sonuçlarla ortaya çıkmakta. Fakat yine de savaş, göç, şiddet ve baskı gündemden düşmüyor, sürekli insanlar ölüyor, yaralanıyor.

Çocukken oturduğumuz sokağın altındaki bölgeye Kürt mahallesi denirdi. Büyüklerimiz o tarafa gitmemizi pek istemezdi ama nedenini bilmezdik, o çocuk halimizle sorup öğrenmek de aklımıza gelmezdi. Demek ki, Kürtler sakınılması gereken insanlardı! Şükürler olsun ki Kürt değildim, ötekileştirilmemiştim!

Çok çalışırsam okuyup büyük adam olacağım söylenmişti. Dediklerini yaptım ülkenin en prestijli üniversitelerinden birini kazandım. Güveneceğim, dost olabileceğim yeni arkadaşlar edinmek istiyordum. Sınıfta ders aralarında cicili bicili kıyafetleriyle bazı öğrencilerin kendi aralarında sohbet edip eğlendiklerini görünce aralarına katılabileceğimi düşünmüştüm. Yüzüme bile bakmadılar. Kendi aralarında ne güzel şakalaşıyor, eğleniyorlardı oysa. Sonra onların TED mezunu olduklarını öğrendim. Benim arkadaş çevrem ise Anadolu'dan gelen gariban insanlardan oluşmuştu. Tuhaftır, bu kendini üstün gören, başkalarını aralarına almayı kendilerine yakıştırmayan öğrencileri kendi çevremizde "kolej bebeleri" diyerek küçümsediğimizi hatırlıyorum. Çünkü üniversite, tamamen sol görüşlü öğrencilerin elindeydi, iktidardaydık! O kolej bebeleri değil, bizim gibi sıradan öğrenciler rağbet görüyordu. Şükürler olsun ki ben "kolej bebesi" değildim ve bu nedenle ötekileştirilmemiştim!

Üniversiteye gittiğim dönemde sağ-sol çatışmaları yaşanıyor, günde on-on beş genç can veriyordu. Şebeke dedikleri öğrenci kimliğimi elime aldığımda kendimle gurur duymuştum. Lakin o gurur duyduğum şebeke genellikle başımıza bela oluyordu. Ankara Bahçelievler semtine giremiyorduk. ODTÜ'lü olmak, bunu ortaya koyan kimliğimizi taşımak sağcı öğrenciler tarafından işkence edilmek ya da öldürülme riski taşıyordu. Bu yüzden çok mecbur olmadıkça Bahçelievler'e gitmedim. Nadiren gitmek zorunda kaldığımda şükürler olsun ki kimse kimliğimi sormadı, Bahçelievler durağında sağcı öğrencilerin silahla taradığı servis otobüsünde de yoktum, ötekileştirilmem şans eseri bana zarar vermemişti!

Yine üniversiteye başladığım ilk zamanlar muhafazakar, dinine bağlı biriydim. Ortam ötekileştirilmem için son derece müsaitti. Herhangi bir siyasal ya da dini örgüte bağlı değildim ama fikirlerimi özgürce söyleyebiliyordum. Fikirlerin çarpıştığı toplantılarda ilk kez inancımı sorgulamaya başladım. Ötekiler haklıydı, akıl kazanmıştı. Sonuçta şükürler olsun hiçbir baskıya uğramaksızın öteki olmuş, ötekileştirilmekten kurtulmuştum!

Hiçbir parti, dernek, tarikat, kulüp üyeliğim olmadı, mecburen kayıt yaptığım meslek odası dışında. Aidiyet ötekileştirmeyi getirir. Bu yüzden yine şükürler olsun, başka topluluklar tarafından ötekileştirildiğimi söyleyemem! Devlette çalışsaydım, kariyer yapabilmek için iktidardaki siyasal partiye ya da bir cemaate, bir tarikata bağlı olmam gerekirdi. Neyse ki hep özel sektörde çalıştım, iktidar değişikliklerinde ötekileştirilmekten kurtuldum.

