Arabasına bindiğinde aklı hâlâ Esther’deydi. Akşam karanlığına bürünmüş caddede birbiri ardına dizilen araçlar uzun kuyruklar oluşturuyordu. Telefonu çaldı.
Arayan Feridun Bey’di. Sesi dostça geldi kulağına.
- Geçmiş olsun Kemal Bey, yaramaz bir durum yoktur İnşallah.
- Sağ olun Feridun Bey, dedi. Eşim rahatsızlanmış, hastaneye yatırdık.
- Hayrola, neyi var?
Karım senin lanet olası işin yüzünden keçileri kaçırdı dememek için zor tuttu kendini.
- Önemli bir şey değil. Tansiyonu düşmüş sanırım. Doktor bunun sebebini araştırmak için bir sürü tahlil ve test yapılmasını istedi. Sonuçlar çıkana kadar kontrol altında tutulması gerekiyormuş.
- Geçmiş olsun. Doktorların eline düşmeye gör, ararlar tararlar, sonunda bir şey kondururlar insana. Sıkma canını, dediğin gibi önemli bir şey yoktur. Canı bir şeye sıkılmıştır, bir şeyi kafaya taktığımda benim de düşüyor tansiyonum. Neyse, bir şeye ihtiyacın varsa söyle. Ben şimdi muhasebeye talimat veriyorum, şoför gelip hastane masrafını kapatır.
Patronu çenesini kapatsın yeterdi, başka bir şey istemiyordu Kemal.
- Sağ olun efendim, dedi. Konuşma bitti derken, Feridun Bey devam etti.
- Ha, bak yarın gelmene gerek yok, Ümit’le konuştum sen gelene kadar işleri idare edecek. Ama perşembe günkü toplantıda mutlaka senin de bulunman
lazım, biliyorsun.
- Peki, efendim, dedi sessizce. Sinirlenerek telefonun kapat düğmesine bastı.
Kafasını boşaltmak istiyordu. Hiçbir şeyi düşünmemek… Değil
toplantıya gitmek, şirketin önünden geçmek dahi gelmiyordu içinden. “Adama
bak ya, hâlâ perşembe günü toplantıya gel diyor.” diye söylendi. Bir de laf
olsun diye “Bir şeye ihtiyacın varsa söyle” sözüne ifrit olmuştu. Yapacağınız
o kadar çok şey var ki beyefendi, diye geçirdi aklından; her şeyden önce karşınızdakinin
insan olduğunu anlamanız lazım. İnsan dediğin makine mi ki günün yirmi dört
saati çalışsın. Gece gördüğü rüyalar bile işiyle ilgiliydi. Kendisine ve ailesine
ayıracak zamanı olmaz mı hiç insanın? Bütün bunlara rağmen hiç mi hak etmez takdiri? Ne için katlanmak zorunda insan bunca eziyete? Üzerine titrediği, uğruna canını
vereceği bir insanı nasıl ihmal eder?
Zihnini kurt gibi kemiren ardı arkası kesilmez sorulara
cevap aramaktan başına ağrı girmiş, hastaneden evin önüne nasıl geldiğini
anlamamıştı. Yol boyunca Pavlov’un köpeğinden tek farkı kulakları yerine
gözlerini kullanmasıydı. Hangi yoldan
geldiğini, hangi caddelerden geçtiğini, kaç kırmızı ışıkta durduğunu hatırlamaya
çalıştı. Hiçbir şey gelmedi aklına. Sanki gizli bir el onu kliniğin önünden alıp evin önüne bırakmıştı.
Asansöre bindiğinde yine aynı düşünceler vardı kafasında. Yaşam dediğin her şeyini feda edip Feridun Bey’i zengin etmek miydi? Hasta yatan karısını düşüneceği yerde işi düşünmekten alamıyordu kendini hâlâ. Aklı ister istemez perşembe günü bölge müdürleri ve bayiler toplantısına gidiyor, hazırlık yapmadan insanların karşısına nasıl çıkacağını kara kara düşünüyordu. Sonra aklına Esther düşüyor, işle ilgili aklına gelen ne varsa bir anda süpürüp atıyordu. Sonunda beklenen olmuştu. Şimdi önemli olan tek şey Esther'in sağlığına kavuşmasıydı. Geç de olsa hiçbir şeyin sevgili karısının yerini alamayacağını anlamıştı. Eve girdiğinde Selmin karşıladı Kemal’i.
- Hoş geldiniz Kemal Bey.