Ötekileştirilme bazen şansızlığın ve kötü kaderin, bazen de karşıt fikirlere sahip olmanın, karşıt grupların içinde yer almanın sonucunda kendini gösterirken ötekileştirilmeyi göze almak başlı başına cesaret işidir. Gustave Le Bon (1841-1931), "Kişinin bireysel yoldan edindiği özellikler kitle içinde silinir, dolayısıyla bireyin kendine özgü karakteri kaybolur. Bilinçdışı kendini açığa vurup heterojenite homojenite içinde eriyip gider. Diyebiliriz ki, bireyden bireye değişen ruhsal üstyapılar kaldırılıp bir kenara atılır, işlemez duruma getirilir, bireylerin tümünde homojen özellik, bilinçsiz alt yapı ise gün ışığına çıkarılır." diyerek tüm bireylerin toplum içinde farkında olmadan ötekileştirildiğini ortaya koymaktadır.

Her şeye rağmen şanslı olduğumu düşünüyorum. Amerika'da zenci, Avrupa'da göçmen, Türkiye'de Kürt, Ermeni ya da diğer milletlerden birine tabii olabilirdim, bağlı olduğum din Musevilik, Yahudilik ya da başka bir inanç sistemi olabilirdi. Bunlardan dolayı bireysel ötekileştirmeye maruz kalmadım diyebilirim. Fakat toplumun her kesimi gibi ben de toplumsal ötekileştirmelerden nasibimi aldım ve almaya devam ediyorum. Şükürler olsun ki, bir yere kadar ötekileştirilmeyi göze alacak cesareti kendimde bulabiliyorum.

Yıllar önce sağlık raporu almak için Etimesgut Devlet Hastanesine gitmiştik eşimle. Hınca hınç doluydu salon, koridorlar. Başı açık tek kadın eşimdi. Bütün gözler üzerimizde toplanmıştı. Akıllarından geçeni bilmiyordum ama sanki uzaylı görmüş gibiydiler. Utandım! Tersi bir durum da olabilirdi. Başı açık kadınların arasında türbanlı bir kadın aynı duyguları yaşayabilirdi. Yine on yıl kadar önce bir yaz günü Çeşme'de ailecek arabamızla dolaşıyorduk. Güzel bir otel gördük. Otelin havuzuna girip biraz hoşça vakit geçirmek istedik. Duvarlarla çevrilmiş otelin giriş kapısına geldiğimizde görevli yanıma yaklaştı. "Burası tesettür otel, size uygun olmayabilir." dedi. Adama teşekkür ettik, gerçekten de bize uygun bir yer olamazdı. Kırk yıl önce türban yoktu. Türk kültüründe türban yok. Daha sonra dini zorunluluktan ziyade siyasi bir simge oldu. Yalan söylememek, iyilik yapmak, yardımsever olmak, hak yememek gibi yüzlerce özelliği bir tarafa bırakıp İslam'ın tek şartı saç telini göstermemek olmuştu adeta. İnsanlar dindarlar ve dinsizler diye ikiye ayrılmıştı türban yüzünden. Oysa başı açık olup dinine yürekten bağlı birçok insan olduğu gibi başı kapalı olup her türlü dine aykırı işler çeviren insanlar vardı. Bugün tesettür iktidarda, başı açıklar ötekileştirilmekte. Yarın ötekiler iktidara gelecek, çark tersine dönecek. Siyasete alet edilen dinin insanları ötekileştirmedeki rolünü gösteren nice örnek saymak mümkün. 

Şimdi sözüm ona tam kapanmaya giriyoruz pandemi nedeniyle. Hükümet karar verdi, on yedi gün boyunca içki satışı yasak! ama camiler namaz kılmak isteyene açık! Ötekileştirmeye yeni bir örnek daha. İktidar değişti diyelim. Benzer bir pandemi geldi. Bu kez içki satışlarının serbest, camilerin kapanacağını şimdiden rahatlıkla söyleyebilirim ki bu son derece normal. Pandemi camide topluca ibadet eden insanlar için tehlike yaratabilir ama alkollü içkinin pandemiyi arttırmayacağını kör cahil bilir. Siyaset ve dinin müşterek ötekileştirme operasyonu. Yarın iktidar değiştiğinde inanç özgürlüğünden bahsedenler bu örnekleri önlerinde bulacaklar. Ülkeyi bu kadar ayrımcılığa uğratan siyaset ve dinden başkası değil.