- Hoş bulduk, dedi Kemal. Selmin, Kemal'in eve bu kadar erken gelişine şaşırmıştı. İki günden beri Esther'i görmüyordu. Merak edip birkaç kez aramış ancak telefona cevap veren olmamıştı. Eskiden karı koca birkaç gün ortadan kaybolur, kafa dinlemek için bir yerlere giderlerdi. Ama her seferinde Esther önceden bilgi verirdi kendisine. Son zamanlarda Esther'in içine kapanık halleri, dalıp gitmeleri, Kemal'in ilgisizliği dikkatini çekiyordu Selmin'in. Kemal’in bitkin halini görünce sıra dışı bir şeyler olduğunu sezmişti ama
üzerine vazife olmayan konularda soru sormak adeti değildi. Fakat bu kez tutamadı kendini.
- Esther Hanım… dedi, devamını getirmeyi göze alamadı.
- Esther Hanım, biraz rahatsızlandı, bugün gelmeyecek, dedi Kemal. Keşke sadece bugün olsa diye geçirdi aklından.
Selmin’in
aldığı cevap daha çok merak etmesine yol açmıştı. Endişeli gözlerle baktı mutfağa
yönelen Kemal’in arkasından. Acaba aralarında tatsız bir şey mi yaşanmıştı.
- Umarım ciddi bir şey yoktur, demekle yetindi.
- Umarım, diyerek soğuk bir karşılık verdi Kemal.
- Karnınız açsa bir şeyler hazırlayayım size.
Sabahtan beri ağzına bir lokma girmemişti.
- Olur, dedi. İşiniz bittikten sonra çıkabilirsiniz.
Kemal, üzerini değiştirmek üzere yatak odasına doğru
yürüdü.
Kapı sesini duyunca Selmin’in gittiğini anladı. Hemen mutfakta aldı soluğu. Gün boyunca ağzına bir şey koymamıştı. Özenle hazırlanmış masanın üzerindeki sebzeli köfte tabağından yükselen leziz kokuya daha fazla dayanamadı. Dolaptan aldığı soğuk bira şişesini dayadı ağzına. Köftenin yanına bir tabak domatesli pilav ve bir kâse de cacık bırakmıştı masaya Selmin. Ev yemeklerini ne kadar çok özlemişti.
Tadı damağında kalmıştı yediklerinin. Boşalan tabakları tezgâha bıraktıktan sonra elinde bira şişesiyle geçti salona. Sehpanın üzerinden aldığı kumandanın düğmesine basıp televizyonun karşısındaki geniş koltuğa bıraktı kendini. Boş gözlerle ekrana bakarken karısını düşünüyor, arada sinsice aklına düşen işiyle ilgili mevzuları kafasından atmaya çalışıyordu.
Birasından bir yudum çekti. Beyninin derin kıvrımlarına çöreklenmiş bir sorgucu, yaşama dair sorular soruyor, cevabını beklemeden peş peşe gelen yeni sorularla benliğini sıkıştırmaya çalışıyordu. Cevabını bilmediği sorulardı bunların çoğu. Yaşamını tıka basa dolduran, aldığı nefesin bile ona birileri tarafından ödünç verildiğini hissettiren iğrenç bir cendereye sıkışmıştı ruhu. Zevki, kederi, sohbeti, kavgası, eğlencesi her şeyi işiyle ilgiliydi. Karısına söylediği güzel sözleri bile kıskanacağını düşünürdü işinin. “İşkolik” sözünden hiç alınmaz, tam aksine, bundan mutlu olurdu. Tek gayesi vardı hayatın: Çalışmak. Başarılı olmak için hep daha çok çalışmak. Başarı, bir dağın zirvesine benzemezdi ki hedefine ulaştığında tamam diyesin. Hayat önüne başka dağlar, başka zirveler koyardı hemen. “Hadi, hadi, biraz daha çalış, olacak.” Bir sürü aksilik çıkar bu tehlikeli yolculukta, bazen biri gelir çelmeyi takar, tam başardım dediğin anda. Kendinle baş başa kalırsın, moralin bozulur, daha çok çalışmak zorunda olduğuna inandırırsın kendini…
Devam edecek.