Evet, toplumsal ötekileştirmelerden rahatsızım. Bu nedenle dini siyasetten ayıran batı toplumlarına gıpta ediyorum. Atatürk cumhuriyetinde laiklik prensibi devlet yönetiminde kilit rol oynuyordu. Laikliği dinsizlikle eşdeğer gören siyaset ülkemize büyük zarar vermekte. Laiklik dinin siyasete alet edilmemesidir. Eğer din siyasete alet edilmezse büyük ölçüde inanç kaynaklı ötekileştirmenin ortadan kalkacağına inanıyorum.

12 yorum:

  1. Biraz da kendimiz kendimizi ötekileştirmiyor muyuz? Ve bu mağduriyet hali elde bir silah, kendini ifade etme, alan açma, bir anlamda "yücelterek" göze sokma ya da bir sığınma aracı olmuyor mu biz için? Ve bireysel olarak güçlenmek, bilinçlenmek, öğrenmek, kesintisiz bir gelişim ve zihinsel sadeleşmek bir süre sonra güçlü birey haline getirip o ilk duygudan, ve onu üzerimize silah olarak çevirmiş olanlardan kopartmıyor mu bizi? Bunlara evetsek o halde?!!!

    Sanırım birey olarak genel sorunumuz şu; yaşama tembellik, bizi güçlendirecek emeklerden uzak durmak, yeterince bireyselleşememek, o bireyi, yani kendimizi çalıştırmayıp, geliştirmeyip, sürekli mağduriyet duygusunun ardına saklamak ve herşeyi başkalarından beklemek ve yanlış rol modellerin peşine takılmak.

    Biz için yol biraz uzun ama... ışık orada.:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kendimizi ötekileştirmenin olumsuz bir yanını görmüyorum. Bence bu varoluş nedenimiz. Belki böyle yapmayan, kendini sürüye kaptıranlara tepki duyuyoruz. Ve onlar sadece kendilerine değil bütün topluma zarar veriyorlar. Mağduriyet buradan doğuyor. Kanaatimce bilinçlenmek üzerimize çevrilmiş silahlardan kopartmıyor bizi ne yazık ki.

      Genel sorunumuz bireyselleşememek, sorgulamamak, kolay yolu seçip başkalarının doğru dediklerine inanmak yani tembellik ederek başkalarının bizim yerimize düşündüğü zannına kapılmak. Evet, ışığın yeri belli ama birileri ışığın önüne geçip karartıyor ortamı, toplumun önünü görmesi engelleniyor. Kötü yöneticiler, diktatörler, sermaye sahipleri, şeyhler ve diğer din tüccarları sadece karanlıkta görebilen yarasalar gibi toplumun kanını emmeye devam ediyorlar. Bazı topraklarda öyle kararıyor ki ortam, ışık neredeyse görünmez oluyor. Ama bu durum dahi bazıları için ışığın varlığını inkar etmeye yetmiyor. O bazıları bazen baskı, şiddet görüyor, bazen canlarını veriyorlar toplumun, ülkenin refahı için. Teşekkürler:)

      Sil
  2. Tüm dediklerinize katılıyorum. Toplum tarafından mutlaka bir şekilde ötekileştiriliyor ya da ötekileştiren oluyoruz. Genelde pek ortası yok bu işin.

    İçki yasağına anlam veremiyorum kesinlikle! Ramazan ayı olduğu için kimse sesini de çıkarmıyor. Sürü psikolojisi sanırım. "Mübarek ramazanda da içmeyiver canım!" diye azarlanmak istemiyor kimse belki de. İyi de sana ne? Kime ne? İnadına her gün içesim geliyor. 17 günlük stok yapacağım, her gün içmesem bile canım isteyince içme özgürlüğümü kimseye hiç ettirmem. Normal zamanda almayacağım varsa bile bugün gidip inadına kasayla alacağım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mrs. Kedi, birbirimizi iyi anladığımızın farkındayım:) Kesinlikle haklısınız, bu işin ortası yok, orta yol bulmaya çalışanlar hem kendini hem toplumu kandırmış olur.

      Ancak sosyal ortam olursa içen biriyim. İçki asla olmazsa olmazlarım arasında değil. Camiye de gitmeyeli yıllar var. Bundan sonra gideceğimi de hiç sanmam. Fakat kişisel tercihlere gem vurulması beni çıldırtmaya yetiyor. Toplumda dine karşı tepkinin büyümesine, gençlerin dinden uzaklaşmasına hep bu tür yasaklar neden oluyor. Aklıma bu tür örnekler geliyor yazımda bahsetmediğim. En güzel sıfat oldu gavurluk biz İzmirliler için. Sizler gibi Müslüman olacağıma puta tapmayı yeğlerim diyesim var. Buraneros'un dediği gibi ötekileştirilmek bazen kişisel tercih, hatta övündüğümüz bir gerçek olarak çıkıyor karşımıza. Teşekkürler:)

      Sil
  3. Hepimizin zamanında öyle veya böyle, siyasi görüşleri, inançları, yaşam tarzından dolayı bir şekilde ötekileştirildiği anlar, dönemler oldu ve sebebi tabi ki sizinde dediğiniz gibi siyaset... Avrupalıların bundan yüzyıllar önce kiliselerin olumsuz etkilerini görüp, dini devlet işlerinden boşuna uzaklaştırmamış:-) Demek ki bir sebebi varmış. Ama bizde daha sömürülecek, kaldırılacak insan sayısı çok fazla. Kaleminize sağlık 🙏 ☺️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siyaset vatanını, milletini seven liyakatli yöneticilerin elinde çok saygın bir kurum haline dönüşebilir aslında. Onca olumsuz koşullara, imkansızlıklara rağmen kısa sürede üretime, eğitime, sağlığa, kültür ve sanattan kadın haklarına kadar Atatürk önderliğinde sürdürülen iç siyaset ve yurtta sulh, cihanda sulh anlayışıyla özetlenebilecek dış siyaset bunun en bariz kanıtı. Burada elde edilen başarının temelinde liyakatli kadrolar, bilime verilen önem ve laik düzen anlayışı yatmakta. Bu hale gelmemizin sebebini tamamen halka yüklemek ne derece doğru bilmiyorum. Ama şu var ki, ders almayan, çabuk unutan bir milletiz. Almanlar dersini aldı, umarım sonunda biz de dersimizi alır, kişisel çıkar gütmeyen, liyakat sahibi, vatanını ve milletini seven iyi yöneticileri başımıza getiririz. Aksi takdirde sömürülmeye, kandırılmaya devam. Teşekkürler:)

      Sil
  4. iyi sen de ötekileştirilmedin yani, iyimiş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hep şans eseri yırttım ama unutmayalım ki azınlıktayız ve ötekileştirilenler için mücadele etmeliyiz. Sen haberleri pek izlemezsin. Son haberi söyleyeyim. Polis göstericiye şiddet uygularken bu durumu cep telefonuna çekenlere ceza uygulanacağına dair genelge yayınlanmış! Faşizm böyle bir şey...

      Sil
  5. aslında kanayan yaralarımızdan biri ötekileştirilme, bizim de başımıza gelse yanımızdakine de yapılsa sorunlu hale getiriyor toplumları. Ben en çok tepkisizliğimiz için yanıyorum, ne yazık ki eskinin belki de en sancılı tarafı da olsa susmaktan daha çok acıtmıyor canımı. Bize dokunmayan yılan ne yazık ki yüreğimizi çürütüyor sessizce, kimisi mağduriyetini, kimisi başka bir şeyini kullanıp fırsat bu fırsat deyip kendi eline alıyor erki, bize de neyse, sağlıklı günler dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayatın gerçeği bir bakıma... Ötekileştirmenin olmaması için adalet, eşitlik ve insanların hepsinde erdem olmalı. Doğduğumuzda eşit olmamıza rağmen çevre ve toplum bizi ötekileştirmeye zorluyor. İçinden çıkılması zor bir durum, çözülemeyecek bir düğüm. Teşekkür ederim:)

      Sil
  6. “Biz aykırıya, ayrıntıya, ayrıksıya, azınlığa tutkunuz!..”

    __ Edip Cansever

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke bir de gemlerimizden kurtulma imkanımız olabilse...

      Sil