Bu bölüm biraz kısaymış yine de Kemal' in hislerini ve ikilemini anlama konusunda oldukça faydalı oldu. İş konusunda çok bunaldığı kesin, bakalım neler yapacak bu konuda? Esther' in sağlığını da çok düşünüyor. Pavlov' un köpeği benzetmesi iyiydi. Gelecek bölümü merakla bekliyorum. :)
YanıtlaSilHaklısınız biraz daha uzun tutmaya çalışayım:) Teşekkür ederim. Gelecek bölümü fazla uzatmayacağım sanırım:)
SilEvet kısa geldi, okumaya doyamıyoruz çünkü :)) Bu arada patronla, Kemal' in telefonda konusmasında patronun kullandığı cümlede soru işareti yaratacak bir durum var. Patron "istediğin zaman şoföre telefon et, gelsin hesabı kapatsın." diyor. Hangi hesap, Kemal' le ilişiğimi kesiyor şirket? Burda bir karmaşa oluşmuş nacizane. Ve allahtan bu yazıyı sabah okudum, neydi o Selmin' in yaptığı yemekler aman aman iştahım kabardı, gece okusaydım kesin mutfakta alırdım soluğu :))) Eliniz dert görmesin heyecanla devamını bekliyorum :)
YanıtlaSilO lâ lâ! Bayılıyorum böyle yorumlara, çok teşekkürler:)) Hesap şu: Esther klinikte yatıyor ya, doktor, hastane, tahlil, testler için çıkışta ödenecek bir para var. Patron jest yapıyor, sen bu masrafları kendine dert etme, şoför muhasebeden parayı alıp gelir öder. Kısaca şirkettensin diyor yani. Üst düzey yöneticilere yapılan bir kıyaktır bu:)) Yemekler güzel evet, bayılırım:)) Teşekkür ederim, haklısınız, daha uzun tutacağım bir daha:))
SilTabi haklısınız, o kısmı biliyorum ancak hesabı kapatsın yerine başka bir ifade olmalı diye düşünüyorum nedense. Ama bu bana göre böyle, bundan sonraki yorumlara bakalım, benim gibi düşünen olursa o zaman değerlemeye alırsınız :)) teşekkür ederim inceliğinize.
SilElbette dikkate alacağım. Bu açıklamamdan sonra yine de sorun olduğunu düşünüyorsanız önemsiyorum. Teşekkür ederim:)
SilBitiş cümlesi çok etkileyiciydi.
YanıtlaSilBir de, hakikaten, insanlar "ruhi bunalım geçiriyor" demektense "tansiyonu düşmüş" derler değil mi? Keşke psikolojik sorunların da diğer bedensel sorunlar kadar ciddi, utanılmasına gerek olmayan sorunlar olduğunu öğrenebilsek...
Bir de evet, şu insanın temel ihtiyaçları konusu! En ağırıma giden şey ölü evinde yenen yemekler. Hem hayat devam ediyor, hem kesildi, hem acıkıyor gülüyorsun, hem boğazından geçmiyor ağlıyorsun. Çok tuhaf bir araf...
İlk yazdığım cevap aniden silindi, bu ikincisi:))
SilHayatın gerçekleri... Haklısınız en ağır bedensel hastalıkları ortaya dökmekten adeta haz alan insanlar sorun psikolojik olduğunda inanılmaz bir şekilde gizlemeye çalışıyorlar rahatsızlıklarını. Utanılacak bir durum gibi bir algı var toplumda. Öykümüzde buna ilave olarak Esther'in sıra dışı olan rahatsızlığı söz konusu. Doktor aman bunu fazla yaymayın, basına düşerse ellerinden kurtulamayız demişti.
Evet, hayat devam ediyor deniyor. Belki bir teselli ama hayat devam ederken yanına alıp götürdüklerini unutuyoruz çoğu zaman. Zaman geliyor kafamıza dank ediyor ama hiçbir şey geri gelmiyor maalesef.
esther iyileşsin, kemal hikayenin kötü adamı olarak gidiyor şimdilik, kemalin başına daha kötü şeyler gelsin :)
YanıtlaSilBence kötü adam Feridun Bey. Kemal zavallının teki. Tipik bir işkolik. İşkoliklik bir hastalıksa o bir hasta, tedaviye ihtiyacı var. Esther onu iyi tedavi edecek sanırım:)
Silkemal önce sürünsün, dibe vursun, herşeyini kaybetcek duruma gelsin, var mı öyle koca olmak, salak adam yaa, bence kötü karakteri o bu hikayenin, perişan olsun, sonra esterden af dilesin, sonra ona elini uzatır esther :)
SilEsther işini biliyor bence. Er ya da geç Kemal'in aklını başına getirecektir. Ben her şeye rağmen Kemal'i kötü adam olarak görmüyorum. Çünkü ne yaptığının farkında değil. Onun içinden çıkamadığı girdaptan kurtaracak olan yine Esther. Bakalım bu işin sonu nereye varacak:)
SilEvde yemek yiyip zaman geçirdiği vaktin Esther'in hastanede yattığı zamana denk gelmesi ne ironi. Bak hazır kadın yok git işini yap.
YanıtlaSilDeğil mi? Bu yönden hiç düşünmemiştim:) Teşekkür ederim.
Sil